seymanur K
Fri 29 July 2011, 03:30 pm GMT +0200
İslâm ve İnsan
Toplumun yarısını teşkil eden kadınların insan kabul edilmediği, diğer yansının büyük bir kesimini hayvanlar kadar dahi değeri olmayan kölelerin, geriye kalanların büyük bir kısmını da, önemli bir imkânı ve statüsü olmayan hür erkeklerin oluşturduğu Mekke toplumunda, Mekke'nin müşrik ileri gelenleri, doğaldır ki Islam davetinden rahatsız oldular. Haksız menfaatleri ve bu menfaatlere meşruluk rekçeleri üreten toplumsal yapıyı temelden değiştirmeye aday olan islâm'ı, bir-1'k ve beraberliklerinin en önemli düşmanı olarak görenler, Mekke'nin bu beş-on k'silik aristokrat grubuydu. Onlar, İslâm'ın, insanlar arasındaki ırk, dil, soy, aynnılarmı ve bu ayrımların neden olduğu hak ve sorumluluk farklılıklarını reddeden mesajlarım büyük bir şaşkınlık ve kızgınlık içerisinde dinlediler. Peşpe-se vahyolunan ayetler şaşkınlık ve öfkelerini daha da artırdı. Bu ayetlerde, istisnasız bütün insanların aynı anne ve babanın çocukları olduğu, bu itibarla insanlar arasında soya dayalı üstünlüğün veya aşağılığın söz konusu olamayacağı açıkça bildiriliyordu. Cinsiyet, ırk ve toplum farklılığının, Allah'ın takdiri olduğu açıklanıyordu. Bu takdirin nedeni ise insanlar arasında üstünlük/aşağılık farklılığı oluşturmak değil, tamamen farklı kimliklerin oluşmasına imkân vermek olduğu bildiriliyordu. İslâm'a göre üstünlüğün veya aşağılığın tek bir şartı vardı; Allah'a, Allah'ın emrettiği tarzda kul olmak veya olmamak:
Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Yalnız, inanıp iyi işler yapanlar hariç. Onlar için ardı arkası kesilmeyen mükâfatlar vardır.[51]
Ey insanlar! Sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere böldük. Allah yanında en üstün olanınız, (Allah'ın hükümlerine itaat konusunda titiz davranıp, isyandan) en çok korkanmızdır. Allah bilendir, haber verendir. [52]
Diğer bir grup ayette ise, müşriklerin ırk, soy, ekonomik güç ayrımı yapmalarının ne kadar yanlış olduğu, bu ayrımın ne gibi kötü sonuçlara yol açacağı oldukça etkili bir üslûpla, adeta yanlışlıkları kafalarına vurularak açıklandı:
Açgözlülük saplantısı içinde, mal mülk çokluğuyla övünmek oyaladı sizleri. Öyle ki, mezarlarınıza girinceye kadar bu oyalanmaya devam ettiniz. Ama zamanı geldiğinde bunların boş olduğunu anlayacaksınız, iş öyle değil ama zamanı geldiğinde azapla karşılaşınca daha iyi bilip anlayacaksınız. Hayır, hayır kesin bir bilgiyle yaptıklarınızın ne kazandırdığını bir bilseydiniz. Cehennemin yakıcı ateşini mutlaka dünyada görüp anlayarak bu açgözlülükten vazgeçerdiniz. Sonunda o cehennemi mutlaka göreceksiniz. O gün size verilen tüm nimetlerden sorguya çekileceksiniz. [53]
Asr'a andolsun ki, insan hüsran içindedir. Ancak, inanıp iyi işler yapanlar, birbirine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler hariç. [54]
Yeryüzü şiddetli bir depremle sarsıldığında, yeryüzü bağrındaki ağırlıkları (hazineleri, madenleri, ölüleri) dışarı çıkardığında ve insan 'Yeryüzüne de ne oluyor?' dediği zaman; işte o gün yeryüzü bütün haberlerini ortaya dökecek. Çünkü Rabbin ona öylece vahyetmiş ve bildirmiştir. O gün bütün insanlar geçmişteki yaptıkları tüm işleri kendilerine gösterilmesi için guruplar halinde Rable-rinin huzuruna gelecekler. Artık kim zerre kadar iyilik yapmışsa, karşılığını görecek ve kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, onun karşılığını görecek. [55]
Karanhğıyla ortalığı bürüdüğü zaman geceye, karanlığı yırtıp aydınlığıyla ortaya çıktığı zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki; ey insanlar! Siz çok çeşitli hedefler peşindesiniz. Sizden her kim başkaları için harcar ve yolunu Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışırsa ve o en güzel kelime olan tevhîdi tasdik eder ve doğrularsa, artık ona yolu kolaylaştırıp o yolda başarılı kılacağız Sizden her kim de malını başkaları için harcamayıp cimrilik eder ve kendi kendine yeterli olduğunu zannedip Allah'a ibadet ve sığınma ihtiyacı duymazsa, tevhîdi yalanlarsa ona da güçlük, zorluk ve sıkıntıya giden yolu kolaylaştıracağız. Ve o kimse cehennem çukuruna düştüğünde malı ona bir fayda sağlamayacak.[56]
Ayetlerle, müşrik ileri gelenlerin kendilerini diğer bütün insanlardan farklı ve üstün görmelerinin nedeni açıklandığı gibi, bu hallerinin ne kadar kötü olduğu da tekrar tekrar açıklandı:
Ayıp kusur arayan ve göz kaş işaretleriyle alay edenlerin vay haline! Vay haline o kişinin ki, servet biriktirir ve sayar durur. Mal zenginliğinin kendisini dünyada ebedî yaşatacağını sanır. İş Öyle değil; andolsun ki, o kırıp döken, silip süpüren cehenneme atılır. Bilir misin nedir o kırıp döken, silip süpüren ateş? O, Allah tarafından tutuşturulmuş bir ateştir. Öyle bir ateş ki, yüreklere işler ve kaplar. Onlar bu ateşin içine atılıp üzerleri kapatılır Uzatılmış ateşten sütunlara bağlanmış vaziyette.[57]
Hayır! Allah'a karşı yaptığınız bu kötü zannın yanı sıra, siz yetimlere karşı da cömert değilsiniz. Muhtaçları doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Size kalan mirası aç gözlülükle yiyip bitiriyorsunuz ve sınırsız bir şekilde malı mülkü alabildiğine seviyorsunuz. Hayır, iş bildiğiniz gibi değil, yeryüzü paramparça olup dağıldığı zaman, Rabbinin emri gelip çatıp da melekler saf saf dizildikleri an. İşte o gün cehennem göz önüne getirilip konacak. O gün insan yaptığı ve yapamadığı her şeyi hatırlayacak ama bu hatırlamanın ona ne faydası var. insan o gün: 'Ah keşke gelecek hayatım İçin önceden bir hazırlık yapsaydım' diyecek. Fakat o gün hiç kimse Allah'ın günahkârlara ettiği azap gibi azap edemez. Hiç kimse, Allah'ın bağladığı prangalar, zincirler ve kelepçelerle bağladığı gibi bağlayamaz. Ey tertemiz, korku ve kedere kapılmayan, huzura kavuşan insan! Dön Rabbine O'ndan razı olarak ve rızasını kazanmış bulunarak. Artık has kullarımın arasına katıl ve cennetime gir. [58]
Bütün bunlar ise, ayrıca bir de Resulün diliyle beyan edilip, insanlar için olması gereken ölçü gayet net bir şekilde ortaya kondu:
Ey insanlar! Dikkat edin; Rabbiniz bir. Babanız da bir. Şunu da iyi bilin ki,
Arap'm Arap olmayana; Arap olmayanın Arap olana; beyazın karaya, karanın Deyaz olana bir üstünlüğü yok. Üstünlük ancak Allah'a karşı sorumluluk bilincindedir (takvadadır).[59]
Şüphesiz Allah, sizin yüzlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar. [60]
Sakın biriniz bir başkasına 'kulum', 'kölem' diye hitap etmesin. Hepiniz Allah'ın kullarısınız. Köle ve kadınlara hitap ederken 'oğlum', 'kızım', 'delikanlım', 'hanım kızım' diye hitap edin. [61]
Ben kızıl ve siyah tenlilere (tüm insanlara) gönderildim. [62]
Kadmlar(m haklarına riayet) konusunda Allah'tan sakının. Zira onlar sizin hakimiyet ve himayeniz alımdadır. Onları Allah'ın emaneti olarak aldınız, onlarla birlikte yaşama hakkını Allah'ın emri ve müsaadesi ile elde ettiniz. [63] Hizmetinizde kullandığınız kimseler (hizmetçileriniz, köleleriniz ve cariyeleriniz) sizin kardeşlerinizdir; Allah, onları size emanet etmiştir. Bu sebeple onlara yediğinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin. Onlara güçlerinin yetmeyeceği işleri yüklemeyin. Şayet böyle bir iş yüklemek zorunda kalırsanız, siz de onlara yardın edin. [64]
Bütün bu ve benzeri gerek ayet ve gerekse Resulüllah'ın açıklamalarından hareketle Mekke eşrafı iyice anladı ki, bu din doğru bir inanç ve bu inancın gerektirdiği doğru bir uygulamadan başka üstünlüğün gerekçesi olabilecek herhangi bir şeyi ölçü kabul etmiyordu. İnsanlar arasındaki, üstünlük vesilesi kılman her türlü ırk, soy, sop, cinsiyet ayrımını reddediyordu. Üstelik, İslâm'ın insanları ırk, soy, sop ve cinsiyetine göre ayırmadığını, teorik birer ilke olarak da değil, risâle-tin daha ilk günlerinden itibaren bizzat uygulamasıyla gördüler. Daha yakın zamana kadar kendilerinden birisi olan Ebû Bekir'in, en alt tabakada bulunan, bir insan olarak dahi telakki edilmeyen Bilâl, Sümeyye, Yasir, Ammar, Habbab'la birlikte olmasını şaşkınlıkla izlediler. Bu birlikteliği akıllan almadı. Kabul edemediler. Yine aynı şekilde, Mekke'nin en saygın ailelerine mensup Sâ'd b. Ebî Vakkas, Osman b. Affan, Talha b. Ubeydullah, Mus'ab b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf, Ali b. Ebî Talib gibi gençler, kölelerle aynı safta bulunuyor, Ebû Leheb'in kız kardeşleri olan Safiyye ve Ervâ, Ebû Cehil'in kız kardeşi olan Ümm-ü Gülsüm, Ömer b. Hattab'm kız kardeşi olan Fâtıma gibi hür kadınlar ve kızlar, Sümeyye, Ümmü'l Ubeys, Zi'n-Nire, Lubeyne, ve Nehdiyye gibi cariyelerle, aralarında hiçbir değer farkı gözetmeksizin, birlikte oturupkalkıyorlardı. Onlar, bu köle kadınları, Mekke'nin diğer hür kadınlarına tercih ediyorlardı. Bu arada da Mekke'nin hürler tabakasına dahil olan bütün bu şahsiyetler, Mekke toplumunun içerisinde hiçbir hakka sahip olmayan bu köle ve cariyelerle aynı hak ve sorumluluklara sahip olduklarını ve olmaları gerektiğini, bunun ise onlara insanlık onurlarının iadesiyle mümkün olabileceğini hiç tereddüt etmeden söyleyebiliyor ve bunun da yaygınlaşması için çabalıyorlardı. Yine aynı şekilde olmak üzere, müşrikler için insanî hiçbir değer ifade etmeyen kadınlar, islâm tarafından hiç eksiksiz bir insan olarak kabul ediliyor ve insanî değer açısından kadın erkek ayrımı kesinlikle yasaklanıyordu. Hatta bunlar yetmez gibi, kız oldukları için öldürülen çocukların hesabı soruluyordu:
Güneş dürülüp ortadan kaldırıldığında ve yıldızlar kararıp yok olduğunda, dağlar yerinden oynatılıp yürütüldüğünde, doğurmak üzere olan dişi develer başı boş bırakıldığında, vahşi hayvanlar bir araya toplanıp beraber kaldıklarında, denizler ateş haline geldiğinde, ruhlar bedenleriyle bir araya getirildiğinde ve diri diri gömülen kız çocuklarına sorulduğunda hangi suçtan dolayı öldürüldükleri, insanların yapıp ettiklerinin dosyalan açıldığında, gök perdesi açılıp her şey ortaya çıktığında, cehennemin yakıcı ateşi parladığmda ve cennet gözler önüne getirilip yaklaştırıldığında; O gün her insan kendisi için ne hazırlamış olduğunu görüp bilecektir. [65]
Bütün bunlar toplumsal yapıyı her yönü ve özelliğiyle yeni baştan düzenlemekten başka bir anlama gelmiyordu. İslâm daveti, Mekke eşrafı için, bütün "üstünlükleri1 terk etmek veya insan telakki etmedikleri köle ve kadınları veya değer vermedikleri yoksulları, sahip olduklarını iddia ettikleri o şerefe kendileriyle aynı oranda olacak şekilde ortak etmekten başka anlama geliyordu. Eşrafın bunları kabul edemeyeceği açıktı. Dolayıyla tepkilerinde de, tepkilerinin gerekçelerinde de kendilerince tamamen haklıydılar. Onlara göre islâm statükoyu alt-üst ediyordu. Toplumsal yapıyı tahrip ediyor, bozuyordu. Toplumda karışıklığa, fitne ve fesada neden oluyordu. Ancak şurasını ifade etmiyorlardı ki, bu fitne ve fesat küçük bir mutlu azınlığın aleyhine ancak toplumun neredeyse tamamını teşkil eden mutsuz çoğunluğun lehineydi. Dolayısıyla islâm'ın fitne ve fesada neden olup olmaması bakılan yere göre değişiyordu. Onlar ise elbette ki sadece kendi bulundukları yerden görüp, değerlendiriyorlardı.
[51] Tîn, 95:4-6
[52] Hucurât, 49:13
[53] Tekasür, 102:1-8
[54] Asr, 103:1-3
[55] Zil zâl, 99:1-8
[56] Leyi, 92:1-11
[57] Hümeze, 104:1-9
[58] Fecr, 89:17-30
[59] Tirmizî, Tefsir, 49, Menâkıb, 73; Ebû Davud, Edeb, 111; Ahmed, Müsned V/411.
[60] Müslim, Birr 33, 34; Ibn Mâce, Zühd 9; Ahmed, Müsned IV285.
[61] Müslim, Edeb 13.
[62] Buhârî, Teyemmüm 1, Salât 56; Müslim, Mesâcid 3, 4, 5; Ebû Dâvud, Salât 24; Tirmizî, Mevâhlt 119, Siyer 5; Nesâî, Gusl 26; Ibn Mâce, Tahâre 90; Dârimî, Salât 111, Siyer 28; Ahmed, Müsned V250, 301, II, 222, 240, 250, 312.
[63] Müslim, Hac 147.
[64] Buharı, İman, 22; Müslim, Eyman, 40.
[65] Tekvir, 81:1-14