saniyenur
Sun 5 August 2012, 10:47 am GMT +0200
İslâm Ve Fikir Hürriyeti
Kendilerini ilerici dîye takdim edenlerin savundukları fikir hürriyeti, Allah'ı inkârı ve dinsizliği hedefler. Bu, fikir hürriyeti değil, bu bir ateizm hürriyetidir. Bazı faraziyelerden yola çıkarak, İslâm'ı; ateizmi yasakladığı için basitçe, fikir hürriyetini kısıtlamakla suçlarlar. Fikir hürriyeti ve ateizm (tanntanımaz-hk-dinsizlik) aynı mıdır? Veya ateizm gerçekten fikir hürriyeti için vazgeçilmez bir şart mıdır? Her yerde tekrarı zaruri olmayan bir takım mahallî sebeplerden dolayı Avrupa'da ateizm yaygınlaşmıştır. Bir yandan hiristiyan inancına Avrupa kilisesinin verdiği şekil ve istikamet, diğer yönden de kilisenin ilmî hareketleri bastırması, ilim adamlarını işkenceye tâbi tutması ve hatta onları ateşe atması, gökten gelen (ilâhî) kelime adına insanları bir takım yalan ve hurafelere inanmaya zorlaması.. . Bütün bunların hepsi garip bir tarzda hür düşünceli Avrupalıları inkâra ve din muhalifliğine mecbur etti. Böylece Allah'a imana doğru giden yolu ile teorik ve pozitif olmak üzere, İlmî gerçeklere inanma arasındaki bağ parçalandı.
O zaman tabiat fikri bir kaçamak yol idi ki, onunla insanlar, az da olsa kilisenin fasit dairesinden biraz kurtulabİliyorlardı. İşte bu kötü davranışın bir sonucu olarak Avrupalı aydınlar, kiliseye hitaben şöyle diyorlardı: Adı ile bizi köleleştirdiğin, bizi evham ve hurafelere inanmaya zorladığın; onun adıyla bizim ayinlere katılmamızı, bağlanmamızı, ibadet etmemizi, ruhbanlığa yönelmemizi emrettiğin ilâhın senin olsun, artık al. Biz, o İlâhın özelliklerinden daha çoğunu taşıyan yeni bir ilâha inanacağız. O öyle bir ilâh ki, O'nun insanları köleleştİren bir kilisesi yok. O'nun insanlar üzerinde herhangi fikri, ahlâkî veya maddî bir takım sorumlulukları yok. İnsanlar O'nun huzurunda bütün kayıtlardan azade olarak yaşarlar."
İslâm nizamı için yaşayan bizlere gelince, bizi dinsizlik ve İnkâra yönelten sözkonusu baskı ve tutumlar mevcut değildir. İslâm'ın inanç sisteminde, zihnî ve aklî hürriyeti zedeleyen hiçbir güçlük yoktur. İslâm'ın inancı bir tek Allah'a dayanır ki, bütün kâinatı yaratan yalnız ve yalnız O'dur. Bütün kâinatın dönüşü O'nadır. O'nun ne ortağı vardır, ne de nizamını tenkit ve tahlil edebilecek birisi. İslâm'ın Allah fikri o kadar açık ve sade bir düşüncedir ki, hiçbir kimse O'nun hakkında ihtilafa düşmez, hatta tabiatçılar (natüralist-ler) ve inkarcılar bile.
İslâm'da Avrupa kilisesinde olduğu gibi rahipler sınıfı yoktur. Din, herkesin malıdır. Herkes ehliyet ve gücü nisbetinde tabiî, fikrî ve ruhî vasıtalarla dinin ana kaynaklarından istifade eder. Herkes müslümandır. Bütün insanlar eşittir ve hayattaki işlerine ışık tutmaya layık olarak muamele edilirler. İnsanların en şereflileri, Allah'ın emir ve yasaklarına riayetkar olanlardır. Vazife ve mesleği mühendis, öğretmen, işçi, sanatkâr olabilir. Fakat din bu meslekler arasında bir meslek değildir. İslâm'da bütün ibadetler araya din adamı girmeden yapılabilir.
İslâm'ın şer'î ve hukukî tarafına gelince; üzerine hüküm bina edilecek prensipler olması dolayısıyla, bu sahada bir grup insanın ihtisas yaparak derinleşmesi gayet tabiîdir. Ancak onların durumları, diğer ülkelerdeki hukukçu ve otoritelerin durumu gibi değildir. Onlar bu vasıflarıyla hiçbir zaman insanlar üzerinde bîr otorite veya sınıf imtiyazına sahip değildirler. Onlar ancak devletin ve toplumun istişare organları ve hukukçularıdır. Burada şunu belirtmek gerekir ki; meselâ dinî bir kuruluş olan Ezher, batıda din adamlarının yaptığı gibi, hiçbir zaman, ilim adamlarım fikirlerinden dolayı yakmaya veya işkenceye yetkili bir otoriteye sahip değildir. Onların bütün vazifeleri, bir kısım insanların din anlayışını tenkit etmek ve görüşlerinde hatalı olduklarını göstermektedir. Bununla beraber, bu hususta onlar da hürdürler. Çünkü Ezherli olmayanlar da Ezherlilerin din anlayışlarını tenkit etmeye, böylece varsa onların hatalarını belirtmeye hak sahibidirler. Zira din bir şahsın veya bir kuruluşun tekelinde değildir. Din ancak, onu iyi anlayanın ve İyi tatbik edenin malıdır
İslâm nizamı uygulandığında, elbette ki ulema devlet dairelerine doluşmayacaktır. Devlet düzenindeki önemli değişiklik, kanun sisteminin İslâm hukukun(şeriat)a. dayalı olmasıdır. Dolayısıyla mühendislik mühendislerin, doktorluk doktorların, ekonomi (İslâm ekonomisi olmak kaydıyla) ekonomistlerin elinde kalacak, bütün devlet işleri bu minval üzere devam edecektir.
Tarih, İslâmî sistem ve inancın, hiçbir zaman ilme ve ilmî buluşların tatbikine muhalefet etmediğine dair şahitlerle doludur. İlmî bir gerçeği keşfettiğinden dolayı İslâm beldesinde bir âlimin yakıldığım veya işkence edildiğini işitmedik. Her şeyi yaratanın Allah olduğu hususundaki gerçek ilim, İslâm inancıyla çatışmaz. Allah'ı bulmak için İslâm'ın insanları gökyüzüne veya yere bakmaya, onların yaratılışlarını düşünmeye çağırması asla İlimle ters düşen bir hâl değildir. Bizzat Batılı ilim adamlarından çoğu, gerçek araştırma yolu ile Allah'ı bulmuşlardır.
İslâm'da insanları ateizme sürükleyen hiçbir husus yoktur. Doğuda ateizmi savunanlar, sömürge döneminin yöneticilerini körü körüne taklit edenlerden başkaları değildir. Onlar, inanç ve ibadetlere saldırmak ve insanların dinlerini terketmeye çağırmaktan maksatlarının güya beyinlerini hurafelerden temizlemek, zulmün ve zorbalığın pençesinden kurtarmak olduğunu söylüyorlar. Fakat, bu hürriyet ve kurtuluşa İslâm sayesinde sahip bulundukları, onların gerçekleştirmek İstedikleri gayeleri nedir? Doğrusu, onların müdafaasını yaptıkları davanın fikrî tarafı, şehevî arzulara karşı olan köleliklerini örten bir perdedir. İşte onlar, bu perdenin arkasına gizlenerek hür düşüncenin savunucusu olduklarını iddia ediyorlar. Onlar, İslâm'a, fikir özgürlüğünü kısıtladığı için değil, sadece insanlığı şehevî arzuların baskısından kurtardığı için karşıdırlar.
Fikir özgürlüğünü savunanlar, İslâmî kurallar sisteminin yapısı itibarıyla bir diktatörlük olduğunu, çünkü devletin geniş güce sahip olduğunu iddia ederler. İddialarının en kötü yanı, devletin din adına otoritesini kullandığı ve böylece, zulüm eseri kurallarına körü körüne boyun eğdirdîkleridir. Bu yüzden sistemin diktatörlüğe çok elverişli olduğunu belirterek, bunun fikir hürriyetini ortadan kaldırdığını, hiç kimsenin yöneticiler aleyhinde konuşamadığını, onlara karşı çıkanların dine ve Allah'a karşı gelmekle suçlanacaklarını ileri sürerler.
Bütünüyle hatalı bu suçlamalar, Kur'ân-ı Kerîm'in şu ayetlerindeki ifadelerle en güzel şekilde reddedilmiştir:
1- "...Onların işleri aralarında danışma iledir..." (42: 38).
2- ".. .İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder...'1 (4: 58).
İlk halife, Hz. Ebu Bekir: "Allah ve Rasûlü'ne itaat ettiğim sürece siz de bana itaat ediniz. Fakat Allah'a ve Rasûlü'ne itaatten ayrılırsam sizden İtaat istemeye hakkım olamaz.' buyurmuştur.
Hz. Ömer müslümanlara: "Eğer bende bir eğrilik bulursanız, derhal düzeltiniz" dediği sırada dinleyenlerden bir sahabi "Vallahi, eğer sende bir eğrilik bulursak, mutlaka biz onu kılıcın keskin tarafıyla düzeltiriz" diye cevap verdi.
Evet, zaman zaman İslâm idarecilerinin eliyle din adına zülüm yapılmıştır. Hâlâ da bu çirkin zülüm ve tuğyan örnekleri bazı ülkelerde görülmektedir. Ancak yeryüzünde zulüm ve tuğyan perdesinin sadece din olduğunu kim söyleyebilir? Hitler, din adına mı hükmetmiştir? Stalin'İn, ölümünden sonra bizzat Rus basını ve resmî makamları, zulüm ve işkence dolu diktatörlüğünü itiraf ve ilan etti. Stalin, polis gücünü kullanan zâlim bir diktatör idî. Ama Stalİn din adına mı hükmetti? Mao Tsetung, Franko, Güney Afrika'da Malan, Milliyetçi Çin'de Chiang Kaishek dahil bütün zâlim ve diktatörler din adına mı hareket ettiler? Şüphesiz, dinin sulta ve hâkimiyetinden kurtulan 20. yüzyıl insanlığı, zorla gönüllere yerleştirilen ve dînden daha az baskı ve mukaddesliğe sahip olmayan bir takım yaldızlı, kof unvanlarla, tarihin en çirkin zülüm ve diktatörlük örneklerini görmüşlerdir.
Tabiîdir ki, hiç kimse diktatörlüğü savunmaz ve böyle bir rejime rıza göstermez. Ancak kötü arzu ve şehvetler tarafına bir meyli bulunmayan, karakter ve fikri temiz olanlar, hak ve doğruyu ikrar etmeyi de bir vecibe sayarlar. Aslında şahsî menfaatlerinin peşinde koşanlar için, her güzel manayı istismar ve onun arkasına gizlenmek mümkündür. Fransız Devrimi, hürriyet adına pekçok iğrenç cinayetlere sahne olmuştur. Fakat bu, hürriyeti ortadan kaldırmaya bahane olarak alınmamalıdır. Hürriyet adına, anayasa adıyla bir çok suçsuz kimseler hapse atılmış, işkence edilmiş ve öldürülmüştür. O halde anayasaları ilga mı edelim!?.. Gerçekte yeryüzünde din adına bir çok azgınlık ve taşkınlıklar yapılmıştır. Bu yüzden dini terk mi edeceğiz!? Şayet din, zulmü ve haksızlığı savunuyorsa, onu terketmek elbette doğrudur. Bunu, sadece Müslümanlar arasında değil, belki Müslümanlarla savaş halindeki düşmanları arasında da en mükemmel eşitlik ve mutlak adalet örnekleriyle-dolu bulunan İslâm hakkında söylemek mümkün değildir.
Zorbalık ile en iyi mücadele, insanlara Allah'a inanmayı öğretmek ve din tarafından korunan ve muhafaza edilen özgürlüğe saygı göstermektir. Böyle insanlar, yöneticilerin haksız uygulamalarına müsade etmezler, aksine onları düzeltmeye çalışırlar. Başka bir sistemin İslâm kadar zorbalıktan korunmayı ve âdil bir sistem kurmayı hedeflediğini sanmıyorum. Rasûlullah şöyle buyurur: "Sizden her kim bir kötülük görürse düzeltsin." (Buharı ve Müslim). "Muhakkak ki, zâlim sultanın huzurunda hak ve adaleti müdafaa etmek, Allah katında cihadın en yücesidir." (Ebu Davud ve Tirmİzî).
Bu önemli prensipler adına insanlar, -ihtilâl daha büyük kargaşalıklar getirse bile- üçüncü halife Hz. Osman'a karşı, onun doğru yoldan saptığına İnandıklarında, isyan etmişlerdir.
Sonuç olarak, bu "ilerici-özgür düşünürlere" bir çift söz söylemek isteriz. Gerçek hürriyet yolu dini terk etmek değil, İnsanlara haksızlıktan nefret eden ve adaleti ikame eden inkılâpçı ruhu vermektir. Bu ise aslında müs-lümanların ruhudur, (islam, the Misunderstood Religion, sh. 156-161).