- İslâm tıbbının nazarî esâsları 3

Adsense kodları


İslâm tıbbının nazarî esâsları 3

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 18 November 2010, 02:52 pm GMT +0200
  İslâm tıbbının nazarî esâsları 3

 



La İlahe İlah’ın Bir Tezahürü: Batılı Tıb Zihniyetinin Reddi

Hayatın bütün alanlarının İslami bir rabıtayla birbiriyle irtibatlandırılması demek de olan Tevhid’in, önce batıl olanın reddiyle başlaması, İslami bir tıb nazariyesi ortaya koyarken de, asli  kaziyemiz olmalıdır. Hastalık ve sağlığa ilişkin tanımların, içinde bulunulan ictimai, kültürel vasatla ilişkisi kesin olduğu gibi, tıbb fenninin akidevi tavır ve kavrayışla bağlantısı da o derece kesindir. Bu yüzden Batılı tıbb zihniyenin niçin reddettiğimizi sarahaten ortaya koymamız gerekir. Bunun için de, icmalen de olsa Batılı zihniyenin insana bakışı, tıbbın mevzularıyla Allah’a karşı tavırlarının alakasına göz atalım. Yine Batılı tıbb zihniyetini reddetmek, Batı’da tıbbla ilgili ortaya konan her şeyi cümleten reddetmek manasına gelir mi? Bunun da üzerinde durmaya çalışalım.

Batılı tıbb zihniyetini üç temel noktada reddetmemiz gerekir. Diğer tenkid mevzuları neticede bu üç asli mes’elenin etrafında döner. Bu üç mes’ele: Tevhid, ahlak ve fıkıhtır.

Batılı tıbb zihniyetini, onun maddeci vasf-ı aslisi sebebiyle reddediyoruz. Daha önce dediğimiz gibi, bir ilmin İslam nazarında meşruiyetini temin eden, onun Allah ile irtibatının, Allah’a rucuunun, mevcudiyetidir. Batılı diğer ilim-fen zihniyetlerinde olduğu gibi, Batılı tıbb fenninde de bu manada İslam açısından bir meşruiyet yoktur. Batı tıbbı, Allah ile irtibatını kopardığı içindir ki, sömürüye dayalı, sadece kar amacı güden, ruhsuz bir endüstriye dönmüştür. “Müslüman ve Avrupa tıbbı arasındaki mücadeleye, iki farklı paradigma arasında mücadele olarak bakılabilir. Son zamanlarda Batı tıbbı olarak bilinen egemen Avrupa tıbbı paradigması insanı, ruhsuz bir makine olarak görür. Bu paradigma ile, kişinin kendi başına iyileşme imkanı yok sayılır, bedene yabancı sentetik ilaçlara bir bağımlılık oluşturulur. İlaçlar, bir bütün olarak kişi sağlığı düşünülmeksizin, makinenin bozulan parçasına yönlendirilir. Cerrahi, bu yaklaşımın bir ürünüdür ve bu karmaşık fiziksel makineyi ileri teknoloji yardımıyla keser, biçer. Batı tıbbının bir bütün olarak Batı medeniyetiyle uyumunu sağlayan, ikisinin temellerinin tamamen materyalist olmasıdır….” (Modern Tıbbın Ötesi, ‘Tıbbın Politikası’, başlıklı makale, Ekber Muhammed Ali, s. 105.) Bu itibarla, hastaneler, Batılı tıbb endüstrisinin uygulandığı, alışveriş dükkanlarından farksızdır. Eczaneler de, aynı şekilde, bir süper market hükmündedir.  Batı tıbbının teknolojik göz kamaştırıcılığına rağmen, basit bir baş ağrısını tedavide bile, doğal tıbbi yöntemlerden daha başarılı bir tedavi ortaya koyamaması, Batı’da kendi tıbb sistemlerine ağır tenkidler yöneltilmesine yol açmıştır. Bu çerçevede Batı’da akupunktur, ayurvedik tıbb, bitkisel tıbbi ürünlere vs. alternatif tedavi yöntemlerine yöneliş artmıştır. Ancak bu yönelişi bile kapitalist sistem, kendi lehine çevirmekte gecikmemiştir. Üretim teknolojilerindeki imkanlar, doğal tedavi yöntemlerinin, kapitalist bir zihniyetle, süslü ambalajlarla tüketim kültürünün bir öğesi haline getirilmesini sağlamıştır. Buna imkan veren, Batılı zihniyetin değişmeden, bir başka alternatifi, sistemle bütünleştirebilmekteki başarısıdır.  Yani sağlık ve hastalık hallerine ilişkin epistemolojik temel yine maddecidir, tevhidi bir kavrayışın mükemmeliğinden uzaktır. Bu noktadan Batı’da dile getirilen, holistik tıb (bütünleyici tıb) zihniyeti, Müslümanların kasdettiği ruh ve bedenin hakiki bütünlüğü manasındaki bir holistik zihniyetle aynı değildir.  İnsanın Allah ile irtibatını vahy temeliyle kuramayan her yaklaşım marazi kalmaya mahkumdur.  Yine Batılı holistik yaklaşım, İslami noktadan olmazsa olmaz olan ahlaki değerlere bağlılıktan uzak bir tavır içindedir.

“…İslam tıbbındaki bütünlük kavramının tamamen farklı olduğunu belirtmek gerek. Evvela, bu kavram, tek başına var olmuş değildir, varlığını İslami dünya görüşüne borçludur. Epistemik çerçevede her şeyi kuşatan tevhid kavramıyla beslenmektedir. Alternatif sağaltım sisteminin paradigması parasal çıkarlar ve tüketici menfaatleri, son derece narsist sosyal kurumlar tarafından belirlenirken, tevhid makro-paradigması, İslam tıbbının olmazsa olmaz temelidir.  Alternatif sağaltım modellerinin felsefi varsayımları, orijinal biçimlerinde bile –burada sistemlerin Doğu ile olan tarihi ve coğrafi bağlarını kasdediyoruz- İslam bireyciliği ile evrensellik arasındaki fark yüzünden, aynı düzeyde olmamıştır… Ayrıca Hz. Peygamber’in –sav- Sünneti de, sağlıklı bir hayatın temeli olan ideal dengenin sağlanması yolunda, üstün bir örnek teşkil eder. Böylece, İslam tıbbı, nihai kompozisyonu içinde merkezi tema olarak tevhid kavramını ve bunun hayata geçirilmesi örneği olarak da Sünneti içerir…” (Modern Tıbbın Ötesi, İslam’da Bütüncül Tıb Anlayışı, başlıklı makale, Münevver Ahmed Enis, s. 153)

Bu açıdan, ikinci red noktamız da, Batı tıbbının İlahi bir ahlak zeminini dışlaması, ahlaki değerlerden bağımsızlık ilkesidir. Batı tıbbı, fıtri-İlahi ahlaktan yoksun yaşamanın sonucu ortaya çıkan livata, lezbiyenlik vs. cinsi sapıklıkların yol açtığı hastalıkları, mücerred bir hastlaık olarak görür, tedavi önerileri de, ahlaki çözüm içermeyen, sapkın bir ictimai-ferdi hayat arka zeminine değinmeyen, seküler zihniyetli çözümlerdir. Bu nokta, İslami tıbb ile, Batılı tıbb zihniyetinin ayrıştığı en mühim noktalardandır. Tıbb, ahlaki değerler ve bu değerlerin oluşturduğu kültür ile hastalıklar arasındaki münasebetlere vurgu yapmayan her çözümün neticede, mevcud batıl yapıyı tahkime müncer olacağı aşikardır. Bu alakaya vurgu, hassaten, ruhi hastalıkların tanımlanmasında kabulünde daha belirgin bir ehemmiyet arzetmektedir. Bir misal vermek gerekirse, ‘hüzün’ İslami tefekkürde, fıtri, insani bir hal olarak kabul edilirken, ABD’de ‘hüzün’ bir hastalık olarak kabul edilmiştir. Prozac isimli ürün, hüzün giderici, sun’i mutluluk verici bir hap olarak Amerikan toplumunda çok tüketilmektedir. (Bkz. Hüzün Hastalığı, Kemal Sayar, İz Yayıncılık)

Üçüncü esaslı red noktası, helal- haram sınırlarının Batı tıbbında mevcud olmayışıdır. Mesela, İslam’da haram maddelerle tedavi olmak yoktur. Bu ilkeden hareketle, geçmişte Müslüman hekimler, helal maddelerin devaya kafi olduğu ilkesiyle hareket ederek, birçok hastalığın helal maddelerle tedavisinde büyük başarılara muvaffak olmuşlardır, Allah’ın izniyle. Mevcud tıbb nizamında ise, domuz jelinden yapılan kapsüller vs malzemeler maliyeti çok ucuz olduğu için rahatlıkla kullanılabilmektedir. Aynı şekilde alkol ilaç maddelerinin çözülmesinde kolayca çözdüğü için kullanılmaktadır. Bu açıdan uygulamada İslam’ın helal-haram sınırları karıştığı için, Müslümanların Batı’dan gelen ilaçların içerikleri hakkında doğru bilgiye ulaşmaları çok önemli olmaktadır. Son günlerde toplumumuzda da görülen, ‘taşıyıcı annelik’, ‘sperm bankaları’ndan evli, bekar çocuk sahibi olma gibi uygulamalar, İslami tıb ahlakı içerisinde asla yeri olmayan uygulamalardır. Yine, helal-haram ölçüsünün, tıbb uygulayıcılarının hasta yaklaşımında belirleyici etkisinden bahsetmek gerekir. Hassaten ilaç firmalarının, doktorlara uyguladıkları promosyonlarla, doktorların hastaya, rüşveti veren firmanın ilacını yazması, artık müsellem hale gelmiş sıradan bir uygulamadır.