- İslâm Kültürünün Ana Özellikleri

Adsense kodları


İslâm Kültürünün Ana Özellikleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sat 9 June 2012, 08:22 am GMT +0200
İslâm Kültürünün Ana Özellikleri

İslâm kültürü, onu diğer dünya kültürlerin­den farklı kılan, aşağıdaki ana özelliklere sa­hiptir.

1- Gayelerin Dayanışması (Her Şeyin Mak­sadı Allah'tır) İslâm'ın temel inanışı, tüm kâ­inatın sahibi bir Allah'tır ve içindeki her şe­yi idare eden, koyduğu kanunlara uyulan OL dur.

"Göklerde ve yerde olanlar O'nundur; hep­si O'na boyun eğmiştir." (30: 26). Kâinat O1 nun emrine ve iradesine uygun hareket eder. "Hüküm ancak Allah'ındır." (6: 57). Gök­lerde, yerde ve öteki gezegenlerde her ne var­sa, ona dönecektir. "Bütün işler Allah'a dö­necektir." (2: 210). İslâm, tereddütsüz, sek­siz şüphesiz Allah'ın Hâkim ve Kadir oldu­ğuna inanmaktır. Kâinat ve içindeki her zerre O'nun kanununa göre hareket eder ve O'na boyun eğer. "Allah'ın dininden başka bir din mi arzu ediyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuş­tur, O'na döneceklerdir." (3: 83). İnsan da bu kaideye tabidir. "Hakka yönelerek ken­dini Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği di­ne ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur; işte'dosdoğru din budur, fakat insan­ların çoğu bilmezler." (30: 30).

Bu inanışa göre, insan da dahil tüm kâina­tın tabiî maksadı Allah'ın kendisidir. En çok arzulanan ve sonunda dönülecek olan, O1 dur. Her şeyin akışı bu hedefe ve sona doğ­rudur. İnsanın, diğer bütün mahlukattan far­kı irade-i cüziyesinin bulunmasıdır. Aklını ve mantığını kullanarak doğru yolu bulursa, bu onun yararına olacaktır. Böylelikle insanın aklıyla vardığı sonuç, kâinatın gayesine uy­gunluk gösterecek ve insanın hedefine ulaş­ması kolaylaşacaktır.

Akıl nimetine sahip olan insan, kâinatın li­deri ve en etkin üyesi olacaktır. Öte yandan, eğer bu tabiî akışa uygun, kâinat ile uyum göstermezse, kendisine geçici bir çıkar sağ­lasa bile sonuçta hüsrana uğrayacak yine kendisi olacaktır.

2- İslâmî Sistemin Odak Noktası. Daha ön­ce de belirtildiği gibi, İslâm'ın ana esprisi Tevhid inancıdır. Bütün düşünceler, planlar ve hareketlerin gayesi Allah'tır. Her şey O-nun etrafında döner. Din, bağlılık, sadakat; İslâm da teslimiyet demektir. İnsanın kendi arzusu ile Allah'ın emrini ve iradesini kabul etmesi, O'nun emirlerine uyması "gerekli­dir". İyilik yaparak kendini Allah'a teslim edip hakka yönelenden, din bakımından da­ha iyi kim olabilir?" (4: 125). Lokman Suresi'nde ise şöyle buyurulmaktadır: "İyilik yaparak kendini Allah'a veren kimse, şüphe­siz en sağlam kulpa sarılmış olur." (31: 22).

İslâm'da her şey yalnız Allah içindir. Bütün ibadet-u taat, iyilik ve gayret, sırf O'nun rı­zasını kazanmak içindir. Eğer bir amelin ni­yetinde ufacık dahi olsa O'ndan başkasının rızası gözetilmişse, Allah katında o amelin hiçbir değeri yoktur.

Bütün gayret ve niyet yalnız Allah için olma­lıdır; başka biri için değil... İslâm Kültürü­nün ve İslâmî sistemin birliğini sağlayan ve sürdüren ruh, işte budur. Bu çeşitli unsurla­rı güçlendirir ve ana fikir etrafında birleşti­rir. Müslümanlar ideallerini ne denli canlı tu­tarlarsa, sistem de o kadar güçlü olur. Müs­lümanların herhangi bir acizliği, İslâmî sis­temin ve İslâm kültürünün zayıflamasına se­bep olur. İslâmî Sistemin Birliğini ve kuvvet-liliğini sağlayan müslümanların ideallerine olan bağlılığıdır.

3- Aksiyon ve Fikir Birliği. Gaye, İslâmî sis­temde, nasıl birlik, koordinasyon, disiplin se­bebiyse, aynı şekilde insanın fikirlerinde, inançlarında ve hareketlerinde de dayanışma ve tutarlılık sebebidir. Birlik sayesindedir ki ideal ve gaye, asil ve yüksek bir mâna kaza­nır. Maddi ihtiyaçlarını ve şehevî arzularını tatmin etmekten başka bir şey düşünmeyen bir kişinin düşünce ve hareketlerinde tutar­lılığı sağlaması imkânsızdır; çünkü değişen hevesleriyle birlikte gayesi de değişecektir. Bir yerden diğerine koşuşturup duracaktır.

İnsanın ulaştığı her konumda ihtiyaçlarını karşılaması ve yetersiz kalmaması, İslâm'ın insana gösterdiği gayenin bir özelliğidir. İn­san, düşüncesi ve gelişmesiyle ne kadar yük­selirse yükselsin Allah'tan çok çok aşağılar­da yer alacaktır. Ve yüce Allah en aciz kulu­nu dahi unutmamakta, ihmal etmemektedir.

4- İnsanın Birliği ve Dayanışması. Her fer­din, toplumun, milletin ve tüm insanlığın ga­yesi bu olmalıdır. Ferdî ve içtimaî planda

bencillikten eser kalmamıştır. Çünkü çatış­maların gruplaşmaların sebebi budur. İnsan­lığın birleşmesi gayesi insanı Allah'a yakın-laştırır, evrensel kardeşliği ve işbirliği ruhu­nu canlandırır.

Bu kardeşlik anlayışı çerçevesinde herkes kendi ihtiyacını düşünmeden birbirine sırf Allah rızası için yardım eder. "Daha önce­den Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendileri­ne hicret edip gelenleri severler; onlara veri­lenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içerisinde bu­lunsalar bile, onları kendilerinden Önde tu­tarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabil-miş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir." (59: 9).

Allah'a olan bu bağlılık samimiyeti arttırır ve insanların, kendileri ihtiyaç içinde bile ol­salar, başkalarına yardım etmelerine sebep olur. İnsanın tamahkârlığını yok eder, insan­lığın hizmetine sunar onu ve insanın gerçek başarısı da budur.

Böylece dil, renk, ırk, bölge farkları ortadan kalkmış, tüm insanlık Yaratıcı'nı'n kanunu al­tında birleşmiş ve evrensel insan kardeşliği başarılmış olur.

5- İnsanın Bütün İsteklerinin Yerine Getiril­mesi. Bu sistemin bir başka önemli hususi­yeti de, insanların ferdî ve içtimaî bütün is­teklerine, onları gaye edinmeden, sahip ol­malarını sağlamasıdır. Kur'an-ı Kerim'in bir­çok yerinde insana, İmanına zarar vermeden, Allah'ın koyduğu ölçü içerisinde bütün ar­zularına ulaşabileceği belirtilmiştir. Bu dün­yada en çok arzulanan şey, huzur, mutluluk ve emniyettir. Kur'an-ı Kerim'de inananların bu arzuları teminat altına alınarak, şöyle bu-yurulmaktadır: "Hayır, öyle değil; iyilik ya­parak kendini Allah'a veren kimsenin ecri Rabbi'nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir." (2: 212)

Sonra, insanlar refah içinde problemsiz ya­şamak isterler. Yine Kur'an-ı Kerim'de ha­yatlarının gayesi Allah Rızası olan kimsele­re hitap edilerek, "Kadın, erkek, inanmış olarak kim iyi iş işlerse, ona hoş bir hayat yaşatacağız. Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz." buyurulmaktadır. (16: 97). Sure-i A'raf'ta ise şunları okumaktayız: "Eğer kasabaların halkı inanmış ve Bize kar­şı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara gö­ğün ve yerin bolluklarından verirdik." (7: 96).

İnsanların diğer bir isteği de, güçlü ve diğer insanlara hâkim olmaktır. Bu hususta da Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde şöyle bu-yurulmaktadır: "Andolsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kul­larımın mirasçı olduğunu yazmıştık." (21: 105).

"Allah içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onla­rı da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, kor­kularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar, Bana kulluk eder, hiçbir şe­yi Bana ortak koşmazlar." (24: 55).

İslâm, inanmayanların gaye edindikleri şey­lere değer vermez. Müslüman, bir an bile bu gibi şeylerin hayattaki maksadı olabileceği­ni düşünmez. Onun bu dünyadaki her şey­den daha değerli, yüce ye asil bir gayesi var­dır. Müslüman bilir ki, gayesine eriştiği va­kit diğer bütün nesneler onun emrine ama­de kılınacaktır.

6- Takva Sahiplerinin Övülmesi. İslâm, çok yüksek bir iyilik ve fazilet ölçüsü koymuş, bu amaçla emirler ve nehiyler disiplini be­lirtmiştir. Bu disipline uymak, insanın en asil gayesi olmalıdır.

Mücerred olarak, insana sağlayacağı fayda­ları düşünmeksizin, faziletli olmak gerekti­ği ve zararlarını belirtmeksizin, kötülüğün önlenmesinin iyi olduğunu söylemek gerçek­lerden uzak bir felsefedir. İnsana faydalı ol­mayan faziletli bir iş olmadığı gibi, zararsız bir kötülük de yoktur. Aslında iyilik ve kö­tülük fikri insanın fayda ve zarar tecrübele­rinden kaynaklanır. İnsan, kendisine yararlı olan şeye iyi, zararlı olana da kötü.der. Yani İyi ve kötü insanın mücerred bir çıkarımıdır.

Fakat,   insanın gönlünde  fazilet  hissinin uyanması, iyiliğin sağlayacağı yararlı ve kö­tülüğün zararlarını düşünmeden de olsa, te­orik olarak, insanın yüksek düşüncelere var­masına sebep olabilir. Gerçek hayatta ise bu­nu başarabilen çıkmamış, felsefî bir düşün­ceden öte gitmemiştir. Bu ancak meleklere has bir durumdur,,yeryüzü hayatında insan­ların zarar ve fayda hissi olmaksızın iyi ve kötü   düşüncesine  göre  hareket  etmeleri mümkün değildir. Eğer, bencilliğin yer alma­dığı, takva ve ihlâs temellerine dayanan bir ahlâk disiplini kurmak ve hem aydınların, hem   avamın buna uymasını istiyorsak ne-in faydalı, neyin zararlı olduğunun ölçüsü-ü belirlememiz gerekir. Bu ölçüye göre iyi hareket, maddî ve manevî zararları var görünse de, insanın yararına olacak, kötü bir hareket de faydalı gibi görünse de, in sana zarar verecektir.

İslâm, bu metodu getirmiştir. Maddî ve ma­nevî saiklerin mahzurlarından tamamen uzak, Allah Rızası için yapılan işlerin insa­na faydalı, aksinin ise zararlı olacağını açık­lamıştır.

Bu ölçüye sahip faziletli bir kişi malını, ai­lesini, şöhretini, hatta hayatını Allah Rızası için feda etmekten çekinmez. (35: 29). Kötü amel sahibi kişi ise,'dünyanın bütün zevkle­rine sahip olduğu halde kaybetme korkusu içindedir.

İnsanı, dünyevî kazanç ve zararlardan bağım­sız kılan, takva ve ihlâs sahibi yapan his işte budur.

Buraya kadar İslâm'ın insana öğrettiği ha­yat gayesini ve gayenin neden en iyi olduğu­nu anlattık. Şimdi, bu gayenin İslâm kültü­rünü Özel bir kültür yapan yönünü ve bu kül­türe verdiği hususiyetleri anlatacağız.