saniyenur
Fri 22 June 2012, 04:52 pm GMT +0200
İslâmî İtidal
İslam, hayatın bu birbirine zıt telakkileri arasında orta yolu öngörür. Hayatın her sahasında va-satilik Kur'an'da defaatle tekrarlanmış bulunan "altın kurardır:".. Allah kimi dilerse onu doğru yola koyar." (6:39). "Bizi doğru yola ilet. "(1:5). "İşte Rabbİnin doğru yolu budur. Biz, öğüt alanlar için ayetleri geniş geniş açıkladık. Rab'leri katında esenlik evi onlarındır. Yaptıkları (güzel) işlerden dolayı o, onların dostudur. "(6:126-7).
Bu ayetlerde dünyadaki başarı ve huzurun yalnızca, hayatlarında Doğru ve Hak Yolu izleyenlere ait olduğu açıkça izah edilmektedir.
Yine En'am suresinde şu ayeti görüyoruz: "İşte benim doğru yolum bu, ona uyun, (başka) yollara uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın! (Azabından) korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye etti. "(6:153). Bu ayette, insanın selâmetinin Sırat-ı Müstakîm'de (doğru yolda) olduğu daha bir açıklığa kavuşturulmuştur. Eğer insan ana yolunu terkeder ve yan yollara saparsa (dengesiz hayat seyri), yolunu (dengesini) kaybetmesi geleceğini, huzur ve refahını sona erdirmesi demektir.
insanın kurtuluş ve refahının her iki uçtan kaçınarak orta yolu tercih etmesinde olduğu vurgulanmıştır: "De ki; 'Ey Kitâb ehli, dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın ve Önceden sapmış, birçoklarını da saptırmış, düz yoldan sapmış bir topluluğun heveslerine uymayın! (5:77). Burada insanlar önceki ümmetlerin yaptığı gibi, doğru yoldan ayrılıp aşırılığa kaçmamaları hususunda uyarılmaktadırlar."..Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, doğru yoldan sapıtmış olur. "(5:12). Burada "doğru yol" tâbiri, kişinin kaybettiğinde felâkete ve hiçliğe düçâr olacağı doğru ve orta yol anlamına gelmektedir. İnsan, neticesi kendi manevî ve maddî düşüklüğe ve mahvı ile biten sayısız yanlış ve dengesiz hayat yollarına tâbi olur.
Bu sayısız yanlış hayat anlayışları içinde insanı maddî ve manevî yüksekliklere eriştirecek tek bir doğru telakki vardır. Bu doğru telakki Kur'an'da "Sırat-ı Mûstakîm" veya "Sevau's-Sebîl" olarak ifadesini bulur; ve hayatta başarı ve refahı garanti eder. Bu hayat telakkisi, hayatta basan için lüzumlu maddî ve manevî değerler arasında hakiki bir denge kurar. Kur'an müminlere, kendilerini böyle dengeli bir hayata iletmesi için Allah'a niyazda bulunmalarını söyler:"... 'Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver, bizi ateşin azabından koru!.. "(2:201).
"Haseneten" (güzellik, iyilik), burada diğer insanları istismar etmeden ve meşru vasıtalarla kazanılan refah anlamına gelmektedir. Adi! ve dürüst vasıtalarla kazanılır, kişinin şahsî ihtiyaçlarını karşılamak için ve toplumun iyileştirilmesi için harcanır.
Daha sonra insana, aşağıdaki ayetle, dünyadaki bütün şeylerin kendisi için yaratıldığı ve onlardan faydalanmaya çalışması söylenmiştir: "O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı; sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir. "(2:29). Bu ayette yeryüzünün saklı hazinelerini bulmak için araştırma ve çaba sarfetmeye davet vardır. İnsana, tabiatın hazinelerinden son sınırına kadar faydalanması ve böylece hayatın maddî zevklerini tatması, bunun kendi manevî hayatına katkısı bulunabileceği söylenmiştir. Bu hayat şekli Kur'an'da şu ayetlerle teyid edilmektedir:... "size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı.,."(5:4-5). Kur'an, yeryüzünün mahsullerinden rızıklanmak gibi sadece biyolojik İhtiyacın ötesinde güzellikler ve ziynetten de bahsetmektedir: "De ki 'Allah'ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? 'De ki: 'O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır. 'İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.." (7:32). Nahl suresinde şöyle buyurulmaktadır: "Hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için ısınma (nızı sağlayan şeyler) ve daha birçok faydalar vardır, (onların gidiş gelişleri, size ayn bir güzellik ve zevk verir.)"(16:6).
Kur'an-ı Kerîm, birçok ayetinde hayatın maddî zevkleriyle beraber, güzelliklerinden de insanın faydası ve zevki için yaratıldığını göstermek için bunlardan bahsetmiştir. Aynı zamanda müminlerden ibadet ve tefekkürde gösterdikleri samimi gayretin aynısını hayatta ilgili işlerde de göstermelerini istemekle, dinin hayat telakkisinde inkılâb yapmıştır.
Kasas suresinde şu ifadeleri okumaktayız: "Allah'ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma, Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et, yeryüzünde bozgunculuk (etmeyi) isteme, çünkü Allah bozguncuları sevmez. "(28:77).
İslâm, böylelikle iki taraflı müfrit ve yanlış telakkileri -tamamen ahireti düşünen veya sadece bu dünyayı ele alan anlayışlar- arasında mutedil bir yol oluşturmuştur, islâm, bu dünyada insanın yaşaması için lüzumlu maddî İhtiyaçları tanır, ancak, insanın yalnızca maddî ihtiyaçlarını gidererek yaşayamayacağını da daima hatırlatır. "Riyaziyat", dinî bir hayat tarzı olarak yasaklanmıştır. Ancak, müminlerin bütün mevcudatı fizik gerçekler ve maddî ihtiyaçlar olarak düşünmelerini de yasaklar. Bütün behimî arzu ve haller ulvî gayelere hizmet ederek idealize edilmelidir. İnsan, dünyada hayat sürmek, onun kaynaklarından istifade etmek ve gücünü açığa çıkarmak zorundadır; ancak dünyaya saplanıp kalmamalıdır. İnsanın nefsinin kökü Allah'tadır, varlığının kaynağı ve gayesi, bütün hayatı Allah'a dayanmalıdır. (Halife Abdul Hakîm; islam and Communism, 1962).
Günümüz teknokratları modern medeniyetin büyük oranda çeliğe dayandığını söyleyerek, sadece, Kur'an'da 14 asır önce ifade edilen şu gerçeği teyid etmiş oluyorlar:'... Ve kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlara birçok faydalar bulunan demiri indirdik ki Allah, kimin (ondan istifade ederek) gaybda (görmediği halde) Allah'a ve Rasûlüne yardım edeceğini bilsin, (ortaya çıkarsın)... "(5 7:25).
Ayrıca İslam, insanlığın çabasını sadece yeryüzünün tabii kaynaklarını kullanmakla sınırlamamakta, aynı zamanda insanı denizlerin derinliklerine dalmaya, balığı ve diğer deniz hayvanlarını yiyecek ve süs olarak kullanmaya da sevketmektedir. İnsan, üretmek, endüstri ve ticareti geliştirmek için de gayrete davet edilmiştir. Allah'ın peygamberleri bizzat maişetlerini temin için çalışmışlardır. Kur'an, Davud'un yeteneğini ve zenaatını, demirden zırh yapmasını, Süleyman'ın yüksek kaleler, heykeller ve benzerlerini yaptırmak için sanatkârlar tutmasını ve pek çok diğer peygamberin kabiliyet ve zenaatlerini övmüştür.
Bu hayat telakkisi bize yeni bir sosyal model çizecektir. Bu modelde, Allah'a inanan, ancak aylak bir şekilde ibadethanenin dört duvarı arasında sınırlı kalan, maddî refahı günah sayan, başkalarına bağımlı ve ihtiyaçlarının temini için daima başkalarının eline bakan parazit kişiler bulamayız. Zenginliği, yoksulları İstismar aracı olarak kullanan ve bu nevi araçların, doğru veya yanlış, şahsî emelleri için kullanılmasını haklı gören insanlar da bulunmaz. Bu sistemde ancak, merhametli müteşebbisler, gayretli işçiler, doğru ve hesabını bilen tüketiciler buluruz. Müteşebbis ve iş sahipleri iş hac-mİnce çalışırlar, fakat servetlerini arttırmak için gayri maşrû usûllere tevessül etmezler, servetin gayri âdil dağılımını da doğru bulmazlar; her ferde hayatlarının temel ihtiyaçlarını temin hakkını tanırlar. Onlar, işçilerine sevgi ve şefkatle hakkaniyet ölçüsünde ücret vermekle kal ayrıca işçileri, kendilerine işlerinde yardım eden kardeşleri olarak kabul ederler, işçiler de gayretli, sorumluluk duygularına sahip ve işleri ile İlgilidirler. Benzer olarak bu sistemin tüketicileri hesaplı ve vasatı gözeten, kendisi İçin istediğini başkaları için de isteyen, toplumun ortak iyiliğini de gözeten kişilerdir.