- İslâm da tevbe 2

Adsense kodları


İslâm da tevbe 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sat 25 September 2010, 04:58 pm GMT +0200
İslâm'da Tevbe -2


b. Günah Çeşitleri: Günah, günahın kendisine göre; büyük ve küçük şeklinde; günahın kendisine karşı işlenene göre, Allah hakkı, kul hakkı kısımlarına ayrılmaktadır.

aa. Büyük Günahlar:

Hangi tür günahın büyük günah kapsamına girdiğinde, herkesin ittifak ettiği bir ölçü mevcut değildir.

İbn Abbas'ın (ö. 68/687) büyük günah tarifinde üç görüşü vardır: a. Allah'ın yasak ettiği şey büyük günahtır. b. Allah'a isyan demek olan şey büyük günahtır. c. Allah'ın, hakkında azapla, lanetle veya gazapla hükmünü bildirdiği her fiil büyük günahtır.84 İbn Mesud (0. 32/652)'dan gelen bir rivayete göre; büyük günahlar, Allah Teala'nın Nisa Suresi 4/1-31. ayetleri arasında yasakladığı günahlardır.85 Bir görüşe göre de, işleyenin tevbe etmeden bağışlanmayacağı günah86 büyük günahtır.

İbn Salah (ö. 643/i245)'dan ise, büyük günahlar hakkında şöyle bir değerlendirme nakledilmektedir:87 "Kendisine büyük günah ismi tatbik edilebilecek kadar büyük olan her günah, büyük günah (kebire)'tır." Ona göre büyük günahın bazı belirtileri şunlardır:

a. Kendisine bir cezanın terettüp etmesi.

b. Kur'an veya Sünnette azap veya ateşle tehdidin varlığı.

c. Günahı işleyenin fasık olarak isimlendirilmesi.

d. O günahı işleyenin lanetlenmesi.

Akidetü't-Tahaviyye şarihi Ebu'l-İzz, "büyüklüğü hakkında nassın sabit olduğu her günah büyük günahtır" ölçüsünü tercih eder ve tercih sebeplerini zikreder.88

İbn Teymiyye (ö. 728/1327) büyük günahlarla ilgili şöyle bir ölçü koymaktadır: "Haklarında dünya veya ahiretle ilgili bir had, özel bir vaid, yahut cennete yaklaşmama ikazı bulunan her günah büyük günahlardandır."89 Dihlevi (ö. 1176/1762), hakkında ahirette azabın varlığı, salih kulluğu bozmayı ve fıtrata aykırı olmayı, büyük günahın özellikleri olarak belirtmektedir.90

Vahıdi'ye (0. 468/1075) göre, insanların bilebileceği şekilde büyük günahlar için bir ölçü mevcut değildir. Eğer böyle olsaydı, bu türün dışında kalan küçük günahları mubah görürlerdi. Halbuki Allah, kulların günahların tümünden kaçınmaları için, büyük günahları net bir şekilde saymayarak gizlemiştir. Nitekim namazlar arasında orta namazı ve geceler içinde Kadir Gecesini gizlemesinde de böyle bir hikmet mevcuttur.91

Büyük günahların sayısı hakkında da mevcut, sabit bir liste bulunmamaktadır. Büyük günahların sayısı ile ilgili, 7, 9, 17, 70 olduğu şeklinde görüşler mevcuttur.92

bb. Küçük Günahlar:

Kur'an'da "lemem"(53,Necm:32) ve "seyyie"(4,Nisa:31) kelimeleriyle ifade edilen küçük günah93 şöyle tarif edilmektedir: Büyük günahların alanı dışında kalan, yani; hakkında bir ceza (had) bulunmayan veya lanet, gazap ve cehennem ateşi ile de tehdit edilmeyen günahtır.94

Şah Veliyyullah (ö. 1176/1762) küçük günahları; büyük günahlara götüren veya bir yönden büyük günahı gerektiren, bir yönden de gerektirmeyen günahlar şeklinde tanımlamaktadır.95

Küçük günahlar belli bir sayı ile sınırlandırılmamıştır. Ancak çeşitli nedenlerle küçük günahlar büyük günaha dönüşebilmektedir. Nitekim üzerinde ısrar edilen bir günahın küçük olarak kalmayacağı söylenmiştir.96 Bir defasında Resulullah (s.a.s); "Ey Aişe! Göze önemsiz gibi görünen günahlardan sakın! Çünkü bunlar için, Allah tarafından görevlendirilmiş bir görevli vardır."97 buyurarak, küçük günahlara dikkat çekmiştir. Bu hadis Ahmed b. Hanbel (ö. 24i/855)'in Müsned'inde şu ziyade ile mevcuttur: "...Çünkü küçük günahlar bir araya gelince, insanı helak eder. Tıpkı çöl bir arazide bulunup da, yanına kavmin işçileri gelen şu adamın hali gibi; O adam ve diğerleri, odun taşıyıp, üst üste yığarlar ve bir yığın meydana getirirler. Sonra odun yığınını ateşe verirler ve (küçük olan, ama bir araya gelince kocaman bir yığın olan bu çalı-çırpının ateşiyle) o çölde bulunan bütün canlıları yok ederler." 98

Küçük günahları önemsememek, bunlarda ısrar etmek insanda, büyüklerini yapmaya iten psikolojik ve ruhi bir değişiklik oluşturur. Bu etkisi de gözardı edilmeyerek, günahın küçüklüğüne değil, kendisine karşı gelinen Allah'ın azamet ve büyüklüğüne bakarak, tüm günahlardan kaçınılması gerekmektedir.

Gazzali'ye göre;99 kalbi karartma hususunda, devamlı olarak yapılan küçük günahlar, bir defa işlenen büyük günahtan daha etkilidir. Ayrıca, ani olarak işlenen ve kendisine devam edilmeyen büyük günahın affı, devamlı olarak işlenen küçük günahlardan daha da çok ümit edilmektedir.

cc. Allah ve Kul Hakkı ile İlgili Günahlar:

İnsanların fiillerinden ortaya çıkan maslahat, ya umumi ya da hususidir. Eğer bu fiillerden maksat, umumi olarak cemiyetin menfaati ise, fiil Yüce Allah'ın hakkı, hususi ise kulun hakkıdır. Bazen de, fiilde Allah'ın hakkıyla kul hakkı bir arada bulunup, ya Allah hakkı ya da kul hakkı daha fazla olabilmektedir.100

Bu tür hakları çiğnemek, ihlal etmek, Allah'a veya bir kula karşı işlenmiş günahı oluşturacaktır. Günahın kime karşı işlenmiş olduğu, onlardan kurtulmak için tevbe yapılırken önem arz etmektedir.

c. Günahın Tevbe ile Silinmesi
aa. Allah Hakkı İle ilgili Günahlardan Tevbe:


Allah hakkı ile ilgili günahlardan tevbe etmek isteyen kimse, yaptığı günaha pişman olmalı, içinde bulunduğu an aynı günahı yapmamalıdır. Şahıs bir emri yerine getirememesinden dolayı tevbe ediyorsa, artık, o emri yerine getirmelidir. Örneğin, fert kılmadığı namazlardan tevbe ediyorsa, namazlarını kılmaya başlamalıdır.

Kaçınması gereken yasakları işlediğinden dolayı tevbe eden kişi, artık onları bırakmış olmalıdır. Buna da içki ve kumar örneğini verebiliriz.

Tevbe eden şahsın, yerine getirmediği emirlerin kazası mümkünse -namaz, oruç, zekat, gibi- onları kaza etmeye çalışmalıdır.101 Yani kul, genel anlamda, tevbe öncesinde mevcut olan ilahi emirlere muhalefetten uzaklaşıp Allah'a dönmelidir. Daha önce yapılan kötülükler yerine, iyiliklere ağırlık vermelidir.

Bu tür günahlardan tevbe edecek şahsın, o günahlarını ifşa etmesi gerekmemektedir. Aksine bu günahları işleyenlerin102 ve görenlerin103 onları insanlardan gizlemesi daha uygundur. Nitekim Hz. Peygamber; "Çirkin bir iş işleyen, Allah'ın örttüğü gibi örtsün"104 buyurmuştur. Hadisin şerhinde, burada Allah hakkı ile ilgili olan günahın kastedildiği belirtilmiştir.105 Başka bir hadiste de kardeşinin (Allah hakkı ile ilgili) günahını örtenin, Allah da kıyamet günü, günahlarını örteceği müjdesi verilmektedir.106

bb. Kul Hakları İle ilgili Günahlardan Tevbe:

Daha önce belirtildiği gibi, insanın kul haklarından birini ihlal etmesi, kul hakkı ile ilgili bir günahtır. Bu tür günahlardan nasıl tevbe edilmesi gerektiğine geçmeden, bir hususu burada hatırlatmanın uygun olacağını düşünmekteyiz.

Bir Müslümanın, kardeşlerinin tüm haklarına saygı göstermesi gerektiği ve bunları ihlal etmesinin haram olduğu gibi, bir başka din mensubunun haklarına da saygılı olması gerekmektedir.107 Zira Müslüman, zımmilerin108 haklarından dolayı ahirette azap görecektir.109

1) Mal ile İlgili Haklar:

Kul haklarından tevbenin ilk şartı, hakkı gasbedilen şahsın hakkını iade etmektir.110 Kul hakları mal nevinden ise, aşağıdaki ihtimallerle karşılaşılabilecektir.

i. Gasbedilen mal, elde mevcut ve sahibi de biliniyorsa geri verilmelidir111 Burada suçu gizleyerek tevbe etmeye çalışmak doğru değildir.

ii. Çalınan mal, hırsızın elinde mevcut, ancak sahibi bilinmiyorsa, bu mal tasadduk edilerek zimmetten çıkarılır.112

iii. Bir şahısta önceki yıllara ait kul hakları var ve sahipleri de belli değilse, gasbedilen mallar kadar tasadduk eder, hayır-hasenat yapar.

iv. Malında ne kadar haram mal bulunduğunu bilmeyen şahıs, zannı galibine göre, bir miktar ayırır ve onu önceki kul haklarını elinden çıkarma niyeti ile dağıtır.113

v. Suçlunun yediği bir mal, misli değil de; kıymeti belirlenebilen cinstense ve şahsın imkanı da varsa, o kıymeti sahibine vermelidir.114 Buna gücü yetmiyorsa, imkan bulduğunda vermeye niyet etmelidir. İmkân nisbetinde, malı sahibine ulaştırmaya çalışıp da bunu başaramayanı Allah'ın affetmesi umulur.115

2) Bedenle İlgili Haklar:
i. Eğer suç, bir insanı kasten veya hataen öldürme şeklinde ise, bu tür günahtan kurtulmak için, cinayeti işleyen, kendisini maktulün (öldürülenin) yakınlarına teslim etmelidir.116

Ancak, kendisini maktulün vereselerine teslim etmeden tevbe eden, Allah'ın hakkından tevbe etmiş olup, kısası talep hakkı olanlardan hakkı saklaması dolayısıyla günahkârdır. İşte bu hak sebebiyle kendini teslim etmeli, böylece117 kısas olayında birleşen iki hak için de tevbe etmiş olmalıdır. Öldürülenin vereseleri, kasden cinayet işleyenin kısasını ister veya kan tazminatı alarak helallaşırlar ya da bir karşılık istemeden affederler.118

Hataen adam öldüren de, suçunu itiraf ederek, kan parası (diyet) vermek için, kendisini öldürülenin yakınlarına teslim etmelidir.119

ii. Kasten veya hataen öldürülen insanın yakını yoksa cinayeti işleyen suçlu pişman olmalı, tekrar işlememeye kesin karar vermelidir. Yani, Allah hakkını ilgilendiren günahtan nasıl tevbe edilmesi lazımsa, o şekilde tevbe etmesi gerekmektedir.

Buraya kadar zikredilen kul haklarını gizlemek doğru değildir. Hakkı gasbedilen şahıstan helallik alınmadan, bu tür günahlardan tevbe edilmiş olunmayacaktır. Bu tür günahlardan kurtulmak için mazlumun kapısını çalmadan, suçlunun kendi başına duyacağı pişmanlık ve dökeceği gözyaşları, tevbesi için yeterli görülmeyecektir.

3) Namus ve Şeref İle İlgili Haklar:

Tevbe edilmek istenen hak, insanın namusu ve şahsiyeti ile ilgili olduğunda; yapılması gerekenler hakkında âlimlerimiz farklı görüşler belirtmişlerdir. Örneğin, bir insanın gıybeti edilmiş, zina iftirasında bulunulmuş, toplum içinde küçük düşürülmüş, mahkemede kişi aleyhine yalan şahitlikte bulunulmuş vb. günahlardan nasıl tevbe yapılacaktır?

Bu tür suçları işleyen insan tevbe ederken, günahını hak sahibine söylemeli midir? Yoksa hak sahiplerine durumu bildirmeden, Allah'tan af dilemesi yeterli midir? İşin bir diğer boyutu da, hak sahipleri durumdan haberdar edilecekse, yapılanlar genel olarak mı, özel olarak mı söylenmelidir? Şimdi bunları görelim:

i. Ahmet b. Hanbel'den120 zina iftirası (kazf) suçundan tevbe edecek olanın, suçunu kendisine iftira edilene duyurmasının gerekli olup olmadığı hakkında iki rivayet mevcuttur. Gıybet, alay, şahsa küfretmek gibi insan şahsiyetini ilgilendiren günahlardan tevbe, kaziften yapılacak tevbe ile ilgili hükme kıyaslanmıştır.

ii. Diğer üç mezhep imamı ve Taberi (ö. 310/922)121 bu tür günahları hak sahiplerine bildirmenin ve helallik almanın şart olduğunu söylemişlerdir. Delilleri ise şöyledir:

iii. Bunlar birer kul hakkıdır ve ancak sahiplerinden helallik almakla onlardan kurtulunur.

iv. Meçhul bir haktan beraet sahih değildir. Sahibi, hakkını miktarını bilmelidir. Belki affedecek, belki de onu çok gördüğünden affetmeyecektir.

v. Hadiste; "Kimde, başkasının malı ve namusu ile ilgili bir hakkı varsa, kıyamet gelmeden önce ondan helallik alsın."122 buyurulmaktadır. Bu da hakkın sahibinden helallik alınmasının gerekli olduğuna delildir.

Gazzali'de bu görüşü benimsemekte ve bu tür hakkı ihlal edilen şahıs ölmüş ise, sevabı onun olmak üzere, hayır-hasenat yapılmasını tevsiye etmektedir.123

vi. Namus ve şeref ile ilgili suçları hak sahibine bildirmek gerekmez. Bunlardan tevbe etmek için Allah'a dönerek, pişmanlık duymak yeterli olacaktır. Bundan sonraki günlerde ise, insan, namus ve şerefi ile ilgili kötü sözler söylediği şahıs hakkında, güzel şeyler söylemeli, onun iffetli, namuslu birisi olduğunu anlatmalıdır.

Bu görüş İbn Teymiyye'nin de tercih ettiği bir görüştür.124

Ebu'l-Leys Semerkandi ve Alusi (0.1270/1854...)'ye göre; namus ve şeref ile ilgili haklar, hakları ihlal edilen insanın kulağına gitmişse, kendisine müracaat edilip, itiraf edilerek helallik alınmalıdır. Değilse, şahsa duyurmadan, Allah'a arz edilen pişmanlıkla tevbe edilebilecektir.125

Son görüş sahipleri, namus ve şeref ile ilgili hakların, mal ve bedenle ilgili haklardan ayırımını şöyle açıklamışlardır:

Mal nevinden bir hakkı yenen şahsa hakkı geri dönünce, ondan faydalanacağı için sevinecektir. Bu sebeple bu hakları gizlemek caiz değildir. Ancak gıybet, zina iftirası, alay gibi haklar ise böyle değildir. Yani insana, gıybetinin edildiği, namusu ve şerefi hakkında söz söylendiği itiraf edilecek olsa, bu ona fayda değil, zarar verecektir. Belki kızgınlığı artacak ve taşkınlık edecek, bir suç işleyebilecektir.

Sonuç olarak denebilir ki; beden ve mal ile ilgili hakların aksine, şahsiyet ile ilgili haklar (sözler), eğer mağdurun kulağına gitmemişse, tıpkı Allah hakkı olan bir günahta olduğu gibi tevbe yapılabilecektir. Bu tür sözler, mağdurun kulağına gitmiş ise, o zaman şahsa müracaat edilerek, helallik alınması görüşünü tercih etmekteyiz. Zira diğer hallerde bu tür günahları ifşa ederek helallik dilemek, belki de, yeni ve daha büyük günahların işlenmesine sebep olabilecektir. Daha büyük günahın işlenmemesi için, tevbede böyle bir yolun tutulması daha makul görülmektedir.

3. TEVBE İLE İLGİLİ UNSURLAR:

Bu kısımda, tevbe eden insanla, tevbe edilen günah arasında bir bağ kurma fonksiyonu gören tevbe olayı ele alınarak, sıhhat şartları, tevbede ifade, zaman ve mekân unsurlarının rolü görülecektir.

a. Şartlarını Camii Tevbe (Nasuh Tevbesi):

Buraya kadar tevbenin birer öğesi olmaları nedeniyle, fert ve günah unsurları görülmüştü. Şimdi bu bilgiler ışığında, nasuh tevbesi diye meşhur olan tevbenin özelliği ve şartları ele alınacaktır.

aa. Tanımı: "Nasuh" nesaha maddesinden ismi fail olup, fesad, noksanlık, hile ve tüm şaibelerden uzak anlamına gelmektedir.126

Nasuh tevbesi; her türlü şaibelerden uzak bir şekilde, şartlarına titizlik gösterilerek günahtan pişman olmak ve tekrar aynı günahı işlememektir. 127

Hz. Peygamber nasuh tevbesini; "Kulun işlediği günahtan pişmanlık duyması, Allah'a tam rücu edip, sütün memeye dönmediği gibi, kişinin tekrar günaha dönmemesidir."128 şeklinde tanımlamıştır.

Hasan Basri (ö. 110/728); "Kişinin günahlara pişman olması, ona dönmemeye azmetmesidir" derken, Said b. el-Müseyyeb (ö. 93/711) nasuh tevbesini; "Kendisi ile nefsinize nasihat etmenizdir."129 diyerek, bu tevbeyi tevbesi için bir nasihatçı olarak değerlendirmiştir.

Gazzali, nasuh tevbesini tanımlarken şunlara yer vermiştir: "Nasuh tevbesi yapanlar, tevbe edip ölünceye kadar tevbesinde duranlardır. Bunlar geçmişteki eksiklerini tamamlar ve bir daha günaha dönmeyi hatırdan bile geçirmezler, zelle ve sürçmeler müstesna. İşte tevbede istikamet budur. Günahlarını sevaplarla değiştirip hayırlarda müsabaka edenler bu tür tevbe sahipleridir".130

bb. Şartları: Hz. Ali gerçek tevbe (nasuh tevbesi) için şunları öngörmüştür:

1) Geçmişte işlenilen günahlardan pişmanlık duymak.

2) Yerine getirilmeyen farzları kaza etmek.

3) Başkalarını ilgilendiren hakları iade etmek.

4) Nefsin günah içinde geliştirilip büyütüldüğü gibi, tevbe sonrasında da nefsi ibadette fırınlamak.

5) Günah işlerken nefse isyanın lezzeti tattırıldığı gibi, tevbe sonrasında nefse taatın çilesini tattırmak.

6) Günah sezonundaki her gülmeye karşılık, (tevbe sezonunda) ağlamak.131

İbnu'l-Kayyım (Ö. 751/1350) nasuh tevbesinin şartları olarak şunları sıralamaktadır:132

1) Ferd, işlediği hiçbir günah dışarıda kalmamak şartıyla, umumi bir tevbe etmelidir.

2) Tüm azm ve doğrulukla kaplanmış olan bu tevbede tereddüt olmamalıdır. İnsan bütün irade ve kararlılığı ile tevbenin gereklerini yapmaya çalışmalıdır.

3) Tevbe, şahsın ihlâs ve samimiyetini zedeleyen bütün şaibe ve illetlerden korunmuş olmalıdır. Tevbe eden fert, malını, makamını korumak için değil, Allah korkusu ve O'nun rızası için tevbe etmelidir.

Konuyu bitirirken, "Nasuh tevbesi" diye bilinen gerçek tevbede bulunması gereken şartları şöylece bir arada görmek mümkündür:

1) Tevbe edecek şahıs, yaptığı günaha pişman olmalıdır.133

2) Günah sonrasında iç huzursuzluğu duyarak, günahına hemen tevbe etmelidir.134

3) Tevbe ettiği günahı tekrar işlememeye kesin karar vermiş olmalıdır.135

4) Tevbe edeceği günah, Allah hakkı ile ilgili olup kazası mümkünse kaza etmelidir.136

5) Günah bir kulun hakkı ile ilgili ise, haklar sahiplerine iade edilmeli ve helallik alınmalıdır.137

İşte bu şekilde şahıs, günahlarından utanarak Rabbinden bağışlanmasını ister ve bu şartlarını yerine getirirse, Allah böyle tevbe edenin tevbesini kabul ederek bağışlayacak ve ona azap vermekten hayâ edecektir.138

Sonuç olarak denebilir ki; nasuh tevbesi, belli bir şahsa ve zamana has, diğerlerinden farklı, tılsımlı bir tevbe değildir. Aksine, tevbe için gerekli şartları içinde bulunduran,139 farklı bir dua ve ifade gerektirmeyen gerçek bir tevbedir.

b. Tevbede İfade Unsuru:


Tevbede ifade unsurunu görmeden önce, tevbe ile özdeş bir terim haline gelen, "Tevbe-i istiğfar" terimi hakkında bilgi vermek her halde faydalı olacaktır.

aa. Tevbe-i İstiğfar:İstiğfar: "Bağışlanma isteği" anlamına gelmekte140 olup, geçmiş günahlarla ilgilidir141 ve dil ile yapılmalıdır.142

Tevbe ise, önceki kısımlarda görüldüğü gibi; dönüş, günahları terk ederek Allah'ın affına yöneliş anlamına gelmekte ve genellikle bir kalp işi olarak görülmektedir.143

Mutlak olarak tevbe ve istiğfar kelimelerinin her biri diğerini kapsadığından, birbirleri yerine kullanılabilmektedir.144 Ancak günahlardan uzaklaşılmadan, bağışlanma dileğinde bulunulması, istiğfar olarak nitelendirilirse de, tevbe değildir.145

Bu iki kavram birleştirildiğinde (tevbe-i istiğfar), istiğfar; geçen günahların şerrinden korunma talebini ifade etmektedir. Günahkârın hiç usanmadan bağışlanma isteğinde ısrarlı olması teşvik edilmektedir.146

Tevbe ise; gelecekle ilgili olup, tevbe edilen günaha tekrar düşülmemesini istemek ve onlardan korunabilmek için Allah'a sığınmaktır.147 Burada iki günah vardır. Birincisi geçmiş bir günah, ondan istiğfar ile bağışlanmak istenmektedir. Bir diğer günah, vukuundan korkulan günahtır. Tevbe, işte bunu işlememeye azmetmektir.

Allah'a dönme; geçmiştekilerden muaheze etmemesi ve istikbalde, nefsinin şerrinden ve amellerinin kötülüklerinden koruması için Allah'a dönüş148 şeklinde iki yönü içermektedir. İstiğfarda kötülüklerden ayrılık, tevbede ise, Hakk'a dönüş vardır. Nitekim Yüce Allah "Önce Rabbinize istiğfar edin sonra da O'na tevbe edin"(n, Hud:3) buyurmuştur.

bb. Tevbenin Sözle yapılması: Buraya kadar, tevbe iie ilgili olarak anlatılanlardan da görüldüğü gibi, tevbenin sözlü olarak ifade edilmesi, tevbenin şartlarından değilse de, çoğu defa fert bağışlanma talebini dili ile yapmaktadır.

Bazen, yalnız suçun cezası olarak ortaya konan müeyyideyi yerine getirme tevbe olarak görülür. Örneğin kişinin bir mü'mini yanlışlıkla öldürmesi halinde, yükümlü olacağı cezalar anlatıldıktan sonra, bunları bulamayanın, tevbe etmiş olmak için iki ay peşi peşine oruç tutması emredilmektedir (4, Nisa:92). Benzeri keffaretlerin de birer tevbe yerine geçtiği olduğu kabul edilir.149

Birçok peygamberin Yüce Allah'a günahlarını dilleri ile arz ederek bağışlanma isteklerini görmekteyiz. Örneğin; Hz. Âdem ve Havva, "Ey Rabbimiz biz kendimize zulmettik, eğer sen bizi bağışlamazsan hüsrana uğrayanlardan oluruz. "(7, Araf: 23) demişlerdir.

Yunus (a.s), "Senden başka ilah yoktur, Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, ben kendime zulmettim," şeklinde Allah'a niyazda bulunmuştur. Hz. Musa da; "Rabbim doğrusu kendime zulmettim, beni bağışla..." (27, Kasas: 16) diye bağışlanma talebinde bulunmuştur.

Dil ile yapılan bağışlanma talebine kalbin mutlaka iştirak etmesi gerekmektedir. Kalbin iştirak etmediği hiçbir istiğfar duası, sözlerinin özgün, içerikli ve üslubunun güçlü olmasına bakılmaksızın, Allah nezdinde bir kıymet görmeyecektir.

Bir hadiste, "Günahlarda ısrar etmekte olduğu halde (dili ile) estağfirullah diyen, sanki Allah ile alay eden gibidir."150 buyurulmuştur.

İbn Teymiyye, günahta ısrarın tevbe ile tezat teşkil ettiğini belirterek, günahta ısrar edenin bağışlanma talebine "istiğfar" dense de, tevbe denemeyeceği görüşündedir.151

Yalnız dil ile yapılan tevbe, Allah'ın kabul etmeyeceğini belirttiği tevbeler kapsamında olup, münafığın tevbesi diye nitelendirilmektedir.152 Mescidde hızlı hızlı Allah'a tevbe ve istiğfarda bulunan bir bedeviyi gören Hz. Ali ona, dilin istiğfarda hızlı olması, -dil ucuyla istiğfar- yalancıların tevbesidir, demiştir. 153

Günahlara ısrarı bırakmadan dil ile bağışlanma isteği beyhude bir harekettir ve faydası olmayacaktır.154 Bu gibi tevbe-i istiğfar yapanların tevbelerini kastederek Rabiatü'l-Adeviyye; "bizim tevbelerimiz yeni birçok tevbelere muhtaçtır" demiştir.155

Nitekim dualarda olsun,156 tevbe-i istiğfarda olsun, ifadeler değil, onlardaki samimiyet önemlidir. İçinde samimiyet bulunmayan söylemlerin, duaların, istiğfar ifadelerinin Allah nezdinde hiçbir kıymeti yoktur.

Birtakım ibadetlerde,157 toplu halde bulunma şartı aranırken, tevbede böyle bir şart yoktur. Hz. Peygamber, peygamberliği boyunca, özellikle namaz ibadetini cemaat halinde kılmaya titizlik göstermiş ve genelde, kendisi cemaata imamlık yapmıştır. Ancak toplu halde ümmetine tevbe verdirdiğine, bazı gün veya gecelerde, koro halinde cemaata tevbe ettirdiğine rastlamadık ve böyle bir rivayet bilmiyoruz.

Kanaatimizce, Resulullah bunu tasvip etmiyor ve hoş karşılamıyordu. Zira görevi de değildi. Ancak böyle bir istek üzerine, istek sahibine, yapması gereken şeyi söylüyor, görevinde sınırı aşmıyordu.

Hz. Peygamber'in, ümmeti ile Allah arasına girmeyi hoş karşılamadığını, kaynakların naklettiği şu olayda görmek mümkündür "Günün birinde, güzelliğine dayanamadığı bir kadını öpen sahabi pişman olur ve koşarak Hz. Peygambere gelir. Bir suç işlediğini belirterek, kendisine had uygulamasını ister. Hz. Peygamber o taraflı olmaz. Sahabenin birkaç defa ısrarlı talebi karşısında, ne had uygulamış, ne de otur tevbe vereyim demiştir. Ancak o şahsa, '(git) namazını kıl'" demiş ve "'iyilikler kötülükleri giderir.' ayetini okumuştur."158 Bir diğer rivayette, Resulullah o şahsa; "Bizimle kıldığın namaz ona kefarettir." demiştir.159

Görüldüğü gibi, günah ve hatalar yalnız Allah'a arzedilecek ve başka hiç kimse itirafa ortak olmayacaktır. Hıristiyanlık başta olmak üzere, bazı dinlerdekinin aksine, İslam bu konuda kul ile Allah arasına hiçbir vasıta koymamıştır. Bu temel prensip, insan psikolojisi açısından da oldukça önemlidir.160

Günah çeşitleri ve onlardan kurtulma yollarının halka anlatılması yerine günümüzde, tevbe-i istiğfar lafızları ile ilgilenilmekte, özün bırakılmış olup, kabukla meşgul olunduğu görülmektedir.

Arapça kelime ve ifadelerle tevbe-i istiğfar yapmanın faziletine dair hiçbir bilgiye rastlamadık. Tevbede aslolan, pişmanlık duyup, bir daha aynı hatayı yapmamaya dair söz vermek ve hak sahiplerine haklarını vermektir. İşin özü böyle olunca, tevbenin, herhangi bir dilin kelimeleri ile yapılmasının ayrıcalığı olmayacaktır. Tevbenin dilden öte bir kalb hareketi olması, tevbe ile ilgili olarak meşhur olmuş çeşitli duaların hiçbir kıymet ifade etmeyeceğinin delilidir. Her millet kendi dili ile her şahıs kendi bilgi ve kültürü ile yaptığı günahına tevbe edebilecektir. Allah, kuluna en yakın (50, Kaf;16; 56, Vakıa:85) olan ve kulunun kalbinden geçenleri dahi bilendir (2, Bakara:77; 33, Ahzab:54). c.Tevbede Zaman Unsuru:

Günahlar Allah'a giden yolda birer engeldir. Günahkâr, zehirlenmiş bir insan gibidir. Zehirlenen kişi için, vakit geçirmek ne derece tehlikeli ise, günah işleyenin de tevbede gecikmesi o derece risklidir.

Daha önce belirtildiği gibi, günah işleyen şahıs, imanının bir belirtisi olarak rahatsızlık duyacak ve hemen ondan kurtulmanın yollarını arayacaktır. Günahın akabinde hemen tevbe etmenin farz olduğu hususunda icma mevcuttur. Ayrıca tevbeyi geciktirenler bu sebeple günah kazanmaktadırlar.161

Biz burada konu ile ilgili ayet ve hadisler ışığında, tevbe için ilk ve son şeklinde bir zaman çizmeye çalışacağız.

Kur'an'da kabul edilen tevbe açıklanırken: "Cehaletle günah işleyip sonra yakın zamanda "karib" tevbe edenlerin tevbesini Allah kabul eder."(4, Nisa;i7) buyurulmaktadır.

Ayette geçen ve "yakın" diye tercüme ettiğimiz "karib" lafzına birçok değişik anlam verilmiştir:

İbn Abbas bu kelimeyi; "Ölümden ve hastalıktan önce sağlık ve sıhhat içinde" diye anlamıştır.162

Dahhak (ö. 105/723); ölüm meleğinin belirmesinden önce 163 şeklinde; İkrime (ö. 105/723); ölümden önce diye anlamış ve dünya hayatının hepsinin yakın "karib" anlamı içine girdiğini belirtmiştir.164

Herevi (Ö. 250/864) "karib" lafzını, günaha ısrar etmeksizin en yakın zamanda tevbe etmek biçiminde anlamıştır.165

Fahreddin er-Razi (ö. 606/1209) ise, "karib" lafzını; çok geçmeden manasında anlamış, ölüm öncesine kadar tevbeyi geciktirenin günahta ısrar edenlerden olacağını ve bu tür tevbenin kabul edilmeyen tevbe grubuna gireceğini belirtmiştir.166

Gazzali'ye göre; kişi günah olduğunu anladığı an, derhal nedamet duymalı ve onun tesirini iyi amel ile silmelidir. Aksi halde, kötülükler kalbi istila eder ve bir daha izalesi mümkün olmaz.167

Nitekim hadiste; "Mü'min günah işlediğinde, kalbinde siyah bir leke olur. Tevbe eder, günahı terk eder ve istiğfar ederse, bu siyahlıktan kurtulur, günah artarsa siyahlık da artar..."168 buyurulmaktadır.

Tevbe için geçerli olan zamanın son sınırı hakkında şu hadis bize bir fikir vermektedir: "Allah, kulunun tevbesini, can boğaza gelmedikçe kabul eder."169 Ölüm kesinleşip, can boğaza geldiğinde ise, tevbe kabul edilmeyecektir.170

Son nefeste tevbenin kabul edilmeyişinin sebepleri şunlardır: İnsan o andan ümitsizlik halindedir. Halbuki tevbe, kişinin yaşamdan ümidini kesmediği bir ortamda olmalıdır.

Son nefeste fertlerden teklif kalkar. O anda yapılan işleri için iyi veya kötü denmez. Halbuki tevbe dünya işlerindendir ve teklif kalkmadan yerine getirilmelidir. Ahirette herkes pişman olacaktır, ancak bu halleri tevbe olarak nitelendirilmeyecektir.171 Zira pişmanlık duydukları an, teklifin olmadığı andır. Son nefestekilerin hali de öyledir.172

Nitekim Kur'an'da, son nefeste tevbe edenin durumu anlatılırken "tevbe ettim dedi"(4, Nisa,17) şeklinde ifade edilmiş ve kabul edilmeyeceği belirtilmiştir. Yani onun tevbesinden, "tevbe etti" şeklinde dahi bahsedilmeyerek, bu andaki dönüşün tevbe olmadığı vurgulanmıştır.173

Diğer taraftan, son nefese kadar kötülüklerine pişmanlık duymadığı halde, son nefes heyecanı ile tevbe etmek isteyen ile tevbe etmeksizin ölen kâfirler birbirine benzetilerek, son nefeste tevbenin kabul edilip edilmeyeceği hususundaki şüpheler tamamen izale edilmiştir. Yani, son nefeste yapılan tevbe kabul edilmediği gibi, o bir yok hükmündedir ve sonuç olarak hiçbir şey ifade etmemektedir.174

Ömrü boyunca hiç tevbe etmeyenle, ölümü anında tevbe eden, sonuç itibarıyla aynı görülmektedir.175

Bu rivayetlerden sonra, tevbe ile ilgili şöyle bir zaman dilimi çizebiliriz: Tevbe için zaman; günahın peşinden başlamakta, ileriki günlerde herhangi bir vakte bağlı kalmadan devam etmekte ve ölüm alametleri belirince son bulmaktadır. Yani, tevbenin son sınırı olarak; yaşama ümidinin bitmesi, ölüm alametlerinin belirmesi ve şahsın son anlarını yaşamasıdır, denebilir.

d. Tevbede Mekan Unsuru:

Tevbe ile ilgili tanım, şart ve özelliklerden, tevbe için bir mekanın şart olmadığı anlaşılmaktadır.

Namaz, hac gibi bazı ibadetlerin, belli mekânlarda yapılması, faziletli veya gerekli olduğu176 halde, tevbe için böyle bir mekân şartı yoktur. Zira tevbe, çok yönlü bir eylem olduğu için, yalnız, bir mekânda başlayıp sona eremeyecektir.

Bu sebeple, tevbe edebilmek için, şahsın camide bulunması, tekke veya zaviyede olması şeklinde bir şart yoktur. Ayrıca tevbe edebilmek için, Allah sevgililerinin evine gitmek, onların dizinin dibine oturmak mecburiyeti de yoktur. Diğer taraftan; cemaat halinde, bir araya toplanarak, koro halinde tevbe etmek de şart değildir.

Günah işlemiş insan, tevbesini her mekânda gerçekleştirebilecektir. Şahıs için, günahlarını göz önüne getirdiği, onların çirkinliklerinden kurtulmaya karar verdiği her yer tevbe mekânıdır. Yani, işçi işinin başında, çiftçi tarlasında, evde kalanlar evlerinde, bu kararı verebilir ve tevbe sürecini başlatabilir.

Nitekim Yunus (a.s) balığın karnında veya denizin karanlıklarında177 günahını itiraf ederek Allah'tan af dilemiştir.178

Tekrar ifade edelim ki, tevbe süreci, günahlardan kurtulmaya kalbin kesin olarak karar vermesiyle başlamaktadır. Bu kararın verilebildiği her yerde tevbe sahihtir. Tevbeyi bir mekâna hasretmek, tevbe için kutsal bir mekân şartını ileri sürmek, tevbe olayını bilmemek ve konu ile ilgili İslam'ın esprisini yakalayamamak demektir.

Sonuç:
Tevbe; geçmişle, gelecekle ve yaşanılan anla irtibatlı, üç boyutlu, birtakım hakların sahiplerine iade edilmesini gerektiren bir pişmanlık eylemidir.

Günahkâr insanın, dünyada temizlenme yollarından birisi tevbedir. Her insanın tevbeye ihtiyacı olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Tevbe, günahın hemen peşinden olabileceği gibi, ölüm döşeğine düşüp, ölüm emarelerinin belirmesi öncesine kadar devam eden bir zaman içinde de yapılabilecektir. İnsanın eceli belli olmadığı için, bir an önce tevbe etmelidir.

Tevbe etmek için, insanın bir aracıya ihtiyacı olmadığı gibi, belirli zaman ve mekânda tevbe eylemini gerçekleştirmek gibi, bir zorunluluğu da yoktur.

Gerçek tevbe için; kişi geçmişe pişmanlık duymalı, gelecekte aynı hatayı işlememe kararı ile birlikte, yaşadığı ortamda günahı terk etmelidir. Kul haklarının, sahiplerine iade edilmesi tevbenin en önemli rüknüdür.

Yapılan tevbeler sonucu, günahlardan temizlenip temizlenilmediği kuşkusu yersiz olup, Allah her türlü günah işleyeni temizlemek için tevbe kapısını açık bulundurmaktadır. İnsanların dikkatli olması gereken husus; tevbenin sahih olarak ortaya konulup konulmadığıdır.


DİPNOTLAR

K.T.Ü. İlahiyat Mes. Y.O. Md. /Trabzon
84. Şevkani, Fethu'l-Kadir, 1, 458.
85.Razi, Mefatih,ll,426.
86.a.g.e.,VI,105
87.Kılıç, Kur'an'da Günah Kavramı, (İbn Salah.Fetava, s.8'den naklen), s.322.
88.Ebu'l-lzz, Şerhu'l-Tahaviyye, s.526.
89.İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava,XI,658.
90.Dihlevi, Huccetullahi'l-Baliğa, 11,231.
91.Razi, Mefatih,ll,427; Alusi, Ruhu'l-Maani,V,17.
92.Ebu'l-Izz, a.g.e., s.525; Daha geniş bilgi için bkz.,Razi, Mefatih, 11,425-29.
93.Kurtubi, el-Cami',XVII,106 vd., Razi,a.g.e., VI,105; Şevkani, Fethu'l-Kadir,V,113.
94.Ebu'l-Izz, a,g,e.,s.525; İbn Teymiyye, Mecmuu'l-Fetava, XI,650.
95.Dihlevi, Huccetullahi'l-Baliğa, 11,231.
96.Gazzali, İhya, IV,32. 137.
97.İbn Mace, Zühd, 29.
98.Ahmed b. Hanbel, l,402;V,331; Vl.70,151.
99.Gazzali, İhya, IV, 59. 139.
100.Şatıbi, el-Muvafakat, III, 230 vd.; Abdulkerim Zeydan, el-Veciz fi usuli'l-fıkh, Daru'r-ravza ts., s. 62-66.
101.İbn Hacer, Fethu'l-bari, XI, 106; Aliyyu'l-kari, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, s. 415.
102.Bkz. Buhari, Edep 60; Müslim, Zühd 52; Tevbe 42.
103.Bkz. Buhari, Mezalim 3; Müslim, Birr 58,72; Tirmizi, Hudud 3.
104.Buhari, Edep 60.
105.Sadıki, Delilü'l-falihin, II, 17.
1O6.Buhari, Mezalim 3; Müslim, Birr 58, 72.
107.Geniş bilgi için bkz. İbnu'l-Kayyım,Ahkamu ehli'z-zimme. I, 34.
108.Zımmi; İslam ülkesinde Müslümanların himayesini kabul eden ve onların bu korumasına karşılık cizye verme taahhüdünde bulunan gayr-i müslüm azınlıklar.
109.Aliyyu'l-Kari, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber. s.415.
110.Gazzali, İhya, IV, 68; Aliyyu'l-kari, Şer-hu'l- Fıkhı'l-Ekber, s. 415.
111.Serahsi, el-Mebsut, IX, 176; Kasani, Bedayi', VIII, 96; Alusi, Ruhu'l-meani, VII,96.
112.Aliyyu'l-kari, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, s.415.
113.Gazzali, İhya, IV. 68, 69; Şevkani, Neylü'l-evtar, VII, 68.
114.Muhyiddin İbn Arabi, Futuhat, XIII, 298.
115.İbn Hacer, Fethu'l-bari, XI, 106.
116.İbn Abidin, Haşiye, III, 140.
117.Alüsi, "Ruhu'l-meani, XXVIII, 159.
118.Kasani, Bedayi, VII, 241.
119.Kasani, Bedayi, VII, 256.
120.İbnu'l-Kayyım, Medaricüs-Salikin, I, 316.
121.Taberi, Camiu'l-beyan, XVIII, 80; İbnu'l-Arabi, Ahkamu'l-Kur'an, III, 1336; Kurtubi, el-Cami, XII, 177.
122.Buhari, Mezalim 10.
123.Gazzali, İhya, IV, 69.
124.İbnu'l-kayyım, Medaricü's-salikin, I, 319.
125.Aliyyu'l-kari, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, s.417; Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 159.
126.İbn Manzur, Lisanü'l-Arap, II, 617; Zebidi, Tacu'l-arus, VII, 175.
127.İbn Manzur, Lisanu'l-Arap, II, 617; İbnu'l-Kayyım, Medaricu's-Salikin, I, 356.
128.Ahmed b. Hanbel, I, 446.
129.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 356.
130.Gazzali, İhya, IV, 78.
131.Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 160
132.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 336, 337.
133.Muhyiddin ibn Arabi, Futuhat, XIII, 277, Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 157.
134.Kurtubi, el-Cami, V, 91; Kasımi, Tefsir, XII, 4597.
135.Gazzali, İhya, IV, 71; İbn Hacer, Fethu'l-bari, XI, 106; Alusi, Ruhu'l-meani, XXVI-II, 157.
136.İbn Hacer, Fethu'l-bari, XI, 106.
137.Muhyiddin İbn Arabi, Futuhat, XIII, 298; Aliyyu'l-kari, Şerhu'l-fıkhı'l-kber, s. 415.
138.Muhyiddin İbn Arabi, Futuhat, XIII, 273.
139.Kurtubi, el-Cami, V, 91.
140.İbn Manzur, Lisanü'l-Arap, V, 26; Alüsi, Ruhu'l-meani, VI, 207.
141.İbn Kesir, Tefsiru'l-Kurani'l-Azim, II, 435.
142.Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf.s. 170.
143.Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf.s. 170.
144.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 333; Alusi, Ruhu'l-meani, XI, 207.
145.İbn Teymiyye, Mecmuu fetava, X, 319.
146.Ebu Davud, Vitr 26; Tirmizi, Deavat 106.
147.Alusi, Ruhu'l-meani, XI, 207.
148.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 333.
149.Şevkani, Fethu'l-kadir, 1745.
150.Beyhaki, Şuabu'l-İman; V, 436.
151.İbn Teymiyye, Mecmuu fetava, X, 319.
152.Suyuti, Abdurrahman Celaleddin, ed-Dürru'l-Mensur fi Tefsiru'l-me'sur, Beyrut, 1414 h.ll, 458.
153.Razi, Mefatihu'l-ğayb, V, 536; Alusi, Ruhu'l-meani, XXV, 36.
154.Gazzali, İhya, IV, 86.
155.Gazzali, ihya, IV, 86.
156.Bkz. Acluni, Keşfu'l-hafa, I, no, 756.
157.Bkz. Buhari, Ezan 9, 32; Müslim, Salat 129 Nesai, Mevakit 22.
158.Müslim, Tevbe 42.
159.Müslim, Tevbe 44.
160.Raşit Küçük, Sevgi Medeniyeti, İstanbul 1992; 130.
161.İbnu'l-Kayyım, Medaricü's-salikin, I, 297, 298.
162.Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 159.
163.Alusi, Ruhu'l-meani, IV, 239.
164. Maverdi, Tevsir, I, 464.
165.Kurtubi, el-Cami, V, 93.
166.Razi, Mefatihü'l-ğayb, II, 338.
167.Gazzali, İhya, IV, II, 13.
168.İbn Mace, Zühd 29.
169.Tirmizi, Deavat 100; İbn Mace, Zühd 30.
170.Mübarekfuri, Tuhfetu'l-ahvezi, IX, 521.
171.Alusi, Ruhu'l-meani, XXVIII, 158.
172.Taberi, Camiu'l-beyan, 303; Kurtubi, el-Cami, V, 93; Taberi, Mecmeu'l-beyan, II, 52.
173.Ebu's-Suud, İrşadu akli's-selim, II, 157; Alusi, Ruhu'l-meani, IV, 270.
174.Suyuti, ed-Durru'l-Mensur, II, 458.
175.Maverdi, Tefsir, I, 456.
176.Bkz.Buhari, Cuma 37; Müslim, Cuma 13,14; Tirmizi, Cenaiz 72.
177.Taberi, Camiu'l-beyan, XVII, 80.
178.Bkz.Enbiya 21/87.

 


Nihat Dalgın