reyyan
Mon 6 September 2010, 07:55 pm GMT +0200
İşari Tefsir ve Sahası
Prof. Dr. Muhammed Çelik
Kur'ân-ı Kerim, anlaşılmak ve amel olunmak için geldiğini açıkça bildirmektedir. "Biz, Kur'ân'ı anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?" (Kamer, 54/17, 22, 32, 40) Bu itibarla, nüzûle başlamasıyla birlikte anlaşılması için çalışmalara da başlanmış; bu yöndeki faaliyetler, ilk zamanlarda "te'vil", daha sonra genellikle "tefsir" adıyla anılmıştır. İlk müfessir ve semavî orijinine en uygun yorumlar getiren Hz. Peygamber'e ve vahiy atmosferini yaşamaya mazhar olan sahabeye dayanan rivâyet ağırlıklı tefsire, sonraları çoğunlukla bu rivâyetlere aykırı düşmeyecek şekilde akıl, tefekkür ve her sahada gelişen ilimlerin daha bariz bir tarzda devreye girmesiyle dirâyet tefsiri katılmıştır. Böylece, içtimaî tefsir, lügavî tefsir, edebi, hukuki, fenni ve daha başka tefsir çeşitleri ortaya çıkmıştır. Bunun yanında, usûl bakımından daha farklı ve daha hususi bir bakış açısını yansıtan işarî tefsir adı verilen çalışmalar da yapılmıştır. Bu faaliyetler, kesintisiz devam etmektedir. Gazzalî'nin deyişiyle bu durum, "Kur'ân'ın kıyısız bir umman" (Cevâhiru'l-Kur'an, 15) olduğunun bir göstergesidir.
Klâsik kaynaklarımızda işarî tefsir geniş bir alana şamil olarak görülmektedir. (Suyutî, İtkan, 4/225) Sonraları bu tefsir, sûfî veya tasavvufî tefsir olarak görünmeye başlamıştır. Konu ile ilgili literatürü incelediğimizde, işâri tefsirin, tasavvufî tefsire münhasır olmayıp, tasavvufî tefsiri de içine alan daha kapsamlı bir faaliyet olduğunu görüyoruz.
Âyet ve İşarî Tefsire Delâlet Eden Bazı Âyetler
İşarî tefsire delâlet eden birçok âyet vardır. Yusuf (a.s.), hâdiseleri ve rüyaları tabir ilmini Allah'ın kendisine öğrettiğini ifade eder (Yusuf, 12/37). Gözlerini kaybeden babasının gözlerinin kendi gömleği ile açılacağını bildirmesi ve dediği gibi olması (Yusuf, 12/93-96) yine bu ilmin cümlesindendir. Onun bu ilmi kesinlik bildirir. (Taberî, Camiu'l-Beyan, 7/220)
Hz. Yakub'un, (a.s.) Filistin'den, Mısır'da bulunan oğlu Yusuf'un kokusunu almasını imkânsız görenlere: "Allah'tan aldığım ilimle ben sizin bilmediğinizi bilirim" (Yusuf, 12/96) dediğini öğreniyoruz. Bu âyet ve özellikle Kehf Sûresi 78-82. âyetlerinde, Hızır'ın, Hz. Musa'ya verilenden başka bir bilgiye sahip olduğunu anlatan kıssa, Allah'ın bazı kullarına lütfettiği bir kavrayış ve ledünnî bir ilim olduğunu açıkça bildirmektedir. Kehf Sûresindeki bu kıssa, açık ve tatbikatlı olarak bu âlemde ve hayatta bilinen ve keşfedilen şeylerin ötesinde bilinmeyen pek çok şey olduğunu ispatlamaktadır. Ayrıca Kur'ân, işaretten anlamayı açıkça teşvik etmektedir: "Kesinlikle bunda işaretten anlayanlar için nice ibretler (âyât) vardır." (Hıcr, 15/75)
Buradaki anahtar kavram âyettir. Geniş bir mânâ alanına sahip olan âyet kavramı, Kur'ân'da belirti, hüccet, mu'cize, ibret, hayrette bırakan görülmemiş iş, Kur'ân âyeti, yerde, gökte ve ikisi arasında bulunan varlıklardan alınacak ibretler, dersler, işaretler, kıyâmet alâmetleri vb. anlamları ifade eder. (M. Çelik, Kur'ân'ın İknâ Hususiyeti, 12-15) Bu anlamların hemen tümünün işarî yönü vardır.
Ragıp el-İsfehânî, âyet maddesini açıklarken şunları kaydeder: "Âyet, bariz alâmet demektir. Bunun hakikati, görünen bir şeyin görünmeyen başka bir şeye delâlet etmesidir. Bu ikisinden, yani görünen ve görünmeyenden, görünürde olanı idrak eden kimsenin bizzat görmediği diğerini de idrak ettiği anlaşılır. Çünkü bu ikisinin hükmü aynıdır. Bu, akıl ve duyulara göre açıktır. Takip edilecek yol için onu gösteren işareti tanımanın gerekli olduğunu bilen kimse, işareti görünce yolu bulduğunu anlar. Aynı şekilde, yapılmış bir şeyi (masnu') görünce, onu yapanın (Sani') varlığını da bilir". (Müefredât, ÂY md.)
Allah Teâlâ'nın iki nevi âyeti vardır; birisi varlık âlemindeki kevnî ("sözsüz") âyetler, diğeri de münzel Kitâp'taki kavlî (sözlü) âyetlerdir. (H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 1/569) Kur'ân, hem sözlü, hem sözsüz âyetlerden işaret almaya teşvik etmektedir. Biz, sözlü âyetler olan Kur'ân âyetlerinin işârî anlamları üzerinde duracağız.
"Kur'ân'ı iyice düşünmüyorlar mı? Yoksa, kalblerin üzerinde üst üste kilitleri mi var?" (Muhammed, 47/24) "Kur'ân'ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birbiriyle çelişen çok şey bulurlardı" (Nisa, 4/82) gibi âyetler, işarî tefsiri de teşvik etmektedir. Allah kullarını, zahir ve bâtın nimetlere boğmuştur. Nimetlerin başında gelen Kur'ân'ın da (Duhâ, 93/11; Kalem, 68/1-2), zahirî lâfzî anlamlarının yanında, belki ilk bakışta fark edilemeyen derunî anlamları o nimetlerin elbette en mühimlerindendir. Allah'ın Zâhir ve Bâtın isimlerinin olması (Hadid, 57/3), O'nun kelâmının da zâhir ve bâtın yönlerinin olabileceğini düşündürür.
Hurûf-u Mukattaa
İşârî tefsirin yoğun olarak görüldüğü yerlerden biri Huruf-u Mukattaa'dır. Taberî, Arap dili bilginlerinin Huruf-u Mukattaa'yı sadece alfabe harflerinden ibaret görmelerini doğru bulmayarak şöyle der: "Huruf-u Mukattaa'yı, ‘Bu Kitab'ın bütün harflerinde şüphe yoktur’ şeklinde yorumlamak yanlıştır; çünkü bu, sahabe, tabiûn ve onlardan sonra gelen tefsir ve te'vil otoritelerinin görüşüne aykırıdır." (Camiu'l-Beyan, 1/125-126) İbn Atiyye, çoğunluk âlimlerin (cumhur), sûre başlarında yer alan Huruf-u Mukattaa'nın bir takım mânâlar ihtiva ettiği görüşünde olduğunu kaydeder (el-Muharreru'l-Veciz, 1/82). Bedruddin ez-Zerkeşî, de aynı görüşe meyledip der ki: Bu konuda farklı iki görüş vardır:
Birincisi: Bunlar, gizli bir ilim, kapalı bir sır olup bilgisi Allah'a mahsustur. Fahruddin er-Râzî, kelamcıların bu görüşü kabul etmeyip şöyle dediklerini nakleder: "Allah'ın Kitabı'nda, insanların anlamadığı hususların bulunması caiz olmaz; çünkü Allah Teâlâ, Kur'ân üzerinde iyiden iyiye düşünülmesini ve O'ndan ahkâm istinbâtını emretmiştir."
İkincisi: Huruf-u Mukattaa'nın muradı bilinmektedir. Bu konuda, uzak veya yakın yirmiden fazla görüş olmakla birlikte şu görüş, birincisini de kapsamakta ve onu açıklamaktadır. "Allah'ın her kitapta bir sırrı vardır. O'nun Kur'ân'daki sırrı ise, bazı sûrelerin başında gelen Huruf-u Mukattaa'dır". İbn Fâris şöyle der: Sanırım, bu sözü söyleyen şunu kastetmiştir: "O sır, Allah'tan ve ilimde ileri gidenlerden başkasının bilemeyeceği sırlardandır." (el-Burhan fî Ulûmi'l-Kur'an, 1/174) Huruf-u Mukattaa'nın bir takım anlamlar ifade ettiğini kaydeden âlimler, açıktır ki, işarî tefsire de yol vermiş olmaktadırlar.
Zâhir, Bâtın, Had, Matla'
Hz. Peygamber'in (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "İyi bilin ki, bana Kur'ân verildi, onunla beraber bir misli daha var." (İbn Hanbel, Müsned, 4/131) "Her âyetin bir zahrı, bir de batnı; her harfin bir haddi, her haddin bir matlaı vardır." (İbn Hibban, Sahih, 1/146) Her ne kadar birinci hadisten kasdın Sünnet olduğu görüşü söz konusu ise de, Hz. Ebu Hüreyre'nin (r.a.), "Allah Resûlü'nden iki kap dolusu ilim belledim. Bunlardan birini saçtım, neşrettim. Diğeri de neşredecek olsam, başım gider" (Buharî, "İlim," 42) sözünü dikkate aldığımızda, bu her iki hadisin de işarî tefsirin dayanakları arasında olduğunu söyleyebiliriz.
Prof. Dr. Muhammed Çelik
Kur'ân-ı Kerim, anlaşılmak ve amel olunmak için geldiğini açıkça bildirmektedir. "Biz, Kur'ân'ı anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?" (Kamer, 54/17, 22, 32, 40) Bu itibarla, nüzûle başlamasıyla birlikte anlaşılması için çalışmalara da başlanmış; bu yöndeki faaliyetler, ilk zamanlarda "te'vil", daha sonra genellikle "tefsir" adıyla anılmıştır. İlk müfessir ve semavî orijinine en uygun yorumlar getiren Hz. Peygamber'e ve vahiy atmosferini yaşamaya mazhar olan sahabeye dayanan rivâyet ağırlıklı tefsire, sonraları çoğunlukla bu rivâyetlere aykırı düşmeyecek şekilde akıl, tefekkür ve her sahada gelişen ilimlerin daha bariz bir tarzda devreye girmesiyle dirâyet tefsiri katılmıştır. Böylece, içtimaî tefsir, lügavî tefsir, edebi, hukuki, fenni ve daha başka tefsir çeşitleri ortaya çıkmıştır. Bunun yanında, usûl bakımından daha farklı ve daha hususi bir bakış açısını yansıtan işarî tefsir adı verilen çalışmalar da yapılmıştır. Bu faaliyetler, kesintisiz devam etmektedir. Gazzalî'nin deyişiyle bu durum, "Kur'ân'ın kıyısız bir umman" (Cevâhiru'l-Kur'an, 15) olduğunun bir göstergesidir.
Klâsik kaynaklarımızda işarî tefsir geniş bir alana şamil olarak görülmektedir. (Suyutî, İtkan, 4/225) Sonraları bu tefsir, sûfî veya tasavvufî tefsir olarak görünmeye başlamıştır. Konu ile ilgili literatürü incelediğimizde, işâri tefsirin, tasavvufî tefsire münhasır olmayıp, tasavvufî tefsiri de içine alan daha kapsamlı bir faaliyet olduğunu görüyoruz.
Âyet ve İşarî Tefsire Delâlet Eden Bazı Âyetler
İşarî tefsire delâlet eden birçok âyet vardır. Yusuf (a.s.), hâdiseleri ve rüyaları tabir ilmini Allah'ın kendisine öğrettiğini ifade eder (Yusuf, 12/37). Gözlerini kaybeden babasının gözlerinin kendi gömleği ile açılacağını bildirmesi ve dediği gibi olması (Yusuf, 12/93-96) yine bu ilmin cümlesindendir. Onun bu ilmi kesinlik bildirir. (Taberî, Camiu'l-Beyan, 7/220)
Hz. Yakub'un, (a.s.) Filistin'den, Mısır'da bulunan oğlu Yusuf'un kokusunu almasını imkânsız görenlere: "Allah'tan aldığım ilimle ben sizin bilmediğinizi bilirim" (Yusuf, 12/96) dediğini öğreniyoruz. Bu âyet ve özellikle Kehf Sûresi 78-82. âyetlerinde, Hızır'ın, Hz. Musa'ya verilenden başka bir bilgiye sahip olduğunu anlatan kıssa, Allah'ın bazı kullarına lütfettiği bir kavrayış ve ledünnî bir ilim olduğunu açıkça bildirmektedir. Kehf Sûresindeki bu kıssa, açık ve tatbikatlı olarak bu âlemde ve hayatta bilinen ve keşfedilen şeylerin ötesinde bilinmeyen pek çok şey olduğunu ispatlamaktadır. Ayrıca Kur'ân, işaretten anlamayı açıkça teşvik etmektedir: "Kesinlikle bunda işaretten anlayanlar için nice ibretler (âyât) vardır." (Hıcr, 15/75)
Buradaki anahtar kavram âyettir. Geniş bir mânâ alanına sahip olan âyet kavramı, Kur'ân'da belirti, hüccet, mu'cize, ibret, hayrette bırakan görülmemiş iş, Kur'ân âyeti, yerde, gökte ve ikisi arasında bulunan varlıklardan alınacak ibretler, dersler, işaretler, kıyâmet alâmetleri vb. anlamları ifade eder. (M. Çelik, Kur'ân'ın İknâ Hususiyeti, 12-15) Bu anlamların hemen tümünün işarî yönü vardır.
Ragıp el-İsfehânî, âyet maddesini açıklarken şunları kaydeder: "Âyet, bariz alâmet demektir. Bunun hakikati, görünen bir şeyin görünmeyen başka bir şeye delâlet etmesidir. Bu ikisinden, yani görünen ve görünmeyenden, görünürde olanı idrak eden kimsenin bizzat görmediği diğerini de idrak ettiği anlaşılır. Çünkü bu ikisinin hükmü aynıdır. Bu, akıl ve duyulara göre açıktır. Takip edilecek yol için onu gösteren işareti tanımanın gerekli olduğunu bilen kimse, işareti görünce yolu bulduğunu anlar. Aynı şekilde, yapılmış bir şeyi (masnu') görünce, onu yapanın (Sani') varlığını da bilir". (Müefredât, ÂY md.)
Allah Teâlâ'nın iki nevi âyeti vardır; birisi varlık âlemindeki kevnî ("sözsüz") âyetler, diğeri de münzel Kitâp'taki kavlî (sözlü) âyetlerdir. (H. Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 1/569) Kur'ân, hem sözlü, hem sözsüz âyetlerden işaret almaya teşvik etmektedir. Biz, sözlü âyetler olan Kur'ân âyetlerinin işârî anlamları üzerinde duracağız.
"Kur'ân'ı iyice düşünmüyorlar mı? Yoksa, kalblerin üzerinde üst üste kilitleri mi var?" (Muhammed, 47/24) "Kur'ân'ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birbiriyle çelişen çok şey bulurlardı" (Nisa, 4/82) gibi âyetler, işarî tefsiri de teşvik etmektedir. Allah kullarını, zahir ve bâtın nimetlere boğmuştur. Nimetlerin başında gelen Kur'ân'ın da (Duhâ, 93/11; Kalem, 68/1-2), zahirî lâfzî anlamlarının yanında, belki ilk bakışta fark edilemeyen derunî anlamları o nimetlerin elbette en mühimlerindendir. Allah'ın Zâhir ve Bâtın isimlerinin olması (Hadid, 57/3), O'nun kelâmının da zâhir ve bâtın yönlerinin olabileceğini düşündürür.
Hurûf-u Mukattaa
İşârî tefsirin yoğun olarak görüldüğü yerlerden biri Huruf-u Mukattaa'dır. Taberî, Arap dili bilginlerinin Huruf-u Mukattaa'yı sadece alfabe harflerinden ibaret görmelerini doğru bulmayarak şöyle der: "Huruf-u Mukattaa'yı, ‘Bu Kitab'ın bütün harflerinde şüphe yoktur’ şeklinde yorumlamak yanlıştır; çünkü bu, sahabe, tabiûn ve onlardan sonra gelen tefsir ve te'vil otoritelerinin görüşüne aykırıdır." (Camiu'l-Beyan, 1/125-126) İbn Atiyye, çoğunluk âlimlerin (cumhur), sûre başlarında yer alan Huruf-u Mukattaa'nın bir takım mânâlar ihtiva ettiği görüşünde olduğunu kaydeder (el-Muharreru'l-Veciz, 1/82). Bedruddin ez-Zerkeşî, de aynı görüşe meyledip der ki: Bu konuda farklı iki görüş vardır:
Birincisi: Bunlar, gizli bir ilim, kapalı bir sır olup bilgisi Allah'a mahsustur. Fahruddin er-Râzî, kelamcıların bu görüşü kabul etmeyip şöyle dediklerini nakleder: "Allah'ın Kitabı'nda, insanların anlamadığı hususların bulunması caiz olmaz; çünkü Allah Teâlâ, Kur'ân üzerinde iyiden iyiye düşünülmesini ve O'ndan ahkâm istinbâtını emretmiştir."
İkincisi: Huruf-u Mukattaa'nın muradı bilinmektedir. Bu konuda, uzak veya yakın yirmiden fazla görüş olmakla birlikte şu görüş, birincisini de kapsamakta ve onu açıklamaktadır. "Allah'ın her kitapta bir sırrı vardır. O'nun Kur'ân'daki sırrı ise, bazı sûrelerin başında gelen Huruf-u Mukattaa'dır". İbn Fâris şöyle der: Sanırım, bu sözü söyleyen şunu kastetmiştir: "O sır, Allah'tan ve ilimde ileri gidenlerden başkasının bilemeyeceği sırlardandır." (el-Burhan fî Ulûmi'l-Kur'an, 1/174) Huruf-u Mukattaa'nın bir takım anlamlar ifade ettiğini kaydeden âlimler, açıktır ki, işarî tefsire de yol vermiş olmaktadırlar.
Zâhir, Bâtın, Had, Matla'
Hz. Peygamber'in (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "İyi bilin ki, bana Kur'ân verildi, onunla beraber bir misli daha var." (İbn Hanbel, Müsned, 4/131) "Her âyetin bir zahrı, bir de batnı; her harfin bir haddi, her haddin bir matlaı vardır." (İbn Hibban, Sahih, 1/146) Her ne kadar birinci hadisten kasdın Sünnet olduğu görüşü söz konusu ise de, Hz. Ebu Hüreyre'nin (r.a.), "Allah Resûlü'nden iki kap dolusu ilim belledim. Bunlardan birini saçtım, neşrettim. Diğeri de neşredecek olsam, başım gider" (Buharî, "İlim," 42) sözünü dikkate aldığımızda, bu her iki hadisin de işarî tefsirin dayanakları arasında olduğunu söyleyebiliriz.