- İnzâr Gerçeği

Adsense kodları


İnzâr Gerçeği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Fri 5 November 2010, 03:40 pm GMT +0200
İnzâr Gerçeği

Cafer Durmuş


İnzâr; ilâhî emirlere uymayanları, kendilerini kötü bir akıbetin beklediğini belirterek uyarmaktır. Ve insan davranışları korku veya teşvikle ıslah edilmeye muhtaçtır. Uyarılma ihtiyacına cevap teşkil edecek en yalın açıklamalar, en veciz misaller, Allah Kelamı’ndadır.

“Bu Kur’ân, kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak bir tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara gönderilmiş bir bildiridir”1 ayetinde, Yüce Kitab’ın bir “uyarı beyannamesi” olduğunu bildiriliyor. Kur’ân-ı Kerîm’de hayatlarından kesitler verilen peygamberlerin “uyarıcı ve müjdeleyici”2 olduğu belirtiliyor. Efendimiz (s.a.v.)’in risaletini bildiren ayet-i kerimede müjdeleyici vasfı öncelikle zikrediliyor.3 Ve onun kendi lisanıyla kendini tarif etmesi; “düşman ordusunun gelmekte olduğunu kavmine haber verip yaklaşan tehlikeye karşı onları uyaran kimseye benzetme”4 şeklinde oluyor…

Esasen inzâr/uyarma, peygamberlerin vazifesi olduğu halde Kur’an-ı Kerim’de “münzir” ismi Allah Teâlâ’ya nispet edilmiştir.5 Bu, O’nun davranışlarımızdan haberdar olduğunu ve bizi doğru yola sevk etmek için her türlü vesileyi yaratmış olduğunu gösterir.

Güzel dinimiz bizden her alanda daima iyi ve faydalı olana yönelmemizi ister. Kötü ve çirkin olanlardan sakınarak ilahî emirler çerçevesinde yaşamamızı ister. Bu sebeple, İslâm’ı kabul etme konusunda hiç kimsenin zorlanmayacağı6 belirtildiği halde, İslam dairesine dahil olduktan sonra davranışların istenen yönde sevk edilmesi ve mü’minlerin çeşitli vesilelerle uyarılması söz konusudur. Bu itibarla inzâr; kişide korku uyandırarak onu dinin hedeflerine uygun davranışlara sevk etmede ve bazı psikolojik engelleri kaldırmada kullanılabilecek etkili bir yöntemdir diyebiliriz.

Âyet-i kerimede “Biz onları (çeşitli şekillerde) korkutuyoruz”7 buyruluyor. Bununla birlikte söz konusu inzârın inkarcılarda istenen hüsn-i tesiri göstermediği, aksine onların tuğyanını arttırdığı belirtiliyor. Anlaşılan o ki, inzârın müspet tesiri daha çok inançlı insanlarda görülmektedir. Temeli inanca dayalı bir sakındırma, kişinin davranışlarını iyi yönde geliştirme isteğini kuvvetlendirmektedir.8

Bu sebeple, ilahî ikaza kulak asmayan kavimlerin hüsrana uğradıklarını bildiren kıssalarla “havf” “inzâr” ve “ittika” fiillerinin geçtiği yüzlerce ayetin hedef kitlesi öncelikle iman edenler olmuştur. Böylece onların nefse ve şeytana mağlup olmamaları murad olunmuştur. Çünkü şeytan, devamlı kılık değiştirerek çeşitli hîle ve tuzaklar kurmakta; doğru yola oturarak imanı çalmaya çalışmakta, bunu yapamazsa amellerin içini boşaltıp ihlas ve samimiyetten uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Daha doğrusu onun tabiatı budur. Nefsin tabiatı ise atalettir. Yapısındaki tembellik sebebiyle onun da sık sık uyarılması gerekir.

Cenab-ı Hak Sevgili Peygamberine “Tehdidimden korkanlara Kur’ân’la öğüt ver”9 diye emrediyor. Bu ayetin, Kur’an okundukça içinde bir şeylerin kıpırdadığını hisseden mü’minler nazarında hususî bir anlamı olmalı…

İlahî kelamı her okuyuşumuzda, şükretmeyi gerektiren hususlardan biri de şudur; bu ve benzeri yüzlerce ayet-i kerime ile Rabbimiz bizi inzâr ediyor. Bazen buluşma günündeki dehşetli manzarayı hatırlatarak, bazen isyankarları kuşatan yakıcı azaptan söz ederek10 ve bazen de geçmiş kavimlerin ibretlik öyküleriyle uyanışa davet ediyor...

İşte bu noktada inzârın farklı bir boyutu dikkatimizi çekiyor: Yüce Kitap’ta şeytanın da kendi dostlarını korkuttuğu bildiriliyor ve söz konusu ayetin son cümlesinde “Eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun”11 buyruluyor.

Hâşâ ki Cenâb-ı Hakk’ın uyarması, şeytanın korkutması gibi evhama dayalı kuruntular değildir. O, vukuu muhakkak olan tehlikelere karşı kullarını uyarıyor; çirkin davranışlardan sakındırıyor. Ve bu haliyle O’nun korkutması, mahzâ rahmete dönüşüyor...

Bu açıklamalar muvacehesinde İslam’ın korku dini olduğu zannedilmemeli. Bilakis, İslam’ın mensuplarında meydana getirmek istediği psikoloji, dengeli ve sağlıklı bir şahsiyet gelişiminin bütün unsurlarını ihtiva eden mükemmel bir yapıdır. Ve İslâm, eğitimde hem sevgiyi hem de korkuyu harekete geçirecek motiflerden ihtiyaca göre yararlanılmasını öngörür.

Korkuyla ümidin ideal ölçülerde harmanlandığı Müslümanca bir hayat sürmek ve ebedi hayatta umduklarımıza nail olmak istiyorsak, sakındırıldığımız fenalıklardan uzak durmalıyız.

Dipnotlar: 1) İbrahim, 14/52. 2) Nûh, 11/2, Hicr, 15/89, vb. 3) Bakara, 2/119, İsrâ, 17/105. 4) Buhari, Rikak, 26. 5) Duhân, 44/3. 6) Bakara, 2/256. 7) İsrâ, 17/60. 8) Bkz; T.D.V. İslam Ansiklopedisi, İnzâr Maddesi, Hayati Hökelekli. 9) Kaf, 50/45. 10) Zümer, 39/71; İbrahim 14/44 vb. 11) Âl-i İmrân, 3/175. 12) Şems, 91/7-10.

OKU / DÜŞÜN

Önce Tasfiye

Âyet-i kerimede şöyle buyruluyor:

“Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip iyiliği, kötülüğü ilham edene andolsun ki nefsini tezkiye eden kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyana uğramıştır.”12

Bu ayetleri okurken, tasfiye ve tezkiyenin gerekliliğini hep gündemde tutmak gerekir diye düşünüyorum…

Biliyorum ki, bedene ârız olan rahatsızlıklar en fazla insanı bazı nimetlerden mahrum eder. Nefse arız olan illetler ise -zamanında müdahale edilmezse- ebedî hüsrana sebep olur...

“Nefse musallat olan hastalıkların yedi türlü olduğu ve bunların cehennemin yedi kapısına tekabül eder. Dolayısıyla insan bu yedi illeti nefsinden söküp atmadıkça cehennemin yedi kapısı kendisi için kapanmış sayılmaz” denilmiştir.

Söz konusu hastalıklar “ucub, riyâ, kibir, gadap, haset, mal sevgisi ve makam sevgisi” şeklinde sıralanmıştır.

Hak katında övülen güzel hasletlere gönülde yer açmak için, öncelikle istenmeyen kötü huyların oradan sökülüp atılması gerekiyor. Yaptığımız işlere ihlas ve samimiyet (dürüstlük ve içtenlik) kalitesi kazandıracak tasfiye ve tezkiyeyi gerçekleştirmek için, bu ikisini hayatta her şeyin önüne almak gerekiyor.

Hedefimiz hayat sınavında başarılı olmaksa, yapılacak işleri ve zamanlamasını ciddî bir şekilde tasnif etmek durumundayız. Eskilerin deyimiyle, ehem mühim sıralaması mutlaka yapılmalı...