saniyenur
Sat 11 August 2012, 10:45 am GMT +0200
İnsanlığın Önderi (İmamı)
Hz. İbrahim, yeryüzündeki büyük Tek tanrılı dinlerin müntesipleri tarafından, tartışmasız tek lider olarak tanınır. Bütün büyük semavî dinler onun mirasım taşırlar. Kur'ân'da onun önderliği şöyle belirtilmektedir: "Rabbi İbrahim'i birtakım emirlerle denemiş, o da onları yerine getirmişti. Allah, 'Seni insanlara önder kılacağım' demişti. O, 'soyumdan da' deyince, 'Zâlimler benim ahdime yetişemez' buyurmuştu." (2: 124). Yine aynı sûrede şöyle buyrulmaktadır: "Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulaşınız' dediler. De ki: 'Hayır, biz dosdoğru İbrahim dinine (uyarız).
0. (Allah'a) ortak koşanlardan değildi." (2: 35). Nahl sûresinde ise şu İfadeler vardır: "İbrahim, şüphesiz Allah'a boyun eğen ve O'na yönelen bir önderdi; puta tapanlardan değildi. Rabbinin nimetlerine şükrederdi; Rabbi de onu seçti ve doğru yola eriştirdi. Dünyada ona iyilik verdik, doğrusu o, ahirette de iyilerdendir. Sonra sana: 'Hakka yönelen İbrahim'in yoluna uy; o, ortak koşanlardan değil (Allah'ı birleyenlerin önderiy)di.' diyevahyettik."(16: 120- 123).
Bakara sûresinde şöyle zikredilir: "Nefsini aşağılık yapan (beyinsiz)den başka, kim İbrahim dininden yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada beğenip seçmiştik, ahirette de, o iyilerdendir." (2: 130). Bu ayetlerin ışığında, İbrahim ve önderliği hakkında birkaç noktayı hatırda tutmak gerekmektedir.
1- Nuh aleyhis selâmdan sonra, Allah tarafından İslâm'ın evrensel davetini yaymakla görevlendirilen İlk peygamber, İbrahim aleyhisselâmdı. Vazifesine kendi memleketi olan Irak'ta başladı ve insanları İslâm'a (Allah'a itaate) çağırdı. Sonra Suriye, Filistin, Mısır ve Arabistan'ı dolaşarak oralardaki insanları İslâm'a çağırdı. Daha sonra muhtelif yerlerde yardımcılar tayin etti. Yeğeni Hz. Lut'u Ürdün'e, oğlu Hz. İshak'ı Suriye ve Filistin'e, büyük oğlu Hz. İsmail'i Arabistan'a gönderdi. Sonra, Allah tarafından Mekke'de Kabe'yi inşa etmek ve burayı Dînin merkezi yapmakla emrolundu.
2- İbrahim'ın iki oğlundan iki ayrı millet geldi: İsmailoğullan ve İsrailoğullan. İsmailoğulları Hz. İsmail'in neslinden gelmişler ve Arabistan'da yaşamışlardır. İsrailoğullan ise Hz. İshak'ın oğlu Yâkûb'ın soyudur. Yusuf, Musa, Davud, Süleyman, Yahya, İsa ve diğer birçok peygamber, İsrailoğullarmdan çıkmıştır. İsrailoğullan denilmesinin sebebi, Hz. Yâkûb'un ikinci adının İsrail olmasıdır. Onların dinini kabul eden başkaları da onlara karışmıştır. İsrailoğullarmdan gelen bütün peygamberler, Hz. İsa da dahil olmak üzere, insanlara İslâm Dinini, Allah'a itaati ve ibadeti öğretmişlerdir. İsrailoğlları bozulmaya uğrayıp dinlerini (İslâm'ı) yitirince önce Musevî-liği, sonra da Hıristiyanlığı icad etmişlerdir.
3- Hz. İbrahim'e, insanlığı Allah'a itaata çağırması ve Allah'ın gösterdiği yolda insanları yeni bir düzene koyması emredilmişti. Allah'a önce kendisi teslim olup O'ndan aldığı bilgiye göre hareket eden İbrahim, bütün insanları, kâinatın sahibine boyun eğmeye ikna etmek İçin bu bilgiyi bütün gayretiyle yaymaya çalıştı. Bu sebeple dünyanın önderi (imamı) kılınmıştır. Daha sonra bu önderlik bütün sorumluluğuyla, İsrailoğullarına geçmiştir. Bu, İsrailoğullanna bahşedilen ve daima hatırda tutulması istenen, mümtaz bir lütuf idi. Süleyman zamanında, Kudüs'teki ibadet yeri bütün mü'minlerin kıblesi olmuş, İsrailoğullan bu vazifenin önderi olarak kaldıklan sürece de kıble olmaya devam etmişti. (The Meaning of the Qur'an, c. I, sh. 107-111).
4- Bu, "önderlik" vaadi, İbrahim'ın, soyundan gelen yalnız faziletli ve iyilik sahibi olanlara yapılmıştı. Zâlimler ve kötülük sahipleri bundan nasip alamayacaklardı (2: 124).
5- Allah, İbrahim'a önderliğin yalnızca gerçek mü'minlere, dünyevî zenginliğin ise imanlarına ve amellerine bakılmaksızın, hem mü'minlere hem de kâfirlere verileceğini bildirdi. Bu, bir kimsenin maddî güç ve varlığa sahib olmasının, Allah'ın ondan hoşnut olduğu anlamına gelmeyeceği, bunun bir ölçü olamayacağı anlamına gelmektedir. Bir kimsenin zengin ve güçlü olması, onun illâ Allah'ın hoşnutluğunu kazandığı ve önderliğe lâyık olduğu mânasına gelmez, aksi için de bu kural geçerlidir. (The Mea-ning ofthe Qur'an, c. I, sh. 111-2).
6- Musevîlik ve Hıristiyanlık İbrahim'ın vefatından çok sonra ortaya çıkmıştır. Musevîliğin ibadet usulleriyle doğuşu ve bu ismi alışı Hz. İsa'dan yaklaşık dört-yüz sene öncedir. Hıristiyanlığın bu ismi alarak hususiyet kazanması da Hz. İsa'dan çok sonra meydana gelmiştir. Böyle olunca, bir kimsenin doğru yolu bulması için Musevî veya Hıristiyan olması gerektiği iddiası geçersizdir. Çünkü Hz. İbrahim ve Hz. İsa peygamberler ile Hıristiyanlığın ve Musevîliğin doğuşundan önce yaşamış bütün sâlih kimseler bu dünyada iken bu "dinler" daha henüz varolmadığı için doğru yolda gitmiş olamayacaklardı. Yahudiler ve Hıristiyanlar, bu peygamberlerin doğru yolu bulamadıklarını iddia edemeyecekleri gibi, Museviliği veya Hıristiyanlığı izlediklerini de söyleyemeyeceklerdir. Hak Yol, onları iki ayrı din yapan özellikler değil, Allah'ın bütün rasûllerine gönderdiği ve bütün çağların sâlih zâtları tarafından daima izlenen ebedî-âlemşûmül yol'dur.
7- Yahudilerin de Hıristiyanların da şirke düştüğü ve bu yüzden İbrahim'ın yolundan saptıkları ortadadır. Hz. İbrahim ise, ne ibadetinde, ne itaatinde ne de sadakatinde Allah'a eş koşmuştur. Onlar bunu inkâr edemezler, çünkü kendi ki-tablan buna şahittir. (The Meaning of the Qur'an, c. I, sh. 113).
8- Kitab'da geçen, 'İbrahim (başlı başına) bir ümmet idi' sözü göstermektedir ki, o vakit dünyada İslâm'a sahip çıkan tek Müslüman, İbrahim idi. Ondan başka herkes küfrün yanındaydı. Normalde bir topluluğun yerine getirebileceği vazifeyi yüklenen O Allah rasulü 'Kendi başına bir mektep' idi. Ayrıca yapı, kuvvet, imanda kararlılık ve kâfirlere karşı durmakta bir topluluktan daha zayıf değildi. (The Meaning of the Qur'an, c. VI, sh. 195).
Hiç şüphe yok ki, Kur'ân, İbrahim'ı çok zaman Önce insanın o günkü basit yaşantısı için Hz. Âdem'in ortaya koymasından sonra Allah'ın yolunu yeryüzünde tesis eden büyük bir insan ve bir peygamber olarak belirtmektedir. Nisa sûresinde şöyle buyrulur: "İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim'in dinine tâbi olan kimseden, din bakımından daha iyi kim vardır? Allah İbrahim'i dost edinmişti." (4: 125). Hz. İbrahim, halilullah yani "Allah'ın Dostu" olarak bilinir. Şüphesiz bu, onun da bir ölümlü olduğu gerçeğinden başka bir anlam taşımaz. Ancak onun imanı saf ve gerçek, ameli kaviydi. Her zaman doğruluk sahibi idi. İlk insan, Hz. Âdem tarafından en basit ve saf şekliyle ortaya konulan İslâm dininin temeli ve kaynağı, İbrahim'dır. Kültür ve medeniyet maddî zenginlik ve güç kazanıp ilerleyince, İslâm Dini onun tarafından tamamen gün ışığına çıkarılmıştır. En sonunda, Hz. Muhammed ile de ilim ve fen çağının, modern dünyanın şafağında, kemâlini bulmuştur.
Kur'ân'da Hz. İbrahim'in başından geçen batınî hâdiseler şöyle anlatılmaktadır: "Yakînen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösteriyorduk: Gece basmca bir yıldız gördü, 'İşte bu benim Rabbim' dedi; yıldız batınca, 'Batanları sevmem' dedi. Ay'ı doğarken görünce, 'İşte bu benim Rabbim' dedi, batınca, 'Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi andol-sun ki sapıklardan olurdum' dedi. Güneşi doğarken görünce de 'Rabbim budur, zira bu daha büyük' dedi. O da batınca, 'Ey Kavmim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım. Ben hanif olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben puta tapanlardan değilim.' dedi" (6: 75-79).
Bu âyetler, İnsanların birçoğunun, kendisinin önderi ve yol göstericisi olarak tanıdığı İbrahim!ın imanını apaçık ortaya koymaktadır. Tabiat güçlerinin gerçeğini şuurlu olarak gözlemiş ve kendi halkının yanlış fikirlerini reddetmiştir. Bunlar "Her gün gözünüzün Önünde olup biten tabiat olaylarıdır. Allah'ın ayetleridir ve size gösterilmektedir. Keza, İbrahim'dan önce de böyleydi. Fakat siz kör kişiler gibi, bunları görmezsiniz. İbrahim ise bunları derin derin düşünmüş ve hakikati görmüştü. Yıldızlar aynı yıldızlar, ay aynı ay, doğan ve batan güneş, aynı güneştir. Fakat siz, onlar doğarken Hakikatten ne kadar uzaksanız, batarken de o kadar uzak kalmaktasınız. İbrahim ise bütün bunlara akıl gözüyle baktığı için Hakikati kavramıştı." Hz. İbrahim'in bu hadisesi, gerçekten meydana geldiğine dair hiçbir şüphe bırakmamaktadır. "Basit cevap şudur ki, insan kafası aynı gözlem tarzıyla her zaman aynı şekilde uyanmamaktadır. Bir olay çok uzun bir süredir aynı Şekilde meydana gelir, birisi onu hergün görmesine rağmen aklını harekete geçirip hiç bir zihnî faaliyet göstermez. Sonra, varolup gelen bu basit hadisenin görülmesinin belirli bir mesele üzerinde zihnî faaliyetin harekete geçmesine sebep olduğu an gelir. Veya, eğer birisinin kafası bir meselenin çözümü ile uğraşıyor iken, aniden gözünün Önünde hep akıp giden belirli bir şeyi görüp farkediverir-se, bu hâdise onun kafasında meseleyi çözmesine yardım edecek zihnî faaliyeti harekete geçirir. İbrahim 'ın hadisesinde de aynı şey meydana gelmiştir (Newton'un başına elma düşmesi hadisesinde olduğu gibi). Yıllardır geceler gelip geçmekte, yıldızlar, ay ve güneş doğup, batmaktaydı; fakat bir gece bir yıldızı gözlemesi, onda tevhid hakikatinin merkezine ulaştıran zihnî faaliyeti harekete geçirdi. O güne kadar varamadığı kemale ulaştı. Yıldızlara, aya ve güneşe tapılması meselesi üzerinde düşünmekteydi, çünkü bu, o toplumun diniydi ve bütün hayat düzeni buna dayanıyordu. Sonra bir gece yıldızın gözlemi, aniden onda, bu meseleyi çözmesine yardım edecek, zihnî faaliyetin harekete geçmesini sağladı." (The Meaning of the Qur'an, c. VI, sh. 125-132).
Bu, Kur'ân'ın insanları davet ettiği düşünüş tarzıdır. Böylece tabiat güçleri içinde Allah'ın çeşitli âyetlerini gözlemleyerek bütün bu âyetlerin ardındaki gerçeğe ait bilgiye sa-hib olabilir ve Allah'ın Birliği İnancına ulaşırlar. Kendilerini ferdî ve sosyal yönlerden değiştirirler. İbrahim'in hadisesi, insanın dikkatli bir gözlem ve gördüklerini düşünmesiyle hayatın görünen yanlarının ardındaki esas Gerçeğe nasıl ulaşabileceğinin tipik bir örneğidir. Araştıran bir kafa, tabiatın bu çeşitli yanlarının ardında bir bilgi hazinesinin gizli olduğunu bulacaktır. Onu, tabiatm serpilmiş güçlerinin içinde toplayacak ve bütün insanlığın istifadesi için, sadece dikkatli bir gözleme ve düşünen bir kafaya ihtiyaç vardır.