- İnsanları Tevhid İlkesine Uymaya Davet

Adsense kodları


İnsanları Tevhid İlkesine Uymaya Davet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 26 August 2012, 12:06 pm GMT +0200
İnsanları Tevhid İlkesine Uymaya Davet

Kur'ân'ın aşağıdaki âyetleri, insanoğlunu, ha­yat sisteminin gelişmesi, ilerlemesi ve refaha kavuşması için kesinlikle hayati önem taşıyan istikrar ve dengeye sahip olmak yolunda kâinatın tüm diğer varlıklarıyla uyum içinde davranmaya davet etmektedir.

"Güneş ve ayın hareketi bir hesaba göredir. Bitkiler ve ağaçlar uyup O'nun buyruğuna bo­yun eğerler. O. göğü yükseltmiştir, tartıyı koymuştur. Artık tartıda tecavüz etmeyin. Tartmayı doğru yapın, tartıyı eksik tutma­yın." (55: 5-9).

Bu âyetler Tevhid ilkesinin kâinattaki yüceli­ğine, büyüklüğüne ve bunun sonucu olarak kâinatın bütün sistem ve unsurlarındaki öz­gün denge, disiplin, nizam ve istikrara dikkat çekmektedir. Her şey kendisi için hazırlanmış ve hesap edilmiş olan seyrini takip eder ve onların hiçbiri bu düzenden bir sapma göster­mez. Hepsi Yaratıcıları ve Hâkimlerinin em­riyle Tevhid ilkesine bağlıdırlar ve hiç birinin buna karşı çıkma gücü yoktur.

Ancak, insanın durumu farklıdır, insana hare­ket özgürlüğü verilmiştir. O yukarıdaki âyetlerde verilen öğütleri tutmak; istikrar, gü­venlik ve refah istiyorsa hayat sisteminde âyetlerde anlatılana benzer bir denge kurmak seçeneğinde tamamıyla kendi tercihi ile baş-başa bırakılmıştır.

Diğer yandan, bu yolu tamamen reddedebilir ve kendi isteği doğrultusunda bir başka yol seçebilir; fakat eğer Öyle yaparsa, yeryüzünde gelişme ve refaha kavuşma için bir ön şart olan denge ve İstikrara hayat sistemi içinde asla ulaşamaz.

İnsanoğlu diğer yollarla geçici refah ve ilerle­meye kavuşabilir. Ancak bu dengesizlik duru­mu nedeniyle çelişen çıkarlar çevresini kuşa­tır; tüm kâinattaki dengenin aksine olan bu durum eninde sonunda ona ve tüm hayat sis­temine sınıf çatışması, karşılıklı düşmanlık­lar, baskı, adaletsizlik, kaos ve karışıklık orta­mı vasıtasıyla zarar verip, tahribat yapar.

Bu kuvvetli uyarı insanoğluna, kâinattaki denge ve istikrar durumunun tamamen kâinattaki bütün unsurların Tevhid İlkesine boyun eğmesine bağlı olduğunu hatırlatır. Güneş, ay ve yıldızlar kendileri için tespit edilmiş yörüngelerden biraz sapsalar bütün kâinatın düzeni bozulur ve istikrar ve dengesi tahrip olur.

Kâinatın bir parçası olan insan da hem Tevhid'den başka yollara uyup hem de hayatında­ki normal dengeyi sürdürmeye devam ede­mez. Hayatında doğru dengeyi tutturması için içinde yaşadığı genel sistemle uyum göster­mesi gerekmektedir. Bunu kabule kâinattaki diğer unsurlar gibi zorlanmadığı bir hakikat­tir; ona seçme özgürlüğü verilmiştir. Eğer kâinatın geri kalanının yaptığı gibi Tevhid il­kesine boyun eğerse, bunun meyvelerini top­lar; istikrarı, dengeyi ve refahı temin eder.

Tevhid ilkesine karşı gelip, bu evrensel ilkeyi kâinatın geri kalan unsurlarının zıddına ihlal eder etmez; insanoğlunun kendi içindeki de­ğişik unsurlar kendi nisbi haklan ve çıkarları için çatışmaya başlar. Bu durum insanoğlu­nun hayatının huzur ve istikrarını yok ederek tüm insanlık sistemlerinin gelişme ve refahını tehlikeye atar.

Din-ül İslâm evrensel ilkelerini ve ebedi de­ğerlerini Tevhid kavramından alır. Allah'ın Elçisi insanları değişen değerleri ve hayat sis­temlerini içselleştirebilmeleri ve özümseye-bilmeleri konularında eğitip, terbiye etmek gayesiyle kendi şeriatı ile gelmiştir. Onun şeriatında insanoğlu, hem kâinata hakim Tevhid ilkesi uyarınca Aliah ile yakın ilişkide bulunabilir, hem de hayat sistemlerini yer ve zaman bakımından değişen durumlara uyum­lu şekilde tutabilir.

Hz. Peygamberin vefatı ile birlikte pey­gamberler devri sona erdiğinden O'nun üm­meti hayat sistemlerini zaman ve yer değişik­liklerinin taleplerine ve ihtiyaçlarına uygun olarak değiştirebilmek için mubaşirat (manevi sezgi) ve içtihad şeklindeki özel yöntemlerle donatılmıştır.

Müslümanlar bu yöntemleri gerektiği şekilde kullandıkları, Vahiy ve sünnet kaynakların­dan ilham ve rehberlik aldıkları sürece, hayat sistemlerinin çeşitli unsurları arasında doğru dengeyi bulabilmişlerdir. Bu denge onları ye­ni fikirlere, bilgilere ve fenlere karşı arzulu ve daima dinamik tutmuştur. Ancak Din'in özü­nü kaybettikten sonra daha önce yaşamış insanları ve onlardan sonra gelenlerin oluştur­dukları gelenekleri taklit başlamıştır ki; bun­lar hepsi vahiyden bir kısım değil insanların kendi kanaatleri idi ve müslümanlara zaman ve mekânın değişen şartlarına uyumlu deği­şiklik imkânlarını vermemekte idi.

Bunun sonucu olarak sadece Müslümanların Allah ile olan şahsi bağları kopmakla kalma­mış, aynı zamanda onların hayat sistemlerinin dengesi (mizanı) de bozulmuştur. Böylece ye­ni fikirlerin, yeni akımların ve yeni bilimlerin akışı da engellenerek bütün hayat sistemlerin­de tefessüh ve durgunluk başlamıştır.