meryem
Thu 17 February 2011, 12:51 pm GMT +0200
İnşa'-Tasvir-Tesviye/İstiva
Kur'an'da 'yaratılış'la ilgili kavramların önemlilerinden olan İnşa', 'Ne-Şe-E' fiil kökünden gelir; 'ne şe e’, 'çıkmak, kaynaklanmak, doğmak, meydana gelmek, yetişmek, gelişmek', 'an' edatıyla kullanıldığında 'çıkmak', 'İnşa" kelimesinin fiili olan 'En-Şe-E' ise, 'yaptı, meydana getirdi,, terbiye etti, çıkardı, yetiştirdi' demektir. [170]
Kur'an'da bir 'neş'e-i ulâ'dan, bir de 'neş'e-i uhra' dan sözedilir. 'Neşe-i ulâ', yani 'ilk çıkış' topraktandır: “O sizi daha iyi bilir, sizi yerden neş'et ettirdiği zaman (Necm: 32)”. 'İnşa", insanlar için kullanıldığı gibi, insanın dışındaki varlıklar, özellikle bitkiler ve insanlarla ilgili olarak da ayrıca 'toplumlar, kavimler' hakkında kullanılır. “Çardaklı ve çardaksız bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurma, ekin, zeytinleri, narları -birbirine benzer ve benzemez biçimde- inşa eden O'dur (En'am: 14)”. “Zalim olan nice şehirleri kırıp geçirdik ve arkalarından başka bir topluluk inşa ettik (Enbiya; 11).”
'İnşa' kavramı yaratma aşamasında, ister insan, ister bitkiler, ister kavimlerle ilgili kullanılsın, ilk temelin, ilk tohumun atılıp, ilk oluşumun başladığı andan, büyüyüp yetişme dönemleri de dahil olmak üzere, gelişmenin tamamlandığı noktaya kadar uzanır. Türkçede bu kavram en güzel şekilde 'inşaat' kelimesiyle açıklanabilir. Bilindiği gibi, 'inşaat' yapılarla ilgili olarak kullanılır ve temelin atılmasından yapının tamamlanmasına kadar geçen dönemi içine alır. Bu bakımdan, Hrtşa" kavramında, 'meydana getirmek, yetiştirip büyütmek ve terbiye etmek' anlamlarının hepsi sözkonusudur.
Gece uykudan namaz için kalkmak da Kur'an'da 'naşie’ kelimesiyle ifade edilmiştir; bununla, uykudan uyanıp kalkmanın bir bakıma yeniden dirilmek veya yerden bitmek şeklinde değerlendirildiğini anlıyoruz. Yine, yağmur yüklü bulutların oluşumu da, Allah'ın bir 'înşa'sı olarak anılmaktadır (Ra'd; 12).
Açıklamaya çalıştığımız ilk ‘inşa"nın dışında, bir de 'son inşa" vardır ki, Kur'an'da buna 'en-neş'et’ül-uh-ra' denilir. Nasıl insanlar veya bitkiler yerden bitirilmekte, tohumlarından çıkıp büyüyerek insan veya bitki halini almaktaysa, insanlar öldükten sonra yeniden inşa' edilecek, yeni baştan yaratılacaklardır. Bu, “Onları bir şekilde inşa' eder ve bakireler kılarız(Vakıa: 35)” ayetinde ifade olunduğu gibi, niteliğini tam bilemediğimiz daha değişik bir inşa'dır.
İnşa', 'bir yazı veya makale yazmak' anlamında da kullanılır; düz yazı şeklinde güzel makale veya yazı yazanlara da münşi' denilir. Yaratılışla ilgili inşa"nın, kâinat aynı zamanda bir kitap olduğundan, yazma anlamındaki inşâ' ile tabiî olarak çok yakın bir bağlantısı vardır.
Tasvir 'suret'le ilgilidir. 'Suret'se 'SVR' harflerinden oluşur ve 'gözlere görünüp, üzerinde bulunduğu nesnenin başkaları arasından seçilmesine neden olan nakışlar' demektir. Bu da iki şekilde olur: Biri istisnasız herkesin ve hattâ çoğu hayvanların da seçebildiği surettir; diğeri ise, ancak belirli kişilerin seçebildiği anlam ve kavrayış gibi belirli nitelikleri içine alan surettir. [171] Bu her iki şekle de Kur'an'da işaret olunmaktadır:
“Andolsun sizi yarattık, sonra size suret verdik, sonra da “meleklere 'Adem'e secde edin” dedik (A'rai: 11).”
“O size, rahimlerde dilediği gibi suret verendir (A. İmran: 6)”. “Size suret verdi, ne güzeldir suretiniz ve varışı nız O'nadır (Teğabün: 3)”.
İnsanın bir görünen sureti, şekli olmasının yanısıra, bir de onu diğer varlıklardan ayıran bir sureti vardır. Bu hem dış görünüşünde olduğu gibi, hem de “Allah Adem'i kendi suretinde yarattı” [172] hadisinde ifade olunduğu üzere, Allah'ın yalnızca insana verdiği, 'irade, bilgi' gibi niteliklerindedir. Yani, Allah sıfatlarının çoğunu belli ölçülerde kâinattaki varlıklarda yansıtırken, bunları ayrıca bir de insanda yansıtmıştır. İnsana düşen bu sureti koruması ve 'maymunlara, domuzlara' dönmemesidir.
Kur'an'da geçen sur kelimesinin de 'suret'le çok yakından bağlantısı vardır. Bilindiği gibi sur, Kıyamet günü ve ölümden sonra dirilme anında üfürülecek olan bir 'boru'dur. Dikkat edilirse, bu boru üfürülünce insanlar kabirlerinden kalkacak, yani yeniden cesetleriyle hayat bulacaklar, inşa' olunacaklardır. İşte sur'a, insanların yeniden inşa' ve tasvir olunmaları, yeniden suret kazanmaları, 'ruhların cesetlerine dönmeleri'yle ilgili olarak sur dendiği ve surda bütün insanların suretlerinin bulunduğu haberlerde gelmiştir.[173] Yani, sur bütün insanların suretini kendinde barındıran bir 'şey' dir; onların suretlerinden oluşmaktadır; bu yüzden sur üfürülür üfürülmez insanlar kabirlerinden kalkacak, inşa', olunacak, suretlerini yeniden kazanacaklardır.
Tesviye, yaratılışın bir başka özelliğini ifade eden ve seviyy kelimesini anlatırken belirttiğimiz gibi, ’Se-Vi-Ye - doğru ve düzgün oldu' fiilinden gelen bir kavramdır. 'Eşitlik' anlamına gelen 'müsavat' kelimesi de aynı köktendir. Müsavat, 'tıpatıp uygunluk, ölçüde, tartıda denklik' ifade eder. 'Bu dirhem bu dirheme eşittir', 'bu elbise şu elbiseye denktir' derken, karşılaştırılan nesneler arasında ya değer, ya fiat, ya da bir başka özellik açısından aynılık bulunduğunu ifade ederiz. [174]
İşte, 'se vi ye' fiilinin 'tef'îr babından gelen tesviye de, 'eşitleme, düzenleme, düzgün yapma, yerli yerince ve kararınca meydana getirme' anlamlarını ifade eder. İnsan yaratılmış, tasvir edilmiş ve tesviye olunmuştur; yani her organı yerli yerince, gönderildiği yeryüzüne bütünüyle uyabilecek şekilde, eli ayağına, başı vücuduna, burnu yüzüne, kolları bedenine ve kavrayışı hayatına denk gelecek şekilde yaratılmıştır. Sözgelimi, insan acıkma hissi duyar ve tabiatta açlığını giderecek her türlü yiyecek bulunduğu gibi, bu yiyeceği elde edecek kapasitede zekası, gücü ve organları vardır; ağzına aldığı lokmayı çiğneyecek dişleri, öğütecek midesi vardır. Bunun gibi, insan yeryüzündeki hayatını sürdürebilmesi için, gerek kendi içinde, gerekse çevresiyle tam bir uyum ve denklik içinde yaratılmıştır ki, işte bu tesviyedir; 'denk ve uygun yaratma, denkleştirme, her şeyi yerli yerince ve kararınca yapma' demektir.
Kur'an'da insanın tesviye edilip, içine Allah'ın ruhundan üflendiği, göklerin de tesviye olunduğu anlatılır. İnsanın tesviyesi yukarıda belirttiğimiz gibidir; yani insan yapısı itibariyle Alîah'ın ruhundan alabilecek nitelikte bir varlık olarak yaratılmıştır. Gök de tesviye olunmuş (Naziat: 28), yani hem 'yedi gök haline getirilmiş'(Bakara: 29), hem de gerekli her türlü donanımla donatılmış, sözgelimi 'yıldızlarla süslenmiştir' (Saffat: 6).
Kur'an'da tesviye veya seviyy'le ilgili ve aynı kökten gelen kelimelerden biri de istivadır. İstiva, birinci anlamı yönüyle 'eşit olmak, birbirine denk olmak’ demektir: “De, görenle kör bir olur mu, ya da karanlıklarla nur bir midir? (Ra'd: 16)”; “Hiç mü'min olan kâfir olan gibi midir? Bir değillerdir (Secde: 18).” Kur'an' da bu şekilde karşılaştırmalar çoktur; sözgelimi, “mü'mirilerden oturanlarla Allah yolunda cihad edenlerin (Nisa: 95), pisle temizin, dirilerle ölülerin, bilenlerle bümeyenlerin(Zümer: 9), fethinden önce infak edip savaşanlarla, fetihten sonra infak edip savaşanların (Hadid: 10), Cennetliklerle Cehennemliklerin (Haşr; 20)” bir olamayacakları ifade edilir.
İstiva'nın bir diğer anlamı 'dimdik olmak, denk olmak, kendi içinde doğru olmak' demektir. Sözgelimi, Kur'an-ı Kerim, İslâm'ın Mekke'de doğup gelişmesini ve sonunda fethe ulaşmasını bir doğuş ve yükseliş olarak nitelerken, mü'min topluluğu da filizini çıkarıp, güçlenip kalınlaşan, sonra da gövdesinin üzerinde dimdik dikelen, yani göğe doğru boy atan bir ekine benzetir ki, bu benzetmede gövdesi üzerinde 'dimdik olmak, dikelmek' anlamında 'istiva' kullanılır (Feth: 29).
İstiva bir diğer anlamıyla 'doğruca yönelmek' demektir; bu anlamda 'ilâ' edatıyla birlikte kullanılır ve dolayısıyle belli bir yöne işaret eder. Bu yönelme doğrudan doğruya ve dümdüz bir yönelmedir. Sözgelimi, Kur'an'da, 'Allah'ın yeri yarattıktan sonra duman halinde bulunan göğe yöneldiği' ifade olunur (Fussılet: ll; Allah-ü Tealâ bu göğe yönelişinin sonucunda, duman halinde bulunan göğü 'yedi gök' halinde tesviye etmiş ve her bir göğe işini vahyetmiştir (Bakara: 29, Fussılet: 12).
İstiva, 'alâ' edatıyla da kullanılır. İslâm tarihinde bu kelime dolayısıyle büyük tartışmalar olmuştur. Bazı bilginler, Allah'ın istivasını kolları ve bedeniyle bir insanın bir şeye yönelmesi ve bir şey üzerine oturması gibi anlama yanlışlığına düşmüşlerdir. Bu tür yanlışların temeli Kur'an'ı parça parça ele almak, ayetleri birbirlerinden kopuk biçimde değerlendirmek ve Kur'an'ı Kur'an'a tefsir ettirememektir. Oysa Kur'an'da gerçek gün gibi ortadadır. Allah Kendisi'ni bir bakıma insanların anlayabileceği bir biçimde sunarken, bu sunuştan cisimli bir varlık anlayışının çıkarılmaması için de başka ayetlerde daha değişik tanımlamalarda bulunmaktadır. İşte, istiva kelimesi aynı anlama geldiği halde, değişik edatlarla ve değişik bablarda (sigalarda) kullanılarak bir gerçeğin çok çeşitli yönlerini muhteşem bir biçimde ifade etmektedir. Allah her şeyi düzgün yapar, her şeyi yerli yerine oturtur ve bir hikmet çerçevesinde meydana getirir. Allah yerleri yaratmış, sonra duman halindeki göğe istiva etmiş ve onu yedi gök haline getirmiştir. Buradaki sonralıklrın bizim anladığımız anlamda zaman bakımından bir sonralık olmadığını belirtmek için Allah, zamanın nasıl izafî olduğunu bir günü bin yıla veya elli bin yıla denk saymakla belirtmekte, O'nun istivasının cisimsel bir istiva olmadığını, Kendisi gibi hiç bir şeyin bulunmadığını, insanlara kendilerinden daha yakın olduğunu, lâtîf(her yerde hazır, her yere nüfuz eder,) habîr, muhit (herşeyden haberdar ve herşeyi kuşatır) olduğunu belirterek açıklamaktadır. Kur'an'da, Allah'ın gökleri ve yeri yarattıktan sonra Ârş'a istiva ettiğinden sözedilir:
“Sonra Ârş'a istiva etti, geceyi gündüze bürür (A'raf: 54)”.
“Sonra Arş'a istiva etti, emri düzenler, yerine getirir (Yunus: 3)”.
“O gökleri ve yeri altı günde yarattı ve sonra Arş'a istiva etti(Hadid: 4)”.
Bu ayetlerde ifade olunan gerçekle, insanî açıdan “Güçlü çağına erip, istiva edince, kendisine ilm ve hikmet verdik (Kasas: 14)” ayetinde ifade olunan gerçek arasında herhangi bir, fark yoktur. İstiva hukm, hikmet ve ilim alabilecek duruma gelmek ve bu hukm ve ilimle 'emr'i yerine getirmeğe girişmektir. Emr'i anlatırken, Allah ve insan açısından ne anlama geldiğini belirttik.
Allah Arş'a istiva etmekle, gökleri ve yeri ilm ve hükmüyle, hikmet dairesinde, yani nasıl gerekiyorsa o şekilde yönetmeğe başlamış demektir. Bu bakımdan, arş bir bakıma Allah'ın tahtı olmaktadır; yani, nasıl bir hükümdarın tahta oturması ülkesini yönetmeğe başlamasını simgeliyorsa, Allah'ın Arş'a oturması, yani ona istiva etmesi de ülkesini (mülk) yönetmeğe, dilediği biçimde yönetmeğe başladığını simgeler. Yani, Arş, Allah'ın tahtıdır, emrinin, hükümdarlığının merkezidir. Buradan, hükümdarlığın temel şartının ilim ve hikmet sahibi olmak gerektiği de ortaya çıkmaktadır. İşte, Kur'an ayetleri böylesine içice bir örgü halindedir. [175]
[170] Y. Kamus, 'NŞE' md.
[171] Müfredat, 289.
[172] Sahih-i Buharl Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, DİB y. IX, 77.
[173] Müfredat, 290; . Kuteybe, a.g.e. 25.
[174] Müfredat, 251.
[175] Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları: 203-209.