- İnançlarını yiyen insanlar

Adsense kodları


İnançlarını yiyen insanlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 19 November 2010, 01:44 pm GMT +0200
İnançlarını Yiyen İnsanlar


“Aç insan inancını yer.” Victor Hugo

 Zaman küresinin içinde geçmişle gelecek arasında bir yerdeyiz. Yaşadığımız tarihi kırılmalarla birlikte Kur’an “Hâlâ akletmeyecek misiniz?” diye soruyor. Etrafımızda ardı arkası kesilmeyen çözülmeler bir ur gibi toplumlara yayılıyor. İnsanın doyumsuz yanları şiddetle zihnini tırmalarken, dünya akıl almaz katliamların tanığı oluyor. Ekonomik krizler, sosyal adaletsizlikler bir çığ gibi düşüverince “insan” denen aciz varlığın üzerine, nedendir bilinmez “değerleri” de alt üst oluyor.

Bedensel ve ruhsal açlığı olan insanlar inançlarını yiyorlar. Karnı aç biri artık hiçbir korku taşımadan rahatlıkla hırsızlığa teşebbüs edebiliyor. Yahut menfaati icabı kişi, pervasızca yalana / hileye yeltenebiliyor. Yürürlükteki kanunların yaptırım gücü ise günden güne zayıflıyor. Bireyler arasındaki söz vermeler itibar görmüyor çünkü; ahitlere vefa gösterilmiyor. Her alandaki hak ihlalleri önü alın(a)maz hale geldi. Emanetlere riayet gösterilmiyor. Namazlarına gevşeklik gösteren müslümanların sayıları artıyor. Allah’ın rızası için verdikçe artacağından emin olan kalpler azalıyor. Toplumsal huzuru sağlamak adına iş başındakilerin görevlerine liyakat göster(e)medikleri gözleniyor. “Mal cimride, silah korkakta, fikir zayıfta olursa düzen bozulur.” diyen Hz. Ebubekir’in sözü tam da günümüzü tasvir ediyor.

İnsanlığın “ortak değerleri” olarak adlandırılan kriterlerde gasb/ entrika/ şiddet vs. nahoş davranışlar yasaklanırken ve hiçbir sistem bunu haklı saymazken, bu öğretileri kabullendiğini söyleyen bireyler neden bunlara gölge düşürürler? “Kriz zamanları insanların inançlarının sınandığı zamanlardır.” İnandığı değerleri zorda kaldığında çiğneyenler nasıl bir kimlik sahibidirler? Benimsediği değerlere sadakat göstermeyen kişilerde ahlaki bir sorunun var olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Çünkü insanların davranışlarına şekil veren içlerinde taşıdıklarıdır. Onların hareket yönünü belirleyen salt bilgileri değildir. Vahyin süzgecinden geçen her bilgi zihin ve kalpte birlikte yer edinmemişse, yani kişilerin ahlakını oluşturacak boyuta ulaşmamışsa bunlara ters düşecek yönde gidilmesi an meselesi olur. Gerek insanın gerekse de toplumların fen bilimlerinde ulaştıkları seviye, ahlaki faziletleriyle eş değer olmadıkça onların “ilerlemiş” oldukları doğru bir tespit değildir.

Müslümanın imanı zarar gördüğünden amelleri de bozulma göstermiştir. Kendisine iman edilen “şeyin” mahiyeti yeterince kavranmayınca ufacık sarsıntıda hasar oluşabilir. İç dinamizmi sağlam olmayan bireylerin ruh dünyaları karanlıktır. Küçük parıltılar onu aydınlatmaya kâfi değildir. Psikolojik sıkıntıların büyük artış gösterdiği çağımızda, içteki boşluğu dolduracak kalbi yatıştıracak elzem şeyler aranmaktadır. “Onlar ki, iman etmişlerdir ve kalpleri Allah’ın zikri ile huzura kavuşur. Bilmiş olun ki kalpler ancak Allah’ı zikirle yatışır.” (Rad / 28) İşte toplumları felaha götürecek tek çözüm, evrenin sahibine hiçbir şüphe duymadan teslim olmaktır. Kimi zaman Müslüman bireylerin de böylesi ruhi çatışmaların içine düştükleri görülebilir. Bu, Allah’ı layıkıyla an(a)mamaktan, O’nun emirlerini dosdoğru hayata uyarlayamamaktan kaynaklanır. Kendisini bu görevinden uzaklaştıracak engellere / hilelere mağlup olması kişiyi böylesi çözülmelere sürükler.

Toplumların geçirmekte oldukları buhranların en büyük etkeni, inandıkları hakikatleri yaşam standartlarına yerleştirememiş olmalarıdır. Dağılmış hayatlarının her parçasında ödün verilen her değer, garantilemeye çalıştıkları geleceklerini aslında kaybetmeleri demektir. Çünkü inançlarında zayıflık gösteren insanlar uçuruma daha yakındırlar. Fıtrata aykırı olan tutumlar insanı mutsuz kılar. Yaşam biçimiyle, savunulan öğretiler arasında bir çatışma varsa ve bu günbegün artıyorsa artık sosyal bir sorun haline gelmiş demektir. Sadakatin yitirildiği ortamlar maddi / manevi açlığın göstergeleridir. Gönlü aç bir insanın, karnının tok olması toplumsal dengenin korunmasını sağlamaz. Mühim olan kalbin tertemiz bir azıkla doyurulmasıdır. Bu ancak “fıtratın kelama dönüşmüş hali olan Kur’an” ile sağlanır. Ruhu sükûna ermiş olan insan, inancında sebat eder.

“Rabb’inden sana ne vahyolunuyorsa onun ardından git.” (Ahzab / 2) Bu ilahi emir huzurun ve en kârlı kazancın kapısını aralar. Dünya nimetleri kişinin içinde bir hırs oluşturmamışsa, onun inancına yakışmayacak bir tavır içine girmesi söz konusu değildir. Öylesi bireyler inandıkları emirleri, zorda kaldıklarında ört bas etmek yerine imanlarını pekiştirmek adına aleyhlerine sonuçlanacağını bilseler dahi hakikatten yüz çevirmezler. Çünkü her halükârda, (“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaç kimselersiniz. “ [Fatır / 15] ) O’na  muhtaç olduklarını bildiklerinden, O’ndan istemeye yüzleri tutsun diye bu hatayı işlemekten uzak durmaya çalışırlar. “Allah için hakkı ayakta tutan”(Maide / 8)müminlerden olmak için azmederler. Ölürken tıpkı Victor Hugo gibi “Ben Allah’a inanıyorum, ahirete de  iman ediyorum. Hayatım bunun en büyük kanıtıdır.” diyerek, bunun huzur ve emniyetine erişebilmek için inandığı değerlere sadık kalmaya gayret sarfederler. Çünkü “Tanrı’nın gözleri önünde yaşadıklarını unutmazlar.”(Nietzche) Bu düşünceyi zihinlerde diri tutacak tek etken, vahyin teyid ettiği ilimle aklı ve kalbi sağlam kılmaya çalışmaktır.

 

 
Raziye Tekgül