- İnanç, Çanakkale ve Ötesi

Adsense kodları


İnanç, Çanakkale ve Ötesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Thu 18 March 2010, 03:02 pm GMT +0200
İnanç, Çanakkale ve Ötesi

Çanakkale zaferi tarihin zirvesine diktiğimiz ölümsüz bir abide, kanımızla yazdığım iz silinmez bir kitabe, yüreklerimizi heyecan ve iftihar dalgasıyla kabartan ebedi bir kahramanlık destanıdır.

Çanakkale, Müslüman Türk’ün yenilmezliğini, bütün dünyaya bir kere daha ilan eden muhteşem bir zaferdir.

Evet, Çanakkale ne kutlu bir yerdi ki, böyle bir kahramanlık destanına sahne oluyordu.

Tarihe insanlık adına şan ve şerefle dolu nice hatıralar bırakan, düşmanlarımızın korkulu rüyası koca imparatorluk yavaş yavaş gurup ediyordu. Üç kıtaya hükmeden o koca dev çöküyordu. Fakat imparatorluğun bu durumu bile düşmanlarımızı korkutuyordu. Tek kurtuluş çaresi “Hasta adam”ın vücudunun ortadan kaldırılmasıydı. Yani Müslüman Türk Milleti tarihten silinmeliydi. Ve bu karar uygulamaya konularak dörtbir taraftan taarruzu geçiliyor, birbiri ardına gelen Trablusgarb ve Balkan harplerine maruz bırakılıyor, şanlı tarihimiz kara bulutlarla örtülmek isteniyordu.

İşte bunlardan biri de 18 Mart 1915 de Çanakkale’de vuku buluyordu. Milli şairimiz bu olayı şöyle dile getiriyor:

“Eski dünya, yeni dünya, bütün akvamı beşer,
Kaynıyor kum gibi tufan gibi mahşer mahşer,
Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında,
Ostralyayla beraber bakıyorsun, Kanada,
Çehreler başka, lisanlar başka, deriler rengarenk,
Sade bir hadise var ortada, vahşetlere denk.”
(M. A.) .

Evet! bu adeta bir hac!, ordusuydu. Çehreleri derileri, lisanları bambaşka insanlar vatanımıza, Çanakkalemize saldırıyorlardı. ileri sürdükleri sebepte Rusya’ya yardım etmekti.

Sözde Rusya’ya yardım maksadıyla Çanakkale’ye saldıranlar, Müslüman Türkün yenilmez ve geçilmez iman dolu göğsü ile karşılaştılar. Müthiş bir boğaz harbi başlamıştı. Anadolu’ nun kalbi Çanakkale’de atıyordu. Vatanı ve milleti uğruna canını seve seve vermeye hazır olan Mehmetçik, şanlı destanlarına bir destan daha eklemeye hazırlanıyordu. “Ser”den geçecek, fakat vatanına namahrem eli değdirmeyecekti.

Canını dişine takan Mehmetcik düşmanı boğazdan bir adım ileri geçirmemeye adeta yemin etmişti. Anadolu bozkırının o zamana kadar deniz görmemiş çocukları, kırk yıldır denizlerde savaşmış ve pişmiş kişilere has becerileriyle zırhlı düşman gem ilerine geçiş hakkı tanımıyordu.

Gelibolu’da şimşekler çakıyor, atılan bombalar, elleri, kolları, bacakları koparıyor gözleri fırlatıyordu. Sözü burada yine milli şairimize bırakalım:

“Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin:
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her lağamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir; savrulur enkaz-ı beşer...”
................

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak
Boşanır sırtlara vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü tesis-i İlahi o metin istihkam.


(M.A.)

Bir düşman subayı Mehmetçiğin bu kahramanlığı karşısında daha sonra söyle diyecektir:
“Türk askeri gibi ölüme gülerek giden bir askerİ başka hiçbir millette bulamazsınız.”

Acaba Türk askerini böyle ölüme gülerek götüren sebep ne idi. Bilmem bunu idrak edebiliyormuyuz.

Çanakkale’de akıllara durgunluk veren savaş, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Savaşanların Saadet asrındaki müslümanlarla aynı ruh yapısına sahip olduklarını isbat eder gibi Asr-ı Saadetteki Ebu Akil (r.) hadisesi Yüce Yaratıcı tarafından, biraz değişikliklerle Çanakkale ‘de de sahneye konuluyordu. Türkiye’nin ilk hastabakıcısı Bayan Safiye Hüseyin anlatıyor:

“Çanakkale’de facialar kopuyordu. Ölüler ve yaralılar devamlı artıyordu. Yaralılar için bir gemiyi seyyar hastane yapmaya karar verdik. İşte bu gemiye birgün Bekir Çavuş isminde bir ağır yaralı getirdik. Onu cephenin ön saflarında bulmuştuk. Bir ayağı kangren olmuştu. Hemen seyyar hastanede ameliyat masasına yatırdık. Ayağının birini kestik. Bir tek ayağı kalmıştı. Aynı zamanda çok kan kaybetmişti. Durumu çok tehlikeliydi. Adeta ölmesini bekliyorduk. 0 gece sabaha karşı odamın kapısı hızlı hızlı vuruldu. Kalktım. Dışarıda bir ses:

“Baş hemşire.. baş hemşire” diye bağırıyordu. Hemen giyinip fırladım. Genç bir hastabakıcı:
“Hani bir ayağını kestiğimiz yaralı yok mu?”

“Bekir Çavuş mu?”

“Evet.”

“Ne oldu peki?”

“Kendisine bir hal geldi hemşire. Tek bacağıyla ayağa kalktı. Odanın içinde dolaşmak istiyor.”


Hemen koştum. Bekir Çavuş kesik ayağından kanlar aka aka ayakta dolaşıyordu. Yanına koştum, bileğinden tuttum. Müthiş ateşi vardı.

“Aman Bekir Çavuş” dedim. “Ne yapıyorsun. Bu halde ayağa kalkılır mı hiç?”

Bekir Çavuş kendini kaybetmiş, beni duymuyordu bile. Kendisini hala savaşta zannediyordu.

“Aman” dedi. “Sen ne diyorsun? Emir geldi emir. Emri yerine getirmem lazım. Kalkıp gitmem lazım.” diyordu.

Bekir Çavuşu zorla yatırabildik. Sabaha kadar kollarım izin arasında kaldı. Sabaha karşı gözlerini ebedi âlemde açmak üzere kapamıştı.

Evet...! 0 sahabe—misal Bekir Çavuş son dakikasında bile kesik ayağını, ailesini, çoluk çocuğunu değil, vat anını düşünüyordu. Ölüm anında bile kumandanın emrini yerine getirmekten, kendisine verilen vatan vazifesini yapmaktan başka bir şey düşünmeyen Bekir Çavuş’a bu yüce duygu nereden geliyordu.

“Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir Hilal uğruna, Ya Rab, ne güneşler batıyor.
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker,
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksünki kanın kurtarıyor Tevhid’ i,
Bedr’ in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi...

..................

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
(M.A.)

İşte Çanakkale’yi geçilmez yapan, böyle yüce duygular taşıyan Mehmetciğin, vatanı ve imanı uğruna akıttığı kan deryası olmuştur.

Dur Yolcu!
Bilmeden basıp geçtiğin bu toprak
Bir devrin battığı yerdir,
Eğilde kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme tanı
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme yazık tır, atanı
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı

(M.A.)