meryem
Sat 19 February 2011, 10:10 pm GMT +0200
İmtihan Keyfiyetinin Müşkili Kader ve İlm-i Ezelî
Kader ve İlm-i Ezelî:
Allah Teala'nın bazı vasıflarını anlatırken, herşeyi kuşatan ilminden ve iradesinden bahsetmistik. Görmüştik ki, O, geçmiş gelecek, olmuş olacak herşeyi, her yönü ile ve bütün teferruatlarıyla bi-hakkın bilmektedir ve O'nun iradesi dışında vâki olabilecek en küçük bir hadise, en küçük bir hareket, en küçük bir faaliyet dahî mümkin değildir, îyi yola mı, kötü yola mı girecek diye imtihan olunan insanın, hâricine çıkamayacağı bu ilim ve irade karşısında, imtihanının ve fiilerinin ne kıymeti olabilir? İşte müşkilimiz budur. Bunu daha iyi ortaya koyabilmek için “kader” mevzuunu ayetler ve hadislere göre ele almalıyız. Çünkü Abdulkerîm b. Sem'ânî (d. 506)'nin ifadesiyle: “Kaza ve kader mevzuunda en doğru bilgi kaynağı Kitab ve sünnettir. En doğru hareket de bunlardan ilham alarak tevakkuf etmektir. Bu ilhamla iktifa etmeyerek ileri gitmek, o hududsuz sahada hayrete ve dehşete düşmektir; yoksa kalbe emniyet ve itîmad veren bir hareket değildir. Çünkü kaza ve kader bilgisi Allah Teala'nın kendisine tahsis ettiği bir sırdır ki, önüne çektiği bir perdeyle onu beşerin akıl, idrâk ve her türlü marifet vasıtalarına, hikmet gereği, kapatmıştır.”[1049]
Ehl-i Sünnet ulemâsı, her yaratılanın, huşun kubuh, fayda zarar, zaman mekân ve sevâb ikâb bakımlarından halinin ne olacağı demek olan “kadere iman”ı islâmın inanç esaslarından birisi kabul etmiştir.[1050] Kur'an'ın başından sonuna kadar takdir fikriyle dolu olduğu bir keyfiyyettir.[1051] Allah'ın herşeyi önceden takdiri meselesi, kelâmcıların uydurması olamaz. Çünkü islâmın zuhurundan önce bile hemen hemen aynı düşünce, hususî bir dinî inanca sahib bazı araplar arasında vardı. Hata hamiler çerçevesinin dışında da bu inancın varlığı görülmektedir.[1052] Binaenaleyh bu, aslı Kur'an'da bulunan bir inançtır. Nitekim buyurulur ki:
“Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. Kendinden başkası bunları bilemez. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahî düşmez. Yerin karanlıkları içinde tek bir tane, yaş ve kuru müstesna olmamak üzere hepsi apaçık bir kitabdadır.” [1053] Rivayet tefsircileri Kur'an'daki “apaçık bir kitab” (kitâb-ı mübîn), “İmân-ı Mübîn”, “Ümmü'l-Kitâb” tabirleriyle kastolunanın Levh-i Mahfuz, bir diğer ifadeyle ilm-i ilâhî olduğu hususunda müttefiktirler. Levh-i mahfuz; Allah'ın haber verdiği, kitabında zikrettiği, hakikatini bildirmediği “O mevcuddur." diye inanmamız gereken bir sırdır.[1054] Geçen ayetteki beyana göre herşey onda yazılıdır. Herşeyin adedi, miktarı, var olacağı vakti ve hangi hal üzere öleceği hep kaydedilmiştir.[1055] Râzî, bunun Allah'ın ilmi olduğunu kaydeder ve Zeccâc'dan “Mahlukatı yaratmadan, olacakların nasıl olacağını bir kitabda tesbit etmesi mümkindir,” görüşünü nakleder, ayrıca bunun ne hikmetleri olduğunu da sayar.[1056]
“Yeryüzünde ve nefislerinizde, isabet eden her musibet, onu yaratmamızdan evvel bir kitabda mevcuddur.”[1057] ayetinin tefsirinde şunu da der: “Bu ayet yeryüzündeki bütün hadiselerin ve fiillerimizin, meydana gelmeden önce, levhte tafsilatıyla yazılmış olduğuna delildir.”[1058] Kuşeyrî, bu görüşü Râzî ile paylaşmaktadır.[1059] Zamahşerî Ra'd, 39'daki ümmü'l-kitabı “Her kitabın aslı, o levh-i mahfuzdur. Çünkü her olacak şey onda yazılmıştır.” diye tefsir eder.[1060]
“Allah'ın sizin için yazdıklarını taleb ediniz.” [1061] ayetim de “Mübaşeret ederek, Allah'ın levhte sizin için tesbit etmiş olduğu nesli arayınız.” şeklinde tefsir eder[1062] ki bunlar O' nun mezhebine aykırı tefsirlerdir. Kur'an'da, herşeyin vukuundan evvel tesbit edilmiş olduğuna bir başka delil de şu ayettir[1063]:
“De ki; -bizim başımıza ancak Allah'ın yazmış olduğu şeyler gelir.” [1064] Allah Haber veriyor ki
“Şüphesiz biz herşeyi bir kader ile yaratmışızdır.” [1065] Bu ayet, Kureyş müşrikleri Peygamberimizle kader mevzuunda çekiştikleri zaman nazil olmuştur.[1066] Ayet gösteriyor ki kâinattaki ölçü ve tedbir son derece büyüktür. Kâinatın bunca hadiseleri ve felâketlerle dolu hareketleri, büyük küçük hepsi Kudret eli tarafından idare edilmektedir. Tarihteki her hareket gibi, fertlerin ruhundaki her heyecan, alınan her nefes tamamen vakti tayin edilmiş, yeri belirtilmiş, şartları planlanmış olarak vuku bulur. Büyük hadiseler gibi alınan bir nefes dahi kâinat nizamı bakımından hesab edilmiş ve bir ölçüye bağlanmıştır. Kurak sahrada tek başına bitmiş olan ağaç da oradaki bir ölçüye göre yerleştirilmiştir. Zaman ölçü dahilindedir, mekân ölçü dahilindedir. Uzak çizgiler ötesinde her hadisede, her oluşta, her varışta bu “kader” denilen ölçü vardır.[1067] Âl-î İmran, 110'un bir tefsirine göre, Muhammed Ümmeti, ezelde levh-i mahfuzda en hayırlı ümmet olarak belirtilmişti.[1068] Yusuf (a.s.)'a Cenab-ı Allah tarafından ilham edilen, rüyaların te'vili[1069], hadiselerin önceden, Allah tarafından malum ve mukadder olduğuna bir başka delil değil midir?
Kaderin veçhelerinden biri de “saadet-şakâvet meselesidir. İnsanların, hidâyet üzere mi, dâlelet üzere mi yaşayacakları “her şey” cümlesinden olduğuna göre bunlar da ezelde, henüz insanlar vücud âlemine gelmeden, levhte yazılmış, takdir edilmişti. Binaenaleyh herbir ferdin neticede cennetlik mi, cehennemlik mi olacağı hususu da mukadderdir. Bu hususlar ayetlerde pek sarih olarak görünmemekte ise de birçok hadislerde açıkça beyan buyurulmuştur.
“Gelecek olan o (ahiret) gününde Allah'tan izinsiz hiçbir kimse konuşmaz. Artık onlardan kimi şaki, kimi de sâîddir.” [1070] ayeti bu husustaki ayetlerden kabul edilir. Zamahşeri ayetteki “said” ve “şaki” tabirlerini “Günahından dolayı cehennemi hakeden şakidir, güzel amelinden dolayı cenneti hakeden saîddir.” diye tarif eder.[1071] Mezkur ayet ile
“Onlar mümin olmayacaklar diye adetâ kendine kıyacaksın.” [1072] ayetinin tefsirinde İbn Abbas (r.a.) “Resulullah (a.s.) bütün insanların iman edip, hidayet üzere biat etmelerini hararetle istiyordu. Allah Teala da, ezelde saîd olacağı takdir edilmiş olanlardan başkasının iman edemeyeceğini, şakî olarak belirlenmiş olanlardan başkasının da sapıtmayacağını haber vermiştir.”[1073] der.
Kur'an'da hidayete çok yakın olduğu halde sapıtanlar, mucizelerle zorlansalar da iman etmeyeceklerden haber verilmektedir. Bunlar hep şakâvet alâmeti olarak tefsir edilmiştir. Taberî,
“Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi elbette onlara hayrı duyurur (kulaklarına sokar) dı. Kulaklarına soksaydı bile yine onlar muhakkak ki yüz çevirici olarak arkalarını dönerlerdi.” [1074] ayetini “Allah, eğer, peygamberine vahyettiği şey hususunda onlara anlayış nasîb etseydi yine inanmazlardı. Çünkü Allah Teala onlar için, ezelde, bunlar iman etmeyecekler, diye hükmetmişti ve onlar “şekavet” ile yazılmışlardı.”[1075] şeklinde tefsir eder.
“Eğer gerçekten biz onlara melekleri indirmiş olsaydık, ölüler kendileriyle konuşsaydılar, herşeyi de onlara karşı (senin söylediklerine) kefiller ve şahidler olarak bir araya getirip toplasaydık, onlar, Allah dilemedikçe, yine iman etmezlerdi.” [1076] ayetini “Onlar hakkında ezelde, küfür hükmü olduğu için iman etmezler.” diye yapılan tefsirler nakleder.[1077]
Cehenneme atılanlara ayetleri tekzîb sebebleri sorulduğunda verdikleri cevab da bu babda zikredilen delillerdendir[1078]:
“Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız (şakiliğimiz) bize galebe etmişti. Biz doğru yoldan sapanlar güruhu idik.” [1079] Cenab-ı Allah bazıları ve bazı kerîmler için ezelde saadet murat etmişti[1080]:
“Şüphe yok ki kendileri için bizden en güzel bir saadet takdir edilmiş (sebk etmiş) olanlar, işte bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır.” [1081] Tufan koptuğunda Allah, Nûh (a.s.)'a “Herbirinden ikişer çift ile, aleyhine söz söylenmiş, hüküm verilmişler dışında, aileni ve iman edenleri gemiye yükle.” derken aleyhine söz sebkat etmiş olanları istisna tutmuştur. Bu da O'nun ezelî hükmünün geri çevrilemeyeceğini ilândır.[1082] Bu keyfiyetten dolayı Ehl-i Bedr hakında, levhte, ganimetin onlara helâl olduğu kayıdlı olduğu için[1083] esirlere karşılık almış oldukları fidyeler yüzünden azabtan kurtulmuşlardı.
[1084]
“(Azab geldiği zaman) iman edip de bu imanları kendilerine fayda vermiş bir memleket bulunsaydı yâ! Ancak Yunus'un kavmi müstesnadır.” [1085] Çünkü Cenab-ı Allah'ın ezeli rahmeti onlara yetişti.[1086]
Kur'an'da yer yer geçen “dalaletin, kavlin (sözün) ve Rabbin kelimesinin tahakkuk etmesi” de mevzuumuzla alakalıdır. Tîbî, bu gibi ayetlere istinaden bir nükteden bahseder ; “Demek ki hadiselerin ve eşyanın halleri, kadere ve ezelî ilme kesinlikle muhalif olamaz.”[1087] Kuşeyrî de buna yakın olarak: “Allah Teala olacak şeyleri ve nasıl olacaklarını bilir ve bildiği gibi olmasını murat eder.”[1088]
“Onlar hakkında rabbiyin kelimesi tahakkuk etmiştir.” [1089] ayetinin tefsirini Zamahşerî şöyle yapar: “Allah'ın levhde yazıp, meleklerine haber verdiği, onlar kâfir olarak ölecekler hükmü yerini buldu. Başka türlü olamazdı; bu yazış, bilmen bir şeyin yazışıydı, murat edilen ve takdir edilen birşeyin yazışı değildi. Allah bundan münezzehtir.”[1090] Bu son şık Mutezile'nin kader bahsindeki farklı görüşünü ortaya koymaktadır. Buna göre Allah kullarının fiillerini murat etmemektedir, kullar kendileri irade etmektedirler. Ezelde olacakları bilip yazmak “kader” dir.
Yoksa yazdığı şeyi muradederek yaratmamıştır.[1091] Mutezile'nin bu görüşü kaderi inkâr manasına hamledilemez, onlar bununla, kulların fiillerindeki ilâhî muradı inkâr ediyorlar.
Kader, saadet, şakavet meseleleri bilhassa hadislerde açıkça geçmektedir. Hadis kitablarının birçoğunda “kader” bölümlerinin yer alması bundandır.[1092] Ubâde b. Sâmit (r.a.)'dan ve Übey b. Ka'b (r.a.)'dan mervî bir hadiste Resullülah (a. s.):
“Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona, yaz, dedi. Kalem:
“Ya Rabbi ne yazayım?” diye sordu. Cenab-ı Allah:
“Kıyamet gününe kadarki olacak şeylerin kaderini yaz. dedi.” Resulullah (a. s.):
“Kim bu inanç dışında bir inançla ölürse benden değildir.” Dedi.[1093] Bir başka hadîste:
“Allah, mukadderatı, yerleri ve gökleri yaratmadan elli bin sene önce takdir etmişti.” buyurulur.[1094] Cenab-ı Allah'ın ezelde herşeyi takdir ettiğine inanmak iman esaslarındandır, denirken bilhassa hadislere istinad edilmiştir. Câbir b. Abdullah (r. a.)'ın rivayetinde Peygamberimiz:
“Kişi, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmadıkça iman etmiş sayılmaz.”[1095] buyurulur. Yahya b. Ya'mer'in naklettiği şu hâdise mühimdir: “Kaderi inkâr babında Basra'da ilk söz söyleyen Ma'bedü'l-Cühenî idi. Humeyd b. Abdurrahman el-Himyeri ile hac için veya umre için yola çıkmıştık. Resûlullah'ın ashabından birisine rastlarsak ona, bunların kader hususunda söylediklerini soralım, dedik. Mescide girerken Abdullah b. Ömer'e rastladık. Birimiz sağında, birimiz solunda onu aramıza aldık. Arkadaşımın, benim konuşmamı beklediğini zannederek sordum:
“Ey Ebu Abdurrahman, bizim oralarda, Kur'an okuyup, ilim talim eden bazı insanlar türedi, “Kader yok.” diye iddia ediyorlar, bu yeni bir mesele?” İbn Ömer:
“Eğer onlarla karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan beriyim, onlar da benden beriler.” dedi ve şunu ilave etti:
“Eğer bir kimsenin Uhud kadar altını olsa da onu infâk etse, kadere inanmadıkça infâkını Allah kabul etmez.” İbn Ömer bunu yeminle söyledi. Sonra da Hz. Ömer'den Cibrli hadisini nakletti:
“...İman; Allah'a, meleklerine, kitablarma, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır şer herşeyin Allah'tan olduğuna iman etmektir.”[1096] Kenzu'l-Ummâl'da “Kadere imân tevhidin direğidir.” gibi hadislerin[1097] yansıra Resulullah (a.s.)'ın, ilerde kaderi yalanlayanların olacağını haber veren ve onları zemmeden hadisleri çokça yeralmaktadır.[1098] Buharı ve Müslim'de geçen şu hadis, kaderin tahekkukunu beyan etmektedir:
“Allah'ın insanoğlu için takdir ettiği, zinadan nasibi mutlaka gelip o insanı bulacaktır.” [1099] Allah Teala, takdirini tahakkuk için, akıl sahiblerinin akıllarını, kader yerini bulana kadar, onlardan alır, iş bitince akıllarını geri iade eder de onlar yaptıklarına pişman olurlar.[1100]
Allah'ın Resulü, insanların hangilerinin cehennemlik, hangilerinin cennetlik olduğunun evvelden beri belli olduğunu bildirmiştir.[1101] Hz. Ali, Leyi, 7. ayeti okurken:
“Herkes ne için yaratılmışsa, kendisine o kolaylaştırılır. Saadet ehlinden olana, sadet ehlinin ameli kolaylaştırılır, şekavet ehlinden olana şekavet ehlinin ameli kolaylaştırılır” demiştir.[1102]
Hz. Âdem (a.s.)'dan zürriyetinin çıkarılıp, onlardan ahd alınması hakkındaki ayetin [1103] tefsirinde zikredilen hadise göre, Allah Teala, tâ o zamandan insanların bir kısmının cehennem için, belli bir kısmının da cennet için yaratmıştır.[1104] Berzah alemindeki bu takdir, çocuk ana karnındayken gelir onu bulur. İbn Mesud (r. a.)'ın rivayet ettiği hadiste, Cenab-ı Resul bunu haber verir;
“Herbirinizin ana karnında yaratılması kırk günde tamamlanır, sonra 'alaka, daha sonra mudğa (et parçası) olur. Sonra, Allah, dört şeyi yazması için ona bir melek gönderir. O dört şey, rızkı, eceli, ameli, saîd mi şakî mi olduğudur. Daha sonra ona ruh verilir. Kendisinden başka tanrı olmayana yemin derim ki, sizden biri cennetle aralarında bir arşın kalana kadar cennet ehlinin amelini işler de mukadderatı onu geçer ve sonunda cehennem ameli işleyerek cehenneme girer. Diğer biri de neredeyse cehenneme düşecek kadar, cehennem ehlinin amellerini işler de kaderi ona galip gelir ve sonunda cennet ameli yaparak cennette girer.”[1105] Bu kader inancına istinaden Hz. Ali, kendisini birkaç defa namaza uyandıran, Resûlullaha, kalkıp da namaz kılamadığı için, “Ey Allah'ın Resulü, bizim nefsimiz Allah'ın elindedir, bizi uyandırmak dilerse uyanırız.”, bir başka rivayette de “Vallahi biz ancak Allah'ın bizim için takdir ettiği namazı kılabiliriz, nefsimiz O'nun elindedir” demişti de Resûlullah (a.s.) hiç cevab vermeden, ellerini dizlerine vurarak “Gerçekten insan çok münakaşadan mücadelecidir.” [1106]ayetini okumuş ve gitmişti.[1107] Hadiselerdeki bu kader çocukken ölenleri bile içine almaktadır. Aişe annemizden gelen şu iki hadis, kaderi alabildiğine açık ortaya koymaktadır:
“Bir çocuk ölmüştü, dedim ki:
“Ne mutlu ona şimdi o bir cennet kuşudur.” Resûlullah:
“Sen bilmiyor musun ki Allah cenneti yarattı, cehennemi yarattı, sonra herbirine ehiller yarattı, buyurdu.” [1108]
“Yâ Resûlullah, müminlerin küçükken ölen çocuklarının hali nedir?”,
“Babalarının yeridir.”,
“Amelleri olmadığı halde mi?”,
Allah, yaşasaydılar, onların ne yapacaklarını pek iyi bilir.”,
“Yâ Resûlullah, ya müşriklerin çocukları?”,
“Babaları gibi.”
“günah işlemedikleri halde mi?” Resûlulah buyurdu ki:
“Yaşasaydılar ne yapacaklarını Cenâb-ı Allah pek iyi bilir.”[1109] Bu manada kader, mutezilenin reddettiği kaderdir. Bu yüzden onlar Resûlullah'ın zemmettiği “fcaderiyye” olarak kabul edilirler.
“Kur'an'a Göre İman Esasları” adlı doktora tezinde Hocamız Hüseyin Atay kadere imanın ne Kur'an'da ne de, itikadı hususlarda delil olabilecek, hadislerde, İslâm'ın iman esaslarından biri olmadığını savunmuştur. Hocamızın bu görüşüne katılamıyoruz. O, ayetleri ele alırken hiç alışmadığımız bir tarzda ele almakta[1110] ve mesela “Bize yalnız Allah'ın yazdığı isabet eder” [1111] ayetini “Ameli hayatta muvaffakıyetsizliğe uğrandığı zaman, müminlerin çalışma şevklerinin kırılmaması ve hayattan yılmamaları için bu gibi felâketlerin, Allah'ın yazdığı ilâhî kanunlara uygun olduğunu söyleyerek Allah, münafıklara karşı müminleri avutmuştur.”[1112] şeklinde anlamıştır. Türkcemizde “avutmak” daha ziyade sahtekârlıkla oyalama manasına kullanıldığı için, muhtemelen burada başka bir mana yerinde kullanılmıştır. Öyle bile olsa bu, Kur'ân'daki hiçbir ayet için kabul edemiyeceğimiz bir tarzdır. Hernekadar, Kur'an'da çok sarîh “kader” ifadesi yoksa da yukarda da geçtiği gibi o manayı tazammun eden birçok ayetleri vardır. Bu husustaki hadislerin hepsi âhâd olabilir[1113] ama şuna dikkat etmek gerek ki, kader hadisleri mana itibarıyla mütevâtirdirler.[1114]
Kader, insanlar için bir problem olduğu gibi, değişip değişemeyeceği de kader içinde ayrı bir problem olmuştur. Bu problem
“Allah dilediğini mahveder, (siler, vücûda getirmez), dilediğini vücûda getirir. Ana kitab onun nezdindedir.” [1115] ayetinin bi-hakkın anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır. Bazı alimler, bu ayete dayanarak ve bazı hadislerle de deliller getirerek kaderin değişebileceğini; bazı alimler de, ayetin kader hakkında olmadığını ve kaderin değişmeyeceğini, başka ayetler ve hadislerle isbata çalışmışlardır.[1116] Bu hususta, ikna edici bir izah yapmak ve iki taraftan birini seçivermek hiç kolay değil. Kaderin değişmeyeceğini ileri sürenler, uluhiyyeti değişiklikten tenzih gayretiyle; değişeceğini ileri sürenler, keza uluhiyyeti kullara kaderle icbardan tenzih gayretiyle hareket etmektedirler. İki görüşten birini tercin edemediğimizden onu da kader içinde bir problem, bir sır olarak terkediyoruz.
Resûlluh (a.s.) ümmetini, kaderle ilgili münakaşalara girmekten şiddetle men etmiştir.[1117] Hz. Ömer'in, kaderle ilgilenen bir müslümanı sürdüğü, herkesin malumudur. İlk zamanlar kader, müslümanlar için bir teselli kaynağı ve bir iman esası olarak yer almıştır. Zaten temenni edilen de budur. “Madem, derinlemesine araştırılması mahzurlu bir meseleydi de niçin, kader gibi ezelî bir tesbitin varlığı insanlara haber verildi?” sorusunun cevabı yine Kur'an'da yer almıştır:
“(Gerek) yerde, (gerek) nefislerinizde herhangi bir musibet meydana gelmemiştir ki bu, bizim onu yaratmamızdan evvel mutlaka bir kitabda (yazılmış) tır. Şüphesiz ki bu Allah'a kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana tasalanmayasınız, O'nun size verdiğiyle şımarmayasınız, diye (yazmış)tır...” [1118] Resullulah (a.s.)'ın, şu hadisinde demek istediği de budur:
“Kim Allah'ın kaderdeki sırrını bilirse, musibetler ona hafif gelir.” İnsan şu dört sebebten dolayı, vuku bulan şeyin, olmaması ihtimalinin bulunmadığını bilirse, başına gelen musibet ve nahoş şeyler karşısında daha metîn olur, gam ve kederi alabildiğine hafifler; birincisi, Allah o şeyin olacağını biliyordu, ikincisi, onun olmasını murat etti, üçüncüsü, kudreti onun olmasına taalluk etti, dördüncüsü, Allah o şeyin olmasını, yalan çıkması mümkin olmayan bir kelâmla hükmeti. Binaenaleyh o mutlaka olacaktır.[1119] Buhakikatlerin ışığında kader, ağır alınyazıları olanlar için bir teselli pınarıdır, onlara dayanıklılık ve sabır veren bir kaynaktır. Başa gelenlerin sabırla karşılanması gerektiğini işaret eden büyük bir sırdır. Allah'ın yaratıcılık sırrıdır.[1120]
[1049] K. Miras - A. Naim, 12/225.
[1050] Maturidî, 305-314; Şabûni, 181; A. Kâri, 13; İbn Teymiye, 1/404; Kelâbâzî, 73; K. Miras-A. Naim, 12/220; A. H. Akseki, İslâm, 283; M. Ebû Zehra, 227, 345.
[1051] M. İkbâl, 126.
[1052] İzutsu, 125.
[1053] En'am: 6/59.
[1054] Rıza, 7/471-472.
[1055] Taberî, 7/137; 8/124.
[1056] Râzî, 13/11; 16/85; 31/18; RM., 10/115.
[1057] Hadîd: 57/22.
[1058] Râzî, 29/237.
[1059] Kuşeyrî, Letâif, 3/236.
[1060] Zamahşeri, 3/363.
[1061] Bakara: 2/187.
[1062] a. g. e., 1/338.
[1063] Râzî, 16/85; RM., 10/115.
[1064] Tevbe: 9/51.
[1065] Kamer: 54/49.
[1066] Taberî, 27/65.
[1067] S. Kutub, 27/102 - 104.
[1068] Râzî, 8/177 - 178; Şevkâni, 1/371; RM., 4/27.
[1069] Yusuf: 12/6.
[1070] Hûd: 11/105.
[1071] Zamahşerî, 2/293..
[1072] Şuarâ: 26/3.
[1073] Heysemi, 7/85, sıka ravîlerle
[1074] Enfal: 8/23.
[1075] Taberî, 9/140.
[1076] En'am: 6/111.
[1077] RM., 8/2.
[1078] Râzi, 23/124; RM., 18/67.
[1079] Mü’min: 40/106.
[1080] Kuşeyri, Letâif, 4/196; MR., 17/97.
[1081] Enbiya: 21/101.
[1082] Kuşeyrî 3/137.
[1083] Taberi, 10/32.
[1084] Enfal: 8/68.
[1085] Yunus: 10/98.
[1086] Kuşeyrî, 3/116.
[1087] RM., 8/108; 22/213.
[1088] Kuşeyri, 2/225; 3/94.
[1089] Yunus: 10/96.
[1090] Zamahşerî, 2/41; 2/253; 2/394
[1091] İbnul-Müneyir, 2/384
[1092] Meselâ bkn. Heysemî, 7/185 - 220
[1093] Ebû Davud, Sünnet, kader babı, (4/226); Îbnu'l-Esir, Câmi'ul - Usûl, 10/106.
[1094] Tirmizi Kader, 18 (4/458).
[1095] a. g. e., Kader, 10 (4/451).
[1096] Müslim, İman, 1 (1/36); Ebu Davud, Sünnet, Kader babı, (4/223); Nesai, İman (8/97).
[1097] Muttaki Hindî, 1/93;
[1098] a. g. e., 1/104, 105, 117; Tirmizi, Kader, 13 (4/454); Maturîdî, 315.
[1099] Buharî, Kader, 8 (4/99): Müslim, Kader, 5 (4/2046); Ebu Davud, Nikâh, (2/246).
[1100] Muttaki Hindi, 1/96.
[1101] Buharî, Kader, l (4/98); Müslim, Kader, l (4/2041); Ebu Davud, Sünnet, Kader babı (4/228)
[1102] Buharî, Kader, 3 (4/98); Müslim, Kader, 1 (4/2039); Ebu Davud, Sünnet, Kader babı (4/223)ç Tirmizî, Kader, 3 (4/445); Muvatta, Kader, (2/208).
[1103] A'raf: 7172.
[1104] Muvatta, Kader, (2/207); Tirmizî, Tefsir, 8 (5/266); Ebu Davud, Sünnet, Kader, (4/227).
[1105] Buharî, Kader, 1 (497); Müslim, Kader, l (4/2036); Tirmizî, Kader, 4 (4/446).
[1106] Kehf: 18/54.
[1107] Buharî, Tehccüd, 5 (1/135);. Müslim, Sadati'l - Müsâfirîn, 28 (1/538); Nesâî, (3/205).
[1108] Müslim, Kader, 6 (4/2050); Nesâî, Cenâiz, (4/57); Ebu Davud, Sünnet, 4/229.
[1109] Buharı, Kader, 2 (4/98); Ebu Lavud, Sünnet, Kader. (4/229).
[1110] H. Atay, 89-95.
[1111] Tevbe: 9/51.
[1112] a. g. e., 94
[1113] a. g. e., 91-92.
[1114] M. Sabri, Mevkıfu'l-'Akl, 3/350.
[1115] Ra'd: 13/39.
[1116] Râzî, 2/42-48; Taberî, 13/111, 114; RM., 13/170-172; Kuşeyri, Letâif, 3/234; S. Nursî, Lemalar, 95; Muttaki Hindî, 2/281, Kütüb-i Sitte hadislerini birarada görmek için bkn. Îbnu'l-Esîr, Câmi'u'l - Usûl, 6/446,11/521 - 523, 539-540.
[1117] Heysemi, 7/201 - 202, Kütüb-i Sitte'deki “Kader” kısımları.
[1118] Hadîd: 57/22-23.
[1119] Râzi, 29/238.
[1120] Allaha İnanma ve İnsanlık, S. Karakoç, 83.