- İmtihan Keyfiyetinin Müşkili Kader ve İlmi Ezelî

Adsense kodları


İmtihan Keyfiyetinin Müşkili Kader ve İlmi Ezelî

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
meryem
Sat 19 February 2011, 10:10 pm GMT +0200
İmtihan Keyfiyetinin Müşkili Kader ve  İlm-i Ezelî

Kader ve İlm-i Ezelî:

 Allah Teala'nın bazı vasıflarını anlatırken, herşeyi kuşatan ilminden ve iradesinden bahsetmistik. Görmüştik ki, O, geçmiş gelecek, olmuş ola­cak herşeyi, her yönü ile ve bütün teferruatlarıyla bi-hakkın bilmektedir ve O'nun iradesi dışında vâki olabilecek en küçük bir hadise, en küçük bir hareket, en küçük bir faaliyet dahî mümkin değil­dir, îyi yola mı, kötü yola mı girecek diye imtihan olunan insanın, hâricine çıkamayacağı bu ilim ve irade karşısında, imtihanının ve fiilerinin ne kıy­meti olabilir? İşte müşkilimiz budur. Bunu daha iyi ortaya koyabilmek için “kader” mevzuunu ayetler ve hadislere göre ele almalıyız. Çünkü Abdulkerîm b. Sem'ânî (d. 506)'nin ifadesiyle: “Ka­za ve kader mevzuunda en doğru bilgi kaynağı Kitab ve sünnettir. En doğru hareket de bunlardan ilham alarak tevakkuf etmektir. Bu ilhamla iktifa etmeyerek ileri gitmek, o hududsuz sahada hay­rete ve dehşete düşmektir; yoksa kalbe emni­yet ve itîmad veren bir hareket değildir. Çünkü kaza ve kader bilgisi Allah Teala'nın kendisine tahsis ettiği bir sırdır ki, önüne çektiği bir perdeyle onu beşerin akıl, idrâk ve her türlü marifet vasıtalarına, hikmet gereği, kapatmıştır.”[1049]

Ehl-i Sünnet ulemâsı, her yaratılanın, huşun kubuh, fayda zarar, zaman mekân ve sevâb ikâb bakımlarından halinin ne olacağı demek olan “kadere iman”ı islâmın inanç esaslarından birisi kabul etmiştir.[1050] Kur'an'ın başından sonuna kadar takdir fikriyle dolu olduğu bir keyfiyyettir.[1051] Allah'ın herşeyi önceden takdiri meselesi, kelâmcıların uydurması olamaz. Çünkü islâmın zuhurundan önce bile hemen hemen aynı düşün­ce, hususî bir dinî inanca sahib bazı araplar ara­sında vardı. Hata hamiler çerçevesinin dışında da bu inancın varlığı görülmektedir.[1052] Bina­enaleyh bu, aslı Kur'an'da bulunan bir inançtır. Nitekim buyurulur ki:

“Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. Kendinden başkası bunları bile­mez. Karada ve denizde ne varsa hepsini O bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahî düşmez. Yerin karanlıkları içinde tek bir tane, yaş ve kuru müs­tesna olmamak üzere hepsi apaçık bir kitabdadır.” [1053] Rivayet tefsircileri Kur'an'daki “apaçık bir kitab” (kitâb-ı mübîn), “İmân-ı Mübîn”, “Ümmü'l-Kitâb” tabirleriyle kastolunanın Levh-i Mahfuz, bir diğer ifadeyle ilm-i ilâhî oldu­ğu hususunda müttefiktirler. Levh-i mahfuz; Al­lah'ın haber verdiği, kitabında zikrettiği, hakika­tini bildirmediği “O mevcuddur." diye inanmamız gereken bir sırdır.[1054] Geçen ayetteki beyana göre herşey onda yazılıdır. Herşeyin adedi, mik­tarı, var olacağı vakti ve hangi hal üzere öleceği hep kaydedilmiştir.[1055] Râzî, bunun Allah'ın il­mi olduğunu kaydeder ve Zeccâc'dan “Mahlukatı yaratmadan, olacakların nasıl olacağını bir kitabda tesbit etmesi mümkindir,” görüşünü nakleder, ayrıca bunun ne hikmetleri olduğunu da sayar.[1056]

“Yeryüzünde ve nefislerinizde, isabet eden her musibet, onu yaratmamızdan evvel bir kitabda mevcuddur.”[1057] ayetinin tefsirinde şu­nu da der: “Bu ayet yeryüzündeki bütün hadise­lerin ve fiillerimizin, meydana gelmeden önce, levhte tafsilatıyla yazılmış olduğuna delildir.”[1058] Kuşeyrî, bu görüşü Râzî ile paylaşmakta­dır.[1059] Zamahşerî Ra'd, 39'daki ümmü'l-kitabı “Her kitabın aslı, o levh-i mahfuzdur. Çünkü her olacak şey onda yazılmıştır.” diye tefsir eder.[1060]

“Allah'ın sizin için yazdıklarını taleb edi­niz.” [1061] ayetim de “Mübaşeret ederek, Allah'ın levhte sizin için tesbit etmiş olduğu nesli arayınız.” şeklinde tefsir eder[1062] ki bunlar O' nun mezhebine aykırı tefsirlerdir. Kur'an'da, her­şeyin vukuundan evvel tesbit edilmiş olduğuna bir başka delil de şu ayettir[1063]:

“De ki; -bi­zim başımıza ancak Allah'ın yazmış olduğu şey­ler gelir.” [1064] Allah Haber veriyor ki

“Şüphesiz biz herşeyi bir kader ile yaratmışızdır.” [1065] Bu ayet, Kureyş müşrikleri Peygam­berimizle kader mevzuunda çekiştikleri zaman nazil olmuştur.[1066] Ayet gösteriyor ki kâinatta­ki ölçü ve tedbir son derece büyüktür. Kâinatın bunca hadiseleri ve felâketlerle dolu hareketleri, büyük küçük hepsi Kudret eli tarafından idare edilmektedir. Tarihteki her hareket gibi, fertlerin ruhundaki her heyecan, alınan her nefes tamamen vakti tayin edilmiş, yeri belirtilmiş, şartları plan­lanmış olarak vuku bulur. Büyük hadiseler gibi alınan bir nefes dahi kâinat nizamı bakımından hesab edilmiş ve bir ölçüye bağlanmıştır. Kurak sahrada tek başına bitmiş olan ağaç da oradaki bir ölçüye göre yerleştirilmiştir. Zaman ölçü dahi­lindedir, mekân ölçü dahilindedir. Uzak çizgiler ötesinde her hadisede, her oluşta, her varışta bu “kader” denilen ölçü vardır.[1067] Âl-î İmran, 110'un bir tefsirine göre, Muhammed Ümmeti, ezelde levh-i mahfuzda en hayırlı ümmet olarak belirtil­mişti.[1068] Yusuf (a.s.)'a Cenab-ı Allah tarafın­dan ilham edilen, rüyaların te'vili[1069], ha­diselerin önceden, Allah tarafından malum ve mukadder olduğuna bir başka delil değil midir?

Kaderin veçhelerinden biri de “saadet-şakâvet meselesidir. İnsanların, hidâyet üzere mi, dâlelet üzere mi yaşayacakları “her şey” cümlesinden olduğuna göre bunlar da ezelde, henüz insanlar vücud âlemine gelmeden, levhte yazılmış, takdir edilmişti. Binaenaleyh herbir ferdin neticede cen­netlik mi, cehennemlik mi olacağı hususu da mu­kadderdir. Bu hususlar ayetlerde pek sarih olarak görünmemekte ise de birçok hadislerde açıkça beyan buyurulmuştur.

“Gelecek olan o (ahiret) gününde Allah'tan izinsiz hiçbir kimse konuşmaz. Artık onlardan kimi şaki, kimi de sâîddir.” [1070] ayeti bu husustaki ayetlerden kabul edilir. Zamahşeri ayetteki “said” ve “şaki” tabirlerini “Günahından dolayı cehennemi hakeden şakidir, güzel amelinden dolayı cenneti hakeden saîddir.” diye tarif eder.[1071] Mezkur ayet ile

“Onlar mü­min olmayacaklar diye adetâ kendine kıyacak­sın.” [1072] ayetinin tefsirinde İbn Abbas (r.a.) “Resulullah (a.s.) bütün insanların iman edip, hidayet üzere biat etmelerini hararetle istiyordu. Allah Teala da, ezelde saîd olacağı takdir edilmiş olanlardan başkasının iman edemeyeceğini, şakî olarak belirlenmiş olanlardan başkasının da sa­pıtmayacağını haber vermiştir.”[1073] der.

Kur'an'da hidayete çok yakın olduğu halde sapıtanlar, mucizelerle zorlansalar da iman etmeyeceklerden haber verilmektedir. Bunlar hep şakâvet alâmeti olarak tefsir edilmiştir. Taberî,

“Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi elbette on­lara hayrı duyurur (kulaklarına sokar) dı. Kulak­larına soksaydı bile yine onlar muhakkak ki yüz çevirici olarak arkalarını dönerlerdi.” [1074] ayetini “Allah, eğer, peygamberine vahyettiği şey hususunda onlara anlayış nasîb etseydi yine inanmazlardı. Çünkü Allah Teala onlar için, ezel­de, bunlar iman etmeyecekler, diye hükmetmişti ve onlar “şekavet” ile yazılmışlardı.”[1075] şeklinde tefsir eder.

“Eğer gerçekten biz onlara melek­leri indirmiş olsaydık, ölüler kendileriyle konuşsaydılar, herşeyi de onlara karşı (senin söyledik­lerine) kefiller ve şahidler olarak bir araya getirip toplasaydık, onlar, Allah dilemedikçe, yine iman etmezlerdi.” [1076] ayetini “Onlar hakkın­da ezelde, küfür hükmü olduğu için iman etmez­ler.” diye yapılan tefsirler nakleder.[1077]

Cehenneme atılanlara ayetleri tekzîb sebebleri sorulduğunda verdikleri cevab da bu babda zik­redilen delillerdendir[1078]:

“Ey Rabbimiz, bed­bahtlığımız (şakiliğimiz) bize galebe etmişti. Biz doğru yoldan sapanlar güruhu idik.” [1079] Cenab-ı Allah bazıları ve bazı kerîmler için ezelde saadet murat etmişti[1080]:

“Şüphe yok ki kendileri için bizden en güzel bir saadet takdir edilmiş (sebk etmiş) olanlar, işte bunlar cehen­nemden uzaklaştırılmışlardır.” [1081] Tu­fan koptuğunda Allah, Nûh (a.s.)'a “Herbirinden ikişer çift ile, aleyhine söz söylenmiş, hüküm ve­rilmişler dışında, aileni ve iman edenleri gemiye yükle.” derken aleyhine söz sebkat etmiş olanları istisna tutmuştur. Bu da O'nun ezelî hükmünün geri çevrilemeyeceğini ilândır.[1082] Bu keyfiyet­ten dolayı Ehl-i Bedr hakında, levhte, ganimetin onlara helâl olduğu kayıdlı olduğu için[1083] esirlere karşılık almış oldukları fidyeler yüzünden azabtan kurtulmuşlardı.

[1084]

“(Azab geldi­ği zaman) iman edip de bu imanları kendilerine fayda vermiş bir memleket bulunsaydı yâ! An­cak Yunus'un kavmi müstesnadır.” [1085] Çünkü Cenab-ı Allah'ın ezeli rahmeti onlara ye­tişti.[1086]

Kur'an'da yer yer geçen “dalaletin, kavlin (sö­zün) ve Rabbin kelimesinin tahakkuk etmesi” de mevzuumuzla alakalıdır. Tîbî, bu gibi ayetlere is­tinaden bir nükteden bahseder ; “Demek ki hadi­selerin ve eşyanın halleri, kadere ve ezelî ilme ke­sinlikle muhalif olamaz.”[1087] Kuşeyrî de buna yakın olarak: “Allah Teala olacak şeyleri ve na­sıl olacaklarını bilir ve bildiği gibi olmasını murat eder.”[1088]

“Onlar hakkında rabbiyin kelimesi tahakkuk etmiştir.” [1089] ayetinin tefsirini Zamahşerî şöyle yapar: “Allah'ın levhde yazıp, meleklerine haber verdiği, onlar kâfir olarak öle­cekler hükmü yerini buldu. Başka türlü olamazdı; bu yazış, bilmen bir şeyin yazışıydı, murat edilen ve takdir edilen birşeyin yazışı değildi. Allah bun­dan münezzehtir.”[1090] Bu son şık Mutezile'nin kader bahsindeki farklı görüşünü ortaya koymak­tadır. Buna göre Allah kullarının fiillerini murat etmemektedir, kullar kendileri irade etmektedirler. Ezelde olacakları bilip yazmak “kader” dir.

Yoksa yazdığı şeyi muradederek yaratmamıştır.[1091] Mutezile'nin bu görüşü kaderi inkâr mana­sına hamledilemez, onlar bununla, kulların fiille­rindeki ilâhî muradı inkâr ediyorlar.

Kader, saadet, şakavet meseleleri bilhassa ha­dislerde açıkça geçmektedir. Hadis kitablarının birçoğunda “kader” bölümlerinin yer alması bun­dandır.[1092] Ubâde b. Sâmit (r.a.)'dan ve Übey b. Ka'b (r.a.)'dan mervî bir hadiste Resullülah (a. s.):

“Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir. Ona, yaz, dedi. Kalem:

“Ya Rabbi ne yazayım?” diye sordu. Cenab-ı Allah:

“Kıyamet gününe kadarki ola­cak şeylerin kaderini yaz. dedi.” Resulullah (a. s.):

“Kim bu inanç dışında bir inançla ölürse ben­den değildir.” Dedi.[1093] Bir başka hadîste:

“Al­lah, mukadderatı, yerleri ve gökleri yaratmadan elli bin sene önce takdir etmişti.” buyurulur.[1094] Cenab-ı Allah'ın ezelde herşeyi takdir ettiğine inanmak iman esaslarındandır, denirken bilhassa hadislere istinad edilmiştir. Câbir b. Abdullah (r. a.)'ın rivayetinde Peygamberimiz:

“Kişi, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmadıkça iman etmiş sayılmaz.”[1095] buyurulur. Yahya b. Ya'mer'in naklettiği şu hâdise mühimdir: “Kade­ri inkâr babında Basra'da ilk söz söyleyen Ma'bedü'l-Cühenî idi. Humeyd b. Abdurrahman el-Himyeri ile hac için veya umre için yola çıkmıştık. Resûlullah'ın ashabından birisine rastlarsak ona, bunların kader hususunda söylediklerini soralım, dedik. Mescide girerken Abdullah b. Ömer'e rast­ladık. Birimiz sağında, birimiz solunda onu ara­mıza aldık. Arkadaşımın, benim konuşmamı bek­lediğini zannederek sordum:

“Ey Ebu Abdurrah­man, bizim oralarda, Kur'an okuyup, ilim talim eden bazı insanlar türedi, “Kader yok.” diye iddia ediyorlar, bu yeni bir mesele?” İbn Ömer:

“Eğer onlarla karşılaşırsan, haber ver ki ben onlardan beriyim, onlar da benden beriler.” dedi ve şunu ilave etti:

“Eğer bir kimsenin Uhud kadar altını ol­sa da onu infâk etse, kadere inanmadıkça infâkını Allah kabul etmez.” İbn Ömer bunu yeminle söy­ledi. Sonra da Hz. Ömer'den Cibrli hadisini nak­letti:

“...İman; Allah'a, meleklerine, kitablarma, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır şer herşeyin Allah'tan olduğuna iman etmektir.”[1096] Kenzu'l-Ummâl'da “Kadere imân tevhidin direğidir.” gibi hadislerin[1097] yansıra Resulul­lah (a.s.)'ın, ilerde kaderi yalanlayanların olaca­ğını haber veren ve onları zemmeden hadisleri çokça yeralmaktadır.[1098] Buharı ve Müslim'de geçen şu hadis, kaderin tahekkukunu beyan et­mektedir:

“Allah'ın insanoğlu için takdir ettiği, zinadan nasibi mutlaka gelip o insanı bulacaktır.” [1099] Allah Teala, takdirini tahakkuk için, akıl sahiblerinin akıllarını, kader yerini bulana kadar, onlardan alır, iş bitince akıllarını geri iade eder de onlar yaptıklarına pişman olurlar.[1100]

Allah'ın Resulü, insanların hangilerinin ce­hennemlik, hangilerinin cennetlik olduğunun ev­velden beri belli olduğunu bildirmiştir.[1101] Hz. Ali, Leyi, 7. ayeti okurken:

“Herkes ne için yaratılmışsa, kendisine o kolaylaştırılır. Saadet ehlin­den olana, sadet ehlinin ameli kolaylaştırılır, şeka­vet ehlinden olana şekavet ehlinin ameli kolaylaştırılır” demiştir.[1102]

Hz. Âdem (a.s.)'dan zürriyetinin çıkarılıp, on­lardan ahd alınması hakkındaki ayetin [1103] tefsirinde zikredilen hadise göre, Allah Tea­la, tâ o zamandan insanların bir kısmının cehen­nem için, belli bir kısmının da cennet için yarat­mıştır.[1104] Berzah alemindeki bu takdir, çocuk ana karnındayken gelir onu bulur. İbn Mesud (r. a.)'ın rivayet ettiği hadiste, Cenab-ı Resul bunu haber verir;

“Herbirinizin ana karnında yaratıl­ması kırk günde tamamlanır, sonra 'alaka, daha sonra mudğa (et parçası) olur. Sonra, Allah, dört şeyi yazması için ona bir melek gönderir. O dört şey, rızkı, eceli, ameli, saîd mi şakî mi olduğudur. Daha sonra ona ruh verilir. Kendisinden başka tanrı olmayana yemin derim ki, sizden biri cen­netle aralarında bir arşın kalana kadar cennet eh­linin amelini işler de mukadderatı onu geçer ve sonunda cehennem ameli işleyerek cehenneme gi­rer. Diğer biri de neredeyse cehenneme düşecek kadar, cehennem ehlinin amellerini işler de kade­ri ona galip gelir ve sonunda cennet ameli yapa­rak cennette girer.”[1105] Bu kader inancına isti­naden Hz. Ali, kendisini birkaç defa namaza uyan­dıran, Resûlullaha, kalkıp da namaz kılamadığı için, “Ey Allah'ın Resulü, bizim nefsimiz Allah'ın elindedir, bizi uyandırmak dilerse uyanırız.”, bir başka rivayette de “Vallahi biz ancak Allah'ın bi­zim için takdir ettiği namazı kılabiliriz, nefsimiz O'nun elindedir” demişti de Resûlullah (a.s.) hiç cevab vermeden, ellerini dizlerine vurarak “Ger­çekten insan çok münakaşadan mücadelecidir.” [1106]ayetini okumuş ve gitmişti.[1107] Hadiselerdeki bu kader çocukken ölenleri bile içine almaktadır. Aişe annemizden gelen şu iki hadis, kaderi alabildiğine açık ortaya koymaktadır:

“Bir çocuk ölmüştü, dedim ki:

“Ne mutlu ona şimdi o bir cennet kuşudur.” Resûlullah:

“Sen bilmiyor musun ki Allah cenneti yarattı, cehennemi ya­rattı, sonra herbirine ehiller yarattı, buyurdu.” [1108] 

“Yâ Resûlullah, müminlerin küçükken ölen çocuklarının hali nedir?”,

“Babalarının yeri­dir.”,

“Amelleri olmadığı halde mi?”,

Allah, yaşasaydılar, onların ne yapacaklarını pek iyi bilir.”,

“Yâ Resûlullah, ya müşriklerin çocukları?”,

“Ba­baları gibi.”

“günah işlemedikleri halde mi?” Resûlulah buyurdu ki:

“Yaşasaydılar ne yapacak­larını Cenâb-ı Allah pek iyi bilir.”[1109] Bu ma­nada kader, mutezilenin reddettiği kaderdir. Bu yüzden onlar Resûlullah'ın zemmettiği “fcaderiyye” olarak kabul edilirler.

“Kur'an'a Göre İman Esasları” adlı doktora tezinde Hocamız Hüseyin Atay kadere imanın ne Kur'an'da ne de, itikadı hususlarda delil olabile­cek, hadislerde, İslâm'ın iman esaslarından biri olmadığını savunmuştur. Hocamızın bu görüşüne katılamıyoruz. O, ayetleri ele alırken hiç alışma­dığımız bir tarzda ele almakta[1110] ve mesela “Bize yalnız Allah'ın yazdığı isabet eder” [1111] ayetini “Ameli hayatta muvaffakıyetsizliğe uğrandığı zaman, müminlerin çalışma şevkleri­nin kırılmaması ve hayattan yılmamaları için bu gibi felâketlerin, Allah'ın yazdığı ilâhî kanunlara uygun olduğunu söyleyerek Allah, münafıklara karşı müminleri avutmuştur.”[1112] şeklinde an­lamıştır. Türkcemizde “avutmak” daha ziyade sahtekârlıkla oyalama manasına kullanıldığı için, muhtemelen burada başka bir mana yerinde kullanılmıştır. Öyle bile olsa bu, Kur'ân'daki hiçbir ayet için kabul edemiyeceğimiz bir tarzdır. Hernekadar, Kur'an'da çok sarîh “kader” ifadesi yok­sa da yukarda da geçtiği gibi o manayı tazammun eden birçok ayetleri vardır. Bu husustaki hadis­lerin hepsi âhâd olabilir[1113] ama şuna dikkat et­mek gerek ki, kader hadisleri mana itibarıyla mütevâtirdirler.[1114]

Kader, insanlar için bir problem olduğu gibi, değişip değişemeyeceği de kader içinde ayrı bir problem olmuştur. Bu problem

“Allah dilediğini mahveder, (siler, vücûda getirmez), dilediğini vü­cûda getirir. Ana kitab onun nezdindedir.” [1115] ayetinin bi-hakkın anlaşılamamasından kay­naklanmaktadır. Bazı alimler, bu ayete dayana­rak ve bazı hadislerle de deliller getirerek kade­rin değişebileceğini; bazı alimler de, ayetin kader hakkında olmadığını ve kaderin değişmeyeceği­ni, başka ayetler ve hadislerle isbata çalışmışlardır.[1116] Bu hususta, ikna edici bir izah yapmak ve iki taraftan birini seçivermek hiç kolay değil. Ka­derin değişmeyeceğini ileri sürenler, uluhiyyeti değişiklikten tenzih gayretiyle; değişeceğini ileri sürenler, keza uluhiyyeti kullara kaderle icbar­dan tenzih gayretiyle hareket etmektedirler. İki görüşten birini tercin edemediğimizden onu da ka­der içinde bir problem, bir sır olarak terkediyoruz.

Resûlluh (a.s.) ümmetini, kaderle ilgili mü­nakaşalara girmekten şiddetle men etmiştir.[1117] Hz. Ömer'in, kaderle ilgilenen bir müslümanı sür­düğü, herkesin malumudur. İlk zamanlar kader, müslümanlar için bir teselli kaynağı ve bir iman esası olarak yer almıştır. Zaten temenni edilen de budur. “Madem, derinlemesine araştırılması mah­zurlu bir meseleydi de niçin, kader gibi ezelî bir tesbitin varlığı insanlara haber verildi?” sorusu­nun cevabı yine Kur'an'da yer almıştır:

“(Gerek) yerde, (gerek) nefislerinizde herhangi bir musibet meydana gelmemiştir ki bu, bizim onu yaratma­mızdan evvel mutlaka bir kitabda (yazılmış) tır. Şüphesiz ki bu Allah'a kolaydır. (Allah bunu) eli­nizden çıkana tasalanmayasınız, O'nun size verdiğiyle şımarmayasınız, diye (yazmış)tır...” [1118] Resullulah (a.s.)'ın, şu hadisinde de­mek istediği de budur:

“Kim Allah'ın kaderdeki sırrını bilirse, musibetler ona hafif gelir.” İnsan şu dört sebebten dolayı, vuku bulan şeyin, olma­ması ihtimalinin bulunmadığını bilirse, başına ge­len musibet ve nahoş şeyler karşısında daha metîn olur, gam ve kederi alabildiğine hafifler; bi­rincisi, Allah o şeyin olacağını biliyordu, ikincisi, onun olmasını murat etti, üçüncüsü, kudreti onun olmasına taalluk etti, dördüncüsü, Allah o şeyin olmasını, yalan çıkması mümkin olmayan bir ke­lâmla hükmeti. Binaenaleyh o mutlaka olacaktır.[1119] Buhakikatlerin ışığında kader, ağır alınyazıları olanlar için bir teselli pınarıdır, onlara daya­nıklılık ve sabır veren bir kaynaktır. Başa gelen­lerin sabırla karşılanması gerektiğini işaret eden büyük bir sırdır. Allah'ın yaratıcılık sırrıdır.[1120]


[1049] K. Miras - A. Naim, 12/225.

[1050] Maturidî, 305-314; Şabûni, 181; A. Kâri, 13; İbn Teymiye, 1/404; Kelâbâzî, 73; K. Miras-A. Naim, 12/220; A. H. Akseki, İslâm, 283; M. Ebû Zehra, 227, 345.

[1051] M. İkbâl, 126.

[1052] İzutsu, 125.

[1053] En'am: 6/59.

[1054] Rıza, 7/471-472.

[1055] Taberî, 7/137; 8/124.

[1056] Râzî, 13/11; 16/85; 31/18; RM., 10/115.

[1057] Hadîd: 57/22.

[1058] Râzî, 29/237.

[1059] Kuşeyrî, Letâif, 3/236.

[1060] Zamahşeri, 3/363.

[1061] Bakara: 2/187.

[1062] a. g. e., 1/338.

[1063] Râzî, 16/85; RM., 10/115.

[1064] Tevbe: 9/51.

[1065] Kamer: 54/49.

[1066] Taberî, 27/65.

[1067] S. Kutub, 27/102 - 104.

[1068] Râzî, 8/177 - 178; Şevkâni, 1/371; RM.,  4/27.

[1069] Yusuf: 12/6.

[1070] Hûd: 11/105.

[1071] Zamahşerî, 2/293..

[1072] Şuarâ: 26/3.

[1073] Heysemi, 7/85, sıka ravîlerle

[1074] Enfal: 8/23.

[1075] Taberî, 9/140.

[1076] En'am: 6/111.

[1077] RM., 8/2.

[1078] Râzi, 23/124; RM., 18/67.

[1079] Mü’min: 40/106.

[1080] Kuşeyri, Letâif, 4/196; MR.,  17/97.

[1081] Enbiya: 21/101.

[1082] Kuşeyrî 3/137.

[1083] Taberi, 10/32.

[1084] Enfal: 8/68.

[1085] Yunus: 10/98.

[1086] Kuşeyrî, 3/116.

[1087] RM., 8/108; 22/213.

[1088] Kuşeyri, 2/225; 3/94.

[1089] Yunus: 10/96.

[1090] Zamahşerî, 2/41; 2/253; 2/394

[1091] İbnul-Müneyir, 2/384

[1092] Meselâ bkn. Heysemî, 7/185 - 220

[1093] Ebû Davud, Sünnet, kader babı,  (4/226); Îbnu'l-Esir, Câmi'ul - Usûl, 10/106.

[1094] Tirmizi Kader, 18 (4/458).

[1095] a. g. e., Kader, 10 (4/451).

[1096] Müslim, İman, 1 (1/36); Ebu Davud, Sünnet, Kader ba­bı, (4/223); Nesai, İman (8/97).

[1097] Muttaki Hindî, 1/93;

[1098] a. g. e., 1/104, 105, 117; Tirmizi, Kader, 13 (4/454); Maturîdî, 315.

[1099] Buharî, Kader, 8 (4/99): Müslim, Kader, 5 (4/2046); Ebu Davud, Nikâh, (2/246).

[1100] Muttaki Hindi, 1/96.

[1101] Buharî, Kader, l  (4/98); Müslim, Kader, l  (4/2041); Ebu Davud, Sünnet, Kader babı  (4/228)

[1102] Buharî,  Kader, 3   (4/98);  Müslim, Kader,  1 (4/2039); Ebu Davud, Sünnet, Kader babı (4/223)ç Tirmizî, Ka­der, 3 (4/445); Muvatta, Kader, (2/208).

[1103] A'raf: 7172.

[1104] Muvatta, Kader, (2/207); Tirmizî, Tefsir, 8 (5/266); Ebu Davud, Sünnet, Kader,  (4/227).

[1105] Buharî, Kader, 1 (497); Müslim, Kader, l (4/2036); Tir­mizî, Kader, 4 (4/446).

[1106] Kehf: 18/54.

[1107] Buharî, Tehccüd, 5 (1/135);. Müslim, Sadati'l - Müsâfirîn, 28 (1/538); Nesâî, (3/205).

[1108] Müslim, Kader, 6 (4/2050); Nesâî, Cenâiz, (4/57); Ebu Davud, Sünnet, 4/229.

[1109] Buharı, Kader, 2 (4/98); Ebu Lavud, Sünnet, Kader. (4/229).

[1110] H. Atay,  89-95.

[1111] Tevbe: 9/51.

[1112] a. g. e., 94

[1113] a. g. e., 91-92.

[1114] M. Sabri, Mevkıfu'l-'Akl, 3/350.

[1115] Ra'd: 13/39.

[1116] Râzî, 2/42-48; Taberî, 13/111, 114; RM., 13/170-172; Kuşeyri, Letâif, 3/234; S. Nursî, Lemalar, 95; Muttaki Hindî, 2/281, Kütüb-i Sitte hadislerini birarada görmek için bkn. Îbnu'l-Esîr, Câmi'u'l - Usûl, 6/446,11/521 - 523, 539-540.

[1117] Heysemi, 7/201 - 202, Kütüb-i Sitte'deki “Kader” kısım­ları.

[1118] Hadîd: 57/22-23.

[1119] Râzi, 29/238.

[1120] Allaha İnanma ve İnsanlık, S. Karakoç, 83.