- İmanın Özüyle İlgili Üç Esâs

Adsense kodları


İmanın Özüyle İlgili Üç Esâs

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Tue 6 July 2010, 09:29 am GMT +0200
İmanın Özüyle İlgili Üç Esâs



Mişkâtü’l-Mesâbîh’in iman bölümünün büyük günahlar ve nifak alâmetlerine tahsis edilmiş olan ikinci faslında (hısan), Enes b Mâlik radıyallahu anh’ten nakledilen bir hadîs-i şerîf’te Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Üç esâs/tavır imanın özüyle ilgilidir (aslından kaynaklanır):
-Lâ ilahe illellah (Muhammedü’r-resûlullah) diyen kişiden elini ve dilini uzak tutmak; (büyük de olsa) bir günahtan dolayı onu kâfir saymamak, herhangi bir eylem/amelden ötürü de (hemen) İslâm’dan dışlamamak
-(Allah yolunda) cihad; Allah’ın, beni elçi olarak gönderdiği günden, bu ümmetin sonunun Deccâl ile savaşacağı güne kadar yürürlüktedir Ne zâlim bir yöneticinin zulmü ne de âdil bir yöneticinin adâleti onu yürürlükten kaldırmaz
-Kadere inanmak”1

Günün Gerçeği

Hadiste ifade buyrulan her üç konuda, tarihi süreçte görüldüğü gibi günümüzde de çok ciddî sıkıntıların olduğu ve yanlışların yapıldığı inkar edilemez acı bir gerçektir Her müslüman için son derece önemli bu üç ilke ve tavır, ne yazık ki hak ettiği dikkat ve titizlikle özümsenip davranışlara yansıtılabilir durumda değildir Kendi inanç, anlayış ve uygulamasına toz kondurmayan, en küçük bir tenkit yöneltilmesine hoş bakmayan çoğu kişi, öteki dindaşlarına karşı çok cüretkâr ve hoşgörüsüz davranarak onları pek kolay -ya da sorumsuz- şekilde hemen tekfir etmekte, İslâm’dan dışlayıp küfürle suçlayabilmektedir Öteki müslümanların imanının da en az kendi imanı kadar saygıya ve korunmaya layık olduğunu unutup İslam dışı ilan etmekte herhangi bir sakınca görmemektedir Üstüne üstlük bir de bu tür davranmayı sıkı ya da koyu Müslümanlık gereği olarak değerlendirip çevrelerinden takdir ve tebrik bekleyenler bile çıkmaktadır
Öte yandan, içimizdeki kimi cahil ve gafillerin yanında, dışımızdaki kimi kasıtlı kişi ve mihraklar da İslâm’ı ve onun azîz Peygamberi Hz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’i cihad ilke ve uygulaması dolayısıyla “kılıç dini”, “savaş peygamberi” olmakla itham etmektedirler Böyle bir ithamın resmi örneğini, Papa 16 Benedikt, birkaç ay önce sergilemiş bulunmaktadır Kimileri cihad’ın silahlı mücadele anlamından çok, geniş mânasıyla ele alınması gerektiğini söyleyerek -güya- söz konusu suçlamalara cevap vermekte;Müslümanlar arasından kimileri de çıkıp yönetim ve yöneticileri bahâne ederek düşman saldırısına uğrama anında farz-ı ayn, diğer zamanlarda farz-ı kifâye olan cihaddan uzak kalmaya yol aramaktadır Hatta -geçen yüzyılda Hint alt kıtasında görüldüğü gibi- işgalci güçlere karşı kılıçla cihadı emreden hadislerin uydurma olduğunu söyleyen işbirlikçi ulemaya bile rastlanmaktadır Gayr-i Müslim ya da egemen çevrelerin tenkit konusu yaptığı -şeâir dâhil- İslâm’a ait hemen her ilke ve uygulamada, meseleyi yaygınlaştırıp yumuşatan ama esasen konjonktürü kollayan eğilimler de ne yazık ki sıkça görülebilmektedir
Kadere iman konusu ise, müslümanlar arasında başlangıçtan beri küçük bir azınlık tarafından -Kur’an’da yer almadığı gerekçesiyle- karşı çıkılan bir mesele olmuş ve hemen her dönemde ümmet arasında ayrışma/tefrika sebeplerinin başında yer almıştır
Şimdi, hadisimizde imanın özünden kaynaklandığı ve olgunluğunu değil aslını ilgilendirdiği ilan edilmiş bulunan üç konuyu kısa kısa tetkik edebiliriz
İnkâr etmedikçe
Lâ ilahe illellah Muhammedü’r-resûlullah diyen,2 kelime-i tevhidin kapsadığı İslâm hükümlerini benimsediğini açıklayan ve fakat farz olan görev veya görevlerini ihmal edip yerine getirmeyen ya da büyük bir günah işleyen, -söz gelimi, insan öldüren, zina eden- kimse, ihmal ettiği görevlerin farz, işlediği günahların haram olduğunu inkar etmedikçe kesinlikle kâfir sayılmaz İslâm dinini kabul etmeyen, bâtıl sayan ve dalâlet ehlinden olanlar dışında, müslüman olduğunu söyleyen hiç kimse, temelinde inkar bulunmayan herhangi bir amelinden dolayı kâfir olarak nitelendirilemez, İslâm dışına itilemez İmanın gereği budur Hadisimizde bu ilke “elini dilini müslümandan uzak tutmak (el-Keffü ammen kâle lâ ilahe illellah)” diye belirlenmektedir Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin görüşü de budur
Unutulmamalıdır ki din kardeşine, herhangi bir günahını ya da amelini gerekçe edinerek “kâfir demeyi, İslam’dan dışlamayı” helâl sayan kimse, kardeşine yönelttiği küfre bizzat uğrama tehlikesiyle baş başadır Zira İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem;“Müslüman bir kişi din kardeşine, ‘ey kâfir derse’, bu söz ikisinden birine döner Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; yerini bulmuş olur Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner”3 buyurmuştur Yine Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem bir başka hadisinde, “Kim bir adamı ‘ey kâfir’ diye çağırır veya ona ‘ey Allah’ın düşmanı’ derse, o adam da böyle değilse, bu söz, söyleyenin kendisine döner”4 buyurmuş, bu konuda gösterilecek disiplinsizliğin -geri tepmeli silah gibi- ne denli büyük bir tehlike kaynağı olduğunu açıkça duyurmuştur
Lâ ilahe illellah Muhammedü’r-resûlüllah diyen bir kimseye, büyük bile olsa herhangi bir günahından ya da İslam’a aykırı bir iş ve eyleminden dolayı kâfir demek, müslümanlara karşı el ve diline sahip olma ilke ve öğretisine aykırıdır ve gerçekten büyük bir sorumluluktur Çünkü müslüman iken kâfir olan kimseye selâm verilmez, selâmı alınmaz O kimse müslüman bir kadınla evlenemez, evlenmişse boşanması gerekir Ölürse cenazesi yıkanmaz, namazı kılınmaz, hatta müslüman kabristanına defnedilmez Bu sebeple herhangi bir müslümana kesinlikle “kâfir”, “Allah düşmanı” denilmemelidir Asıl güçlü ve olgun iman budur ve takdir edilmesi gerekli tavır da böylesi bir tavırdır
Esasen Müslümanın temel görevi, “ben müslümanım” diyen bir insanı, inkar söz konusu olmadıkça, herhangi bir ihmal/hata ve günah sebebiyle İslam’dan dışlamak değil, onu kardeşçe ve İslâm âdâbına uygun bir tarzda uyarmak, hata ve günahlarından kurtulmasına vesile olmaya çalışmaktır
Cihad
İslâm’da cihad deyince akla geliveren silahlı mücâdele, tıbtaki cerrâhî müdâhale yerindedir Yani cephe cihadına son çâre olarak başvurulur Bu sebeple de pek tabîî hatta zarûrî bir eylemdir Tıpkı hastayı ameliyat etmek gibi imha/öldürme değil ihyâ/yaşatma amaçlıdır İslam tarihi buna şahittir Nitekim, merhum Prof Dr Muhammed Hamidullah’ın (v2002) tespitine göre Hz Peygamber, on yıllık cihad süresinde yaklaşık iki milyon kilometrekare toprağı, toplam 250 düşman askerinin ve 150 kadar müslüman şehidin hayatına bedel olarak İslâm’a açmıştır5 Binaenaleyh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin, “Ben rahmet Peygamberiyim, ben savaş Peygamberiyim” beyânı; kalplerin fethinin, ülkelerin zabtından önce geldiği (fütûhu’l-külûb fütûhu‘l-büldândan evlâdır)ilkesine asla aykırı değildir Zira o, savaşı da rahmet eylemi haline getirmiş, ilâ-yı kelimetullah için son bir çağrı vesilesi ve uygulaması şekline dönüştürmüştür İslâm olma davetini kabul etmeyen ve müslümanlara silah çekenlere karşı savaş yapmıştır İman ettiğini söyleyenlerin hangi hal ve şartta olursa olsun, öldürülmelerini yasaklamıştır Cihadı bir kahramanlık gösterisi veya çapul vesilesi, güncel ifadesiyle sömürü aracı olmaktan çıkarmış, insanların hakkı görebilmeleri ve kabullenmeleri için son çâre olarak uygulamıştır Kadınlara, çocuklara, muhârip olmayan sivil halka, mâbetlere ve din adamlarına dokunmamayı, çevreyi yakıp yıkmamayı ilkeleştirip bir kişinin hidâyetine vesile olmayı, dünyalara sahip olmaktan daha üstün tutmuştur Hatta, hicretin sekizinci yılında gerçekleştirilen Mekke Fethi’ne giderken son resmi geçit esnasında Ensar’ın komutanı Sa’d b Ubâde’nin, Ebû Süfyan’a duyuracak şekilde bağırarak söylediği “Bugün büyük savaş günüdür” cümlesini, Hz Peygamber, “Bu gün merhamet günüdür” diye düzeltmiş, İslâm’da fetihlerin temel hedefinin ve değişmeyen özelliğinin merhamet olduğunu ilan etmiştir Fetih günü, sekiz yıl önce kendisini Mekke’den hicrete mecbur eden putperest Kureyşlileri affetmiş, böylece ne anlamda ve nasıl bir savaş ya da barış peygamberi olduğunu göstermiştir6
Mekke Fethi gününde bizzat Hz Peygamber tarafından “hicretin bittiği” fakat cihad ve cihad niyetinin devam ettiği” bildirilmiştir Bu devam eden ilke, yöneticilerin zâlim ya da âdil olmasına bakılmadan yani baştakiler bahane edilmeden yaşanması “iman gereği” olan bir temel eylemdir Allah yolunda cihad ilkesi, yeryüzünde hiçbir müslümanın kalmadığı güne kadar, hadisin ifadesiyle “ümmetin sonunun Deccal ile savaşmasına” kadar sürecektir
Kadere İman
Cibril hadisi’nde açıkça ve vurgulu bir şekilde ifadesini bulduğu gibi İmanın 6 şartından biri, kadere, hayrın ve şerrin Allah’ın takdir ve yaratmasıyla meydana geldiğine inanmaktır Herhangi bir gerekçe ile bu ilkeyi kabul etmemek, asla tecezzî/parçalanma kabul etmeyen imanın özüne aykırıdır Bu sebeple de kadere iman, imanın kemali/olgunluğu ile değil, aslı yani var olup olmadığı ile ilgilidir Açıkçası kadere inanmayan imanını kaybetmiş ve İslâm dışına çıkmış olur Hadisimiz, üçüncü ilke olarak bu gerçeği vurgulamaktadır
Netice
Hadiste açıkça ifade buyrulduğu gibi imanın aslını/özünü ilgilendirmekte olan her üç konuda gösterilecek ifrat/aşırılık, ihmal ve tefrit, inananları asıl değer ve izzet kaynağı olan İslâm imanından yoksun bırakabilecek derecede tehlikeli içe dönük tavır ve davranışlardır Bu sebeple hadisin uyarısı müslümanlar için bireysel ve toplumsal anlamda çok ciddidir7
Müslümanlar birbirlerini tekfir ederlerse, birlik ve beraberliklerini, kardeşliklerini ortadan kaldırırlar Bu da bilerek veya bilmeden İslâm düşmanlarının emellerine hizmet etmek olur Aslında böylesi bir tavır bizzat kendi imanlarına zarar vermek anlamını taşır Bu nokta asla göz ardı edilmemelidir Özellikle günümüz müslümanlarının böylesi bir dikkat ve bilince son derece ihtiyacı bulunmaktadır
Öte yandan her müslümanın, yöneticilerin zâlim veya âdil olmasına takılmadan gerektiğinde, silahlı mücâdele anlamındaki cihadın içinde yerini alması, en azından bu niyetle yaşaması, iman gereğidir Çünkü müslüman için gerçek tehlike, cihaddan geri durmaktır
Kadere iman, imanın olmazsa olmaz yapısal bir birimidir



Dipnotlar: 1) Ebû Davûd, Cihad 33 el-Albâni, hadisi “manası sahih olmakla birlikte isnadı zayıf” diye değerlendirmektedir Hadisin sıhhati konusunda el-Münziri, herhangi bir açıklama yapmamıştır Sünen-i Ebû Dâvûd’un kimi nüshalarında hadisin birinci fıkrasının açıklama kısmı, “Onu (büyük de olsa işlediği) bir günahtan dolayı kâfir sayma, İslâm’a aykırı bir eyleminden ötürü de (hemen) İslâm’dan dışlama” diye nehiy anlamında; kimisinde de “Biz onu (büyük de olsa işlediği) bir günahtan dolayı kâfir saymayız, İslâm’a aykırı bir eyleminden ötürü de (hemen) İslâm’dan dışlamayız” diye nefiy anlamında yer almaktadırBiz bu iki ayrı rivayet şeklini dikkate alarak iki anlamı da düşündürecek bir ifade ile tercüme ettik 2) Hadisin metninde yer alan “La ilahe illellah” cümlesi, Muhammedün resûlullah’ı da içine alır “La ilahe illellah” bir alem/isim gibi (bk A Naim, Tecrid Tercemesi, I, 52,) her iki cümleyi de temsil eder Hz Peygamber’in elçiliğini kabul etmeden tevhid inancı tamamlanmaz Bu sebeple tercümede ve anlatımda bu bütünlüğü yansıtmaya çalıştık 3) Buhârî, Edeb 73; Müslim, Îmân 111 Ayrıca bk Tirmizî, Îmân 16; Muvatta, Kelâm 1; Ahmed b Hanbel, Müsned, II, 12, 44, 47, 60, 112, 113, 142 4) Buhârî, Edeb 44; Müslim, Îmân 112 5) BkHz Peygamber’in Savaşları, s20-21 (İstanbul, 1981) 6) Geniş açıklama için bk Çakan, Örnek kul Son Resul, s 33-58 7) Bu açıdan bakıldığında hadisin Mişkâüt’l- Mesâbîh’teki yeri fevkalâde isabetlidir Zira Muhaddis Ebû Dâvûd (v275) hadîs-i şerîfe, ikinci fıkrasından dolayı Sünen’inin Cihad bölümünde yer vermişken, hadisin bütününü dikkate alan el-Beğavî (v516) ve et-Tebrîzi (v637) ise onu İman bölümünün büyük günahlar ve nifak alâmetleri konusunda, büyük günahları açıklayan rivayetler arasında değerlendirmişlerdir Bu farklı değerlendirmeler, büyük bir ihtimalle hadiste sözü edilen üç konuda, toplumda görülen olumsuz gelişme ve eğilimlerle ilgilidir Bu durum, hadis âlimlerimizin -Allah hepsine rahmet eylesin- toplumu izleyip süzme ve Sünnet’ten müslümanların meselelerine çözüm üretme özellik ve becerilerini göstermektedir

 ALINTI