- İmanın Mahiyeti Hususunda Ayrılık Şekilden İbarettir

Adsense kodları


İmanın Mahiyeti Hususunda Ayrılık Şekilden İbarettir

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 8 January 2012, 11:05 am GMT +0200
Ebu Hanife İle Sair İmamlar Arasındaki Görüş Ayrılığı Şekilden İbarettir


Ebu Hanife ile ehl-i sünnet’in diğer imamları arasındaki ayrılık şekildedir. Çünkü amellerin azalarla yapılması, kalp ile imanın bir gereğidir yahut ta imandan bir parçadır. Bununla birlikte büyük günah işleyen kimsenin imandan çıkmadığını da ittifakla kabul etmektedirler. Aksine böyle bir kimsenin durumu Allah’ın meşîetine kalmıştır. Allah dilerse onu azaplandırır, dilerse onu affeder. O halde buradaki görüş ayrılğı lafzîdir ve buna bağlı olarak bir tarafın itikadının bozuk olması sonucunu doğurmaz.

Namaz kılmayı terkedenin kâfir olduğunu kabul edenler ise bu hususa başka bir takım delilleri de ilave etmektedirler. Yoksa Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- zina edenin, hırsızlık yapanın, içki içenin, başkasının malını talan edenin mü’min olmadığını belirtmiş olmakla birlikte bunun, bu gibi kimselerden iman adının tamamiyle zail olmasını gerektirmeyeceği de ittifakla kabul edilmiştir.

Ehl-i sünnet arasında şu hususta görüş ayrılığı yoktur: Yüce Allah kullarından söz ve amelde bulunmalarını istemiştir. Sözden kasıt kalp ile tasdik, dil ile ikrardır. İşte iman söz ve amel’dir ifadesi mutlak olarak kullanıldığında anlamı budur. Ancak kullardan istenen bu hususu iman adı kapsamakta mıdır, yoksa iman bunlardan sadece birisi midir? Yani o, yalnızca sözden ibaret midir? Amel ondan ayrı bir şey olup -her ikisi hakkında mecazen kullanılsa dahi- tek başına zikredildiği takdirde iman adının ameli kapsamadığı söylenebilir mi? İşte anlaşmazlık noktası buradadır.

Ehl-i sünnet alimlerinin icma ile kabul ettiklerine göre; Bir kimse kalbi ile tasdik eder, dili ile ikrar eder ve azalarıyla amelden imtina ederse, Allah’a ve Rasûlüne isyan etmiş, âhiret azabı ile tehdidi haketmiştir.

Ancak ameller iman denilen şeyin kapsamı içerisine girmez diyen kimseler arasında şöyle diyenler vardır: İman tek bir şey olduğuna göre benim imanım Ebu Bekr es-Sıddîk ve Ömer (Allah ikisinden de razı olsun)in imanı gibidir. Hatta benim imanım peygamberlerin, rasûllerin, Cibril ve Mikail’in (hepsine selam olsun) imanı gibidir, derler.

Ancak böyle diyenlerin bu sözleri bir aşırılıktır. Çünkü iman ile küfrün durumu görmekle körlüğe benzer. Şüphesiz ki gözleri görenlerin, görme kuvveti ya da zayıflığı arasında farklılık vardır. Kimisi aydınlıkta iyi görmez, kimisi alaca karanlıkta gözleri kamaşır. Kimisi kalınca çizgileri görebilir, kimisi ince çizgileri ancak mercekle ve benzer bir aletle görebilir. Kimisi ancak oldukça yakından görebilir, kimisi tam bunun aksinedir.

İşte bundan dolayıdır ki -Allahu a’lem- Tahâvî şöyle demiştir: "İman ehli imanın aslında birbirine eşittirler." O bu sözleriyle eşitliğin imanın aslında olduğuna işaret etmektedir. Ancak bu her bakımdan bir eşitliği gerektirmez, bir nur farkı vardır. La ilahe illallah’ı kabul edenlerin kalplerinde Yüce Allah’tan başka hiçbir kimsenin tesbit edemeyeceği kadar farklılık vardır. Kimisinin kalbinde bu kelimenin nuru güneş gibidir, kimisinin kalbinde parlak bir yıldız gibidir, kimisinin kalbinde büyük bir meşaleyi andırır, kimisinin kalbinde apaydınlık bir kandili, kimisinin kalbinde de zayıf bir çıra gibidir.

İşte bundan dolayı kıyamet gününde iman ehlinin nurları bu miktarda sağlarında ve önlerinde ortaya çıkacaktır. Bu nurları kalplerindeki iman ve tevhid’in ilim ve amel nuruna göre olacaktır.

Bu kelimenin nuru ne kadar çok ve büyük ise gücü oranında şüphe ve arzuları yok eder. Öyle ki iman nuru bazen ne kadar arzu, şüphe ve günahla karşı karşıya kalırsa mutlaka onu yok edecek hale gelebilir. İşte bu tevhid’inde sadık olan kimsenin halidir. Onun imanının seması, attığı taşlarla herbir hırsıza karşı korunmuştur.

Bu gerçeği anlayan bir kimse Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-in: "Muhakkak Allah Yüce Allah’ın rızasını arayarak la ilahe illallah diyen kimseye cehennem ateşini haram kılar."[39] buyruğu ile "La ilahe illallah diyen cehennem ateşine girmez"[40] buyruğunu ve bu kabilden varid olmuş diğer hadislerin ne anlama geldiğini çok iyi kavrar. Halbuki bu tür hadisler pek çok kimse tarafından müşkil (anlaşılması zor) olarak değerlendirilmiştir. Hatta kimisi bu tür hadisleri mensuh zannetmiş, kimisi bunların emir ve nehiylerin varid oluşundan önce söylenmiş olduğunu sanmış, bazıları buradaki cehennem ateşini müşrik ve kâfirlere ait ateş diye yorumlamış, bazıları da cehennem ateşine girmeyi ebedi kalmak üzere girmekle ve buna benzer şekillerle yorumlamak zorunda kalmıştır.

Şarî’ (Peygamber aleyhi’s-salatu ve’s-selam), bunun sadece dil ile söylenmekle elde edileceğini bildirmiş değildir. Bu İslam dininden anlaşılan zorunlu gerçeklerden birisidir.

Şüphesiz ki münafıklar dilleriyle la ilahe illallah’ı söylerler, fakat onlar diğer inkarcıların da altında cehennem ateşinin en alt bölgesindedirler. Çünkü ameller şekilleri ve suretleri itibariyle birbirinden üstün olmazlar. Ameller arasındaki üstünlük, kalplerde bulunanın üstünlüğü ile değişiklik gösterir.

Şimdi terazinin bir kefesine konulan kelime-i tevhid’in yazılı olduğu parça ile onun karşısında herbirisi gözün alabildiğine kadar uzayıp giden ve doksandokuz ayrı sicilin (âmel sahifelerinin)karşı kefede konulduğunu, buna karşılık kelime-i tevhid’in yazılı olduğu parçanın ağır basarak diğer doksandokuz sicilin hafif bastığını anlatan ve bu şekilde kelime-i tevhid’i söyleyen kimsenin azab edilmeyeceğini bildiren hadis[41] üzerinde dikkatle düşünmemiz gerekmektedir. Bilindiği gibi -pek çoğu cehenneme girmeyi hak etmiştir- her muvahhid’in böyle bir belgesi olacaktır.

Yine yüz kişinin katilinin kalbinde bulunan[42] iman hakikatleri üzerinde düşünelim. Bu kimse beraber yaşamak üzere yola koyulduğu kasaba yolunda ölüm sekerâtı halinde iken bile; göğsüyle kendisini gideceği o kasabaya doğru itmeye çalışacak hale getirmiştir.

Fahişe bir kadının, ayağından ayakkabısını çıkartıp, su birikintisinden bir köpeğe su taşıyıp sulaması esnasındaki kalbinde bulunan imanı ve bundan dolayı Allah’ın ona mağfiret etmesini de iyice düşünelim.[43]

 Akıl da aynı şekildedir. Akılda üstünlük kabildir, fakat asıl akıl itibariyle insanlar deli olmamak ve akıllı olmak bakımından biribirlerine eşittirler, ama biri diğerinden daha akıllıdır.

Farz ve haram kılmak da aynı şekildedir. Bazı farzlar diğerlerinden daha kuvvetlidir, bazı haramlar da diğerlerine göre daha aşağıdır, doğrusu da budur. Bazılarının akıl ve hükümlerin vücubunda da böyle bir eşitlik olacağını söylese dahi, durum dediğimiz gibidir.

[39] Buhârî 425.

[40] Müslim 29.

[41] Sahih bir hadis olup, ileride kaynakları gösterilecektir.

[42] Buhârî 3470; Müslim 2766.

[43] Buhârî 3467; Müslim 2245.