saniyenur
Wed 29 August 2012, 07:06 am GMT +0200
İman Ve Sosyal Münasebetler
Allah ezelî ve ebedî ilmiyle; insanın kendini tanımaya çalışmasını ve Kendisiyle yakın bir ilişkiyi ilerletmesini arzu etti. Çünkü bu inşanı hata ve dalâlete düşmekten koruduğu kadar, fert ve topum olarak da insana, iyiliğin ve güzelliğin kaynağı olmuştur. Böyle yüksek hedeflere sadece Allah rızası için ulaşmaya çalışan insanlar arasında asîl özelikler ortaya çıkar ve gelişir. Bu özellikler onlara toplumun menfaatini, kendi menfaatlerinin önünde tutmalarını sağlar. Ve bu insan davranışlarındaki değişiklik sosyal ilişkileri kökünden değiştirir. Irk, sosyal statü, doğum, ulus gibi insanlar arasındaki engelleri kaldırır ve bütün insanları hayatın her sahasında kardeş yaparak onları eşit hâle getirir.
Böylece Allah ile olan yakın irtibat, sosyal ilişkileri çok kuvvetli ahlâkî değerlerin üzerine bina etmeye yardım eder. Bu ahlâkî değerler ortak Allah fikri ile kuvvetlendirilmiş ve onlara dayanılmıştır. Müeyyidesi İlâhî kaynağa dayanmayan ahlâkî fikirler zamanla bütün güçlerini kaybederler ve soyut fikirler hâline gelirler. Çünkü ahlâk kurallarına gerçek gücü ve yaptırımları ancak Allah verir. İnsan ilişkilerine yeni boyutlar getiren, fertlerinin birbirlerine iman halkasıyla bağlı olduğu İslâm toplumunun kuvvet ve birliği ile böyleleri kesinlikle denk olamaz. İnsanlar Allah ile daha yakın ilişki kurdukça, bu bağ gittikçe kuvvetlenir ve İslâm toplumu "kenetlenmiş bir yapı gibi" (bünyanun-mersus) birlik içinde olur (61: 4). Kur'ân şu ayetle İnsanlara bu ilişkinin faydasını anlatır: "Adını anarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının..." (4: 1)
Kur'ân fert ve toplum ilişkilerindeki İslâm kardeşliğine şöyle işaret ediyor: "Muhammed Allah'ın elçisidir. O'nun beraberinde bulunanlar, kâfirlere karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onların rükû ve secde ederek Allah'ın lütuf ve rızâsını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır..." (48: 29). Kur'ân'm bu ayeti sahabeler arasındaki fevkalâde güzel ilişkinin tablosunu sunduğu kadar bunun nedenini de gösterir. Sahabeler kendi aralarında merhametli, nâzik candan kimselerdi. Bunun en güzel misâli, Medine'ye hicretten sonra aralarında aktedi-len kardeşlikti. Âl-i İmrân sûresinin 103. âyetinde bundan bahsedilir. Sahabeler kendi adlarına birşeye sahip değildiler. Bütün dostlukları (hubb-i fillah) veya düşmanlıkları (buğz-ı fillah), sevgi veya nefretleri yalnızca Allah içindi. Bu bir müslümanın imanının ve kişiliğinin en üst mertebesi ve ulaşabileceği en yüksek noktadır. Aşağıdaki hadisler de bu hususu kuvvetlendirmektedir:
Ebu Hureyre'den rivayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Allah'ın Kıyamet gününde kendi gölgesinde barındıracağı yedi kimseden biri de, birbirini Allah için seven, buluşmaları da ayrılmaları da buna müstenid olan İki kimsenin herbiridir." (Buharî ).
Abdullah b. Mes'ûd ile Berâ' b. Azib'in merfuan zikrettikleri hadise göre, "Hubb-i fillah, imanın yapışılacak en sağlam kulplarından-dır." (Muvvatta).
Enes'den rivayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Her ne zaman iki kimse Allah için severse, elbette ikisinden daha faziletli olanı arkadaşına muhabbeti daha ziyade olanıdır." Allah için düşmanlık ve nefret ederse o imanını tamamlamıştır."
Ebu Rezîn-i Ukaylî'nin rivayetine göre Rasûlullah kendisine şöyle buyurmuştur: "Ey Ebu Rezîn! Yalnız kaldığın vakit dilini zikrullah ile kıpırdat. Allah için muhabbet, Allah için buğz et..." (Ebû Davud).
Sosyal ilişkilerdeki bu inkılâb, Allah ile olan yakın İlişkilerinin doğrudan sonucuydu. Birkaç sene önce aynı insanlar çok basit meseleler üzerinde dahi kavga ediyordu ve insan toplumunun en kötü örnekleriydi. Şimdi, Allah'ın emrine itaatle, insan ilişkilerine en iyi örnek olmuşlardı. Onların bütün ilişkileri Allah sevgilerinden dolayı inşa edilmiş veya sertleştirilmişti. Şu ayetler onların imanını ve toplumdaki davranışlarını belirlemiştir: "Ey İnsanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki, takva sahibi olası.
Diz." (2: 21).
"Allah'tan sakının ve O'na varıp huzurunda toplanacağınızı bilin." (2: 203).
»...Allah'tan sakının ve bilin ki Allah bütün-yaptıklarımzı görür." (2: 233).
gu ayetler gösteriyor ki herkesin en önde gelen ve en önemli sorumluluğu Allah'a karşıdır. Bütün insanlar O'nun kullarıdır ve böyle olduğu için fert ve toplum olarak O'na karşı sorumludur. Muhlis kullar, toplumda iyiyi ve adaleti teşvik edip kötüyü ve adaletsizliği nehyederek, gayretlerini İlahi Rehber'e uydurmaya çalışacaklardır. Bu sorumluluğun ışığı altında hem toplum hem de fertler tam bir uyum içinde yaşayacaktır: Fert toplumu zenginleştirmeye çalışacak, toplum da mümkün olan en iyi şekilde ferdin menfaatlerini koruyacaktır. Fertlerin ve toplumun uyum ve yardımlaşma içinde çalışması Allah'a karşı olan aynı sorumluluktan kaynaklanmaktadır. Gerçekten de ibadetler vasıtasıyla Allah ile yakın bir ilişki kurmak insanda takva, dindarlık, ihsan gibi yüksek hasletleri doğuracak aynı zamanda bu şahıs diğerlerinin meseleleriyle uğraşacaktır. Bu hayat felsefesi İnsanların görünüşünü tamamen değiştirecektir: Onların değerlerini, fikirlerini, düşünce ve düzenlerini, hatta hayata karşı tutumları bile kökünden değişecektir. Onların bütün İlişkileri, sevgi, iyilik ve adalet üzerine kurulacaktır: "...İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmaym ve Allah'tan korkun..." (5: 2).
Bu ayetler fertlerin toplumdaki yapıcı rolüne işaret etmektedir. Fertler İyi ve yüksek ahlâkî idealleri yaymakta müsbet bir rol oynarlar. Vünkü; "Allah yanında en üstün olanınız, günahlardan en çok korunanımzdır." (49: 13) °ylece İslâm toplumunda birinin yerini sos-Val' siyasî veya aile etkisi değil; iman'ı, hayır-' takvada başkalarını geçen amel ve işleri sadece Allah Rızası için insanların faydasına çalıştığı, kardeşliğe dayalı uluslararası bir toplumu tesis eder. Bu da, beşerî ilişkilerin iyilik ve güzelliğinin doğrudan Tek Manevî Hakikat'ı kabul etmeye bağlı olduğu gerçeğinde şüphe bırakmaz. Çeşitli kavimlerden, sosyal ve iktisadî sınıflardan ve renklerden toplumlara ait bu insanları birbirine bağlayan, ortak manevî bağ ve İnsanın Evrensel Kardeşliğinin müşterek temelidir. Bu bağı çekip aldığımızda bütün ortak ilişkiler yere düşecektir.
Gerçekten de insanın fert ve toplum planında huzur ve güven ortamı arayışına verilebilecek en geçerli ve pratik cevap budur. Karşılıklı ilişkileri samimiyet ve şefkat temelleri üzerine oturtan bu inanç dünyadan anlaşmazlıkları, düşmanlık ve rekabeti kaldıracaktır.
Ne kadar çok insan Allah'a yaklaşırsa fert ve toplum planında hayatlarının niteliği o derece artacaktır. Daha çok Allah'ın şuurunda olacaklar, bu da insan ilişkilerine yeni boyutlar getirecektir. Allah'ın neden insanlara bu kadar yakın olduğunu, onları gördüğünü, söyledikleri herşeyi işittiğini ve ondan birşey istediklerinde onu verdiğini, insanlara bildirmesini Rasûlünden istemesinin sebebi budur (2: 186). Tevhid inancının bu yönünün fertler tarafından elde edilmesi ve gerçekleştirilmesi, onların karakter ve diğer insanlarla ilişkilerinde köklü değişiklikler yapacaktır. Toplumun ahlâkî ve manevâ seviyesini büyük ölçüde yükseltecektir. İslâm felsefesinin, Allah ile yakın ilişkinin son amacı da budur.
Bu hayat anlayışı insanın Allah'ın varlığını inkâr ettiğinde muhtemelen düşmüş olduğu birçok hatadan veya O'nu ulaşılması imkânsız sayıp kendi arzularına ya da yanlış anlayışlara tâbi olup dalâlete düşmekten, gönül huzurunu kaybetmekten kurtarır. İnsanlık tarihi hem doğru yolu izleyen, Allah'ın rızasını kazanan doğru insanlarla, hem de Allah'ın Yolunu kabul etmeyip madden ve manen kendilerini mahveden insanların misalleriyle doludur.
Hz. İbrahim'in Rabbiyle olan çok yakın İrtibatına Kur'ân şöyle değinmektedir: "De ki: 'Benim, namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanlarm ilkiyim." (6: 162-163).
Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun'un Allah ile olan yakın ilişkisine ise şöyle temas edilmiştir: "(Allah şöyle buyurdu:) 'Korkmayın; Ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm." (20: 46).
Ve Hz. Muhammed arkadaşı Ebu Bekir ile Sevr dağında bir mağarada gizlenirken, Allah ile o kadar yakın ve şahsî bir ilişkiye ulaşmıştı ki, hicretlerini öğrenip peşlerine düşenler kendilerini bulacak diye endişelenen Ebu Bekir'e; "Üzülme, Allah bizimle beraberdir! diyordu..." (9:40).
Namaz, her insan için Allah ile bu ilişkiyi kurabilmenin en etkili yoludur. Çünkü namaz "müminin miracıdır." İnsan fizikî, zihnî ve manevî kabiliyetlerden oluşan üçgenin noksan yönünü (manevi yönünü) namaz ile bulur ve namaz tam bir dengenin kurulmasına yardım eder. Bu şekilde insan ve Rabbi arasında yaratıcı bir diyalog için doğrudan bir hat tesis edilmiş olur. Ve kul gerçekten namazda Rabbi ile bu yaratıcı diyalog içinde olunduğunda "Ancak Sana kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz" (1: 5) dediği zaman Allah ile olan ilişkisini, yakınlığını anlar. Sonra teşehhüfde mümin "Benim sözlü, bedenî ve maddî bütün amel ve ibadetlerim yalnız Allah içindir" demekle bu yakınlık zirve noktasına ulaşır. Bu basamakta, Rabbiyle olan diyalogunda, bütün çaba ve gayretlerinin Allah Rızası için olduğunu hissettiği bir noktaya gelir. Burada Rabbinin huzurunda sadece Allah'a kulluk ve ibadet edeceğine söz verir ve bunu teyid eder. Müminin Allah'a yakınlık açısından ulaşabileceği en yüksek nokta budur. Herkesin ulaşması mümkün ve herkese teklif edilmiştir. Artık bu fırsatı değerlendirip Rabbiyle yakın bir ilişkiyi kurmak fertlere düşmektedir. Ve şunda şüphe yoktur: "De ki: 'Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, kulları(nın halleri)ni haber alır, görür. (17:96).