- İman Manası ve Rükünleri

Adsense kodları


İman Manası ve Rükünleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
rabia
Mon 8 March 2010, 04:41 pm GMT +0200
İman Manası ve Rükünleri

A. Manası


Lügat manası, inanmak tasdik etmek demektir.

Istılahtaki (dindeki) manası, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)´in Allah´tan getirdiği her şeyi kalbi ile (doğrudur diye) tasdik etmek ve bu inancını di­li ile de ikrar etmektir. İman konusunda ´kalp ile tasdik´ en ön planda yer alır. [1]

B. İman Konusunda Bazı Önemli Hususlar

1- İman konusunda her türlü şüpheden uzak durmak gerekir.

Mesela, acaba ahiret bir gerçek midir yoksa değil midir? Hz. Muhammed (s.a.v.) gerçekten bir Peygamber midir? gibi asılsız şüpheler imanı sekteye uğratır, imanın gitmesine sebep olur.

2- İman bir bütündür.Bu bütünlük daima korunmalıdır. İnanılması ge­reken ve emredilenlerin hepsine birden inanmak gerekir.

Mesela, bütün peygamberleri kabul edip, "Musa Peygamber diye biri yoktur" demek, veya bütün melekleri kabul ettiği halde "Azrail diye bir melek yoktur, varlığını kabul etmiyorum" demek yine imanın gitmesine sebep olur.

3- Muteber olan iman gayba olan imandır.

Yani bir insan kendi gözüyle gördüğü, kendi kulağıyla dinlediği için değil Allah ve Resulü tarafından haber verildiği için gözüyle gördüğüne inandığından daha kesin bir inançla inanmalıdır. Çünkü göz yanılabilir, kulak yanlış duyabilir. Ama Allah ve O´nun Resulü yanlış haber vermez. [2]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 36.

[2] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 36.

2- İMANIN RÜKÜNLERİ

"Amentü billahi, ve melaiketihi ve kutubihi ve rusulihi vel yevmil ahiri, ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minellahi taâla vel ba´su ba´del mevti hakkun."

Türkçesi: "Allah´a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere ve hayır ve şerrin Allah´tan olduğuna inandım."

Yukarıda sayılan altı önemli esas imanın rükünleridir Diğer bir tarifle bu altı esas imanın şartlarıdır. [1]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 37.

3- KELİME-İ TEVHİD VE KELİME-İ ŞEHADET

Kelime-i Tevhid

"Lailahe illallah" olup "Allah´tan başka ilah yoktur" manasındadır.

Bütün hak dinlerin özü ve esası bu kelimedir. Bu kelime-i tevhidi biraz daha açıklarsak şöyle bir anlam karşımıza çıkacaktır:

Allah´tan başka ilah yoktur. Hüküm, saltanat ve tüm yetkiler O´nundur. Hayatımız, yaşantımız ve ölümümüz O´nun içindir. Hayatımız bo­yunca karşılaşacağımız tüm problemlerde ona müracaat etmeliyiz. Ka­nun koyucu, hüküm verici sadece O´dur. Burda kavram biraz daha geniş­liyor. Şöyle ki:

Birincisi, kalbiyle "En büyük O´dur, O´ndan başka büyüklüğe ortak olacak kimse yoktur".

İkincisi, "O´nun büyüklüğünü kabul etmekle beraber günlük yaşantı­mızda karşılaşacağımız tüm sosyal problemlerde ve tüm ibadetlerimizde, O´nun hükmü sürmeli, hakim olmalı. O´ndan başkasının hükmünün ta­nınmayacağı böylece ortaya konulmalıdır. [1]

Kelime-i Şehadet

"Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden âbduhu ve Resuluhu."

Manası: "Şehadet ederim ki Allah´tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed (s.a.v.) onun kulu ve Peygamberidir".

Müslüman olanın bu Kelime-i şehadeti sık sık tazelemesi ve daha son­ra bunu günlük hayatında pratiğe dökerek muhafaza etmesi lazımdır.

Günlük hayata dökülmesi şu şekilde olur:

Allah tarafından Hazreti Muhammed (s.a.v.)´e gelen Kur´an-ı Kerim´deki emirlere göre hayatı düzene sokmak, emredilenleri yerine getir­mek ve menettiklerinden sakınmaktır.

Zira İslam, bir bütündür. İnanılanların hepsinin yerine getirilmesi gere­kir. [2]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 37.

[2] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 37-38.

4- İMAN VE AMEL

Daha önce de ifade edildiği gibi iman "Amentü" den ibarettir." Yalnız burda özellikle üzerinde durmamız gereken nokta şudur: Peygamber (s.a.v.)´in gerçek bir imanı tarifinde şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir.

"iman, kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve onu (inanılan esasları) günlük fi­ili hayata dökmektir." İmanın amel ile takviye edilmesi gerekir. Gerçekte iman ve amel şu iki noktada iç içedir:

1- İman ile amel arasında sıkı bir bağlantı vardır.

İman etmek amel etmeyi gerektirir. Namaz kılmak, oruç tutmak, mad­di gücü elveriyorsa hacca gitmek ve zekat vermek bunların başında gelir. Daha sonra diğer salih ameller diyebileceğimiz temel kuramlar da bunu sıkıca pekiştirir.

2- İman edenin amel etme mecburiyeti vardır.

İman amel ile beraber olmayınca meyve vermeyen bir ağaca benzer.

Ayrıca nasıl ki iman etmek Allah´ın emridir. Salih amellerde de bulun­mak yine Allah´ın emridir. Zira Allah´ın bütün emirleri bir yekûndur. Biri uygulanıp diğeri terkedilirse kabule şayan değildir. [1]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 38.


5- İMAN (KULLAR AÇISINDAN)

Buluğ çağına ulaşıp aklı yerinde olan insanlar, şu dört gruba ayrılır:

a) Mümin

b) Münafık

c) Kafir

d) Müşrik

Bunları biraz açıklayalım:

Mümin: İnanan insan demektir. Allah Resulü´nun haber verdiği her şeyin doğru ve gerçek olduğunu kalbiyle tasdik eden ve bu inancını diliyle de açıklayan insandır. Ancak ahirette müminlere vadedilen mükafatları alabilmesi için Allah ve Resulü´nun haber verdiği herşeye inanmak ve bu inancını pratik hayatında göstererek tam bir müslüman olmak gerekir. Zira imanın kalıcı olabilmesi için salih amellerle takviye edilmesi gerçeği bura­dan kaynaklanmaktadır.

Münafık: İki yüzlü davranan demektir. Aslında gerçek imanla yani imanın ön şartı olan "Kalb ile tasdik"iyle çelişkili bir halde olan kişidir.

Aslında iman etmediği halde iman etmiş gibi davranan, müslümanların yanında müslümanmış gibi göründüğü halde kalbinde küfür ve inkâr bulu­nan kimsedir.

Kâfir: İnkâr eden demektir. Resulullah (s.a.v.) Efendimizin Allah´tan getirerek haber verdiği gerçekleri kabul etmeyen, inkâr eden demektir.

Allah´tan gelen emirlerin bir kısmını kabul edip başka bir kısmını velevki bir harf da olsa, Allah´ın bir hükmü veya bir emrini kabul etmeyen de kâfir sayılmaktadır.

Kafir ile münafık arasındaki fark şudur;

Kâfir açıkça inkar ettiği halde, münafık şeklen inanır gibi görünüp küf­rünü içine gizleyen kişidir.

Müşrik: Ortak kabul eden anlamındadır. Buradaki manası Allahu Teâla´nın birliğini kabul etmeyen, Allah´tan başka varlıkları ilah olarak kabul eden "Putperest" dediğimiz Allah´a ortak koşan kişilerdir.

Bir insanın işleyebileceği en büyük günahlardan en başta geleni budur. Müşrik olduğu halde ölen kimsenin affedilmesi mümkün değildir.

Allah Kur'an-ı Kerim´de şöyle buyurur:

"Allah kendine şirk koşulmasını kendinden başka bir Varlığın ilah (tan­rı) olarak kabul edilmesini bağışlamaz. Bunun haricinde olan günahları dilediği kimse için bağışlar." (Nisa: 4/116) [1]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 38-39.

İMANIN ESASLARI

1-ALLAHA İMAN

Allah´a iman, şu hususları kapsar:

a- Allah´ın varlığını kabul etmek:

Gözümüzle gördüklerimizin bir yaratıcısının bulunması gerekmez mi? işte O, hiç yoktan var eden Allah-u Teala´dır. Varolan bu her şeyi, yeri, gökleri ve bütün kâinatı yaratan O´dur.

b- Allah-u Teala´nın birliği:

Bütün varlıkların mükemmel bir düzeni vardır. Güneşin, ayın, yıldızla­rın, mevsimlerin ve nebatın bir seyir ve tam bir intizam içinde oluşunda derin bir hikmet vardır. Allah birdir. Eşi ve benzeri yoktur. Bu evren Al­lah´ındır ve bu evrenin hayatiyetini, varlığını sürdürmesi de Allah´ın kontrolündedir. Eğer birden fazla ilah olsaydı, varlık nizamında bu düzen olmazdı.

Yüce Allah Kuran-ı Kerim´de şöyle buyurur:

"Eğer yerde ve gökte Allah´tan başka ilah olsaydı. Yer ve göğün ikisi de harap olur giderdi." (Enbiya: 21/22)

c- Allah sevgisi:

Allah´ı sevmek O´nu daima hatırında tutmaktır. Allah´ı sevenin O´nu unutması düşünülemez. Allah´ı böylece seven kişiyi Allah da sever. Allah (c.c), kendisini hatırında tutanı ve kendisini unutmayanı sever. Kendisini unutmamak ve O´nu hatırında tutmak demek, O´nun emirlerine sıkıca bağlı olmakla olur.

Gerçek bir sevgi için şöyle bir misal verilebilir:

İnsan sevdiğinin düşmanlarını sevmez, onları dost edinmez sevdiğinin dostlarını sever ve onları da dost edinir. Bu misalin çok çok ötesinde Al­lah´ı sevenin, Allah´ın dostlarını dost bilmesi düşmanlarını da düşman ka­bul etmesi gerekir.

Allah sevgisi her çeşit sevgiden üstün olmalıdır. Bu üstünlüğün alameti de Kur´an-ı Kerim´deki bütün emirlere bağlı olmakla olur.

Bu konuda Kuran-ı Kerim´de Yüce Allah şöyle buyurur;

"Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah´tır, Resulüdür. İman edenlerdir; onlar ki Allah? in emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekatı verirler. (Maide: 5/55)

"Kim Allah´ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah´ın tarafını tutanlardır. (Maide: 5/56)

Başka bir Ayet-i Kerimede Allah´a düşman olanları, bizim de onları düşman bilmemiz gerektiğini bildirerek şöyle buyurmuştur:

"Onlar birbirinin dostudurlar, içinizden onları dost tutanlar onlardan­dır. " (Maide:5/51) [1]

Allah´ın Sıfatları

Allah´ın sıfatları Zati ve Sûbuti olmak üzere ikiye ayrılır:

Zati sıfatlar 6 tanedir.

1- Vücut: Allah´ın var olması demektir.

2- Kıdem: Varlığının başlangıcı olmamak demektir. Allah´ü Teala çok önceden yoktu, sonradan oluşmuş gibi bir şüpheye kapılmamak lazım. Bu sebeple de onun varlığının başlangıcı diye bir şey düşünülemez.

3- Bekâ: Varlığının sonu olmaması demektir. Allah´tan başka her varlı­ğın bir sonu olacaktır. Fakat Allah-u Teala daima var olacaktır.

4- Vahdaniyet: Bir olmak demektir. Allah-ü Teala her bakımdan bir ol­masıdır. Her yönüyle eşsiz olması demektir.

5- Muhalefettun lil Havadis: Sonradan yaratılanların hiç birine benze­memesi demektir. Allah-ü Teala hem zatı, hem de sıfatları itibariyle hiç bir varlığa benzemez.

6- Kıyam Binefsih (Kıyam Bizatih): Allah-ü Teala´nın varlığı kendindendir. Bir başka varlığa muhtaç değildir. Halbuki ondan başka hiç bir şe­yin varlığı kendinden değildir. O hiç bir şeye muhtaç değildir. Her şey O´na muhtaçtır.

Subuti sıfatlar 8 tanedir.

1- Hayat: Diri olmak demektir. Allah-ü Teala kendine mahsus bir hayat sahibidir. Diğer varlıklara da hayat veren O´dur.

2- İlim: Bilmek demektir. Allah-u Teala´nın her şeyi bilmesi demektir. O´nun bilmediği, bilmeyeceği hiç bir şey düşünülemez. Olmuşu, olacağı ve şu anda nelerin olduğunu bilir. Karada, denizde, görünende, görünme­yende olan her şeyi Allah bilir.

3- Sem´î: İşitmek demektir. Allah-u Teala her sesi aynı anda duyar.

4- Besar: Görmek demektir. Dilediği her şey olur. O, her şeyi görür, görmesi için uzak-yakın, aydınlık-karanlık gibi durumlar neticeyi değiş­tirmez. Her yerdeki her şeyi aynı anda görür.

5- İrade: Dilemek demektir. Allah-ü Teala´nın iradesinin önüne geçecek bir kuvvet olamaz. Mutlak irade sahibidir. Dilediği her şey olur.

6- Kudret: Kudret sahibi olmaktır. Kudretinin önünde duracak bir kuv­vet olamaz. O hiç bir şeyden aciz değildir. Dilediğini var, dilediğini yok edecek güce sahiptir.

7- Kelâm: Allah´ın konuşma sıfatı vardır. Ancak O´nun konuşması kendi zatına mahsus bir konuşmadır. O´nun Peygamberlere gönderdiği kitap­lar kelam sıfatının eserleridir.

8- Tekvin: Var etmek, yaratmak demektir. Yarattığının rızkını vermek, dilediğine nimet vermek, azap etmek, öldürmek, diriltmek, yaşatmak gibi sıfatlara sahiptir. [2]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 40-41.

[2] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 41-42.


2- MELEKLERE İMAN

Melekler Allahu Teala´nın nurdan yarattığı şerefli tertemiz varlıklar­dır. Bunların varlıklarına inanmak imanın esaslarındandır. Meleklere inanmak imanın ikinci şartıdır. [1]

Meleklerin Özellikleri

1- Melekler görünmezler:

Biz onları göremeyiz. Bizim onları göremeyişimiz; hâşâ onların yok olmaları sebebiyle değil, bizim yaratılışımız onları görebilecek kabileyette değildir. Var olduğu halde görmediğimiz bir çok şey vardır. Akıl, ruh, ağrı, sızı, yerçekimi, hava basıncı gibi.

2- Melekler son derece kuvvetli ve sür´atli varlıklardır: Allah´ın yarattıklarının en büyüğü olan "Arş" sadece dört melek tara­fından taşınmaktadır. Meleklerin kanatları vardır. Fakat ne çeşit kanatlar olduğu hakkında bilgimiz yoktur. Ayrıca sayıları da akla gelmeyecek ka­dar çoktur.

3- Meleklerin erkeklik-dişilik, evlenme-çoğalma ve yeme-içme gibi iş­lemleri yoktur:

Kıyamete kadar Allah´ın müsadesiyle yaşarlar. Kıyamet koptuktan sonra Allah onları da öldürür, Ahirette vazifelerini yapmak için tekrar di­riltir.

4- Melekler gaybı bilmezler:

Kimin ne zaman öleceğini, kıyametin ne zaman kopacağını, insanın neler düşündüğünü bilmezler.

Melekler, Allah´ın zikredilmesinden, Kur´an okunmasından, ilim öğ­renmek üzere insanların bir araya gelmesinden hoşlanırlar. Allah´a isyan edilmesinden, fena kokulardan, kötü işlerden hoşlanmazlar. [2]

Meleklerin Vazifeleri

Meleklerin vazifeleri, Allah´a hamdetmek, Allah´ı teşbih etmek ve Al­lah tarafından kendilerine verilen görevleri yapmaktır.[3]

Dört Büyük Melek Ve Görevleri

1- Cebrail: Peygamberlere vahiy ve kitap getirip Allah ile Peygam­berler arasında elçilik görevini yapan melektir.

2- Azrail: Can alma vazifesini gören melektir.

3- İsrafil: Kıyamet zamanı olunca "Sur"u üfürüp kıyametin kopacağını bildiren melektir.

4- Mikâil: Tabiat olaylarıyla ilgilenir. Mesela yağmurların yağması, karların yağması, rüzgarların esmesi gibi görevler bu meleğe aittir. [4]

Diğer Bazı Belli Başlı Melekler Ve Görevleri

1- Hamele-i Arş: Arş-ı A´zam´ı taşıma vazifesi kendisine verilen me­leklerdir.

2- Kiramen-Katibin: Her insanın sağ ve sol omuzları üzerinde bulu­nan ve insanların iyi-kötü yaptıkları her şeyi tesbit eden meleklerdir.

3- Münker-Nekir: Kabirde sual sorma vazifesi bu meleklere verilmiş­tir. Bunlar önce şu sorulan sorarlar:

"Rabbin kim, Peygamberin kim, dinin ne, amellerin nedir, yaptıkların nelerdir..?

4- Hafaza melekleri: insanları gerekliğinde kaza ve belalardan muha­faza eden meleklerdir.

5- Hazene-i Cennet ve Hazene-i Cehennem: Cenette ve Cehennemde vazifeli olan meleklerdir. [5]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 42.

[2] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 42-43.

[3] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 43.

[4] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 43.

[5] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 43-44.

CİNLER

İnsanlardan daha evvel ateşten yaratılmışlardır. Onları göremeyiz. Çünkü Allah´u Teala´nın bize verdiği görme duyusu sınırlıdır. Ancak ken­di hayatımızı devam ettirmek kadar görme duygusu Allah tarafından bize verilmiştir. Allah bizi, cinleri görecek kabiliyette yaratmamıştır.

Cinler de insanlar gibi bir dereceye kadar sorumludur. Bu konu ile ilgi­li Kur´an-ı Kerim´de Yüce Allah şöyle buyurur:

"Ben cinleri ve insanları hana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat: 51/56)

Cinlerin bir kısmı Peygamberimiz (s.a.v.)´i dinlemiş ve iman etmiş, bunu gidip diğer cinlere haber vermiş ve onların da bir kısmı iman ederek müsluman olmuş, diğer bir kısmı da iman etmeyerek şeytanın yardımcısı durumundadırlar.

Yüce Allah, cinlerle ilgili Kur´an-ı Kerim´de şöyle buyurur: "Ey Resulüm, (Mekke kafirlerine) de ki, bana şu gerçek vahyolundu: Bir takım cinler (sabah namazında Kur´an okuduğumu) işittiler de (ka­vimlerine döndükleri zaman) dediler ki biz çok hoş bir Kur´an dinledik. Hidayete erdiriyor. Biz de ona iman ettik, bundan böyle Rabbımıza asla hiç kimseyi ortak koşmayacağız. Doğrusu Rabbımızın şanı çok yücedir. Ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk. Gerçekten bizim cahilimiz (iblis) Al­lah´a karşı saçma söz söylüyormuş. Hakikaten biz insan ile cin, Allah´a karşı asla yalan söylemez sanmışız." (Cin:172/1-5) [1]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 44.

ŞEYTAN

Şeytan ateşten yaratılmıştır. Cinlerin babası durumundadır. Hz. Adem´den daha evvel yaratılmış ve uzun müddet Allahu Teala´ya ibadet ve itaat ettiği için melekler arasınde yer almış fakat Allahu Teala´nın Adem´e secde etmeleri için meleklere verdiği emre karşı çıkmış, bunun üzerine Rahmel-i İlahiyye´den ebediyyen kovulmuştur. Hz Adem´i ve ha­nımı Havva´yı kandırıp Cennet´ten çıkarmış ve bütün insanları kandırabilmek için her türlü çareye başvuracağına yemin etmiştir.

Kur´an-ı Kerim´de geçen isimlerden biri de Iblis´lir. Allahu Teala onu insanlara düşman olarak tanıtmış ve insanların da onu düşman olarak ka­bul etmelerini emretmiştir. O´ndan korunmanın ve O´na karşı durmanın en makul yolu Kur´an-ı Kerim´de ve Peygamberimiz (s.a.v.)´in Hadis-i şe­riflerinde gösterilen yoldan yürümektir.

Kur´an-ı Kerim´de Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

"Ey insanlar! Allah´ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayan sizi aldat­masın ve o aldatıcı (Şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın. akikaten şeytan sizin düşmanızdır: Siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftar­larını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır."( Fatır: 35/5-6) [1]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayet'ül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 45.

rabia
Mon 8 March 2010, 04:51 pm GMT +0200
3- KİTAPLARA İMAN

İnsanın, yaratıcısının Allah olduğunu bilmesi gerekir. Öyleyse, insanın tanımak, bilmek, eğilmek, ona güzel bir hayat tarzı sağlayacak, dünya ve ahirette mutlu olmasını sağlamak için, yaratıcısı olan Allah´ın emir ve ya­saklarını bilerek tatbik etmesi gerekir. İşte bu yüzden yüce Allah, insanın bu ihtiyaçlarını Peygamberler aracılığı ile bildirmiştir. Bu emir ve yasak­ları, nelere inanıp, nasıl ibadet edileceğini, güzel ahlâkın kurallarını top­layıp içine alan ve tamamen Allah´tan Cebrail (a.s.) aracılığı ile vahiy ürünü olan ilahi mesajlara inanmak, imanın rükünlerinden biri olan "Ki­taplara inanmak" hükmüne girmektedir.

Kutsal kitaplar, insanlık için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. İlahi kitaplar bize nasıl yaşayacağımızı, nelere dikkat edeceğimizi, kısacası mükellef olduktan sonra ölüme kadar olan hayatımızı nasıl düzene koymamız ge­rektiğini bildirir.

İnsan, kendisini yaratan yüce Allah´ın emirlerine bağlı olmaktan mutlu ve huzurlu olur.

Son kutsal kitap olan Kuran-ı Kerim, nazil oluşuyla birlikte diğer ilahi kitapların hükmü kalkmış, sadece Kuran-ı Kerim´e bağlı olmamız gerek­tiği yine Kuran-ı Kerim´de bize bildirilmiştir. [1]

İlahi Kitaplar

Her müslüman, ilahî kitapların hepsine inanmakla mükelliftir. Allah´ın gönderdiği kitapların bir tanesini de inkâr eden kâfir olur.

Allah´u Teâla, insanlara, yer ve zaman şartlarına göre Cebrail (a.s.) aracılığı ile kitaplarını Peygamberlere göndermiştir. Peygamberler de va­hiy halinde kendilerine gelen kitapları ezberleyip zamanın şartlarına göre yazıp veya yazdırarak kitap haline getirmişlerdi. Bu kitaplar tamamen va­hiye dayanırlar. [2]

Suhuf (Sayfalar)

Yüce Allah´ın bazı Peygamberlere gönderdiği sayfalar halindeki küçük kitaplara Suhuf denir.

Allah´u Teâla, Peygamberlere gönderdiği kitaplar az veya çok, küçük veya büyük olabilir. Yüce Rabbimiz her millete kitap veya Peygamber göndermiştir. Kendisine kitap verilen Peygamberler olduğu gibi, verilme­yenler de vardır. Kendisine kitap verilmeyen Peygamber, bir önceki Peygamber´in kitabıyla hükmedip insanları Allah yoluna çağırmışlardı.

Bu kitaplar ya bir kaç sayfa veya daha fazla olarak birer kitap haline gelecek şekilde gönderilmiştir.

Suhuflar sırası ile şu peygamberlere gönderilmiştir:

-10 sahife Hz. Adem (a.s.)´a.

-50 sahife Hz. Şit (a.s.)´a.

-30 sahife Hz. İdris (a.s.)´a.

-10 sahife Hz. İbrahim (a.s.)´a. [3]


Büyük Kitaplar

1- Tevrat: Hz. Musa´ya indirilmiştir. Tevrat´ta Peygamberlerin hayatla­rından, İsrailoğulları´nın Mısır´dan çıkışından, ibadetlerden, kurban ve bayram merasimlerinden ve İsrailoğullan´nın Tûr Dağı´ndan Ken´an yur­duna gelmelerinden bahsedilir.

2- İncil: Hz İsa´ya indirilmiştir. İncil´de Tevrat gibi ahkâm (hüküm bil­diren) kitap olup, ibadetlerden bahseder.

3- Zebur: Davud Peygambere indirilmiştir. Zebur, Tevrat´tan ayrı bir hüküm getirmemiştir, içinde ahlaki nasihatlar ve ilahiler vardır.

4- Kur´an-ı Kerim: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)´e indiril­miştir. O´ndan bize kadar hiç kimsenin itiraz edemiyeceği, şüpheye düşemeyeceği bir kesinlikle ulaştırılmıştır. Allahu Teala´dan geldiği gibi mu­hafaza edilmiş olan tek ilahi kitap Kuran´ı Kerim´dir. Allah´u Teala tara­fından bütün insanlığa gönderilmiş ve kıyamete kadar O´nun hükmünün geçerli olacağı Allah tarafından bildirilmiştir.

Diğer ilahi kitaplar çeşitli sebeplerle değiştirilmiştir. Ama Kur´an-ı Kerim, Peygamberimiz (s.a.v.)´e geldiği gibi korunmaktadır. Yahudi, hıristiyan veya başka inanca bağlı olanların da takip ettikleri yolları bırakıp müslüman olmaları, din olarak İslam´ı ve kitap olarak ta Kur´an-ı Kerim´i seçmeleri gerektiğini yine Allah bildirmiştir.

Kur?an-ı Kerim bugüne kadar ve bundan sonra da kıyamete kadar geldi­ği şekliyle muhafaza altındadır. Bütün dünya muslümanlarının okuduğu Kur´an hep birbirinin aynıdır. Zira Allahu Teala, Kur´an-ı Kerim´de bunu garanti edeceğini şu şekilde bildirmiştir:

"Muhakak ki zikri (Kur´an-ı Kerim´i) biz indirdik, (kıyamete kadar) O´nu biz koruyacağız," (Hicr: 15/9)

Diğer ilahi kitaplarda ise durum değişik olup birbirini tutmayan İncil ve Tevrat bulunmaktadır. Bunun sebebi de kilise papazları, sinagog ve havra hahamlarının zevk ve saltanatlarına muhalif olan ayet ve hükümleri değiştirmiş olmalarıdır. [4]

Kuran-ı Kerim'i Diğer İlahi Kitaplardan Ayıran Özellikleri

İnsanlık en mükemmel olan ilahi gerçekleri kavrayabilecek bir idrak seviyesine göre yaratılmıştır. Yüce Allah´ın yarattığı insanoğluna verdiği akıl, kendi sorumluluğunu idrak edebilir durumundadır.

"Ben neyim, nasıl oluşmuşum. Sonum ne olacak, bir intizam ve düzen ile yaratılan bu kâinat nasıl oluşmuş, gecelerin, gündüzlerin ve mevsimle­rin büyük bir düzen içerisinde birbirini takip etmesi nasıl oluşuyor? "

İnsanoğlu şu sorulara cevap verebilecek durumdadır:

İnsanoğlu, insanlık mes´uliyeüni idrak ettiği sürece bu sorulara cevap bulabilmek için, kendini hep meşgul etmelidir. Nitekim İbrahim (a.s.) ço­cukken, kendisine hiç bir ilahi tebliğ gelmeden veya hiç kimse O´na; ´Bu düzenin, bu kâinatın elbette bir yaratıcısı vardır. O´na ibadet et denilmediği halde, putperest olan ana-babasının taptığı putlara inanmamıştı.

Kur´an-ı Kerim´de Yüce Allah şöyle buyurur: "O, gece basınca bir yıl­dız görmüştü; ´İşte bu imiş benim rabbim´ dedi. Yıldız batınca ´Batanları sevmem´ dedi. Ay´ı doğarken görünce ´Bu imiş benim rabhim´, batınca, ´Rabbim beni doğruya eriştirme şeydi andolsun ki sapıklardan olurdum´ dedi. Güneşi doğarken görünce ´işte bu imiş benim rabbim, bu daha bü­yük´ dedi." (En´am: 6/76-78.)

İbrahim (a.s.) daha sonra batanların da. fani olanın da kendisinin Rabbi olamayacağını, Rabbinin her şeyin, Ay´ın, yıldızların, Güneş´in ve tüm kâinatın Ötesinde olan, hepsine hükmeden ALLAH olduğunu idrak et­miş... İşte dünyanın neresinde olursa olsun, Afrika´da olabilir. Avrupa´da olabilir. Okyanus Bölgeleri´nde olabilir. Buralarda yaşayan herkes rabbini idrak edebilir. Öyle bir Rab ki kendilerine vermiş olduğu bu akıl saye­sinde, hem de Rabbimiz olan ALLAH (c.c.) Hz. Adem´den Hz. Muhammed (s.a.v.)´e kadar gelip geçmiş bütün Peygamberlere vermiş olduğu va­hiy görevleri ile insanları hakka davet etmişler. Diğer Peygamberler za­manında aynı devirde birden fazla Peygamber vardı. Sebebine gelince iletişim olanakları yoktu. Herhangi bir haber başka bir bölgeye zor gide­bilirdi. Bu yüzden Allah hiç bir toplumu ilahi tebliğsiz bırakmadı. Ta ki Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)´ e kadar.

Artık Peygamberimiz (s.a.v) ile durum yeni hükümleri gerektirdi. O, bütün insanlığın Peygamberi olacak; Tevrat, İncil ve Zebur inanırlılığını muhafaza etmekle beraber -ki İmanın şartlarından biri olan "Ve Kutubihi" şartı buraya giriyor- hüküm olarak, kendisine inanıp, inandığımızı pratik ve günlük hayatımıza dökme emri sadece Kuran-ı Kerim ile geçerli oldu.

Yüce Allah Kuran-ı Kerim´in emirlerini bütün insanlığa, dünyanın ne­resinde olursa olsun herkese yetişeceğini, daha başka bir peygambere ve dine gerek kalmadığı ve insanlık için söylenmesi gerekeni bildirip şöyle buyurdu: ".... bugün sizin dininizi, sizin için kemale erdirdim. Sizin üzeri­nizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarakîslamı seçtim..." (Maide 5/3)

Başka bir Ayet-i Kerimede de yüce Allah; "Kim İslam´dan başka bir din ararsa O, ondan kabul edilmeyecektir. Ve o, ahirette büyük zarara uğ­rayanlardan olacaktır."(Al-i Imran: 3/85) buyurarak İslamdan başka bir dinin Allah in­dinde kabule şayan olmadığı bize bildirilmiştir.

Aslında bütün semavi dinler, (Hristiyanlık, Yahudilik) Allah tarafından gönderildiğine göre hepsinin kaynağı birdir. Hepsi de İlahi vahye dayanır. Bütün İlahi dinler getirdikleri dini inançlarda ve ibadet esaslarında birlik halindedirler.

Buna rağmen zamanla bu dinlerin İlahi olan asılları kaybolmuş veya değiştirilmiş, yerlerine farklı kalemlerden çıkan, insanın aklına aykırı ki­taplar ortaya konmuştur.

Allah´u Teala´nın bildirdiğine göre, bu değiştirme ve tahriften, yalnız Kuran-i Kerim uzak kalmıştır. Kıyamete kadar da aynen muhafaza edile­ceği "Muhakkak ki Kuran-ı biz indirdik. O´nun koruyucuları da mutlak surette biziz" mealindeki Ayet-i kerime ile bütün insanlığa bildirilmiştir. [5]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 45-46.

[2] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 46.

[3] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 46.

[4] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 46-47.

[5] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 47-49.

Vahiy

Vahiy; işaret, gizli söz, ilham veya bir şeyi gizli ve süratli bir şekilde bildirmek demektir. Terim olarak manası; Allahu Teala´nın peygamber olarak seçtiği kullarına bir yol ile dilediğini bildirmesidir. [1]

Vahyin Çeşitleri

1- Rüya-ı Sadika: Peygamberlerin gerçeklere uygun olarak gördükleri rüyalardır. Peygamberimize ilk vahiy bu rüya ile gelmiştir.

2- îlham: Arada melek olmadan, peygamberlerin kalbine bir mananın doğuşudur.

3- Çan sesine benzeyen bir sesle, melek görünmeden gelen vahiylerdir.

4- Cebrail (a.s.)´in bir melek şeklinde gelmesiyle yapılan vahiy şekli.

5- Cebrail (a.s.)´in asıl şekline ve kılığına girerek gelmesiyle yapılan vahiy şeklidir.

6- Cebrail (a.s.)´in bir insan şekline ve kılığına girerek getirdiği vahiy şekilleridir.

Bütün bu vahiy şekillerinde peygamberler, Cebrail (a.s.)´in yaptığı vahyi kusursuz olarak ezberlemiştir. Yanlış anlama veya unutma söz ko­nusu olamaz. Çünkü Allah tarafından garanti edilmiştir. [2]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 49.

[2] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 49.

4- PEYGAMBERLERE İMAN

Hz Adem´den Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)´e kadar gelen bütün peygamberlere inanmak, imanın rükünlerinden bir tanesidir.

Çünkü Peygamberler Allah tarafından gönderilmiş Allah´ın seçkin kul­larıdır. [1]

Peygamberlerin Sıfatları

1- Sıdk: Doğruluk demektir. Peygamberler son derece doğru dürüst in­sanlardır. Sözlerinde, işlerinde, düşünce ve niyetlerinde hep doğrudurlar.

2- Emanet: Her bakımdan emin ve güvenilir insanlardır.

3- Tebliğ: Allah tarafından kendilerine gönderilen şeriatı olduğu gibi insanlara ulaştırmaktır. Gelen vahyi hiç bir şekilde ne eksiltirler ne de bir şey ilave ederler.

4- Fetanet: Yüksek bir akıl ve zekâya sahip olmaktır. Peygamberler arasında kısır zekâlı görülmemiştir.

5- İsmet: Günahtan ve kötülüklerden uzak olma demektir. Peygamber­ler, Allahu Teala´nın kontrolü ve terbiyesi altında yetişirler. Onlarda pey­gamberlikten önce bile puta tapmak, şarap içmek, yüz kızartıcı bir hare­kette bulunmak gibi durumlar görülmemiştir. [2]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 50.
[2] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 50.

rabia
Mon 8 March 2010, 05:00 pm GMT +0200
5- AHİRETE İMAN

Ahiret, her şeyin sonu demektir. İsrafil (a.s.) tarafından Sûr´a üfürmek ile birlikte bütün canlılar düşer ve ölür. Bu zamandan başlayarak insanla­rın tekrar dirilmesi, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin de cehenne­me girmesine kadar geçen zamana "Ahiret Günü" denir.

Bir başka tarife göre; insanların hesaba çekilmek üzere tekrar dirilme­lerinden başlayarak sonsuza kadar devam edecek zamana ´Ahiret Günü´ denir. Ahiretin daha başka isimleri varsa da en meşhuru "Kıyamet Gü­nü "dür. Ahiret gününe inanmak imanın bir şartıdır.

Kur´an-ı Kerim´de bu konuda yüzlerce Ayet vardır. Ahireti inkar eden kâfir olur.

Kabir Hayatı: İnsanın ölmesinden başlayarak tekrar diriltilmesine ka­dar geçen zamana kabir hayatı denir.

Yukarıdaki tariften de anlaşılacağı üzere kabir hayatı herkes için ola­caktır. İster mezara konulsun, ister fırınlarda cesedi yakılsın, ister ceset denizlere karışıp kaybolsun farketmez, herkes kabir hayatını manevi ale­minde görecektir.

Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde:

"Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurların­dan bir çukurdur" [1] buyurarak, insanın ameline göre kabir hayatı yaşa­yacağını bildirir.

Deliler ve çocuk yaşta ölenler için sual yoktur. Çünkü bunlar yükümlü ve sorumlu değildir. Sorgusuz-sualsız cennete girecektir. Bir de peygam­berlerin kabir sorgusu yoktur. Çünkü ilahi emirleri insanlara onlar bildir­miştir.

Kabir hayatı, ahiret hayatının başlangıcı demektir. Cennetlik olacak adam daha kabrinde iken cennet hayatını, cehenneme gidecek olanlar da cehennem azabının acısını az-çok kabirde tatmaya başlarlar.

Kabir hayatının dünya hayatı ile ölçülmemesi lazımdır. Ölü, nasıl kab­rinde kalır, nasıl sorulara cevap verir, cennetin tadını ve cehennemin aza­bını nasıl hisseder gibi sorulardan kaçınmalıyız. [2]

Kıyamet Günü Ve Alametleri

Kıyamet, daha önce de işlediğimiz gibi dünya hayatının sonu demek­tir. Dört büyük melekten İsrafil´in "Sûr" adı verilen boruyu üflemesiyle dünya hayatı sona erecek ve işte o zaman "Ahiret hayatı" başlayacaktır.

İnanılması gereken iman esaslarından birisi de kıyametin kopmasıdır. Bu hususta hiçbir şüphe yoktur Yüce.Allah, Kur´an-ı Kerim´de şöyle bu­yurur; "Kıyamet muhakkak gelecektir, onda hiç şüphe yoktur..." (Hac: 22/7)
 
Yine başka bir Ayet-i Kerime´de: "Biz kıyameti inkâr edenler için çok şiddetli bir ateş hazırladık" (Furkan: 25/11) buyurur.

Peygamberimiz (s.a.v.)´in içinde bulunduğumuz şu günleri nasıl anlat­tığını hadis-i şerifleri ışığında Kıyamet ve Kıyamet alametleriyle ilgili olanları gelin hep beraber inceleyip, hangi günlerde olduğumuzu anlama­ya çalışalım. [3]

Kıyametin Küçük Alametleri

Peygamberimiz (s.a.v.)´ın hadislerinden çıkarılan hükümlere göre şu durumlar kıyamelin küçük alametlerini bildirmektedir:

-Erkekler hanımlarına uyup, anne-babalarına isyan ederler: Anne-Babalara isyan etmek bir yana nerdeyse onları tanımaz olup, huzur evlerine bile kapatırlar.

-Güvenilir kimseler çok azalır: Filan yerde iyi bir kimse var, denilerek bu tür kimseler parmakla gösterilecek kadar az olur.

-Çalgı ve oyun aletleri çok kullanılır: Günümüzde yerli alet ve sanatçı­lar yetmiyormuş gibi, Batı ülkelerinden popçu ve cazcılar getirilmektedir.

-Büyük ve yüksek binalar yapılır: Zamanımızda bu tür yapılar o kadar ileri durumlara gelmiş ki nerdeyse toprağı görmeye hasret kalmışız.

-Zenginlere iltifat ve itibar edilecek cimrilik artacak, zekat vermek ağır bir borç olarak görülecek: Zaten nerdeyse İslam´ın bu büyük şartı or­tadan kalkmış oluyor. Hatta verilen zekatlar da müstehaklara değil ehli olmayanlara veriliyor.

-Herkes kazanamadığından ve geçinemediğinden şikayetçi olacak: Dünyaya o kadar önem veriliyor ki Allah unutulmuş olup gece gündüz hep dünya hesabı yapılıyor. Kanaat diye bir şey kalmamış, kimin elinde ne varsa payına razı olmayıp, malca ve mevkice kendinden önde olanlar örnek alınıyor. Ve ne yazık ki Peygamberimiz (s.a.v.)´in şu hadis-i şerifi hiç bir zaman nazar-ı itibare alınmıyor.

"İbadet yönünden sizden önde olanları, dünya ve mal yönünden fakir olanları örnek alınız."

Bugün bunun tersine göre amel ediliyor.

-İnsanlarda sevgi ve şefkat azalır: Zamanımızda nerden çıkar ve men­faat umuluyorsa orası seviliyor.

Halbuki Peygamberimiz (s.a.v.)´in bu konuda hadıs-i şeriflerin birisin­de şöyle buyuruyor: "...Allah için seviniz, Allah için buğzediniz." Yani sevdiğiniz birini Allah için seviniz. Birinden buğz ediyorsanız bu buğz edişiniz de Allah için olsun. Yine bunun tam zıddı olarak çıkar ve menfaat nerde var ise orası seviliyor. Bunun dışında kalanlarda menfaat veya çıkar umulmadıkça bunlara karşı herhangi bir ilgi ve sevgi yoktur.

-Zina ve livata çoğalır: Günümüzde zina evleri o kadar yaygın hale gelmiştir ki nerdeyse bu zina evleri meşru olarak kabul ediliyor.

-Haram işlemeyi kolaylaştıran imkânlar artacak, gençler günah işle­meye çok meyledecekler, kadınlar işi iyice azıtacak: Utanmasalar anadan doğma çıplak gezecekler.

-İbadetler ayıp sayılarak ibadet edenler hor görülecek: Günümüzde ibadet etmek o kadar fazla bir şey olarak görülüyor ki "Yahu kardeşim hangi devirde yaşıyoruz. Bu devirde namaz kılınıp oruç tutulur mu?" eleştirilerine sık sık muhatap kalmaktayız.

-Adam öldürmek ve fitne çoğalır: Hele hele ülkemizde günde kaç kişi öldürülüyor. Bunun sayısı ve hesabı bilinmiyor.

-Bid´atler çoğalır: Peygamberimiz (s.a.v.)´in sünnetleri unutulur. Gü­nümüzde zikrediyoruz diye bağırıp tepinmeler yaygın hale gelmiş olup, İslam´ın gerçek ruhu ve ilim mefhumu ikinci plana atılıyor.

-Her köşede zalim ve zorbalar çoğalır: Haksız yere kazanç yaygın olur. Memleketimizde önüne geçilmeyen uyuşturucu mafyası ve daha sonra tü­reyen yeni yeni kumarhane mafyaları bunlara örnek gösterilebilir.

-Günahlar iyi, ibadetler kötü gösterilir: Dolandırıcılar, tefeciler ve gay­ri meşru yollarla cebini-doldurmuş üç kağıtçılar iyi görülüp bunlara rağ­bet edilmektedir. Kadını baştan çıkarırsan olursun bir kahraman...

-Doğru söyleyenler baştan kovulmaya çalışılır: Boşuna dememişler ya ´Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar´. Devrimizde münafıklık hü­küm sürüyor...

-Faize normal alış-veriş denilecek, rüşvete de hediye ismi verilecek

-İnsanlar alimleri bırakıp cahillere uyarlar: Günümüzde ilim adamları­na rağbet terkedilmiş, kim para sahibi olursa cahil de olsa ona rağbet edi­lir.

-İmanı kalpte tutmak, kor ateşi ele almak gibi ´zor olacak: Zamanımız­da ibadet edip haklıyı hak için savunduğun zaman hor görülürsün.

-Sonradan gelen nesiller önceki geçmişlerine sövüp sayacaklar: Yanı­mızdaki büyüklerimize dahi bazen "Senin kafan eski kafadır bu işten an­lamazsın" gibi sözleri az mı duyuyoruz?

-Allah´ın kitabı Kur´an-ı Kerim ile hükmetmek ayıp sayılacak: Günü­müzde "Artık çağdaş olalım, karanlığı bırakalım" gibi sözlere az mı şahit oluyoruz?

-Yüce Allah apaçık inkâr edilecek herkes buna seyirci kalacak: Zama­nımızda Allah´u Teala veya onun göndermiş olduğu Kur´an-ı Kerim´in bir ayeti inkâr edildiği zaman kimse buna karşı çıkmıyor.

-Cahillik çok, ilim az olur: Büyük alimlerimizin çoğu mum ışığında ve ay ışığında okuyup eser yazmışlar. Şimdi bu kitaplar herkesin anlayacağı dillere çevrilmiş olduğu halde kim bunları okuyor?

-Görev, ehli olmayanlara verilecek: Günümüzde bunun misalleri o ka­dar çoktur ki çoğu zaman önemli bir noktaya bir siyasi mekanizma hük­medip cahil ve ehil olmayan birini yerleştirir.

-İçki çok içilerek Yüce Allah´a küfredilir:

Bu konuda Tekel´in yıllık bilançosunda ne kadar içki tükedildiği ve yurt dışından ne kadar içki ithal edildiği belli olup, kayıtlarda mevcuttur.

-Dini ve ilmi vazifeler layık olmayanlara verilir: Günümüzde bunun da ispatı mevcuttur. Bu görevi üstlenenlerin önemli eksiklikleri herkesçe malumdur.

-Alimler günah işleyicilerden, ibadet edenler de cahillerden olur: Ümmiler camiileri doldururken, alimlerin bir kısmı olması gereken yolu bıra­kıp dünyaya meyletmeleri durumunu günümüzde görmek mümkündür. [4]

Kıyametin Büyük Alametleri

Bunların birincisi, Hz. Mehdi´nin ortaya çıkmasıdır. Bu büyük bir zat olup Hz Fatıma (r.anha)´nın sülalesindendir. Daha önce zulüm ve haksız­lık ile doldurulan dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracaktır.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Mehdi benim sülalemdendir. Rengi bir Arap rengidir. Cismi ise bir İsrail cismidir. Sağ yanağında bir ben vardır. Parlayan bir yıldız gibidir. Yeryüzü zulüm ve istibdad ile dolduğu gibi onu (yeryüzünü) adaletle dol­duracaktır Hilafeti sırasında yerde ve gökte ne varsa hatta havadaki kuş­ları dahi memnun edecektir..." [5]

Başka bir hadisi şerifinde Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İsmi ismime uyan ve sülalemden gelen bir adam yeryüzüne hakim ol­madıkça dünya gitmez ve sona ermez." [6] Diğer bir rivayette şu ilave vardır: "Onun yaratılışı, benim yaratılışım gibidir."

İkinci büyük alamet; Ahir zamanda Deccal´in çıkmasıdır. Allah, kul­larını onunla imtihan eder. Akıllara dehşet verecek şekilde kendisine kud­ret verilecektir. Bunun için bazı kimseler kendisine aldanacak.

Saadet ve mutluluk kimin için takdir edilmiş ise, onu koruyacaktır. Çıkışının yakın olmasının alametlerinden bazısı; "Emr-i bi´l-ma´ruf ile nehy-i ani´l-münker" in azalması, kanların akıtılması, ulemanın zalimlere meyledip, hükümdarların kapılarına gidip gelmeleridir. Doğu´da İsfa­han´ın köylerinden bir köyünde çıkacaktır.

Buluta "Yağmur yağdır" dediğinde hemen yağmur yağacak, "Yağdır­ma" dediğinde de yağmur duracaktır. Kırk gün yeryüzünde kalacaktır.

Hadiste şöyle rivayet olmuştur:

-Ey Allah´ın Resulü! Yeryüzünde ne kadar kalacak? dediğimizde şöyle buyurdu:

"Kırk gün. Bir gün, bir yıl gibidir. Bir gün de bir ay gibidir, bir günü de bir hafta gibidir. Diğer günleri ise günleriniz gibidir."

-Bir yıl gibi olan günde, bir günün namazı bize kâfi gelir mı? diye sor­duğumuzda Peygamber (s.a.v.) cevaben şöyle buyurdu:

"Hayır, takdir edeceksiniz." [7]

Büyük alametlerin üçüncüsü; İsa (a.s.)´in Şam´ın doğusunda beyaz bir minare üzerinde inişidir. Ellerini iki meleğin kanadı üzerine koyup bir sabah namazı vaktinde inecektir. Halk kendilerine namaz kıldırması için O´nu davet edecek. O´ da,

"Hayır imamınız sizdendir" diyecektir. Bunun üzerine; bu ümmete ve Peygamberine hürmeten Mehdi öne geçip hem kendisine (Hz. İsa´ya), hem de halka namaz kıldıracaktır. O sırada Deccal da Beytü´l-Makdis´i kuşatma halinde olacaktır. Onun için Beyt´ül Makdis´in kapısı kapalıdır. Hz. İsa´ya kapıyı açın deyince onu açacaklar, Deccal da o zaman onu gö­recek ve beraberindekiler ile birlikte kaçacaktır. Bunun üzerine Hz. İsa ile Mehdi peşine düşecekler. Allah da kendisine yeryüzünü daraltacaktır. Hz. İsa ile beraberindekiler "Ramle"ye yakın "Lûd" köyüne on küsur arşın kala O´na yetişecekler.

İsa (a.s.) kendisine bakıp "Namaz kıl" diyecek.

Deccal: "Ey Allah´ın Peygamberi namaz kılınmıştır" diye cevap verecek.İsa (a.s.)´da: "Ey Allah´ın düşmanı, sen alemin Rabbisin diye iddia et­tin, kimin için namaz kılarsın?" diyecek ve hemen mızrak ile kendisine bir darbe indirecek, mızrak içine saplanacak ve kanlara boyanmış bir şe­kilde onu çıkaracak ve: "Ey Müslümanlar bakınız" diye seslenecektir.

İsa (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.)´in şeriatıyla hüküm edecektir. Zama­nında emniyet, bolluk, refah ve bereket her yerde hüküm sürecektir´. Kırk sene bu hal üzere devam edecektir. Hz. İsa; evlenip iki çocuğu olacaktır. Sonra Hz. Mehdi vefat edecek, namazını Hz. İsa kıldıracak ve Beytü´l Makdis´te onu defn ettirecektir. Daha sonra Hz. İsa (a.s.)´da Medine´de vefat edecek, Hz. Ebu Bekr´in yanında defn edilecektir.

Büyük alametlerin dördüncüsü; Ye´cüc ve Me´cüc´ün çıkışıdır. Bun­lar Hz. Nuh´un oğlu Yafes´in sülalesinden gelmekledir.

Bunların çeşitli ve çok fırkaları vardır. Fitne ve yıkım için çıkışların­dan sonra Allahu Teala, İsa (a.s.)´ya vahyeder ki;

"Hiç kimsenin gücü yetmeyecek bazı kullarımı ortaya çıkardım. Bunun için halis kullarımı Tur Dağı´na doğru götür."

O da onları Tûr´a götürecek. Cenab-ı Allah, Ye´cüc ve Me´cüc´ü gönde­recek her taraftan akıp gidecekler. İsa (a.s.) ile beraberindekileri, Tur Dağı´nda kuşatacaklar sonra Beytü´l-Makdis´e gidip birbirine;

"Biz yeryüzünde bulunan kimseleri öldürdük, gökte bulunanlarla da savaş edelim" diyecekler.

Bunun üzerine oklarını göğe doğru atacaklar, oklar da kanlı olarak geri dönecektir. Sonra Hz. İsa (a.s.) ve mahiyetinde bulunanlar Allah´a yalva­rıp dua edecekler, Allah´u Teâla bunların dualarını kabul edecek, Ye´cüc´ ve Me´cüc´ün boynuna davar ile develerin burnunda meydana gelen kurt­ları gönderip, onları helak edecektir. Sonra Hz. İsa (a.s.) ile mahiyetinde bulunanlar Tûr dağından inecekler, Ye´cüc´ ile Me cüc ´ün cesetlerinin ye­rin her tarafını doldurduğu görülecektir.

Bunun üzerine Allah´u Teala, boyunları deve burnuna benzeyen bir ta­kım kuş gönderecek ve Allah´ın dediği yere cesetleri alıp atacaklardır.

Büyük alametlerin beşincisi: Dabbetü´l-Ard´ın çıkışıdır, Bir görüşe göre bu Salih (as..)´in devesinin yavrusudur. Annesi kesilince kaçtı ve kendisi için yerde açılan bir yere girdi ve O, yer üzerine kapandı. Ahir za­manda çıkıncaya kadar orada kalacaktır. Hiç kimse ona yetişemez, hiç kimse de ondan kaçamaz. Herkes onu kendi yönünde görür. Mü´minin iki gözleri arasında "Mü´min" kelimesini yazacak ve bu sebeple onun yüzü parlayacaktır. Kâfirin de iki gözleri arasında "Kâfir" kelimesini yazacak­tır. Bu sebeple, yüzü simsiyah olacaktır. Müslümana "Ey müslüman", kâ­fire de "Ey kâfir" deyip seslenecektir.

Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "O söz başlarına geldiği (kıyamet yak­laştığı) zaman, onlara yerden bir Dâbbe (mahluk) çıkarırız da, bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler. (Neml: 27/82)

Yani diriliş ve azab ile yapılan tehdidin vukuu yaklaşınca, İslam dini müstesna bütün dinlerin batıl olduğunu beyan eden bir dabbe çıkaracağız. O´ da "Ey falan sen Cennetliksin" ve "Ey falan sen Cehennemliksin" di­yecektir.

Büyük Alametlerin altıncısı; Güneş´in Batı´dan doğuşudur. Bu da İsa (a.s.)´ın vefatından sonra olacaktır. Bir rivayete göre o zaman güneş ba­tınca üç gece uzunluğunda uzunca bir gece ortaya çıkacaktır. İbadet va­kitleri içtihatla tesbıl edilecektir. İnsan gecenin uzunluğundan korkacak­tır. Ebu Zerr (r.a.) Peygamber (s.a.v.)´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Güneş batınca nereye gittiğini bilir misiniz?",

"Allah ve O´nun Rasulu daha iyi bilirler" dedim.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

"O gider Arş´ın altında secdeye kapanır ve izin isteyince kendisine izin verilir. Tekrar secdeye varmak ister, fakat kendisine müsaade edilmez tek­rar isler ama kendisine izin verilmez. Ve kendisine, geldiğin yere dön de­nilir bunun üzerine Batı ´dan doğar. O zaman da tevbe kapısı kapanır." [8]

Büyük alametlerin yedincisi; Yeryüzünü dolduracak bir dumanın çıkmasıdır. Kâfirin göz, kulak, ağız ve dübüründen çıkar. Mü´min olan kimse ondan ancak nezle gibi olur. Bu duman kırk gün kalacaktır.

Büyük alametlerin sekizincisi; Aden´den çıkan ve insanları Şam´a sevk eden bir ateşin çıkmasıdır. Gündüz durakladıkları yerde durur, gece de geceledikleri yerde geceler.

Büyük alametlerin dokuzuncusu; Kur´an-ı Kerim ve faydalı ilimle­rin satır ve göğüslerden silinmesi ve bütün yeryüzünde bulunanan insan­ların küfre dönmeleridir.

Büyük alametlerden onuncusu; Habeşiler´in eliyle Kâ´be´nin yıkılmasıdır.

Büyük alametlerden onbirincisi; Sûrun üfürülmesidir.

Cenab-ı Allah şöyle buyurur:

"Sûr´a üflenince, Allah´n diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra O´na bir daha üflenince, bir de ne göresin, Onlar ayağa kalkmış bakıyorlar." (Zümer: 39/68)

Birinci Sur´da Allah´ın dilemesiyle ölmeyip, kalanların, Cebrail, Azra­il, Mikail, İsrafil veya Hamele-i Arş ya da Rıdvan melekleri, huriler, cen­netin hazinedarı olan Malik´le, cehennemin bekçileri olan zebaniler oldu­ğu belirtilmiştir. Bu ayete göre Sur´a üfürüş ikidir. Birincisi, ölüm Sur´u, ikincisi de Ba´s yani dirilme Sur´udur.

Cenab-ı Allah´ın: "Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etme, O´ndan başka hiç bir ilah yoktur, O´nun zatından başka her şey yokluğa mahkumdur, (geçerli) Hüküm ancak O´nundur; ve (öldükten sonra) hep O´na döndürüleceksiniz." ( Kasas: 28/88) ayet-i kerimesinden maksad; Allah müstes­na her şey yok olacaktır.

O takdirde ´şey´ kelimesinin umumu olduğu gibi bırakılacaktır. Çünkü Cenab-ı Allah´tan başka her şeyin varlığı yok olacaktır. Eğer o sözden maksad, herşeyin ruhunu almak veya parçalarını dağıtmak suretiyle on­dan faydalanmamak ise o zaman Arş, Kürsi, Levh, Kalem, Cennet, Ce­hennem ve içinde bulunanlar ve ruhlar istisna edilecektir.

Sonra ikinci defa Sur´a üfürülecektir. Bu da Cenab-ı Allah göğe yağ­mur yağdırmak için emir verdikten sonra olacaktır. Bu yağmur yağınca, bitki yeşerdiği gibi bütün canlılar da yeşerecektir. Her iki üfürmenin ara­sında kırk sene vardır.

İnanılması gereken şeylerden biri de Allahu Teala'nın bütün kullarını diriltip aralarında bulunan hukuki meselelerini çözmek için dehşet veren makamda haşretmesidir. Ba´s ile Haşr; Kitap, Sünnet ve selefin icmaiyle sabit olmuştur. Binaenaleyh bir kimse bunu yalanlar veya onda şüphe ederse kâfir olur.

Cenab-ı Allah ayeti kerimelerde şöyle buyurur:

"Kıyamet muhakkak gelecektir, onda hiç şüphe yoktur. Ve muhakkak kabirlerdeki kimseleri diriltecektir." (Hacc: 22/7)

"...şu çürümüş kemikleri kim dinilecek; diyor. De ki onları ilk defa ya­ratan dinilecek..." (Yasin: 36/78-79)

"... ilk yaratmaya başladığımız gibi yine onu tekrar o hale getireceğiz" (Enbiya: 21/104)
Ba´s; diriltmek demek. Allah´ın ölüleri diriltip esas ve hakiki cüzlerini bir araya getirdikten sonra onları kabirlerinden çıkarmaktır. Esas ve haki­ki cüzler, hayatın başından sonuna kadar kalması gereken parçalardır; ölümünden evvel parçalansa da hakiki cüzlerden sayılır.

Haşr ise; bütün bu kulları bir makama sevk etmekten ibarettir. Bu ma­kam, dünya makamlarından ayrı bir makamdır. Hukuki mes´elelerini çöz­mek içindir. Bu makamda yaptıklarının karşılığı kendilerine verilecek olan melek, insan ve cin ile yaptıklarının karşılığı kendilerine verilmeye­cek olan hayvanlarla aralarında fark gözetilmeksizin hepsi orada toplana­caklar

Ba´s ile Haşr, Dünya´da bulunmuş olan bedenlerle olacak, benzerleri ile olmayacaktır. Yoksa mükafaat veya ceza gören itaat eden yahut isyan edenden başka şeyler olacaktır. O da icma ile batıldır.

Burada iki husus için dikkat etmek lazımdır. Birincisi; İlk diriltilen ve Haşr yerine gelen Hz. Muhammed (s.a.v.)´dir.

İlk Cennet´e giren de O olacağıdır. İkincisi, Haşr´de insanlar eşit olma­yıp, çeşit çeşittirler. Kimi buraka biner bu takva sahibi olan kimsedir. Ki­mi ayaklarıyla yürür, bu ameli az olan kimsedir. Kimi de yüz üstü sürü­nür. Bu da kâfir olan kimselerdir.

İnanılması gereken şeylerden biri de Allah´ın, kullarını hayır olsun-şer olsun, söz olsun-hareket olsun, amelleri için sorguya çekmesidir. Sicille­rini ele aldıktan sonra teker teker bütün amellerini soracaktır. Bu sorgu umumidir. Mü´min, kâfir, insan ve cin arasında hiç fark yoktur. Ancak is­tisna ettiği kimseler hariç, hadiste şöyle rivayet olunmuştur:

"Benim Rabbim, bana ümmetimden her biniyle yetmiş bin kişi olmak üzere, sorgusuz Cennet´e götüreceğini vaad etti. Ayrıca, Rabbimin avuç­larında üç avuç vermekten maksat; sayısız ve miktarı hesapsız olarak Cennet´e götürmem için bana vaad etti. [9]

Hesab; Kur´an, Sünnet ve müslümanların icmaiyle sabittir. Cenab-ı Al­lah şöyle buyurur:

"Allah´ın hesaba çekmesi sür´atlidir" (Bakara: 2/202)

"Onların dönüşleri muhakkak bizedir. Sonra da muhakkak hesablarını görmek de bize aittir" (Gaşiye: 88/25-26)

Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyuruyor: "Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz"

Peygamber (s.a.v.)´in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Haklar kendi sahiplerine ödenecektir. Öyle ki boynuzsuz davar´ için boynuzludan kısas alınacaktır" [10]

Bunun için bir kimse hesabı yalanlar veya´ondan şüphe ederse kâfir olur.

Hesap, Mahşer´de Allah´ın kullarının yaptıklarını kendilerine bildirme­sidir. Yani o hususla kendileriyle konuşması mükafaat ve cezanın duru­munu bildirmesi ve aradan perdeyi kaldırıp Ezeli Kelam´ı kendilerine işit­tirmesi veya Ezeli Kelam´a delalet eden bir ses yaratması ve her mükelle­fin kulağına ulaştırmasıdır.

Cenab-ı Allah şöyle buyurur:

"Rahbine and olsun ki; biz onların hepsini yaptıklarından sorumlu tu­tacağız." (Hıcr: 15/92-93)

Adiyy bin Hatem, Peygamber (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet et­miştir:

"Her biriniz orada tercüman olmadan, mutlaka Rabbi kendisiyle konu­şacaktır. O zaman sağına bakacak, yaptığından başka bir şey görmeye­cek, soluna da bakacak yaptığından başka bir şey görmeyecektir. Önüne bakacak hizasında ateşten başka birşey görmeyecektir. Öyleyse, yarım ta­ne hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyunuz" [11]

Orada; "Kâfir kendi yaptığım inkar edecek fakat, uzuvları aleyhine şahidlik yapacaktır" buyurulmuştur.

Şu iki hususa çok dikkat etmek gerekir:

Birincisi: Hesabın keyfiyeti değişiktir. Kolayı var, zoru var, gizlisi var, açığı var. Amele göre durum değişir. Allah, dilediği kimsenin günahını bağışlar dilediği kimseye de azab verir. İlk hesaba çekilen de bu ümmet­tir.

İkincisi: Hesabın hikmeti kemalin mertebelerindeki değişikliği göster­mek ve eksikliği bulunan kimselerin de ayıplarını ortaya dökmektir.

İnanılması gereken şeylerden biri de bütün ümmetlerin sahife ve sicil­lerinin kendilerine verilmesidir. Bu sahifeler, meleklerin Dünya´da iken kullan tarafından işlenmiş amelleri içinde tesbit ettikleri sahifelerdir. Mü´minler sahifelerini sağ eliyle, kâfirler de sol elleriyle alacaklardır. Bu sahifeler; kitap, sünnet ve icma´ ile sabit olmuştur.

Allahu Teala şöyle buyurur: "İşte o vakit kitabı sağ tarafından verilen kimseler: Alın okuyun kitabımı çünkü ben hesabıma kavuşacağımı sez­miştim, der." (Hakka: 69/19-20)

"Ama kitabı sol tarafından verilen der ki keşke kitabım verilmeseydi ve hesabımın da ne olduğunu bilmeseydim. Ne olurdu o ölüm, kat´i olaydı (birdaha dirilmeseydim)." (Hakka: 69/25-27)

Yüce Allah başka bir ayette şöyle buyurur: "O vakit kitabı sağ elinden verilen, kolay hesap ile muhasebe olunur ve sevinerek ehline döner. Ama kitabı arkasından verilen yetiş ey ölüm diye bağırır ve alevli ateşe atılır." (İnşikak: 84/7-12) Demek kâfir kitabını sol eliyle arkadan alacaktır.

Hadisi şerifte şöyle rivayet olunmuştur: "Kâfirin sağ eli boynuna bağlanacak sol eli de arka tarafına bükülüp, kitabı kendisine verilecektir"

Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "Her insanın ettiğini kendi boynuna tak­tık. Kıyamet günü onun için bir kitap çıkaracağız ki, ona açılmış olarak kavuşacak." (İsra:117/3)

Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kıyamet günü insanlar üç defa hesaba çekilecekler, iki hesapta münakaşa ve mazeret beyan edilecektir. O zaman sahifeler uçacak kimi sağ eliyle kimi sol eliyle sahifesini alacatır." [12]

Bilinmesi gereken üç husus daha vardır: Bunlar,

1- Her insan sahifesini alacaktır. Yalnız Peygamberler ve Melekler müstesna, çünkü bunlar masumdurlar. Ayrıca hesapsız olarak Cennet´e gi­renler de öyledir. Bunların başında Ebu Bekr Es-Sıddık gelir.

2- Kul öldüğünde kitabı Arş´ın altında bir Arşiv´e konulacaktır. İnsan­lar Haşr makamında iken Allah bir rüzgar gönderir ve bu sebeple sahifeler o Arşiv´den uçacaklar ve her sahife kendi sahibinin boynuna asılacak. Hiç bir sahife yanlışlıkla sahibinden başka kimsenin boynuna asılmaz. Sonra Melekler onlara seslenip boynundan alır ve ellerine verir. Mü´min kendi sahifesini alınca, sahifenin yazısını parlak veya karanlık görür (ameline göre), kâfir ise, yazısını tamamıyla karanlık görür. Ve o zaman şöyle denilir: "Oku kitabını. Bugün üzerine hesap görücü olarak nefsin sana yeter" (İsra:117/4)

Mü´min onu okuyunca yüzü parlayıp bembeyaz olur, kâfirin ise yüzü simsiyah olur.

Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "O bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım yüzlerin kararacağı gün." (Ali- İmran: 3/196)

3- Herkes, ümmi de olsa kendi kitabını okuyacaktır.

İnanılması gereken şeylerden biri de; günâhın cezası verilirse, bir misli verilecektir. Güzel amelin sevabı ise, kat kat verilecektir.

Cenab-ı Allah şöyle buyurur:

"Kim bir iyilikle gelirse, ona o iyiliğin on katı verilir. Kim de bir kötü­lük ile gelirse, ona yalnız misliyle ceza verilir" (En´am: 6/160)

Bu da, Cenâb-ı Allah´ın bir lûtf-u keremidir. Güzel amel için verilen kat kat mükafatın çeşitleri vardır.Bir kısmının 10´a kadar sevabı yükselir. Bu da zikir gibi bedenen yapılan ameldir. Bunun delili de yukarıda adı geçen âyetle Peygamber (s.a.v.)´in şu hadisidir:

"Allah´ın Kitabı´ndan bir harf okuyan kimse için bir hasene sevâb var­dır. Her hasene sevabı on kattır. Bir harftir, demem. Belki "Elif bir harf, "Lam" bir harftir." [13]

[1] Tirmizi, c. 7, sah. 174, No. 2460.

[2] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 50-51.

[3] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 51.

[4] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 52-54.

[5] Rüvyani, Ebu Naim de Huzeyfe´den rivayet etmiştir.

[6] Tirmizi, 223O.

[7] Tirmizi, c.6 sah. 422-423.

[8] Tirmizi, c. 6 bab. 22 sah. 352.

[9] Tirmizi c.7 bab Kıyamet sah. 150.

[10] Müslim Kitabul Birr bab. 15 sah 378 no.60.

[11] Müslim Kitabuz zekat bab. 20 sah. 109.

[12] Tirmizi c.7 sah. 134.

[13] Tirmizi c. 8 bab. 16 sah. 190.

Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 54-62.

6 - KADERE İMAN

Kader:

Allahu Teala´nın ilmi ve iradesiyle bütün varlıkların ve olayların şart­larını ve sebeplerini yer ve zamanlarıyla sınırlandırmasıdır.

Başka bir tarifle kıyamete kadar dünya üzerinde vuku´ bulacak her şe­yin daha evvel Allah tarafından bilinmesidir. [1]

Kaza:

Allah tarafından önceden takdir edilen her şeyi takdire uygun olarak meydana getiren de yine Allah´tır. Bu sebeple kader ile kaza arasında tam bir uygunluk bulunur. Kader bir plan, kaza ise plana uygun olarak yapılan iş denilebilir.

Kader konusuna iki yönden bakmak lazım: [2]

Kader-i Mutlak:

İnsan iradesi ile ilgili olmayan kader. Dünya´ya gelişimiz, ne zaman öleceğimiz kadın veya erkek oluşumuz, vücudumuzdaki organların gö­revleri, Dünya´da oluşmuş veya oluşabilecek tabiat olayları bunların oluşmasında irademizin hiç bir tesiri yoktur. Bunlardan sorumlu da ola­mayız. Vücudumuzdaki organlardan kasıt, el, ayak, göz ve burun gibi or­ganlarımızın işleri tamamen bizim kontrolümuzdadır. Burdaki organ gö­revlerinden kasıt, irademiz dışındaki temel olgulardır. [3]

Kaderi Muallak (Cüz-i ihtiyari):

İnsan kendi iradesi ile başbaşa kaldığında, yapıp yapmadığı tüm işler bu bölüme giriyor. Namaz kılmak, oruç tutmak iyilik yapmak kötülük yapmak, hırsızlık yapmak gibi. [4]

[1] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 63.

[2] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 63.

[3] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 63.

[4] Kadı Ebu Şuca, Ğayetül-İhtisar ve Şerhi, Ravza Yayınları: 63.