- İmametin Şartları

Adsense kodları


İmametin Şartları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ezelinur
Fri 29 January 2010, 05:54 pm GMT +0200

1. İslâmiyet: İmamlığın sahîh olması için gerekli şartların birinci­si, imamın müslüman olmasıdır. Gayr-ı müslim birinin imamlık etmesi ittifakla sahîh olmaz. Müslüman olduğunu iddia eden birinin ardında namaz kılan kişinin namazı, sonradan imamın kâfir olduğunun anlaşıl­ması halinde batıl olur ve iade edilmesi vâcib hâle gelir. Bazı kimseler, bunun pek ender rastlanacak bir durum olduğunu söylemektedirler. Ama gerçek bu değildir. Birçok gayr-ı müslimler, maddî çıkarlar uğru­na müslüman kılığına bürünmekte; istediklerini elde edebilmek için ve-râ ve takva sahibi olduklarını göstermektedirler. Oysa bunlar gerçek­ten müslüman değildirler.

2. Baliğ olmak: İmamlığın sıhhat şartlarından biri de, imamın baliğ olmasıdır. Farz bir namazda, baliğ birisinin mümeyyiz bir çocuğa tâbi olması, Şâfiîler dışındaki üç mezhebe göre sahîh olmaz.

Şafiiler dediler ki: Baliğ kişinin, Cuma namazı dışındaki farzlar­da mümeyyiz çocuğa tâbi olması caizdir. İmam, Cuma namazının şartla­rını taşıyan cemaati kırka tamamlamaktaysa baliğ olması şarttır. Kendi­sinden başka kırk kişi sağlanıyorsa, mümeyyiz bir çocuk da olsa, imamlı­ğı sahîh olur.

Nafile namazlardaysa baliğ kişinin mümeyyiz çocuğa tâbi olması, Hanefîler dışındaki üç mezhebe göre sahîh olur.

Hanefiler dediler ki: Mutlak olarak ne farz, ne de nafile na­mazlarda baliğ kişinin çocuğa tâbi olması sahîh olmaz.

Ama mümeyyiz çocuğun, kendisi gibi mümeyyiz bir çocuğa imamlık etmesi, ittifakla sahîh olur.

3. Erkeklik: İmamlığın sıhhat şartlarından biri de, tahakkuk et­miş erkekliktir. Buna göre cemaat erkeklerden teşekkül etmişse, kadın ve erseliğin imamlık etmesi sahîh olmaz. Cemaat, kadınlardan teşek­kül etmişse, onlara imamlık etmek için erkeklik şartı aranmaz. Aksine kadının, kendi gibi kadınlara ve erseliklere imamlık etmesi sahîh olur. Mâlikîler dışındaki üç mezheb bu görüşte ittifak etmişlerdir.

Malikiler dediler ki: Kadının ve erseliğin ne farzlarda, ne de na­filelerde erkek veya kadın cemaate imamlık etmesi sahîh olmaz. Cemaat, kimlerden oluşursa oluşsun, İmamın erkek olması şarttır.

4. Akıllılık: İmamlığın sıhhat şartlarından biri de akıllı olmaktır. Deliliğinden ayılmaması halinde, delinin imamlık etmesi sahîh değildir. Ama bazen ayılıp bazen deliren kişinin ayık iken imamlık etmesi sahîh olur. Delirmesi hâlinde ise imamlığı ittifakla batıl olur.

5. Okumuşluk: İmamlığın sıhhat şartlarından biri de, imamın oku­muş biri olmasıdır. Cemaattekiler okumuş olur da imam ümmî olursa, imamlığı sahîh olmaz. Bu babta aranan şart, imamın, namazın sıhhati­ni temin edecek derecede güzel bir kıraatte bulunmasıdır. Kur’an öğ­renmekte olan kişinin ardında namaz kılınabilir. Kendilerine namaz kıl­dıracak Kur’an okuyan biri bulunsun bulunmasın, ümmînin kendisi gibi ümmî birine imamlık etmesi sahîh olur. Mâlikîler dışındaki üç mezheb bu hususta görüş birliği etmişlerdir.

Malikiler dediler ki: Kur’an okuyabilen biri bulunduğu takdir­de, Fatiha okuyamayan ümmî birinin, kendisi gibi birine tâbi olması sa­hîh olmaz. Her ikisinin de Kur’an okuyabilen kimseye tâbi olmaları vâcib olur. Aksi takdirde namazları batıl olur. Fatihayı güzel okuyamayan kişi­nin, güzel okuyabilen birinin bulunması hâlinde, kendisi gibi olana tâbi olması menedilir. Ama kendisi gibi olan birine tâbi olursa da namazı sahîh olur. Kur’an okuyan birinin mevcûd olmaması hâlinde, ümmînin kendi gibi birine uyması, doğru olan görüşe göre sahîh olur.

6. Sağlık: İmamın cemaate namaz kıldırmasının sahîh olabilmesi için kendisinin; sidik akıntısı, sürekli ishal, yellenme, burun kanaması gibi özürlerden uzak olması şarttır. Kendisinde bu tür özürlerden biri bulunan kimsenin, sağlam kimselere imamlık etmesi sahîh olmaz. Ama kendisinde bulunan özrün aynısının bulunduğu kimseye imamlık etme­si sahîh olur. Eğer imamın ve imama uyan kişinin özürleri birbirlerin­den ayrı olursa, meselâ birinde burun kanaması, diğerinde sidik akıntı­sı bulunursa, bunlardan birinin diğerine imamlık etmesi sahîh olmaz. Hanefîlerle Hanbelîler, mevzuun bu kadarında görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîlerle Şâfiîlerin buna ilişkin görüşleri ise aşağıya alınmıştır.

Malikiler dediler ki: İmamın kendisi hakkında muaf sayılan özür­lerden salim olması şart değildir. Zamanın yarısı boyunca da olsa kendi­sinde devam eden sidik akıntısı, şahsı için muaf sayıldığından dolayı imam­lığı sahîh olur. Aynı şekilde kendisinde yellenme veya abdest ve namazı batıl kılmayan diğer sürekli özürler bulunan kimselerin de imamlık etme­leri sahîh olur. Fakat böylelerinin, özürsüz kimselere imamlık etmeleri mekruhtur.

Şafiiler dediler ki: İmamdaki özür, namazın yeniden kılınmasını gerekli kılan bir özür olmadıkça, kendisine uyan kişi sağlam olsa bile imamlığı sahîh olur.

7. Hadesten ve necasetten temiz olmak: İmamlığın, üzerinde ittifak edilen sıhhat şartlarından biri de, imamın hadesten ve necaset­ten temiz olmasıdır. Bir kişi, cünüb veya abdestsiz, ya da üzerinde pislik bulunan bir imama tâbi olarak namaz kılarsa, imam da bunu bilerek namaz kıldırırsa her ikisinin namazı da batıl olur. Unutarak olursa batıl olmaz. Mezheblerin bu husustaki görüşleri aşağıya alınmıştır.

Malikiler dediler ki: Hadesli kimsenin, cünüb veya abdestsiz ol­duğunu bilerek imamlık etmesi sahîh olmadığı gibi, kendisine uyanların namazları da batıl olur. Ama hadesli olduğunu unutarak namaza giren veya namazdayken abdesti sıkışıp bozulan imam, aslen abdestsiz olduğu­nu hatırladıktan veya namazdayken abdesti bozulduktan sonra, cemaatle namaz amellerinden birini edâ etmişse namazları batıl olur. İmam bilme­se bile, abdestsiz olduğunu bildikleri halde imama tâbi olan cemaatin na­mazları yine batıl olur. Ama ne cemaat ve ne de imam, kendisinin ab­destsiz olduğunu bilmeden namazı kılsalar ve daha sonra bunun farkına varsalar, cemaatin namazı sahîh olur, imamınkiyse, sayılan bütün du­rumlarda batıl olur. Zîrâ taharet, namazın sıhhati için şarttır. İmamın üzerinde bir necaset bulunması hâlinde kendisinin ve cemaatin namazı, imamın hades haliyle kıldırdığı namazların hükmüne tâbi olur. Yalnız imam üzerinde necaset bulunduğunu namazı kıldırdıktan sonra fark eder­se kendisinin de namazı sahîh olur. Zîrâ necasetten taharet, kişinin neca­setin kendi üzerinde bulunduğunu bilmesi hâlinde, namaz için. bir sıhhat şartı olur.

Şafiiler dediler ki: Bir kimsenin başlangıçta, abdestsiz olduğunu bildiği imama tâbi olması sahîh olmaz. Ama namazdayken imamın ab­destsiz olduğunu anlarsa, namazını imamdan ayrılmaya niyet ederek tek başına tamamlaması vâcib olur. Bu durumda namazı sahîh ve yeterli olur. İmama uyan kişi, namazı imamla birlikte kılıp tamamladıktan sonra ima­mın abdestsiz olduğunu anlarsa, kılmış olduğu namaz sahîh olduğu gibi, cemaat sevabını da kazanır. İmamın namazına gelince, bu sayılan durum­ların tümünde batıldır. Çünkü taharet, namazın şartıdır ve üzerinde taha­ret şartını taşımaksızın kıldığı namazı iade etmesi vâcibtir. Kurumuş sidik gibi gizli bir necaset taşıdığı cemaat tarafından bilinen imamın imamlığı da sahîh olmaz. Ama böyle bir necaseti taşıdığı bilinmezse, kendisine uyul­ması Cuma namazı dışındaki namazlarda sahîh olur. Cuma namazındaki cemaat, kendisinden ayrı olarak kırk kişiyi bulursa, Cuma namazında da kendisine uyulması sahîh olur. Cuma namazında cemaat sayısı, ancak üzerinde böyle gizli bir necaset taşıyan imamla birlikte kırk kişiyi bulur­sa, kendisine uyanların namazları da batıl olur. Ama üzerinde, iyice ba­kıldığında görülebilecek alenî bir necaset bulunan imama uyulması, bu necaset cemaat tarafından bilinmese bile, mutlak surette sahîh olmaz.

Hanbeliler dediler ki: Küçük veya büyük hades hâlinde bulu­nan, ya da üzerinde kendisince bilinen bir necaseti taşıyan kimsenin imamlık etmesi sahih olmaz. Ama üzerinde taşıdığı necaset ne kendisi, ne de ken­disine tâbi olanlar tarafından bilinmeden namaz kılınıp da tamamlanırsa, cemaatin namazı sahih olur. Bu namaz ister Cuma namazı, isterse başka bir namaz olsun, aynı hükme tâbidir. Ancak Cuma namazında cemaatin, imam dışında kırk kişi olması şarttır. Aksi takdirde tümünün namazı batıl olur. Cemaat sadece kırk kişiden ibaret olur da, bunlardan birinde necaset bulunursa, tümünün namazı yine batıl olur.

Hanefiler dediler ki: Hadesli veya üzerinde necaset bulunan kişi­nin imamlığı, bu şekilde kılınan namazın batıl olması nedeniyle, sahih olmaz, imamın namazının bu nedenlerden ötürü fâsid olduğunu bilmeyen cemaatin namazı sahih olur. Ama âdil kimselerin şâhidliği veya bizzat âdil imamın kendi şahsı hakkında haber vermesiyle bunu öğrenirlerse na­mazları batıl olur ve iade etmeleri gerekir. Namazının fâsid olduğunu haber veren imam âdil değilse sözü kabul edilmez. Yalnız cemaatin, ihti­yat gereği olarak namazlarını iade etmeleri müstehab olur.

8. İmam peltek olmamalıdır: İmamlığın sıhhat şartlarından biri de, imamın dilinin düzgün olması ve bir harfi telâffuz ederken diğer bir harfe kaymamasıdır. Meselâ ‘ra’ harfini ‘ğayn’ harfine, ‘sin’ harfini ‘sad’ harfine, ‘zal’ harfini ‘zef harfine çevirmemelidir. Telâffuzu bu şekilde bozuk olanlara “peltek” denir. Çünkü lügatte pelteklik, dilin bir harften başka bir harfe kayması demektir. Bu gibi kimselerin dillerini düzeltmeleri ve harfleri mümkün mertebe düzgün olarak çıkarmaları gerekir. Dillerini düzeltemedikleri takdirde, sadece kendileri gibi peltek olanlara imamlık etmeleri sahîh olun Peltek olanlar, dillerini düzeltmeye çalışmayıp kusurlu davranırlar­sa, İmamlıkları bir yana, kendi başlarına kıldıkları namazları da kökten batıl olur. Hanbelî, Şâfii ve Hanefîler bu hükümde görüş birliği etmiş­lerdir. Yalnız Hanefîler böyle bir kimsenin, Fâtiha’dan başka bir sûre veya âyeti düzgün olarak okuyabilirse, namazının batıl olmayacağını söylerler. Çünkü Hanefîlere göre namazda Fâtiha’yı okumak farz değil­dir. Mâlikîlerse bu anlatılanların tümüne muhalefet ederek, dilinde pel­teklik bulunan bir kimsenin imamlık etmesinin ileride de açıklanacağı üzere mutlak surette sahîh olacağını belirtmişlerdir. Hata eseri olarak bir harfi başka bir harfe çeviren, meselâ “müstakîm” kelimesindeki “sin” harfini kendisinden sonra gelen “ta” harfine idğam ederek “müttakîm” diyen kişi de, bu tafsilât doğrultusunda peltekle aynı hük­me tâbi olur. Böylelerinin de dillerini düzeltmeye çalışmaları gerekir.

Beceremedikleri takdirde sadece kendileri gibi kimselere imamlık et­meleri sahîh olur. Ama dillerini düzeltmeye çalışmayıp ihmalkârlık eder­lerse, hem imamlıkları, hem de namazları batıl olur.

Konuşmasında “fa” harfini tekrarlayan “fe’fa” ve “ta” harfini tek­rarlayan “temtam”a gelince, bunların kendileri gibilerine imamlık et­meleri sahîhtir. Kendileri gibi olmayanlara imamlık yapmalarıysa Şafiî ve Hanbelîlere göre ancak, kerahetle birlikte sahîh olur. Mâlikîlerse bun­ların imamlıklarının mutlak olarak, kerâhetsiz sahîh olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Hanefîlere gelince onlar, bu gibi kimselerin İmamlıkları­nın, pelteğin imamlığı gibi olduğunu, önce anlatılan şart muvacehesin­de ancak kendi emsallerine imamlık yapmalarının sahîh olacağını söy­lemişlerdir. Mâlikîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.

Malikiler dediler ki: Peltek, temtam, fe’fa ve erit (hata eseri ola­rak bir harfi başka bir harfe idğam eden) gibi, bazı harfleri telâffuz ede­meyenlerin namazları ve gerek emsallerine, gerekse dillerinde hiçbir iğrilik bulunmayan kimselere imamlık etmeleri sahih olur. Kıraati düzgün olmayan kimsenin, kendisine okumayı öğretecek birini bulması ve o kim­senin de öğretmeyi kabul etmesi, aynı zamanda buna vaktin de müsait olması halinde bile dilini düzeltmeye çalışması, kuvvetli görüşe göre vâcib olmaz. Bununla da anlaşılıyor ki Mâlikîler, imamın dilinin pelteklikten salim bulunmasını şart olarak ileri sürmemektedirler.

9. İmam, bir başka imama tâbi biri olmamalıdır: İmamlığın sıh­hat şartlarından biri de, imamın bir başka imama tâbi bulunmamasıdır. Meselâ bir kimse imama, ikindi namazının son iki rek’atinde yetişerek tâbi olur da, imam selâm verdikten sonra ayağa kalkıp namazını ta­mamlarken bir başkası gelip ikindi namazını kılmak üzere bu kimseye tâbi olursa, ikinci olarak gelip birinciye tâbi olanın namazı sahîh olur mu, olmaz mı? Aynı şekilde fazlaca kalabalık bir mescidde bir kişi ge­lip arka safa katılır ve -İmamın hareketlerini görüp işitemediği için- önün­deki bir kişiyi kendine imam edinerek ona tâbi olursa, bu yaptığı sahîh olur mu, olmaz mı? Mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Malikiler dediler ki: İmama sonradan tâbi olarak bir rek’at na­maz kılmış olan kimseye tâbi olan bir kişi, ister tâbi olduğu imam gibi daha önceki imama tâbi olmuş olsun, ister olmasın namazı batıl olur. Ama imamın selâm vermesinden sonra, tâbi olmaksızın namazını tamam­lama hususunda onun hareketlerini örnek alırsa namazı sahih olur. Yine bunun gibi ilk kişi, imamla bir rek’at kılamayıp sadece son teşehhüd es­nasında ona kavuşmuşsa, imama tâbi sayılmayıp tek başına kılan biri olarak sayıldığı gerekçesiyle kendisine uyulduğu takdirde namazı sahih olur. İmamlığı da muteber olur.

Hanefiler dediler ki: İmama sonradan yetişerek arkasında bir rek’at veya daha az namaz kılmış olan kimseye tâbi olunması sahih ol­maz. İmama sonradan yetişen iki kişiden biri, imamın selâmından sonra diğerine tâbi olmaya niyet ederse, namazı batıl olur. Ama tâbi olmaya niyet etmeksizin, sadece önce kılınan namaz miktarını hatırlamak için bi­ri diğerinin hareketlerini izleyen kimselerin, her ikisi de önceki imama tâbi oldukları için, namazları sahih olur.

Şafiiler dediler ki: İmama bağlılığı devam ettiği sürece, imama uyan kişiye tâbi olmak sahih olmaz. Böyle birine, imamın selâm verme­sinden veya kendisinin imamdan ayrılmaya niyet etmesinden sonra -bu mezhebe göre namazdayken imamdan ayrılmak caizdir- uyulması sahih olur. Yalnız bu sahihlik, Cuma namazı dışındaki namazlar için geçerlidir. Cuma namazında ise sahih olmaz.

Hanbeliler dediler ki: İmama uyan kimseye tâbi olmak, imama bağlılığı devam ettiği sürece sahih olmaz. Ama imama sonradan tâbi ol­muş bir kimsenin, yine kendisi gibi imama sonradan tâbi olmuş birine, imamın selâm vermesinden sonra, tâbi olması sahih olur. Yalnız bu sahihlik, Cuma namazı dışındaki namazlar için geçerlidir.

10. İmamın namazı, kendisine uyanın mezhebine göre de sahîh olmalıdır: Meselâ, Hanefî mezhebine mensub bir kimse, bedeninin her­hangi bir tarafından kan akmış ve fakat daha sonra abdest almamış olan Şafiî mezhebine mensub bir imamın ardında namaz kılarsa; veya Şafiî mezhebine mensub bir kimse bir kadına dokunan Hanefî mezhe­bine mensup bir imamın ardında namaz kılarsa, bu durumdaki kimse­lerin tâbi oldukları imamların namazı kendi mezheblerine göre geçer­siz olduğundan, namazları batıl olur. Hanefîlerle Şâfiîler bu hususta görüş birliği etmişlerdir. Mâlikîlerle Hanbelîlerin buna ilişkin görüşleri aşağıya alınmıştır.

Maliki ve Hanbeliler dediler ki: Namazın sıhhat şartları, sa­dece imamın mezhebine göre değerlendirilir. Bir Mâliki veya Hanbelî, ab­dest alırken başının tümünü mesh etmemiş olan bir Hanefî veya Şâfiîye uyduğunda, imamın namazı sahih olduğu için kendisinin de namazı sahih olur. Ama imama tâbi olmanın sıhhat şartları hususunda, imama uyan kişinin mezhebine göre değerlendirme yapılır. Sözgelimi bir Mâliki veya Hanbelî farz bir namazı kılmak için, nafile namaz kılmakta olan Şafiî mezhebindeki bir kişiye tâbi olursa, namazı batıl olur. Zira uymanın sa­hih olması için, hem imamın ve hem de imama uyan kişinin namazları aynı olmalıdır.

11. İmam, cemaatten önde durmalıdır: İmamlığın sıhhat şartla­rından biri de, cemaatin imamdan ileriye çıkmamasıdır. Cemaatten biri imamdan ileriye çıkarsa, hem imamlık ve hem de namaz batıl olur. Mâlikîler dışındaki üç mezheb bu hükümde görüş birliği etmişlerdir.

Malikiler dediler ki: İmama uymada, uyanın imamdan önde ol­maması şartı aranmaz. İmama uyanlardan biri veya cemaatin tümü imam­dan önde olsa bile, mûtemed olan görüşe göre kılman namaz sahih olur. Yalnız, gereksiz yere imamdan öne geçmek mekruhtur.

Cemaatin imamdan öne çıkmamasını şart koşanlar, Kabe etrafın­da kılınan namazı bu hükmün dışında tutarak, burada kılınan namazda cemaatten birinin imamdan ileriye çıkmasının caiz olduğunu söylemiş­lerdir. Yalnız Şâfiîlerin buna ilişkin tafsilâtlı görüşleri aşağıda belirtil­miştir.

Şafiiler dediler ki: Kabe etrafında kılınan namazda imamla aynı yönde olan cemaatin imamdan ileri çıkması sahîh olmaz. İmamla aynı yönde olmayan cemaatin imamdan ileriye çıkması ise sahihtir. Mescidin darlığı gibi bir zorunluluk olmadıkça imamdan ileriye çıkmak mekruh olur. Zaruret olunca mekruh olmaz.

İmama namazın kıyamında uyan kimsenin namazının sahîh olabil­mesi için, ayağının geri tarafının imamın ayağının geri tarafından ileri­de olmaması gerekir. Namazın ka’desinde imama uyanın kuyruk soku­munun, imamın kuyruk sokumundan önde olmaması gerekir. Önde, ol­duğu takdirde namazı sahîh olmaz. İmam ile aynı hizada olan kimse­nin namazı, Şâfiîler dışındaki üç mezhebe göre kerâhetsizce sahîh olur.

Şafiiler dediler ki: İmama tâbi olan kişinin imamla aynı hizada bulunması mekruhtur.

12. İmama uyan kimse, görerek veya işiterek az bir miktar da olsa imamın hareketlerini algılayabilmelidir: Buna muvaffak olunduğu takdirde namaz sahîh olur. Yerler ayrı olduğu takdirde, bu şart aran­maksızın mezheblerin aşağıda belirtilen detaylı görüşlerine göre na­maz sahîh olur.

Şafiiler dediler ki: İmamla imama uyan kimse mescid içerisindeyseler, aralarında üç yüz zirâ’dan fazla mesafe bulunsa da bulunmasa da, aynı mekânda sayılırlar. İmam, mescidin bir ucunda, ona uyan da mescidin girişinde namaz kılarlarsa, imamlık sahih olur. Yalnız araların­da, namaza girmeden önce çivilenmiş bir kapı gibi, engelleyen bir şey bu­lunmamalıdır. Ama böyle bir engel, namaza başladıktan sonra meydana gelirse, bu, namazın sıhhatine zarar vermez. Aynı şekilde aralarında kilit­li bir kapının bulunması da namazın sıhhatine engel teşkil etmez. İmama uyan kişinin, imama kıbleye yönelik olarak ulaşmasıyla kıbleye dönük olarak ulaşması arasında bir fark yoktur. Avlu ve benzeri şeyler de mes­cidin hükmüne tabidirler. İmamla İmama uyan kimse, namazı mescid dı­şında kılmaktaysalar, aralarındaki mesafe yaklaşık olarak üç yüz zirâ’dan fazla değilse, namaz sahîh olur. Arada, içinden gemilerin geçtiği bir nehir veya insanların fazlaca gelip geçtikleri bir yol gibi fasıla bulunur da bu durumda imama uyan kişi dilediği takdirde kıbleden sapmaksızın veya sırtını kıbleye dönmeksizin imama ulaşabilirse yine sahih olur. İmamlığa zarar veren engelin çivilenmiş bir kapı olmasıyla, kilitlenmiş bir kapı ol­ması arasında fark yoktur. İmam ve kendisine uyanlardan biri mescidin içinde, diğeri mescidin dışında olur da, mescid dışındaki kişiyle kendisine mescidin en yakın tarafı arasında üç yüz zirâ’dan fazla bir mesafe bulu­nursa, imamlık batıl olur. Bu durumda namazın sahih olabilmesi için arada engel bulunmaması şarttır. Bu engelin niteliği yukarıda, her ikisi­nin de mescid dışında namaz kılmaları hususunda anlatılmıştı.

Hanefiler dediler ki: İmama uyanla imamın yerlerinin ayrı ol­ması, iktidâyı, yani imama uymayı fâsid kılar. Bu durumda imama uy­muş olan kimse, imamın hareketlerini birbirine karıştırsa da, karıştırmasa da namazı sahîh olmaz. Doğru olan görüş budur. Aradan yol ve benzeri bir fasıla geçtiği için evi mescidden ayrılan kimsenin, namazını kendi evinde mescidin imamına tâbi olarak kılması hâlinde, bu iktidâsı sahih olmaz. Çünkü imamın bulunduğu yerle kendi bulunduğu yer birbirinden ayrıdır. Eviyle mescid arasında bir fasıla olmayıp arada sadece mescid duvarı bu­lunan kişinin, imamın hareketlerini birbirine karıştırmamak kaydıyla, kendi evinde namaz kılarken mescid imamına tâbi olması sahih olur. Aynı şe­kilde evinin damı, mescidin damına bitişik olan kişinin, kendi evinin da­mında namaz kılarken mescid imamına tâbi olması da sahih olur. Zîrâ bu durumda imamın bulunduğu yerle imama uyanın bulunduğu yer birbi­rinden ayrı olmamaktadır. Büyük camiler gibi, yer aynı olmakla birlikte çok geniş olur, imamın hareketleri de birbirine karıştırılmaksızın görülür veya anlaşılırsa, iktidâ sahîh olur. Tabiî bu durumda imama uyan kişi, ya doğrudan imamın, ya da mübelliğin sesini duyarak veya imamı göre­rek veyahut da imamı gören birini görerek hareketlerini birbirine karıştır­maksızın anlayabilmelidir. Ayrıca mübelliğin de iftitah tekbirini alırken sadece tebliği kasd etmemesi gerekir. Aksi takdirde hem kendisinin, hem de kendisinin tebliğine göre hareket edenlerin namazları batıl olur. Geniş mescidde imama uymak, imama uyanla imam arasında araba yolu veya bir kayığın geçebileceği bir nehir gibi fasıla bulunmadığı takdirde sahîh olur. Aksi takdirde sahîh olmaz. Çölde cemaatle namaz kılmaya gelince, imamla kendisine uyan kişi arasında iki saflık bir ara bulunursa sahîh olmaz.

Mescid-i Aksa gibi gerçekten çok büyük mescidler de sahra hükmündedirler.

Malikiler dediler ki: İmamla kendisine uyan kişinin yerlerinin birbirinden ayrı olması, iktidânın sıhhatine engel teşkil etmez. İmam ile kendisine uyan kimse arasında duvar, nehir veya yol gibi bir fasıla bu­lunduğu halde mübelliğ vasıtasıyla imamın hareketlerinden haberdar olu­nursa, kılman namaz sahîh olur. Fakat kişi, Cuma namazını mescide biti­şik olan evinde kılarken mescid imamına tâbi olursa, namazı batıl olur. Zîrâ Cuma namazının sahîh olması için, mescidde kılınması şarttır.

Hanbeliler dediler ki: İmam ile kendisine uyan kişinin yerleri birbirinden ayrı olursa, iktidâ aşağıdaki tafsilât doğrultusunda sahîh ol­maz.

İmamla imama uyan kişi arasında, içinden gemilerin geçtiği bir nehir bulunursa her ikisinin de namazı batıl olur. Çünkü bu kişi namazını, kendisine uyulması sahîh olmayan birinin namazına bağlamış olmaktadır, îmam ile kendisine uyan kişi arasında bir yol bulunuyorsa ve kılınmakta olan namaz da zahmet ve kalabalık anında yolda kılınması sahîh olmaya­cak bir namazsa, saflar birbirine bitişik olsa bile, iktidâ sahîh olmaz. Eğer kılınan namaz, Cuma namazı gibi izdiham hâlinde yolda kılınması sahîh olan bir namazsa ve saflar yol üzerinde birbirine bitiştirilirse iktidâ sahîh olur. Ama saflar birbirine bitişik değilse sahîh olmaz. İmam ile kendisine uyan kimse aynı mescid içinde bulunur ve iftitah tekbiri de işitilirse, aralarında fasıla olsa bile iktidâ sahîh olur. İmam mescidde, kendisine uyan kimse de mescid dışında bulunur veya bunun tersi olursa iktidâ, imama uyan kişinin, imamı veya -namazın bir kısmında da olsa-imamı gören birini, hiç olmazsa pencereden görebilmesi şartına bağlıdır. Aralarında üç yüz zirâdan fazla bir mesafe bulunsa bile, anılan görme şartı tahakkuk ettikten sonra iktidâ, yani imama uyma sahîh olur.

13. İmamın imamlığa, kendisine uyanın da İmama tâbi olmaya niyet etmesi: İmamlığın sahîh olabilmesi için gerekli şartlardan biri de imama uyan kimsenin, imama uymaya niyet etmesidir. Hanefîler dışın­daki diğer üç mezheb bu hususta görüş birliği etmişlerdir.

Hanefiler dediler ki: Muhtar olan görüşe göre imama uyma ni­yeti, Cuma ve bayram namazları dışındaki namazlar için şarttır. Zîra bu iki namazın sahîh olabilmeleri için cemaatle kılınmaları zaten şarttır. Bunları kılarken ayrıca imama uymaya niyet etmeye gerek yoktur.

Bu ni­yetin hakîkaten veya hükmen namazın başında iftitah tekbirine bitişecek şekilde yapılması zorunludur. Tek başına kılma niyetiyle namaza başlayıp da daha sonra bir imam gören kimse, o imama uymaya niyet ederse, bu niyeti namazın başlangıcında yapmadığı için, namazı sahîh olmaz. Tek basma namaz kılmakta olan kimsenin, namaz esnasında cemaate katılması caiz olmaz. Yine bunun gibi, namaza cemaatle baş­layan kimsenin, namaz esnasında tek başına kılmak için cemaatten ayrılması, imamın namazı fazlaca uzatması gibi bir zaruret olmadıkça, caiz olmaz. Şâfiîler dışındaki diğer üç mezheb bu hususta ittifak etmiş­lerdir.

Şafiiler dediler ki: Namazın başlangıcında imama uymaya niyet etmek şart değildir. Namazdayken imama uymaya niyet edilirse, kerahet­le birlikte sahîh olur. Yalnız cemaatle kılınması şart olan Cuma ve benze­ri namazlar bundan müstesna olup bunların başlangıcında, iftitah tekbiri­ne bitişik olacak şekilde imama uymaya niyet etmek zorunludur. Bunun yanı sıra bir kimsenin, özürsüz olarak imamdan ayrılmaya niyet etmesi de sahîhtir. Yalnız bunu özürsüz olarak yapmak mekruhtur. Cuma na­mazı gibi cemaatle kılınması şart olan namazlar bundan istisna edilmiş olup bunların birinci rek’atinde imamdan ayrılmaya niyet etmek sahîh olmaz. Cemaatle iade edilmek istenen namazla, cem-i takdim olarak kılı­nan namaz da Cuma namazı gibi olup aynı hükme tabidirler.

Hanefiler dediler ki: İmama uyan kimse, imamdan ayrılmaya niyet edip tek başına kılmaya geçerse namazı batıl olur. Ancak bu kişi, imamla birlikte son kâdede teşehhüd miktarı oturduktan sonra bir zaru­retle karşılaşırsa, selâm verip namazı bırakabilir. Özürsüz olarak böyle yaptığı takdirde, günahkâr olmakla birlikte namazı sahîh olur.

İmamın imamlığa niyet etmesine gelince, meselâ öğle namazını kıldırırken, “öğle namazını kıldırmaya niyet ettim” demesi imamlığın sıhhati için şart değildir. Ancak, mezheblerin belirttikleri bazı hallerde buna niyet etmek gerekli olur.

Hanbeliler dediler ki: İktidânın sahîh olabilmesi için imamın, her namazda imam olmaya niyet etmesi şarttır. Niyet etmediği takdirde namaz sahîh olmaz.

Şafiiler dediler ki: İktidânın sahîh olabilmesi için imamın, Cuma namazında, yağmur nedeniyle cem-i takdîm şeklinde kılınan namazda ve iade edilen namazda cemaate imamlığa niyet etmesi şarttır.

Hanefiler dediler ki: İmamın, kadınlara namaz kıldırması hâlin­de, kendisine uyanların namazlarının sahîh olabilmesi için imamlığa niyet etmesi şarttır. İmamları, imam olmaya niyet etmediği takdirde, kendisine uyarak namaz kılan kadınların namazları batıl olur. Kendisinin namazı ise, bir kadın kendisiyle aynı hizada bulunsa bile sahîh olur.

Malikiler dediler ki: İmamın, imamlığa niyet etmesi, ne imamın ve ne de imama uyanın namazının sahîh olması için şart değildir. Ancak bazı haller bundan istisna edilmiştir:

1. Cuma namazında imamın, imamlığa niyet etmesi şarttır. Aksi takdirde hem kendisinin, hem de cemaatin namazları batıl olur.

2. Yağmurlu gecelerde cem-i takdîm şeklinde kılman namazların her birinin başlangıcında imamın, imamlığa niyet etmesi şarttır. Bu iki na­mazdan birinde imamlığa niyet edilmediği takdirde, cemaatle kılınması şart olduğundan dolayı, namazları batıl olur. Ama imamlığa niyet edilen diğer namaz sahîh olur. Birinci namazda imamlığa niyet edilmediği tak­dirde, ikincisinde niyet edilse bile, birinciye bağlı olarak yine batıl olur. Bazı Mâlikîler demişlerdir ki: Birinci namaz, zamanında kılınması dolayı­sıyla, imamlığa niyet edilmese bile her halükârda sahîh olur.

3. Bu anlatılan şekilde kılınan korku namazında da imamlığa niyet şarttır. İmam, askerleri iki kısma ayırıp bunlardan her birine namazın bir kısmını kıldırır. İmam, imamlığa niyet etmezse, sadece birinci grubun na­mazı batıl olur. İmamın ve ikinci grubun namazı sahîh olur.

4. Namazdayken imamda bir mazeret belirirse, yerine imam ola­rak geçirdiği kişinin imamlığa niyet etmesi, kendisine tâbi olanların na­mazlarının sahîh olması için şarttır. Ki niyet etmediği takdirde kendisinin namazı sahîh olur, ama cemaatin namazı batıl olur. Cemaat sevabını elde etmek için imamlığa niyet şart değildir. Mûtemed olan görüş budur. Bir kişi, bir kısım insanlara imamlık eder de imamlığa niyet etmezse, cemaat sevabım elde etmiş olur.

Anılan bu dört durumda imamlığa niyet etmek, imamın münferid olarak namaz kılmaya niyet etmemesiyle kendiliğinden tahakkuk etmiş olur.

14. Farz kılan, nafile kılana tâbi olmamalıdır: İmamlığın sıhhat şartlarından biri de vaziyet bakımından imamın kendisine tâbi olandan geri olmamasıdır. Farz namaz kılmakta olanın nafile kılana uyması, Şâ-fiîler dışındaki diğer mezheblere göre câiz olmaz.


Şâfiîler: Farz namaz kılanın nafile kılana tâbi olmasının, mek­ruh olmakla birlikte sahîh olacağını söylemişlerdir.

Yine bunun gibi, sözgelimi namazda rükû yapabilen kişinin rüküu yapamayana, giyinik olanın örtünecek bir şeyi bulunmayan çıplak birine tâbi olması câiz değildir. Hanefîlerle Hanbelîler bu hükümde müttefiktirler Mâlikîlerle Şâfiîler bu görüşe muhaliftirler.

Şafiî Ve Mâlikîler: Giyinik olan kişinin, örtünecek bir şeyi olmayan çıplak birine tâbi olmasının sahîh olacağını, yalnız Mâlikîler bu­nun sahîh olmakla birlikte mekruh olacağını, Şâfiîlerse bunda bir mekruhluğun söz konusu olmayacağını ileri sürmüşlerdir.

Temiz olanın, temizlenmekten âciz olan necâsetli bir kimseye tâbi olması Mâlikîler dışındaki diğer üç mezhebe göre câiz değildir.

Mâlikîler: Temiz bir kimsenin, temizlenmekten âciz olan neca­setti birine tâbi olmasının kerahetle beraber sahîh olacağını söylemişler­dir.

Kur’an okuyabilen kişinin ümmî olana tâbi olması da câiz değildir. Namazı ayakta kılan kişinin, ayakta durmaktan âciz olup oturarak kılana tâbi olması, mezheblerin ileri sürdükleri tafsilâta göre sahîh olur.

Mâlikîler: Ayakta durarak namaz kılan kişinin, ayakta durmaktan âciz olup da oturarak kılan kişiye tâbi olması, kılınan namaz nafile de olsa, sahîh olmaz. Ancak nafile namazı oturarak kılmakta olan birine tâbi olacak kişi, kendi isteğiyle oturarak kılarsa ona uyması sahîh olur. İmama uyacak kişi, namazın rükünlerini yerine getirmekten âciz ise, kendisi gibi eşit seviyede âciz birine uyabilir. Meselâ her ikisi de kı­yamdan âciz olursa iktidâ sahîh olur. İmâ ile namaz kılan kişinin, kendi gibilerine imamlık etmesi sahîh olmaz. Zîrâ imâ’nın belli bir ölçüsü yok­tur. Olabilir ki imamın imâ’sı, kendisine uyanın imâ’sından daha azdır. Acizlik seviyeleri eşit olmazsa, meselâ imam secde yapmaktan, kendisine uyan kişi de rükû yapmaktan âciz olursa, bu durumda yapılan imamlık sahîh olmaz.

Hanefiler dediler ki: Ayakta namaz kılan kişinin, rükû ve secde­yi yapabildiği halde oturarak kılana tâbi olması sahîhtir. Rükû ve secdeyi yapmaktan âciz olup oturarak kılan kişiye, bunları yapmaya muktedir olup ayakta kılan kişinin tâbi olması sahîh olmaz. Hem İmam, hem de kendisine uyan, rükû ve secdeden âciz olup oturarak imâ ile kılarlarsa, iktidâ sahîh olur. Bunlar namazlarını, aynı şekilde oturarak veya yan ge­lerek veyahut sırtüstü uzanarak da kılsalar yine sahîh olur. Ayrı şekiller­de kılarlarsa, imamın durumu, kendisine uyanınkinden kuvvetli olmak kaydıyla câiz olur. Meselâ imam oturur vaziyette, kendisine uyan da yan gelmiş vaziyette olursa, iktidâ sahîh olur.

Şafiiler dediler ki: Ayakta namaz kılan kişinin, ayakta durmak­tan âciz olduğu için oturarak kılana, oturmaktan âciz okluğu için yan yatarak kılana tâbi olması sahîh olur. Rükû ve secdeyi yapabilenin, bun­ları yapmaktan âciz olana tâbi olarak kıldığı namaz sahîh olur.

Hanbeliler dediler ki: Ayakta kılanın, ayakta durmaktan âciz olup oturarak kılana tâbi olması sahîh değildir. Yalnız, ayakta durmaktan âciz olan kimse görevli imamsa veya acizliği, ortadan kalkması umu­lan geçici bir sebepten ileri geliyorsa, bu durumda kendisine tâbi olmak sahih olur.

15. İmama uyan kişi, namaz fiillerinde imama tâbi olmalıdır: İmam­lığın sıhhat şartlarından biri de, imama uyan kişinin, namaz fiillerinde imama tabi olup onu takib etmesidir. Mezheblerin buna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Hanefiler dediler ki: Kişinin, imamına uyması üç türlü olur:

1. İmama uyan kişinin fiilleri imamınkine bitişik olur. Meselâ iftitah tekbirini imamın iftitah tekbirine, rükûunu imamın rükûuna, selâmı­nı imamın selâmına bitiştirmesi gibi. Kişinin imamdan önce rükûa varıp öylece kalması ve imam rükûa vardıktan sonra ona tâbi olması da bu cümleden olup kendi rükûunu imamınkine bitiştirmiş sayılır.

2. İmama uyan kışının, namaz fullerini imamınkinden hemen son­ra yapması. Bu durumda kişi, imamın bir rükne girmesinden hemen son­ra direkt olarak imama ulaşıp rüknün geri kalan kısmında ona tâbi olur.

3. Hareketlerde gecikme. Bu şöyle olur: İmama uyan kişi, imamın namazla ilgili bir fiili yapmasından sonra, o fiilî gecikmeli olarak yapar. Fakat kendisi o rükne, imamın bir sonraki rükne başlamasından önce kavuşur.

Bu durumların her üçünde de kişi, imama tâbi olmuş sayılır, imam rükûa varırken ona uyan da kendisiyle birlikte veya kendisinden hemen sonra rükûa varır ve rükûu imamla birlikte eda ederse veya imam başını rükûdan kaldırdıktan sonra ve fakat secdeye gitmeden önce rükûa varır­sa, rükûda imama tâbi olmuş sayılır. Bu üç haliyle imama tâbi olmak; namaz fiillerinden farz olanda farz, vâcib olanda vâcib, sünnet olanda ise sünnet olur. Meselâ imama uyan kişi, imamın rükûa varmasından ön­ce rükûa varıp, rükûdan kalkarsa, ya da onunda birlikte rükûa gitmeyip sonra yeni bir rek’atte rükû ederse, namazı batıl olur. Çünkü farz olan rükünde imama tâbi olmamıştır. Yine bunun gibi imamdan önce rükû veya secdeye varırsa, böyle davrandığı rek’at lağvolur. Bu davranış ikinci rek’atte olmuşsa birince rek’ate, üçüncü rek’atte olmuşsa ikinci rek’ate, dördüncü rek’atte olmuşsa üçüncü rek’ate intikâl eder ve üzerinde borç olarak bir rek’at kalır. Bunu da, imamın selâm vermesinden sonra kalkıp kaza etmesi vâcib olur. Aksi takdirde namazı batıl olur. İmama tâbi olan kişi, Kunut duasında imama uymazsa, vacibi terkettiğinden ötürü günah­kâr olur. Sözgelimi rükûdaki teşbihlerde imama uymazsa, sünneti terk etmiş olur.

İmama tâbi olan kişinin dört hususta imama uyması gerekmez:

1. İmam kasıtlı olarak namazda fazladan bir secde yaparsa, ken­disine uyulması gerekmez.

2. İmam, bayram namazı tekbirlerinde, sahabelerden rivayet edi­lenden fazlasını yaparsa, yine kendisine uyulması gerekmez

3. Cenaze namazı tekbirleriyle ilgili olarak, rivayet edilen sayıdan fazla, meselâ beş tekbir alırsa kendisine uyulmaz.

4. İmam son ka’dede oturduktan sonra unutarak fazla rek’ate kal­kar da bu rek’atin secdesine giderse, bu durumda kendisine tâbi bulunan kişi, tek başına selâm verir. Bu rek’atin secdesine gitmeden ka’de hâline dönüp selâm verirse, kendisine tâbi bulunan kişi de beraberinde selâm verir. Ama imam, son ka’dede oturmadan fazla bir rek’ate kalkarsa, bu rek’atin secdesine vardığı takdirde hepsinin namazı batıl olur.

Dokuz şey vardır kil imam bunları yapmadığı takdirde, cemaatte bu­lunanlar bu hususta imama uymayıp bunları kendi başlarına yaparlar:

1. İftitah tekbiri esnasında elleri kaldırmak.

2. Sübhâneke’yi okumak.

3. Rükû tekbirlerini almak.

4. Secde tekbirlerini almak.

5. Secdelerdeki teşbihleri yapmak.

6. Semiallahü limen hamiden” demek.

7. Ettehiyyatü’yü okumak.

8. Selâm vermek.

9. Teşrik tekbirlerini almak.

Beş şey daha var ki; imam bunları yapmayınca, imama uyanların kendi başlarına yapmaları da istenmez:

1. Bayram namazı tekbirleri.

2. Birinci ka’de.

3. Tilâvet secdesi.

4. Sehiv secdesi.

5. Vaktin çıkmasından korkulması hâlinde kunut duası. Ama vaktin çıkmayacağından emin olunursa, imam kunut’u okumasa bile, ona tâbi olanlar okumak mecburiyetindedirler.

Önce de anlatıldığı gibi imamın ardı sıra kıraatte bulunmak tahrîmen mekruhtur. Yani imam kıraatte bulunurken, ona tâbi olarak kıraatte bu­lunmak caiz olmaz. İftitah tekbiri ve selâm vermede imama uyma konu­suna gelince; imama uyan kişi, imamın selâm vermesi esnasında teşehhü­dü tam olarak okumuşsa, selâm vermede imama uyması vâcib olur. İma­ma uyan kişi teşehhüdü imamdan önce okuyup selâm verirse ve böyle yapması için bir mazereti de yoksa, namazı tahrîmen mekruh olmakla birlikte sahîh olur. Selâmda uymanın en faziletli şekli, kişinin önce veya sonra değil, imamla birlikte selâm vermesidir. İmamdan önce selâm ver­menin hükmü az önce belirtildi. İmamdan sonra selâm veren kişi ise, efdâl olanı terk etmiş olur. İftitah tekbirine gelince, imamdan önce tekbir alanın namazı sahîh olmaz. İmamdan sonra tekbir alan, iftitah tekbirinin faziletli vaktini kaçırmış olur.

Malikiler dediler ki: Kişinin imama uyması, namaz fiillerini imam­dan ne önce, ne sonra ve ne de onunla beraber değil, fakat imamın he­men arkasından yapması demektir. İmama uyma, dört kısma ayrılır:

1. İmama iftitah tekbirinde uymak. Bunda imama uymak, kişinin namazının sahîh olması için şarttır. İmama uyan kimse, iftitah tekbirini imamdan önce veya imamla aynı anda alırsa, namazı batıl olur. Aksine kişi iftitah tekbirini, imamın tekbir almayı tamamlamasından sonra alma­lıdır. Ama imamın tekbir almaya başlamasından sonra kendisi de tekbir almaya başlar ve fakat imamdan önce tamamlarsa, namazı batıl olur.

2. Selâm vermede imama uymalıdır, İmama uyan kişi, imamın se­lâm vermesinden sonra selâm vermelidir. Sehven imamdan önce selâm verdiği takdirde, imamın selâm vermesine kadar bekleyip ondan sonra selâmını iade etmelidir. Böyle yaparsa namaz sahîh olur. İmamın selâm vermeye başlamasından sonra selâma başlar da onunla birlikte veya on­dan sonra selâmı tamamlarsa, namazı yine sahîh olur. Ama imamdan önce tamamlarsa namazı batıl olur. Bunun için, kendisine uyanların selâ­mı daha önce tamamlamalarını önlemek amacıyla, imamın acele davran­ması iyi olur. Çünkü ondan önce selâmı tamamlayanların namazları batıl olur. İftitah tekbiri de bu hükme tâbidir. İmam, selâm vermeden bekler ve ancak aradan örfe göre uzun bir zaman geçtikten sonra selâm verirse, tümünün namazı batıl olur. Bilindiği gibi selâm, her namaz kılan için yapılması gerekli bir rükündür. İmam selâm vermediği takdirde namazı batıl olduğu gibi, kendisine uyanların namazları da batıl olur.

3. Rükû ve secdede imama uymak: Bu uymanın da üç şekli var­dır:

a. Sehiv veya hatâ eseri olarak imamdan önce rükû veya secdeye gitmek. Bu durumda kişinin rükû veya secdeye varıncaya kadar imam bekleyip rükûda mutmain olarak ona katılması gerekir. Bundan başka bir şey yapması da icâb etmez. İmamı beklemeden, kasıtlı olarak veya bilgisizlik nedeniyle rükûdan kalkarsa namazı batıl olur. Unutarak kal­karsa ikinci kez rükûa veya secdeye varıp imama katılması gerekir. Böyle yaparsa namazı sahîh olur.

b. Kasıtlı olarak imamdan önce rükû veya secdeye varmak. Bu durumda rükû veya secdede imamı bekleyip ona katılırsa namazı sahîh olur. Ama kasıtlı olarak imamdan önce hareket etmesi nedeniyle günah­kâr olur. Ama imamı beklemeksizin rükûdan veya secdeden kalkarsa ba­kılır: Bunu kasıtlı olarak yapmışsa, namazı batıl olur; sehven yapmışsa, imama katılması için ikinci kez rükû veya secdeye gitmesi gerekir. Böyle yaptığı takdirde başka bir şey yapması gerekmez.

c. İmama uyan kişinin, imamın bir rüknü yapıp tamamlayıncaya kadar ondan geride kalması. Şöyle ki: İmama uyan kişinin, sözgelimi imam rükûa varıp kalkıncaya kadar kıraatle meşgul olarak imamdan geri kalması durumunda namazı iki şartla batıl olur:

aa. Bu gecikmeyi birinci rek’atte yapmışsa namazı batıl olur. Ama diğer rek’atlerde yapmışsa namazı sahîh olur; ne ki, günahkâr olmaktan kurtulamaz.

bb. Bu gecikmeyi sehven değil de kasten yapmışsa, namazı batıl olur. Sehven yapmışsa, gecikmeli olan bu rek’ati lağvolur ve imamın na­mazı tamamlamasından sonra kalkıp bu rek’ati iade eder.

4. İmama uyulması gerekli olmayan durumlar. Bunun da üç hâli vardır:

a. İmam yapmasa bile, imama uyanların yapması gereken husus­ların bir kısmı sünnettir. Meselâ iftitah ve teşehhüd tekbirleri dışında na­mazı geri kalan tekbirleriyle bayram namazındaki tekbirleri, imam alma­sa bile, ona uyanların almaları sünnettir.

Bu hususların bir kısmı da mendubtur. Meselâ teşrik günlerinde beş vakit farzdan sonra alınması gerekli tekbirleri, imam almasa bile ona uyan­ların almaları mendub olur. İftitah tekbiri esnasında elleri kaldırmak, hem imam ve hem de ona uyanlar için mendubtur. İmam bunu yapmasa bile, ona uyanların ellerini kaldırmaları mendub olur.

b. İmama uyulması sahîh olmayan durumlar: İmam namazda bir fazlalık veya eksiklik gibi gayr-ı meşru bir davranışta bulunursa, meselâ fazladan bir rükû, secde veya bunlara benzer bir rükün ifâ edecek olursa, kendisine uymak sahîh olmaz. Sahîh olmadığı gibi, imamı uyarmak mak­sadıyla “sübhânallah” demek gerekir. İmam bu rüknü kasıtlı olarak fazlalaştırırsa, kendisinin ve dolayısıyla da kendisine uyanların namazları batıl olur. Aynı şekilde imam, bayram namazı tekbirlerinde fazlalık yaparsa ona uyulmaz. Cenaze namazında dörtten fazla tekbir alırsa yine cemaat kendisine uymaz. İmam, namazda bir rüknü fazlalaştırırsa, meselâ öğle namazının dört rek’atini kıldıktan sonra unutarak beşinci bir rek’at için ayağa kalkarsa, cemaat kendisine uymaz. Uymadığı gibi, oturmaya de­vam edip uyarı maksadıyla “sübhânallah” der. İmama uyan kişi, bu du­rumda imama tâbi olarak ayağa kalkarsa namazı batıl olur. Ancak bu takdirde imamın isabetli hareket ettiği, kendisine uyarırsa hatâlı olduğu anlaşılırsa, namazı batıl olmaz.

Şu da var ki; imam birinci kâdede oturmadan üçüncü rek’ate kalk­maya yeltendiğinde, elleri ve dizleri yerden ayrılmamışsa tekrar oturmaya döner ve başka bir şey yapması da gerekmez. Ama elleri ve dizleri yerden ayrıldıktan sonra oturmaya dönerse, sahîh olan görüşe göre namazı batıl olmaz. Yalnız selâmdan sonra sehiv secdesi yapması gerekir. Zîrâ kesin­likle bilinen şu ki; ayağa kalkmadan önce oturma hâline dönmüştür. Bu durumda kişinin, kendi imamına uyması icâb eder. Hanefîler, imamın bu durumda, kıyama yakın vaziyetteyse namazının batıl olacağım söyler­ler. İmam, namazdayken tilâvet secdesi yaparsa, cemaatin de kendisine uyması icâb eder. Ama imam, tilâvet secdesinin rükûun zımnında yapıla­bileceği görüşünde olan Hanefî mezhebine mensup olup da namazdayken tilâvet secdesi yapmazsa, imama uyan kişi de tilâvet secdesi yapmaz.

Hanbeliler dediler ki: Bir kimsenin imama uyması, iftitah tekbi­rini, selâmı veya namaz fiillerinden herhangi birini imamdan önce yapmamasıdır. İftitah tekbirini imamdan önce aldığı takdirde namazı gerçek­leşmiş olmaz. Bu sehven de olsa, kasıtlı da olsa aynı hükme tâbidir. Yine bunun gibi, iftitah tekbirini imamla birlikte aynı anda alırsa, namazı yine gerçekleşmiş olmaz. İftitah tekbirini imamla aynı anda almak, diğer rü­künlerin tersine namazı bozar. Diğer rükünleri imamla aynı anda ifâ et­mek mekruhtur. Kişi kasıtlı olarak İmamdan önce selâm verirse namazı batıl olur. Bunu sehven yaptığı takdirde, imam selâm verinceye kadar beklemeli, ondan sonra yeniden selâm vermelidir. Bunu yaptığı takdirde namazı sahîh olur ve başka bir şey yapması da gerekmez. İmamdan önce selâm verip de, daha sonra selâmı iade etmezse namazı batıl olur.

Bu anlatılanlar, bir kimsenin iftitah tekbirini ve selâmı imamdan ön­ce yerine getirmesiyle ilgiliydi. Ama bu ikisi dışındaki diğer rükün veya fiilleri imamdan önce yapmaya gelince; bu şöyle olabilir: Kişi imamdan önce ya rükûa varır veya secdeye iner veyahut secdeyi yapar veyahut da kıyamı yerine getirir. Ki bu durumlardan her birinin kendine özgü hükmü vardır: Bir kimse imamdan önce rükûa gider de, imamın rükûa varması­na kadar o halde bekler ve imam rükûa varınca da ona katılırsa, namazı batıl olmaz. Önceden rükûa varır da, sonra geri dönüp imamla birlikte tekrar rükûa varırsa, namazı batıl olmaz. İmamdan önce rükûa gider de, sehven veya hatâen rükûda imamı beklemeyip kalkarsa, geriye dönüp ima­mın rükûa varmasından sonra tekrar rükûa varması vâcib olur. Her iki halde de imamdan önce yapmış olduğu rükûu lağveder. Kasıtlı olarak veya sehven kendi başına imamdan önce rükûa varıp rükûdan kalkar, sonra da imamın rükûa varıp rükûdan kalkmasını bekler, secdeye gider­ken imama katılırsa namazı batıl olur.

Bu anlattıklarımız, imama uyan kişinin imamdan önce rükûa varıp rükûdan kalkmasıyla ilgiliydi. Fakat bunun tersine imam, kendisinden önce rükûa varıp rükûdan kalkar da kendisi kasıtlı olarak imama uymazsa, namazı batıl olur. Eğer bir mazeret nedeniyle veya sehven bu hususta imamdan geri kalırsa, o zaman namazı batıl olmaz. Bu durumda ikinci rek’atte imama kavuşamamaktan korkmazsa, tek başına rükûa varıp rü­kûdan kalkması vâcib olur. Kavuşamamaktan korkarsa, imama tâbi ol­malı ve kavuşamamış olduğu önceki rek’ati lağvetmeli; imam, namazı tamamlayıp selâm verdikten sonra lağvedilen rek’ati de kalkıp tek başına kılmalıdır. Kıyam olsun, secde olsun, namazın diğer fiilleri bu bakımdan rükû gibidir. Bunlardan birinde mazeret veya sehiv nedeniyle imama uy­mayan kişi, namazın müteâkib fiillerini imamla birlikte edâ edememekten korkmazsa, kaçırmış olduğu bu fiili tek başına hemen kaza etmelidir. Aksi takdirde müteâkib fiilleri edâ etmede imama tâbi olur, imam selâm verdikten sonra, bir rek’ati kaza eder.

Bu anlatılanlar, imama uyan kişinin, rükûda imama tâbi olmamasıy­la ilgiliydi. Secdeye giderken uymadığı takdirde, imam secde edinceye ka­dar ayakta bekler de sonra tek başına secdeye giderek imama burada kavuşursa veya imamla birlikte secdeye gider de müteakip rek’ate imam­dan önce kalkarsa, namazı batıl olmaz. Ancak bu kişinin geriye dönerek imama tâbi olması zorunludur. Kişi bunu sehiv sonucu yapmışsa, bunun hiçbir zararı olmaz. Ama yine de geriye dönerek imama tâbi olması gere­kir. İmamdan önce kendi başına yaptığı rükünleri lağvetmeli, lağvettiği rükünlerin bulunduğu rek’ati de, imamın selâm vermesinden sonra kaza etmelidir. Bir kimse iki rükünde imama uymazsa, meselâ imam rükûa gidip kalktıktan ve sonra da secdeye gidip kalktıktan sonra, imama bağlı olan kişi hâlâ kıyamda beklerse; bu kasıtlı olarak yapılmış bir fiil olduğu takdirde namazı her halükârda batıl olur. Eğer sehven yapmışsa, bu iki rüknü hemen edâ edip namazın diğer fiillerinde imama kavuşmalıdır. Ak­si takdirde bunları imamın selâm vermesinden sonra ifâ etmesi gerekir. Oturma esnasında azıcık uyuyup sonra hemen uyanma gibi bir mazeret dolayısıyla tam bir rek’ati veya daha fazlasını imamla birlikte kılamayan kimsenin, mazeret ortadan kalktıktan, yani uyandıktan hemen sonra na­mazın geri kalan kısmında imama tâbi olması ve imamın namazı tamam­lamasından sonra da ayağa kalkıp, eksik kalan kısımları tek başına ifâ etmesi gerekir.

Şafiiler dediler ki: İmama tâbi olarak namaz kılmakta olan kişinin bazı hususlarda -ki bunlara uyma şartları da denir- imama uyması gere­kir:

1. Bir kimse imama, iftitah tekbirini alırken uymalıdır. Bu tekbirin bir harfini bile imamdan önce veya onunla aynı anda telâffuz ederse namazı gerçekleşmez. İftitah tekbirini imamdan önce aldığında şüpheye düşen ve bu şüphesi namaz esnasında doğan kimsenin namazı batıl olur. Ama bu şüphe namazı tamamladıktan sonra meydana gelirse, namaz ge­çerli olur ve iade edilmesi gerekmez.

2. İmama uyan kimse, imamdan önce selâm vermemelidir. Aksi takdirde namazı batıl olur. İmamla aynı anda selâm verirse, mekruh ol­makla birlikte namazı sahîh olur. İmamdan önce selâm verdiğinden şüp­he ederse namazı batıl olur.

3. İmama uymuş olan kimse, namazın iki rüknünde imamı geçme­melidir. Aksini yapan kişi için iki durum söz konusu olur:

a. Bu kişi müdrik biri olmalıdır. Yani önceki maddede belirtilen süre kadar imamla birlikte namaz kılmış olmalıdır.

b. Bu kişi mesbûk biri olmalıdır. Yani Fâtiha’yı okuyacak kadar bir süre imamla birlikte namaz kılmış olmalıdır.

Müdrik biri olur da iki rükünde imamı geçerse, meselâ imamı kıyam hâlinde bırakıp yalnız başına rükûa varır, rükûdan kalkar ve sonra da secdeye gidip imama katılmazsa, namazı bazı şartlarla bozulur:

aa. Önce de söylendiği gibi iki rükünde imamı geçmemelidir. Şayet bir rükünde imamı geride bırakırsa, meselâ imamı kıyamda sûre okurken bırakıp kendi başına rükûa varır da imamın rükûa varmasına kadar kalk­maz ve imama burada katılırsa, namazı batıl olmaz. Ama mazeretsiz ola­rak fiilî bir rüknü imamdan önce yapmak haramdır.

bb. İmamdan önce yapılan iki rükün, sözlü değil de fiilî rükünler olmamalıdır. Sözgelimi imama uymuş olan kişi kasıtlı da olsa, bilerek veya bilmeyerek de olsa, teşehhüd ve salâtları imamdan önce okursa bu­nun bir sakıncası olmaz. İmama uymuş olan kişi biri sözlü, diğeri fiilî iki rüknü imamdan önce yaparsa, meselâ imamdan önce Fâtiha’yı oku­yup sonra da rükûa varırsa, rükûu imamdan önce yapmış olduğu için haram işlemiş olur. Fakat Fâtiha’yı ondan önce okumuş olmasının bir sakıncası olmaz.

cc. İmama uymuş olan kişi, iki rüknü kasıtlı olarak imamdan önce yaparsa namazı batıl olur. Ama imamdan önce rükûa varır da rükûda imamı beklemeyip bunu bilgisizlik nedeniyle yaparsa, namazı batıl olmaz. Yalnız, bu durumda hatırlar hatırlamaz geri dönüp imama uyması ve tek başına ifâ ettiği rüknü lağvetmesi vâcib olur. İmamdan önce rükûa varıp da, bilgisizlik nedeniyle beklemeksizin rükûdan kalkan kişi, bunun uy­gunsuz bir davranış olduğunu o esnada anlarsa, geri dönüp imama tâbi olması vâcib olur. Aksi halde namazı batıl olur.

İmama uyan kişi müdrik olur da, sözgelimi okuyuşunun ağır olmasından dolayı imamdan geri kalırsa; imamın okuyuşu da normal ise, imam­dan geri kalıp rükû ve iki secdeden ibaret olan üç uzun rükünde imama tâbi olmazsa, bundan afvedilir ve namazı da sahîh olur. Rükû ve secde­den kalkarken mutedil durmak ve iki secde arasında oturmak ise, bunlar kısa rükünler olduklarından dolayı, kişinin imamdan geri kalmasında he­saba katılmazlar. İmam, kendisine tâbi olan kişiyi bundan daha fazla geride bırakırsa, meselâ bir kimse kıraatini, ancak imamın dördüncü rük­ne başlamasından sonra tamamlayabilmişse, bu durumda namazın müteâkib fiillerinde imama tâbi olması, imamın selâm vermesinden sonra da kalkıp eksik kalan kısımları tamamlaması gerekir. Beşinci rükne başlama­sından önce imama uymazsa, namazı batıl olur. İmama uymuş olup kıra­atinin ağır olması dolayısıyla imamdan geri kalan kişi, farz kıraatle veya iftitah duası gibi sünnet bir kıraatle de meşgul olsa, aynı hükme tâbidir. Kıraatinin ağır olması nedeniyle imamdan geri kalan kişi, müdrik değil de mesbûk ise, sünnet kıraatle değil, farz kıraatle meşgul olmalıdır. Fâti­ha’yı okumakla meşgul bulunmalıdır. Ama sünnet kıraatle meşgul olmakla birlikte yine imama yetişebileceğini sanırsa, sünnet olan kıraatle de meş­gul olabilir. Bunu sanmaz sünnet kıraatle de meşgul olmaz, ancak Fâti­ha’yı okurken imam rükûa varırsa, hemence rükûda imama tâbi olmalı­dır. Bu durumda Fâtiha’nın geri kalan kısmını okuma yükümlülüğünden muaf olur. Aynı durumda rükûdayken imama tâbi olmaz da, imam rü­kûdan kalkarsa rek’ati kaçırmış olur. Namazı, imamdan iki rükün geri kalmadıkça batıl olmaz. Meselâ kendisi ayakta Fatiha okumaktayken imam rükûa gidip rükûdan kalkar ve secdeye giderse namazı batıl olur. İftitah duasını okumaktayken imamı rükûa giden kişinin bu duâ kadar Fâtiha’dan okuyarak bir süre daha imamdan zorunlu olarak geri durması gere­kir. Fâtiha’dan, iftitah duası kadar bir kısım okuduktan sonra rükûa gi­derek imama kavuşursa, bu rek’ati kılmış sayılır. Ama imama rükûdan kalkarken kavuşursa, bu durumda ona tâbi olması ve kendi başına rükûa gitmemesi gerekir. Fakat bu rek’ati kılmış sayılmaz. Üzerinde farz olan kıraati tamamlamadan önce imam secdeye gidecek olursa, bu durumda imamdan ayrılmaya niyet edip tek başına namaza devam etmesi gerekir. İmamın secdeye gitmeye koyulduğu esnada ondan ayrılmaya niyet etmez­se, namazı batıl olur. İmamla beraber secdeye gitmeye koyulsa da, nama­zı yine batıl olur.

Bu anlattıklarımızdan başka konuyla ilgili birtakım ayrıntılar daha kalmaktadır. Şöyle ki: İmama uyan kişi Fatiha okumayı unutur da ima­mın rükûa gitmesinden önce okumadığını hatırlarsa, Fâtiha’yı okumak için imamdan geri durması ve bu geri durmanın da üç uzun rükün kadar olması caiz olur. Okumadığını imamın rükûundan sonra hatırlarsa, oku­mak için kıyam haline geri dönmez. İmamın selâm vermesinden sonra bir rek’at namaz kılarak, onda Fatihayı okur. Fatiha okumak için, ima­mın Fatiha okuduktan sonra susmasını bekler de imam kendi okuduğu Fâtiha’dan sonra susmaz, kendisine uyan kişinin Fatiha okumasından ön­ce rükûa varırsa, bu durumda o kişi mazur sayılır ve rükûda imama tâbi olması gerekmez. Aksine, Fâtiha’yı okuması vâcib olur. Bu nedenle üç uzun rükünde imamdan geri durmadan muaf sayılır. Durum böyle olun­ca da, bulunduğu hâle göre imamın ardı sıra hareketlerde imama kavuşsa da, kavuşmasa da namazı tamamlaması gerekir. Bütün bu anlatılanlar, imamın mutedil okuyuşlu olması şartına bağlı meselelerdir.

İmam eğer seri okuyuşlu biri ise ve kendisine tâbi olarak namaz kıl­makta olan kişi de okuyuşta ona uygun ise, bu durumda Fâtiha’dan oku­yabildiği kadarını okur. Geri kalan okuyamadığı kısmı ise imam üstlenir. Fatiha okumak için üç uzun rükünde imamdan geri durması caiz olmaz.

16. Sırtı doğru olanın, sırtı eğriye ve kambur birine tâbi olması: İmamlığın sıhhat şartlarından biri de, imamın sırtının rükûa meyilli olmamasıdır. Sırtı rükû haddine varacak şekilde eğri birine, sırtı düzgün olan bir kimsenin tâbi olması sahîh olmaz. Ancak böyle bir kimsenin, kendisi gibi birine imamlık etmesi sahîh olur. Şâfiîler dışındaki diğer üç mezheb bu görüşte ittifak etmişlerdir. Şâfiîler, sırtı rükû haddine varacak şekilde eğri olan birinin, hem kendi gibilerine, hem de sırtı sağlam olanlara imamlık etmesinin sahîh olacağını söylemişlerdir.

17. İmamla imama uyanın farzları aynı olmalıdır: İmamlığın sıh­hat şartlarından biri de; imamla, kendisine tâbi olan kişinin farzlarının aynı olmasıdır. Buna göre öğle namazının farzını kılmakta olan kişinin, İkindi namazının farzını kıldırmakta olan İmama tâbi olması -veya bu­nun tersi de düşünülebilir-; ya da cumartesi gününün öğle namazının farzını kılmakta olan kişinin, pazar gününün öğle namazının farzını kıl­dırmakta olan imama tâbi olması, -bunların her ikisinin kıldıkları kaza namazı olsa bile- sahîh olmaz. Mâlikîlerle Hanefîler, bu anlatılanlarda görüş birliği etmişlerdir. Hanbelîlerle Şâfiîlerİn buna dâir görüşleri aşa­ğıda ele alınmıştır

Şâfiî ve Hanbeliler dediler ki: Yukarıda anılan durumlarda iktidâ sahîh olur. Ancak Hanbelîler derler ki: Öğle kılanın ikindi kılana tâbi olması -veya bunun tersi de olabilir- sahîh olmaz. Şâfiîlerse, imamla imama uyanın namazlarının şekil ve düzen bakımından aynı olması gere­kir demişlerdir. Meselâ öğle namazını, cenaze namazını kıldırmakta olan imama tâbi olarak kılmak sahîh olmaz. Çünkü iki namazın şekilleri bir­birinden ayrıdır. Yine sabah namazını, küsûf namazını kıldırmakta olan imama tâbi olarak kılmak da sahîh olmaz. Çünkü küsûf (güneş tutulma­sı) namazının her rek’atinde ikişer kıyam ve rükû vardır.

Nafile namaz kılanın farz kılana tâbi olması, nafile kılmaya adayan kişinin başka bir namaz kılmayı adayana tâbi olması, nafile kılmaya and içmiş olanın, başka bir namazı kılmaya and içmiş olana tâbi olma­sı, kılmaya and içen kişinin namazıyla, kılmayı adayan kişinin namazı aynı olmasa bile, adayan şahsın and içene tâbi olması sahîh olur. Me­selâ güneşin zevalinden sonra iki rek’at namaz kılmayı adayan kişinin, mutlak olarak iki rek’at namaz kılmayı adayan kişiye tâbi olması sahîhtir. Yine aynı şekilde vakit içinde olsun, vakit dışında olsun, yolcunun mukîm olan imama tâbi olması sahîhtir. Yalnız bu durumda namazı kısaltmaksızın tam olarak kılmalıdır. Bu hususta Hanefîler dışındaki di­ğer mezhebler arasında ittifak vardır.

Hanefiler dediler ki: İmamın adamış olduğu namazın aynısını adamamış olan kişinin, imama tâbi olması sahîh olmaz. “Falanın adamış olduğu iki rek’at namazı kılmayı adadım” diyerek imamın adadığı nama­zın aynısını adarsa, bu tâbi oluş sahîh olur. Namaz kılmayı adamış ola­nın, namaz kılmaya and içmiş olana tâbi olması sahîh olmaz. Ama na­maz kılmaya and içmiş olanın, adayana tâbi olması sahîhtir. Aynı şekilde yolcu kimsenin, vakit dışında mukîm olan bir imama, dört rek’atli farz­larda tâbi olması da sahîh olmaz. Zîrâ imama tâbi olacak yolcu kimsenin dört rek’atlik farzı, vakit dışında -imama tâbi olarak kılsa bile- iki rek’attir. İmamınki ise, mukîm olması nedeniyle zaten dört rek’attir. Birinci ka’de imama göre sünnet, ona tâbi olacak olan yolcuya göre ise farzdır. Tâbi olduğu takdirde farz kılan nafile kılana tâbi olmuş olur. Bu da, misafirlik bahsinde açıklanacağı gibi, sahîh olmaz.

İmamlığın sahîh olabilmesi için diğer birtakım şartlar daha vardır ki, onları aşağıda, her mezhebe göre detaylıca anlatmış bulunmaktayız.

Hanefiler: İmamlığın sıhhat şartlarına şu hususu da eklemişler­dir: İmamla, kendisine uyan erkek arasında kadınlardan bir saf bulunma­malıdır. Eğer aralarında üç kadın bulunursa, namaza bunların arkasında duran üç kişinin ve en son safa kadar bu hizada bulunan her saftaki üç erkeğin namazları fâsid olur. Eğer arada iki kadın bulunursa, bunların arkasında bulunan iki erkeğin ve son safa kadar bu hizada bulunan bü­tün saflardaki iki erkeğin namazları fâsid olur. Eğer arada bir kadın bu­lunursa; sağında, solunda ve ardında kendi hizasında bulunanların na­mazları batıl olur.

Hanbelîler: İmamlığın sıhhat şartlarına şu hususları eklemişler­dir: İmama uyan kişi eğer yalnız başına ise, imamın sağ tarafında durma­lıdır. Solunda veya arkasında durursa, kendisi de erkek veya erselik ise, namazı batıl olur. Kadın ise, arkasında durmakla namazı batıl olmaz. Solunda durması halindeyse namazı batıl olur. Bütün bu anlatılan du­rumlarda kişi, eğer şer’î statüye uygun olmayan bir yerde durarak imam­la birlikte bir rek’at namaz kılmışsa, namazı bozulur. Ama bir rekatin tamamında değil de sadece bir kısmında uygunsuz yerde durur, sonra da şer’î yerine geçerse ve rükûa imamla birlikte varırsa namazı batıl ol­maz.

İmamlığın sıhhat şartlarından biri de imamın âdil olmasıdır. Fâsık kimselerin -fâsıklıkları örtülü olsa bile- kendileri gibi fâsık olanlara dahî imamlık etmeleri sahîh olmaz. Kişi, fâsık olduğunu bilmediği kimseye tâ­bi olarak namaz kılar da, namazı tamamladıktan sonra bunu öğrenirse namazı iade etmesi gerekir. Fakat kılınan namaz, Cuma veya bayram namazları ise bunları iade etmez. Âdil kimselerin ardında kılmak müm­kün olmadığı takdirde, bunları bilahare İade etmeksizin fâsık kimselerin ardında kılmak sahîh olur. Fâsık, büyük günah işlemiş olan ve küçük günahlara devam eden kimsedir.

Şâfiîler: İmamlığın sıhhat şartlarına, imama uyan kişinin, muha­lefet edilmesi fahiş kaçan sünnetlerde imama muvafakat etmesi hususunu eklemişlerdir. Bu sünnetler üç tanedir:

1. Cuma gününün sabah namazındaki tilâvet secdesi. İmam, bu secdeyi yaparsa, kendisine tâbi olan kişinin de yapması, terk ederse, ken­disine tâbi olanın da terk etmesi vâcibtir.

2. Sehiv secdesi. İmama tâbi olan kişi, bu secdeyi yapma hususun­da imama muvafakat eder. İmamın bu secdeyi yapmaması halinde, ima­ma muvafakat etmez. İmamın selâm vermesinden sonra tek başına bu secdeyi yapması sünnet olur.

3. Birinci teşehhüd. İmam bunu terk ederse, kendisine tâbi olanın da terk etmesi vâcib olur. İmamın yapması hâlinde kendisinin yapması ise, vâcib değil sünnet olur.

Kunut’a gelince, imama tâbi olan kişinin bunu yapma veya terk etmede imama muvafakat etmesi vâcib olmaz.

Kişinin tâbi olmak istediği imam, iade edilmesi vâcib olmayan bir namazda bulunmalıdır. İki temizleyiciyi (su ve toprağı) bulamayan kişiye -namazını iade etmesi vâcib olduğundan- tâbi olmak sahîh olmaz.

Mâlikîler: İmamlığın sıhhat şartlarına şu hususları eklemişlerdir:

1. İmam, cemaat sevabını kazanmak maksadıyla namazını iade etmekte olan biri olmamalıdır. Namazını iade eden kişinin, iade olarak kıldığı namaz nafiledir. Farz kılan kişi de, nafile kılana tâbi olamaz.

2. İmam, sahîh olacak şekilde namaz kılma keyfiyetini bilen biri olmalıdır. Rükünleri birbirinden ayırdedemese bile, namazın sahîh olacak şekilde abdest ve gusül gibi şartlarını bilen biri olmalıdır.

3. İmam, namazın şart ve farzlarını hafife almak gibi, namazla ilgili fışkı olan biri olmamalıdır. Abdestsiz olarak veya (sessiz kıraatlı namazlarda) Fatiha okumaksızın namaz kıldırdığı zannedilen kışının imam­lığı da sahîh olmaz. Zinâkâr ve şarapçı olmak gibi, fâsıklığı namazla ilgili olmayan bir kişinin imamlığı, her ne kadar mekruhsa da, sahih olur. Kuvvetli görüş budur.[67]