- İlmi Bakış Açısı

Adsense kodları


İlmi Bakış Açısı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Tue 7 August 2012, 03:44 pm GMT +0200
İLMÎ BAKIŞ AÇISI

İnsanlık, pek çok diğer şeyin yanında hayatın meselelerinin çözümüne ilâhi yaklaşım getir­mek açısından da Hz. Muhammed'e bütün diğer şahıs ve gruplara nazaran daha çok şey borçludur. O, insanlığın bütün meselelerini mantığa ve insanların anlayışına başvurarak akılcı bir şekilde çözmeye çalıştı.  Hz. Pey­gamber insanlara herşeye bakmalarını, her şeyi gözlemelerini, denemelerini ve eğer doğ­ru ve güvenilir bulurlarsa ona inanmaları ve peşinden öylece gitmelerini tavsiye etti. Böy­lece Hz. Muhammed modern bilim çağının temellerini atmıştır. O ondört asır önce ilmî tavır anlayışını başlatmamış olsaydı, ilmî ge­lişmelerin bu safhalara gelmesi mümkün ol­mazdı. O'nun insanlığa bu konudaki esasa ait katkıları olmasaydı dünya halen cehalet, bas­kı ve kötülük dolu Karanlık Çağlarda yaşıyor olacaktı. Onun bu sahadaki temel katkısı, kendileri olmaksızın hiç bir ilmî ilerlemenin mümkün olamıyacağı dört unsuru tanımlama­sı olmuştur. Bunlar: Bilgi, tahkik ruhu içinde gerçeği aramak, muhakeme ve hürriyet.

Kur'ân'ın yaklaşımı, inceden inceye muhake­me temeline dayalıdır. Kur'ân fikirlerini ve felsefesini delilleriyle ortaya koyar ve muhte­mel karşı iddiaları öne çıkarıp ikna edici bir tarzda insan mantığına başvurur. İnsanların yine de kendi yanlış iddialarına bağlı kaldığı veya tereddütlü olduğu durumlarda Kur'ân. kendi fikirlerini desteklemek üzere onları de­lil getirmeye çağırır. Hz. Peygamber getir­diği dîni Mekke halkına bıkmadan usanma­dan tebliğ etti. Onlar ise bu hakikati dinleyip uymak yerine ve ona iftiralarda bulundular, hafife aldılar, lakaplar taktılar. Kur'ân'ı da kendi yanından çıkardığını veya onu birilerin­den öğrenip Allah'a atfettiğini söylediler. Kur'ân onların bu iddialarını akılcı bir tarzda cevaplar ve onlara iddialarına delil getirmeleri konusunda meydan okur.

Hz. Muhammed hiç kimseye bir şeyi zorla dayatmamıştır; bilakis, kavram ve fikirleri onlara çok mâkul bir şekilde sunmuş ve onla­rı bu fikirleri yalnızca peşin hüküm ve zan ile değil, tartışma ve bilgi temeline dayanarak kabul veya redde çağırmıştır. Onlara çok sade konuşmuş ve söylediği her şeyi yalnızca ken­di gelenek ve âdetlerine uymuyor diye reddet­memelerini ve faydalarını da gozönünde bu­lundurmalarını istemiştir. Eğer mesajı reddedeceklerse. onu söylenti ve zanna değil, kesin bilgiye dayanarak reddetmeli idiler. Yunus sûresinâtski âyette şu ifadeler yer almaktadır: "Hayır, bilgisini kavrayamadıkları, yorumu kendilerine gelmemiş olan bir şeyi yalanladı­lar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamış­lardı. Bak, o zâlimlerin sonu nice oldu?" (10: 39).

Ve Nemi sûresinde kâfirlerin tavrı şöyle hülâsa edilmektedir: "Ahirete dair bilgileri yeterli midir? Hayır; onlar (hâlâ) ondan bir kuşku içindedirler. Hayır, onlar ondan yana kördürler (gözlerinin Önüne serilen bu kadar delili görmüyorlar)." (27: 66). Burada bu insanların Kitabı, Tebliğciyi ve Tebliği kabul etmeyişlerinin sebebi verilmektedir. Onlar Allah'ın İlahi kudretini paylaşan diğer varlık­lar olduğu sonucuna, bilgi vasıtasıyla veya ciddi fikir ve kendi ihtiyarları ile vardıkları kanaat nedeniyle inanıyor değildiler. Gerçek­te onların bu konuda hiçbir ciddi düşünce gayreti yoktu. Bu konularla ilgili bilgisizlikle­ri ve meselelerden habersizlikleri onları tama­men sorumsuz kılmıştı. "Kâinat ve kendi ha­yatlarının gerçek meseleleri hakkında ciddî düşünmüyorlardı. Hakikatin ne olduğu ve bu hakikatle bağlantılı olarak hayatın felsefesi­nin nasıl olması gerektiğini bilme zahmetine katlanmıyorlardı. Çünkü, onlara göre, müşrik veya ateist, tek tanrıya inanan veya agnostik hepsi de sonunda Öldükten sonra toprak ola­caklardı ve hiçbir çaba bundan sonrası için fayda vermeyecekti." (The Meaning of the Qur'an,c. IX, sh. 53).

Müşrikler, defalarca bu konuyu bilgi sahibi olarak tartışmaya ve hakikati cehalet ve peşin hükümlerine feda etmemeye çağrılmışlardır: "Allah hakkında bilmeden tartışan ve her azılı (ve şarlatan) şeytana uyan insanlar vardır." (22: 3). Yine aynı sûrede: "İnsanlardan kimi bilmeden, ne bir yol göstereni, ne de aydınla­tıcı bir Kitab'ı da olmadan Allah hakkında tartışır." (22: 8) buyurulur. Benzer bir âyet Lokman sûresinde yer alır: "...insanlardan kimi var ki ne bilgisi, ne bir yol göstereni ve ne de aydınlatıcı bir Kitab'ı olmadan Allah hakkında tartışır (durur)." (31: 20). Diğer bir ifadeyle, bu İnsanlar Allah'ın Elçisi ile Allah hakkında gözlem veya tecrübe vasıtasıyla ve­ya kıyas veya başkalarından edinilen bilgi ve­ya bir İlahi Vahiy sayesinde güvenilir malûmat elde etmeden tartışmakta idiler. Bü­tün iddiaları yalnızca zandan veya mantıkla ve güvenilir bilgi ile desteklenmeyen şahsî kanaatlerinden ibarettir. Gerçekte, müşrikler Allah'ın Elçisi'ne ve Kitab'ına ciddî sebeple­ri olmaksızın karşı çıkmaktaydılar: "...Onlar sadece zannediyorlar, ve onlar sadece saçma­lıyorlar." (6: 116). Şüphesiz zanna ve vehme dayalı kararlar, insanoğlunu manevî gerçeklerden uzaklaştırdığı gibi, hayatın mahiyeti ve nihai âkibet, vahiy ve benzeri kavramların manâsı ile ilgili konularda keyfî davranışlara ve kendinden menkul kısıtlamalara yol açar. (The Meaning of the Qur'an, sh. 190). Kur'ân'ın zanna dayalı hükümlerden insanı sakındırması ve muhaliflerini mesajın anlaşıl­masında ve kavranmasında olumlu bir tavır benimsemeye davet etmesinin nedeni budur.