- ilk günkü gibi olsa

Adsense kodları


ilk günkü gibi olsa

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 11 July 2010, 01:25 pm GMT +0200
İLK GÜNKÜ GİBİ OLSA

Fulten Oursler "Güneş yüzyılda bir doğsaydı doğuşunu seyretmek için hiç kimse uyumazdı" diyor Bu sözü duyunca Senaryosu, Endülüslü İslam felsefecisi İbn-i Tufeyl'in Hay bin Yakzan isimli romanından alınan Hay isimli eğitici çizgi film aklıma geldi Filmde ileride tahtına rakip olabilecek bütün erkek bebekleri öldürmek isteyen zalim bir kraldan kaçan Hay’ın annesi bebeğini bir sepete koyup denize bırakıyor Kimsenin yaşamadığı ıssız bir adaya gelen Hay’ı yavrusunu yeni kaybetmiş bir anne Ceylan buluyor ve büyütüyorFilmde dünyadan habersiz ıssız bir adada Hay’ın nasıl Allah’ın varlığını bulabildiği ve ilk kez karşılaştığı olaylar karşısındaki merak ve ilgisi konu ediliyor Çizgi Film kahramanımız Hay’ın ateşle ilk karşılaşması, onu hayatında ilk kez görüyor olması ve tepkileri çok ilginçti Başında öylece bekledi sabaha kadar ve şaşkın ama heyecanlı bakışlarla saatlerce onu izledi Sonra sürekli gördüğü ateşe karşı ilgisi azaldı İlk kez tanıştığı, farkına vardığı şeylerden heyecanı geçince, faydalanabileceği, hayatını kolaylaştıracak etmenlere dönüştürmeye başladı Öyle anlaşılıyorki sürekli gördüğümüz, yanı başında bulunduğumuz şeyler zamanla sıradanlaşıyor İnsanın sürekli yol alabiliyor olması merak ve heyecanıyla yakından ilgilidir Hepimizin hayatında ilkler söz konusu olmuştur Bir şeyleri elde etmiş olmak, elde ettiğimiz bize ait olan şeylerin yok olmayacağını düşünmek hayatımızda soluk bir etkiye sebebiyet vermiştir O halde sürekli aynı şekilde gördüğümüz, her zaman yaşantımızın içinde etkisiz duran şeylerden sıkılıyoruz Halbuki ilk kez karşılaştığımız şeyleri şöyle bir düşünün, nasıl tatlı bir heyecan duymuştuk değil mi? Sorunlarımızı bir an için düşünmeden ilk kez Allah’ın mesajlarıyla gerçek manada tanıştığımız o andaki mutluluğumuzu, ilk kez farklı ama candan sevebileceğimizi düşündüğümüz kardeşlerimize duyduğumuz sevgimizi düşünelim Zaman hızla geçti ve bakışımız sürekli yanımızda gördüğümüz kardeşlerimize karşı çok sıradanlaştı Cahili bir hayattan bu hayatın oluşturduğu kötü alışkanlık ve arkadaşlarımızdan ayrılıp, güzel ahlaki yapılarından, karşılıksız sevgilerinden etkilendiğimiz kardeşlerimizle birlikte olduk Ama zaman geçti ve ilişkilerimizdeki yaşanılan o güzel şeyler sıradan şeyler haline geldi Öyle ki birbirimiz için yaptığımız karşılıksız yardımlaşmalar, birbirimizin üzüntülerini dert edinmemiz, sevinçlerimize ortak olmamız bile artık herkesin yapabildiği eylemlermiş gibi algılanmaya başlandı Hatta kendimize yetebileceğimizi, dinimizi kendi başımıza da yaşayabileceğimizi düşünmüşüzdür Ama dışarıdaki hayat hiçbir zaman bizlerin düşündüğü o öngörüyü doğrulamamıştır
Hayatın acımasızlığı karşısında İslami hayattan sessizce uzaklaşmışızdır Kardeşlerimizden neden sıkıldık, çünkü sürekli yanı başımızda idiler özlem duymaya bile hiç fırsatımız olmadı Her zaman gördüğümüz gökyüzündeki güneşe, karşımızdaki dağlara, ay ve yıldızlara, nefes alıp verdiğimiz havaya, içtiğimiz suya özlem duymadığımız gibi Hiç bunlardan da usanıp onların olmadığı yerlere gitmeyi düşündünüz mü? Ya da onların sizi terk edip gitmesini ister miydiniz? "Ama onlar bizimle konuşamazlar ne sorunumuz olabilir ki" diye düşünmeyin Bizlere kızdıklarında bazen sel oluyorlar bazen kasırga, bazen kızdığında yağmur hiç yağmıyor, şiddetli yer sarsıntılarının oluşturduğu depremler her şeyimizi alıp götürüyor Peki, yine de kızabiliyormuyuz yağmura, nehirlere, dağlara? Kızmak bir yana Rabbimizin uyarıları gereği hal ve hareketlerimize çeki düzen veriyoruz, yaptığımız kötü şeylerden pişmanlık duyuyor bir daha yapmayacağımıza dair söz veriyoruz Zaten bu İslami hareketin kusursuz elemanlarından ayrılmamız mümkün de değildir Çünkü onlar olmazsa yaşayamayız İşte kardeşlerimizle Allah’ın sözleri noktasındaki yürüyüşümüzün sürekliliği içinde bir arada olmak bizler için aynı hayati öneme sahiptir Kardeşlerimiz olmadan bu dünyadaki sınavımızda başarılı olmamız söz konusu değildir Hatta tıpkı yukarıdaki sorunlar gibi kırılganlıklarımız olsa bile bunlar kardeşlerimizle ilişkilerimizi noktalayacağımız bir anlayışa taşınmamalıdır Bu sorunları yaşıyor olmamızda yukarıda anlattığımız depremler, seller gibi Rabbimizin bizleri uyarı biçimi olarak algılanmalı, küskünlüklere sebebiyet verecek davranışlara dönüştürülmemelidir Doğal afetlerdeki süreçte mallarımız, dünya hayatındaki yaşantımız zarar görürken kardeşlik ilişkilerimizdeki kötü sonuçlarda ise öte dünyadaki cennete dair hesaplarımız olumsuz manada zarar görecektir ve buradaki zarar geri dönüşü olmayan telafi edilemeyecek bir zarardır
Öyle ise tıpkı güneşe, aya, yıldızlara gösterdiğimiz anlayışı kardeşlerimize de göstermeli, kardeşlerimizin her zaman yanımızda olmalarını arzulamalı bize düşen fedakârlıklardan kaçmamalıyız Çünkü onlar olmadan İslami yaşantımızı sürdürmemiz, İslam adına hayatta kalmamız mümkün değildir Yoksa bu ayrılıklar nefes alamadığımız dini yaşantımızda hepimizin sonu olacaktır O halde ilk günkü heyecanımızı yakalayabilmek için azık olarak aldığımız bilgilere ruh/canlılık katabilmeli, hayatımızda uygulanabiliyor olmasına dikkat etmeliyiz Ayrıca yapmak istediğimiz şeylerin frekansını yakalayabilmemiz gerekmektedir Yoksa alıcılarımız sürekli yol almamızı sağlayacak, o heyecanı çekmeyecektir Ünlü ressam Van Gogh, resimlerine anlam ve ruh katabilmek için resimlerini yapmadan önce resim boya ve kumaşının parasını dilenerek kazanıyor Yanlış duymadınız maddi sorunları falan yok Güzel resim yapabilmek için o ruhu, heyecanı yakalamaya çalışıyor Tren banliyölerinde yatıp kalkıyor, dileniyor ve elde ettiği parayla resim kumaşı ve boya alıyorYaptığı resimlerse dünyanın en güzel resimleri oluyor Şimdi ben bunu bizimle ilişkilendiriyorum Rabbimiz diyor ya; Doğru olduğu kuşkusuz olan bu kitap, takva sahipleri için hidayet kaynağıdır(Bakara–2) Hidayet Allah’ın dinini titreyen bir kalple yaşayan takva sahipleri içindir Van Gogh ne yapıyordu yapmak istediği resmi uzaktan seyredip fırçasını ona dokundurmak yerine yapmak istediği şeyin öznesi olmayı, içinde yer alıp o heyecanı yansıtmayı tercih ediyordu Kumaşı, fırçayı, boyayı hissediyor kendini onlarla özdeşleştiriyor İşte ayetlerin frekansı da o ayetlerin içinde yer almak anlatılan şeyi yaşamakla anlaşılacak bir şeydir İşte bu takva biçimi bizleri Kur’an'ı gerçek manada anlayan bireylere dönüştürecektir Yani Kur’an'ı gerçek manada anlamamız için onun sözlerini yaşıyor olmamız gerekiyor Aksi halde ayetleri yaşamımıza aktarmaz isek hayatında hiç namaz kılmayan birinin ‘’namazlarını dosdoğru kılarlar’’ayetinden ne anlayabilmişse bizim de ayetleri o kadar anlayabildiğimiz sonucunu ortaya çıkarır Böylelikle her şeyin neden bu kadar çabuk sıradanlaştığını, heyecanlarımızın kaybolduğunu ve yürüyüşümüzü sürdüremeyip yarı yolda kaldığımızı anlayabiliriz Kur’an'ı okurken ona ruh katamıyoruz, duygu yükleyemiyoruz, yalın okuyoruz Allahın sözlerine de yalın bakıyoruz Bizzat içinde yer almayı, öznesi olmaya başaramıyoruz Yaptığımız ibadetlerin, öğrendiğimiz ayetlerin hayatımızda bir etkisi, bir uygulama alanı olmuyor Hiçbir şey yapmadan sadece öte dünyadaki kurtuluşumuzla alakalı şeyler düşünüyoruz Halbuki Kuran'ın öğretileri bu dünyada yapıp ettiklerimizin / amellerimizin öte dünyadaki kurtuluşumuz olduğunu söylüyor [Bu dünyada] arınmayı başaran ise, [öteki dünyada] mutluluğa ulaşır,(Al’a–14) 
Heyecanımızı kaybetmemek hayret ve merak etme duyularımızı canlı tutmakla mümkündür Bu da ne kadar biliyor olmamızla alakalıdır Öyle ki Profesör Einstein’ın gökyüzüne baktığında anladığı ve duyduğu merakla bizimki bir değildir Bulutların nasıl yağmura dönüştüğü bilincinin harika bir donanım olduğu bilgisi onu hayrete düşürüp hayatına anlam katabilmekte, yaşantısını ve yürüyüşünü sürdürmesine yardımcı olmaktadır Bizim için ise bulut sadece buluttur Bazen de bu bulutlardan yağmur yağar Bu bilgi bizlerde tabii ki heyecan uyandırmaz Yürümemizi kolaylaştırmaz ve farklı duygular yaşatmaz O halde bilgiyi daha içsel ve derinlikli alıp buna ruh katar, aksiyoner bir tarza dönüştürürsek hayatımızdaki sıradanlıklar kırılacaktır Görünmeyene ilgi duymak, bunu görmeye çaba sarf etmek zorundayız Ayrıca hayret ve ilgi mekanizmamızı da harekete geçirmeliyiz
O halde anlamamız gereken şey birbirimizi sürekli görüyor olmamızdan, aynı şeyleri sürekli yapıyor olmaktan duyduğumuz sıkıntıların ayrılıklara dönüştürülerek adımlarımızı yavaşlatmaması, vahyin dışında bir arayışa dönüşmemesi, kendi bulunduğumuz konum içerisinde bunların çözülmesi gerektiğidir Birbirimizden kısa süreli de olsa uzaklaşmak özlem duymamıza katkı tanıyacaktır Öyleyse giriş bölümünde geçen Fulten Oursler’in sözünü "Müslümanlar birbirlerini yılda bir sefer görseydi ertesi gün birbirlerini görmek için o gece hiç uyumazlardı” Olarak da anlayabiliriz

Hikmet ERTÜRK