- İlk Ezan

Adsense kodları


İlk Ezan

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 8 September 2011, 10:41 am GMT +0200
Binbir Damla


Ekim 2008 118.SAYI


Yusuf YAVUZ kaleme aldı, BİNBİR DAMLA bölümünde yayınlandı.

İlk Ezan


Hicretin birinci yılında Medine’de Mescid-i Nebi yapılmış, cemaatin beş vakit namaza en uygun şekilde nasıl çağrılacağı Rasulullah Aleyhisselam’ın huzurunda görüşülüp konuşulmuştu. Bazıları namaz vaktini bildirmek için çan çalınmasını teklif etti, hıristiyan adetidir diye kabul görmedi. Boru çalınması istendi, yahudilere mahsus olduğu için uygun görülmedi. Yüksekte ateş yaksak, diyenler oldu, Mecusi işidir diye benimsenmedi. Namaz vakti bir bayrak dikilse, dediler, Rasul-i Ekrem s.a.v. tarafından o da beğenilmedi.

İşte o günlerin bir gecesinde Medineli Ensar’dan Abdullah ibn Zeyd Hazretleri şöyle bir rüya gördü: Yeşil elbiseli bir zat, elinde bir çanla yanına gelir. Abdullah Hazretleri o çanı kendisine satmasını ister. O da çanı ne yapacağını sorunca, onunla cemaati namaza çağıracağını söyler. Adam ise bundan daha iyi bir yol göstermeyi teklif eder ve “Allahu ekber, Allahu ekber…” diyerek ezanın tamamını okuyuverir. Biraz uzaklaştıktan sonra tekrar dönerek, farz namaza kalkışta okunacak şeklini de (kamet) aynen öğretir.

Sabah olunca Abdullah Hazretleri Peygamber Aleyhis-selam’a gidip rüyasını anlattı. Rasul-i Ekrem s.a.v.:

– İnşallah sadık rüyadır. Gördüklerini Bilâl’e aktarıp ezberlet de ezanı o okusun. Çünkü onun sesi seninkinden gür ve yüksek, buyurdular.

Abdullah ibn Zeyd’in cümle cümle talimatıyla Bilâl-i Habeşî Hazretleri o sabah ilk ezanı okudu. Hemen ardından ezanla ilgili ilâhi vahiy de gelmişti. Böylece, önce rüyası görülen ezan vahiyle de doğrulanmış oldu. Hz. Ömer r.a. evinden Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu ezanı duyunca hızla yürüyerek Rasulullah Aleyhisselam’ın yanına vardı:

– Ya Rasulallah! Allah’a yemin ederim ki, bu ezanın aynısını ben de rüyamda görmüştüm, deyince Allah Rasulü:

– Vahiy senden önce geldi, buyurmuşlardır.

Ezanın -sünnet olarak- meşru oluşu Kur’an ve Sünnet ile sabittir ve İslâm’ın sembollerindendir. Dünyanın hangi yerinde hangi lisanla konuşulursa konuşulsun, Arapça aslı ile okunan ezanın davet ve maksadını herkes fark eder. Böylece İslâm’ın inanç ve ibadet birliği, aynı dilde okunan ezanla yeryüzünde her an kesintisiz olarak yankılanır.

Abdürrezzâk: el-Musannef (Beyrut, 1983), 1/455-56; Beyhakî: es-Sünenü’l-Kübra (Beyrut, 1994), 1/573-75; et-Tabakâtü’l-Kebir, 1/212-13; İbn Hişam, 2/121-123.

Münafıkbaşının Yaptığı

Rasulullah Aleyhisselam bir gün Medine’de merkebine binmiş, hasta olan Sa’d ibn Übade Hazretlerini ziyarete gidiyordu. Bu esnada bir grup müslüman ve müşrikle köşkünün gölgesinde oturan meşhur münafık Abdullah ibn Übeyy’i görünce durup biraz konuşmak istedi. Duran merkebin kaldırdığı toz ortaya dağılınca, Abdullah elbisesiyle burnunu kapatarak: “Üstümüzü tozutma!” dedi. Peygamber s.a.v. Efendimiz selam verip yanlarına oturdu, Kur’an’dan ayetler okuyarak onları İslâm’a davet etti. Ahiret azabından ve nimetlerinden bahsetti. Münafıkbaşı sessizce dinliyordu. Sonunda dedi ki:

– Senin bu söylediklerin gerçekse bundan daha güzeli olamaz. Fakat sen aramıza gelip böyle şeylerle bizi rahatsız etme. Git de evinde otur, onları sana gelenlere anlat. Sana gelmeyenlere de hoşlanmadığı şeyler getirme.
Oradaki müslümanlardan Abdullah ibn Revaha ona karşı çıkarak:

– Hayır ya Rasulallah! Sen her zaman böyle şeylerle yanımıza gel, dedi.

O anda müşriklerle müminler arasında şiddetli bir çekişme yaşandı. Allah Rasulü s.a.v. onları yatıştırdıktan sonra Sa’d ibn Übâde’nin evine doğru yoluna devam etti.

Sa’d ibn Übade Hazretleri, ziyaretine gelen Peygamber Aleyhisselam’ın yüzüne bakınca, onun üzücü bir hadiseyle karşılaştığını anladı:

– Ya Rasulallah! Hoşlanmadığın şeyler işitmiş gibi bir halin var, dedi.

Allah Rasulü, münafıkbaşının söylediği uygunsuz sözleri ona haber verdi ve bundan dolayı üzüldüğünü belirtti. Sa’d Hazretleri de şu açıklamayı yaptı:

– Ey Allah’ın Rasulü! Sen onun kusurunu hoş gör. Şu Medine halkı onun için krallara mahsus taç giydirme hazırlığı yapıyordu ki, Allah’ın sana ihsan ettiği peygamberlik makamı sebebiyle bu teşebbüs sonuçsuz kaldı. İşte bu gerginlikle o yakışıksız tavrını sergilemiştir. Sen onun kusurunu bağışlayıver.

Peygamber Aleyhisselam bunun üzerine münafıkbaşını affetti. İbn Übeyy ise zamanla çevresindekilerin İslâm’a girerek kendisini terk ettiklerini görünce, içten inanamadığı halde istemeyerek müslüman olmuş gibi görünmüştür.

Müsnedü’l-İmam Ahmed (Beyrut, 2002), 36/101-102; İbn Hişam: es-Sîre, 2/199-200; Hz. Muhammed ve İslâmiyet, 3/175-179.

Bir Yahudinin Hidayeti

Yahudi alimlerinden Zeyd İbn Su’ne (Sa’ne) hidayete gelişini şöyle anlatır:

Rasulullah’ın yüzüne baktığım zaman, peygamberlik alametlerinden ikisi dışında hepsini görmüştüm. Henüz görmediğim iki alamet ise öfkesini bastıran yumuşak huyu ve kaba cahilliğe karşı sabır gücü idi. Bunları denemek istiyordum.

Rasulullah bir gün Hz. Ali ile birlikte odasından çıkmıştı. Bedevî tipli binekli bir adam ona yaklaşarak dedi ki:

– Ya Rasulallah! Falan köy halkı müslüman oldular. Ben onlara: “Müslüman olursanız rızkınız çoğalır.” demiştim. Aksine bu sene kuraklık oldu, kıtlık içinde kaldılar. Korkarım ki dünya menfaati için müslüman oldukları gibi, menfaat için İslâm’dan çıkıverecekler. Acaba onlara bir yardım göndermeniz mümkün olur mu?

Rasulullah yanındakine baktı. “Bir şey kalmadı ya Rasulallah” cevabını alınca, kendisine yaklaşarak, belli miktardaki hurmayı belli bir süreyle (veresiye, selem akdiyle) bana satmasını istedim. Kabul etti. Ben de karşılık olarak seksen miskal altın verdim.

Konuştuğumuz sürenin bitmesine daha iki üç gün varken, bir cenaze münasebetiyle bir topluluk içinde Rasulullah’ın yakasına yapıştım:

– Hakkımı ödemeyecek misin ya Muhammed? Sizler hep böyle ödemeyi ertelersiniz!

Hz. Ömer fıldır fıldır dönen gözleriyle bana sertçe baktıktan sonra:

– Ey Allah’ın düşmanı! Sen Rasulullah’a nasıl böyle söyler, nasıl böyle yaparsın? Yemin olsun, ondan çekinmesem kılıcımı kafana indirirdim, dedi. Rasulullah ise sükunet ve tebessümle Ömer’e bakarak dedi ki:

– Ömer! Bana borcumu güzellikle ödememi, ona da alacağını güzellikle istemesini söylemeliydin. Onu götür de hakkını öde, korkuttuğun için yirmi ölçek de fazladan ver.

Hz. Ömer beni götürüp hakkımı ödedi, yirmi ölçek hurma da ekleyiverdi.

– Şahit ol ey Ömer, Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Rasulullah’ı nebi kabul ettim, dedim. Sonra birlikte Rasulullah’a gittik. Kelime-i şahadet getirerek iman ettim.

Et-Taberânî: el-Mu’cemu’l-Kebîr (Beyrut, 1984), 5/222-23; Mecmau’z-Zevâid, 8/433-35; Ebu Nuaym: Delâilü’n-Nübüvve 1/91-93; Üsdü’l-Gâbe, 2/245; et-Tabakâtü’l-Kebîr, 1/310-311.