- İlimle İlgili Üçüncü Fasıl I

Adsense kodları


İlimle İlgili Üçüncü Fasıl I

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 23 June 2011, 02:01 pm GMT +0200
İlimle İlgili Üçüncü Fasıl I


İzahat

Hadîsi nebevi, çok dikkat edilib riâyet edilmesi gereken iki   mü-,him ve hassas mes'eleyi beyan etmektedir.

Resulü ekrem sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, bir gün Me-dîne-i münevveredeki Mescidine teşrif buyuruyorlar. İçeri girdiğinde bakıyorki, ayrı ayrı oturmuşlar, o topluluklardan birisi; tevhid, teşbih, tehlil gibi evradı ezkarla meşkul oluyor. Diğer biriside, ilmi irfan tâ­limi ile meşkuldurlar. Her iki meclis (toplantı) hakkında, Resulü ek­rem sallallâhü aleyhi vesellem şu : «Her iki meclisde hayır üzerine­dir» Cümleleriyle hayır üzerine toplanmış birer topluluk olduklarını beyan buyuruyor.

Bu her iki topluluk, hayr üzerine olduklarını beyandan sonra, ara­larında fazilet ve kıymet farkı olduğunuda şu cümleleriyle açıklamış­tır :

«Bunlardan birisi, (Sevab bakımından) diğerinden daha efdaldır.»

Ve Resulü ekrem efendimiz, hadîsi nebevinin aşağısında, evradı ezkarla meşkul olup hakka dua ve niyazda bulunan topluluğu şu cüm­leleriyle îzah buyuruyor :

«Ama bu (ibâdet ve evradu ezkarla meşkul olan) kişiler, AHâha dua ederler ve Allâhın yanındakine (rızasına) rağbet ederler. Cenabu hakda dilerse, onlara fazlu kereminden verir, dilerse, adlı ilâhîsi iIp men eder (dilediği gibi tasarruf eder).»

Resulü ekrem efendimizin bu cümlelerinde şu hususlara işaret vardır :

a)   Beş vakit namazı kılmak üzere toplanan cemaatdan başka, va­kitleri müsaid olursa, nafile olarak cenabu hakka dua ve niyazda bu­lunmak üzere toplamb Allâhü teâlayı zikretmek caizdir. İyi bir hakka yalvarış ve cenâbu hakka niyazda bulunan meclisdir. Aynı zamanda bu meclîs, mescid de toplanmıştır.

b)   Meşrûiyyet dâhilinde Allâh-ı zikredib ona duada  bulunanların meclisleri, elbetde kıymetli meclislerdendir ve bu meclisde toplamb Allâhı zikredib dua ve niyazda bulunanlar ve onlara hizmet edenler, faziletli kişilerdir.

Boş vakit geçiren tipinden olmayıb, Allâhı ananların meclisleri ve kendilerinin faziletleri hakkında kur'anı kerim ve sünneti nebeviyede pek çok-hükümler vardır,

Allâhın her vakit ve durumda anılabileceğini beyan eden bir- âyet meali:

«Gerçek akıl sahihleri öyle kişilerdirki; ayakda iken, otururken ve yatarken (dâima"kalbleri ve dilleri ve bedenleri ile) Allâh-ı anarlar...» (Ali îmrân sûresi, 19)

Ve yukarda açıklamaya çalışdığımız hadîsi şerif gibi pek çok ha­dîsi nebevilerde zikri ilâhide bulunmanın, müminler için bir fazilet ol­duğu beyan edilmiştir. Fazla uzayacağından kısaca kesiyoruz. Geniş îzâhat, «İslâmda Evliya meselesi ve Harikalar» adlı eserimizde yazıl­mıştır.

c) Hadîsi şerif de zikri ilâhî ile meşkul olanlar, Allâhı anıp onun ri2 asını talep etmek maksadında olduklarını beyan^buyurmaklada, Çeşitli dünyavî maksadlara bağlı olmadan sırf rızâyı barı için olduğuna ve' öyle olmasına işaret vardır. Hadîsi nebevideki maksad dahılmae evradu ezkarda bulunanları, takdir edib, dualarını taleb etmek eweı çok yerinde bir ameldir. Gayenin dışma çikanlardanda kaçınmak lazım-. dır.

Netekim meşröiyyet dâhilinde câmîye cemaata gelmiyen  Hazreti Ömer'in men edip camiden kovduğu gibi, Resûlüllah  fetvada bulunan Âlim ve fakih İlmi Mes'ud (R.A) hazretlerim,

irtihâli nebiden sonra Irakda bulunduğu günlerde, Mescide toplanıp usûluna uygun olmayarak zikrî ilâhîde bulunanları, mescidden kovup çıkarmıştır. Aynı- mes'elenin geniş îzâhi, «İslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» ile «îslâmda Evliya Mes'elesi ve Harikalar» adlı eserimiz­de vardır. Ve bir ne&zede «Mültekâ tercümesi» nin dördüncü cildinin 174-176. sahifelerinde yazılmıştır.

Hadisi nebevinin devam eden cümlelerinde de, fıkıhla veya her hanki bir ilimle meşkul olup, bilmeyenlere, bilenlerin öğretmeye ça­lışmaları hâlindeki mescidi nebevide toplanan diğer ilim meclisi hak-kındada şöyle buyurulmuştu :

«Fakat bu (ilimle meşkul olan) kişiler, Fıkhı veya (her hangi bir faydalı) ilmi tâlim edib Öğrenirler ve câhil olana (bilmeyene) öğretir­ler.

— İşte fıkıh veya ilimle meşkul olan bu meclis adamları, en af-dal kişilerdir. Zira - ben, ancak ve ancak muallim (öğretici- ilimle meş­kul olucu) olarak gönderildim.»

Hadîsi şerifin bu cümlelerinde mündemiç olan hususlarıda şöyle sıralayabiliriz:

a)  Resûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem efendimizin, takdir edib çok değerli olarak vasıflandırıb buyurduğu meclis (toplantı) ilmi fıkıh meclisi veya İslama ve müslümanlara faydalı olan her hangi bir ilim meclisi olduğunu veya olabileceğini beyan etmektedir.

îslâm şeriat ve hukukunu beyan eden ilmi fıkıh ve fakihler hak­kında bir nebze malumat, yukarda ikiyüz (200) üncü hadîsi şerifin izahatında zikredilmiştir.

b)   İlmi fıkıh veya faydalı ve meşru olan her hangi bir ilim mec­lisi, islam esaslarını ve bilinmesi; farz, vâcib, sünnet ve müstehab olan hükümleri öğrenib müktezası ile amel ederek, bilmeyenlere öğ­retmek maksadı ile toplanmış olması gerektiğine işaret vardır.

c)   Bu temiz gayelerle ilmi fıkhı veya meşru olan her hangi bir ilmi öğrenmek ve öğretmek maksadiyle toplantı yapılan   meclisler, en kıymetli toplantı ve bu toplantıya iştirak eden muallim ve talihler-( de, ümmetin en kıymetli ve faziletli kişileri olduğu gayet açık bir ifâde' ile beyan buyurulmuştur.

d)  Resulü ekrem (S.A.V) efendimiz, kendisinin muallim   olarak gönderildiğini beyan buyurmak suretiyle, ilmi fıkıh veya meşru olan her hanki bir ilim meclisini takdir buyuruyor ve bu meclise iştirak edenler, en efdal kişilerden olduklarını lisânı pâki ile îzah ediyor.

Hal böyle olunca bütün ümmeti muhammed-in, böyle meclisleri aynı şekilde takdir edib, iştirak etmeleri ve bilmediklerini o meclisler­den öğrenmeleri lâzımdır. Aynı zamanda, ilmi fıkha veya tefsir, hadîs, ilmi kıraat, akâid, kelam ve islâm tarihi ilimleri gibi ilimlerden bir ilme vâkıf ve âlim olan bilginlere, Resûlti ekrem (S.A.V) gibi değer verib takdir etmek, îmanın iktizasıdır.

Her hanki bir yerde, ilim meclisi ile zikir meclisi bulunursa, her iki-side hayırlı meclisdir. Fakat ilim meclisi, zikir meclisinden daha ef-daldır. Binâenaleyh daha çok sevab kazanmak ve daha faziletli ve faydalı olmak isteyen kimseler, ilim meclisini tercih edib gitmelidir­ler. Zira Resulü ekrem (S.A.V) de bu iki meclisin hayırlı olduğunu ve ilim meclisinin zikir meclisinden ve hatta ilim meclisindekileri, zikir meclisinde bulunanlardan daha efdal olduğunu beyandan sonra, ken­diside ilim meclisine gidip oturmuştur.

Cenâbu hak bu hakîkatlan iyi bilip mucibi ile amel etmeyi, bütün meslekdaş ve mümin kardeşlerle beraber bizlere nasıyb eylesin. Amin.

Tercümesi:

258- (51) Ebud derdâ (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) e, bir adamın fakirlik mertebesine ulaştığı vakit, ilmin haddi hududu nedir? diye sual olundu.

— Bunun üzerine Resûlüllah (C.A.V) de buyurdu :

«Ümmetimden bir kimse, dinînin emrinden kırk hadîsi hıfzedib bellerse (ve başkalarına öğretirse), Allâhü teâla o kimseyi faklh olarak diriltip mahşere gönderir ve bende o kimseye kıyamet gününde şâhid olur ve şefaat ederim.» [195]

 

İzahat
 

Bu mübarek hadîsi nebevinin ihtiva ettiği hükümden «Kırk hadîsi hıfzedib bellerse» Cümlesi hakkında bir nebze açıklamada bulunalım.

Şârih Aliyyülkâri merhum şu satırları yazıyor :

«İmamı Nevevi (R.A) de'diki:

«Burada kırk hadîsi hıfzetmekden murad; kırk hadîsi ezberlemese ve manalarını tam bilsede, müslümanlara kırk hadîsi nakledib tebliğ

etmektir. İşte kırk hadîsi hıfzedib bellemenin mânayı hakîkisi budur. Ve böyle yapmakla müslümanlarda menfaatlanmak hasıl olur. Şayet müslümanlara kırk hadîs nakledilib duyurulmazsa, hıfzedemezler. îb-ni Hâcer (R.A) de böyle zikretmiştir.

—  Ben (yani, Aliyülkârî merhum) derimki : İmamı Nevevi Mer­humun «mânâlarını tam bilmesede» sözünde düşünülmesi gereken hu­sus vaTdır. Zira ilmin aslından olan makam ve mertebe hasıl olmak­tadır. Çünkü fıkıhdan maksad, bir şeyi bilmek, onu anlamakdir ve fık­hın şerefinden için, din ilmine gerçekden hakim olmaktır.

—  Eğer böyle olmaz ise, bu takdirde kırk hadîsi ezberleyen kim­se, hadîsi şerifde beyan edilen fakih olamaz.» [196]         

Şu halde kırk hadîsi nebeviyi mânası ile belleyen kimse, hadîsi şerifdeki fazilet ve şerefe nail olan ve olacak kimsedir. Hem lafzını ve hem manasını ezberleyib kırk hadisi belleyen ve mucibi ile amel eden kimse laf götürmez ve ihtilafsız bir şekilde hadisi nebevideki hükme nail olur.

Yukardaki hadîsi şerifin diğer rivâyetdeki hükümleri işe şöyledir : «Bir kimse, benim sünnetimden kırk hadisi hıfzeder ve ümmetim­den başkalarına naklederse, Allâhü teâla o kimseyi kıyamet gününde fakihler ve âlimler zümresinde gönderib hasreder.»[197]

Tercümesi:

259- (62) Enes Bin Mâlik (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Bil irin isiniz en cömert kimdir?»

—  Ashabı kiram dediler: Allah ve Resulü daha iyi bilir.

—  Resulü ekrem (S.A.V) buyurdu :

«Allâhü teâla en çok cömert kimsedir. Ondan sonra Adem oğlu­nun en çok Cömert kimsesi, bir adamdirki, ilmi tâlim edib öğrenir, on­dan sonrada o ilmi yayib neşreder.

—  O iimi neşredib başkalarına öğreten âlim, kıyamet gününde tek başian bir emir veya tek basma bir ümmet olarak gelir.» [198]

 

Îzahat

 

Bu haöîsi şerifin ihtiva etiği hükümdede, üç husus sıralanmıştır

a)   Hadîsi nebevide, beyan edilen cömertlik derecesinin en üstü­nünün, evvela halikı zülcelâlda oluşu, gayet açıkdır. Zira itaatkar ve isyankar farkı gözetmeden, karıncadan file kadar bütün   varlıkların rızkını, sıhhatim ve her türlü ihtiyaçlarını karşılayıb vermek, ne kadar lütufkarlılık ve cömertlik olduğu, her akıllı için bilinib idrak   edilen bir hakikattir.

Ancak kulların istekleri, hayır olursa, severek ve hoşnut olarak verir. İstekleri ve kazançları şer olursa, sevmiyerek ve razı olmadığı halde verir. Zira hayır ve şer, iyi ve kötü her şey, Allâhın dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur.

Muhtelif hadîsi kudsîlerde temsilî olarak beyan edilmiştirki, bütün varlıkların isteklerini Alâhü teâla: eksiksiz verse, denizin içine bir iğne batınlıb çıkarıldığı zaman, iğnenin denizden eksilttiği ne ise, hazine-i ilâhiden sanki o kadar bir eksilme olacağı misallanmıştır. Yani, cena-bu hakkın hazine-i Rabbanisi, o kadar çokturki, eksilmek, tükenmek ve bitmek yoktur. Zira Allah ganî ve müsteğnîdir. Bizler ise, dâima fakir ve muhtacız.                                         

Netekİm bir âyeti kerimede şöyle Duyurulmuştur: «Allah (c.c.) ganîdir. Hiç bir şeyinize muhtaç değildir. Siz ise, fa­kirler (muhtaçlar) sizsiniz.» (Muhammed sûresi, 38)

b)   Resulü ekrem efendimizde, mevlayı mütealdan sonra en cö­mert varlık olduğunu iftiharla buyurmaktadır : Zira varlıkların en af-dalı ve en keremüsidir. Kendisinin beşerin en cömerti olduğunu bu­yurması, hakikati aydınlatıp bildirmek içindir. Büyüklenmek için de­ğildir.

Gerçek gayenin bu olduğunu diğer mübarek bir sözüyle şöyle açık­lamıştır :

«Kıyamet gününde Adem (aleyhiselâm) uı evlâdının en kıymetli efendisiyim, bununla beraber ogünme ve boyüklenme diye bir şey yoktur.

—  Ve kıyamet gününde benim elimde UvaÜl hamd sancağı olacak-dır. Her Peygamber mutlaka o günde, Adem (aleyhisselam) ve diğerle­ri benim livamın altında olacaklardır.

—  Ve ben yerden çıkarılacakların (kabirden dirilMeceklermJ UW-yimF yinede ögünüb böbürlenmem.

— Ve ben ilk şefaat edici ve şefaati ilk kabul olunan kimseyim,, yine, böyle iken buyuklenib öğünmem.» [199]

c) Hadîsi nebevide beyan edilen üçüncü mertebedeki cömertinde^ ilmi talim edib başkalarına, nasihatla, öğretmekle, hitabetle, makale veya eser yazmak suretiyle neşreden kimseler olduğunu buyurmakta­dır.

Binâenaleyh bir kişi, ilim tahsil eder, sonradan bu ilmi talib olan ehillerine talim ederek öğretir ve yayarsa, Peygamber efendimizden sonra en cömert ve en hayırlı amelde bulunan kimsedir.

Şu halde böyle amel ile meşkul olan din âlimi, halk arasında kü-çümsenir ve «Ölü gözünden yaş çıkmaz, hoca evinden aş çıkmaz gi­bi...» Cümlelerle alaya alınırsa, Peygamber efendimizin «Cömert» di­ye vasıflandırdığı kişi kötülenmiş olur.

Evet gerçekden din adamı, ilmi yaymaya çalışmakla insanların ruhunun gıdasını verir. Manen, ruhen ve fikren doyurucudur. Böyle olunca o cümledeki «aş» Kelimesi yerine «aç» kelimesini koyarak, «Ölü gözünden yaş çıkmaz, hoca evinden aç çıkmaz» denmelidir. îlmi-ve ilim adamını tahkir etmenin tehlikeleri, «Mültekâ tercümesi» adlı eserimizin ikinci cildinde yazılmıştır.

Öğrenmiş olduğu faydalı ilmi neşrederek başkalarına faydalı olan her din âlimi ve faydayı ilim sahibi, hayatda Peygamberden sonra en cömert kişi olduğu gibi, öldükten sonra o öğretip yaydığı ilim silsilesi devam ettikçe, o ilmi öğrenen ve öğretenlerin aldıkları ecru mükâfat, eksilmeden ilk öğretenin amel defterine aynısı yazılır. Bu husus yu­karda ve birinci ciltde geniş şekilde izah edilmiştir.

Böyle ilmi neşredib yayan âlim dünyada ve dünyadan göçdükden sonra fazilet ve mükâfatlara nail olduğu gibi, âhiretdede eli sancaklı bir emir veya etrafında kalabalık bir cemaatla bir ümmet şeklinde olacağı beyan edilmiştir.

Bu husus Resulü ekrem efendimizin mübarek hadîsinin son cüm-, lelerinde şöyle hükme bağlanmıştır :

«O ilmi neşredip başkalarına öğreten âlim, kıyamet gününde tek Başına bir emir veya tek başına Wr ümmet olarak gelir.»

Şu şeref ne büyük şerefdir, Cenabu haklan lütfettiği veya lütfede-ceftl bu ilmi yayan ve yayacak olan âlim kimselerin, bir Peygamber gibi fazilete erişen din âlimi ve faydalı ilim adamlarının böylelerine mu­habbet, saygı ve hürmet ederek, o sancağının altına veya bir, ümmet gibi kalabalığın içine girmeyi mevla nasiyb buyursun. Amin.

Yetişib dualarını almaya çalışdığımız 70-80 lik üstadlarımızda, san­ki bu ilâhî lutfa mahzhariyyeti dünyada iken müşahede ediyor idik. Ne bereketli ilim ve muazzam îman sahibi kişilerdi. Her yönleriyle bir ilim otoriteleri, amel ve ahlak numuneleri idiler,

Resulü ekrem efendimizin, bu son cümlesinde şu âyeti kerîmeye işaret vardır:

«Muhakkakki İbrahim (A.S.),başb basma bir ümmetdi.» (Naili sûresi, 120)

Bir Peygamber, etrafmdakileile ümmet olarak vasıflandırılmakta-dır. Aynı şeref, kıyâmetde bu ümmetden bir diri âlimine ve faydalı ilim sahibi olub başkalarına tâlim ve telkin suretiyle ilmini yayan kim­seye, verilmektedir.

Ne mutlu insanlar, bu âlimler. Cenâbu hak bizleride âhiretde böyle-mutlu insanların sancağı altında toplanan ümmetlerden kılsın. Amin.

Ebû Ümâmetül Bâhîlî (R.A) den mervî, bir hadîsi nebevide Re­sulü ekrem (S.A.V) efendimiz şöyle buyurmuştur:

«Alim ile âbid (kıyamet günü) getirilir (ler).

—  Abide denilirki: Cennete gir.

—  Alime de :. Dur yerinden ayrılma, tâki insanlara şefaat edesin, denilir.»[200]                                                                               

Tercümesi:

260 - (63) Yine ondan {Enesbin mâlik KA) den mervîdir, Resâ-Iüllah (S.A.V.) buyurdu :

«Harislerden İki sınıf doymazlar; a) İlimde hırsı olan, ilimden doymaz.

b) Dünyada hırsı olanda, dünyadan doymaz.»

(Yukardâki üç hadîsi, Beyhakî «Şuabiı îmam» adlı eserinde rivâyeı etmiştir. Beyhakî dedi : İmamı Ahmed Ebidderdâ hadîsinde dedi : Bt hüküm, insanlar arasında meşhur bir metilidir. Bu metin için sahih biı isnad yoktur.)

Tercümesi:

261 - (64) Avn (R.A) denmervîdir,dedi: Abdullah bin mes'ud (R.A) dedi:

«Hırslılardan iki kimse, doymazlar (ki onlar), İlim sahibi ve dün­ya sahihidir, bunlar müsâvî değillerdir.

—  Çünkü ilim sahibi. Rahman olan Allanın rızasını artırır.

—  Dünya sahibi ise, tuğyan ve azgınlıkta ziyadeleşir.

—  Bundan sonra Abdullah (R.A) şu âyeti okudu :

«Doğrusu kâfir insan, kendini (elindeki mal ile Allahdan) müsteğni görmekle azgınlık eder.» (Alek sûresi, 6-7)                                           

—  Avn (R.A) dedi: İbni Mes'ud diğer bir âyeti delil getirerek oku­du :[201]

«Allahdan, kullan içinde ancak (Alîâhı hakkı ile bilen)    âlimler korkar.»  (Fâtır sûresi 28)                                                                     

 (Not: Râvî Avn (R.A), tabiînin ulularından olduğu beyan edilmek­ledir. Daha fazla malûmatı bulamadığımızdan yazamadık.)

Tercümesi:

262 - (65) îbniAbbas (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Muhakkak ümmetimden bir takım insanlar, Dinde fakihlik iddi­asında olurlar ve Kur'ani okurlar, derlerki:

«Ümeraya (âmirlere), gelelim, dünyadan nasibimizi alalım ve dinimizle, onlardan (onların işledikleri fenalıklardan) uzaklaşalım.

— Halbuki mes'ele onların dediği gibi böyle olamaz (zira iki zıd cem edilemez). Diken ve çöğür ağacından diken ve çöğür alınabilildiği gibi,[202]

Keza onlara (amirlere) yaklaşmakda -Muhammed bin sabahın ri­vayetinde dediği gibi; yani: ancak hatalar alınabilir.» [203]

 

Îzahat
 

Hadîsi nebevide ehli ilimden olan veya olacakların bâzılarının çok kötü gaye ve davranışları veya davranabileceklerin durumları, beyan buyurulmaktadır. Hadîsi şerifin sarihleri çok yönlü izahlarda bulun­muşlardır. Bazılarını nakledelim.

Dinde Fakih ve. âlim olduklarını iddia edenler veya din ve şeriat ilmi olan ilmi fıkhı öğrenmek maksadiyle tahsile devam edenlerden bir takım kimseler, Kur'anı kerimi çeşitli kıraat ve makamlarla okur­lar, tefsir edib îzâh ederler ve bu amellerden sonrada âmirlere zarurî bir ihtiyaçları için değil, sırf fazilet izhar edip göstermek ve o âmirle­rin yanlarındaki mal ve makama tama ederek, âmirlerin yanlarına giderler.

Bu şekilde hareket edenler, günümüzde daha aşırî bir şekilde davranarak, dinin pek çok yasaklarım işledikleri ve yapılması gere­ken irşad ve tebliğ vazifelerini yapmadıkları gibi, £inde pek çok tâ­vizleri* vermişler ve vermektedirler. Amirlerin veya fasıkların gayri mesrû amel ve hareketlerine iştirak ederler. Böylelikle sayılmayacak kadar çok kötülükleri işlerler ve kötü örnek olurlar.

Dîni, ilmi ve Toır'an okumayı böyle kötülüklere âlet ederek hare­ket edenlere, denüseki:

«Din ve şeriat âlimi olduğunuzu iddia ediyor ve kur'anı kerimi oku­yorsunuz. Bu halinizle şu pek çok kötülüklerle meşkul olan âmirlerle nasıl bir araya gelebilîyorsunuz?»

İşte böyle suâle verecekleri cevabı, Resulü ekrem (S.A.V) efendi­miz rnubârek sözünün devamında şöyle buyurmuştur : ,

«Derlerki : Ümerâya (âmirlere), gelelim, dünyadan nasibimizi alalım ve dînimizle onlardan (onların işledikleri fenalıklardan) uzak-

Ey dîni dünyaya âlet edip fasıkların karşısında el ufalayıb, eğilip bü­külüp yaltak kedi kesilen ve her kılığa bürünüb dalkavukluk yapan ti­pinden zavallı allâme taslakları!, içinizdeki kirli ve hırslı emellerinizi saklayarak, din âlimine yakışır ve yaraşır tavrı bırakıb, dışınız başka içiniz başka olan davranışlarınızı, asırlarca evvel nuru nübüvvetden fışkıran hakîkatlar, ne kadar kesin ve açık bir şekilde beyan buyur­duğunun farkmdamısmiz acaba!.

Ve bu fasit iddianız neticesiz olup, ancak kötülükler olabileceğini-zide, yine Resulü ekrem (S.A.V) efendimiz devamla buyurayorki :

«Halbuki mes'ele onların dediği gibi böyle olmaz (zira iki zıd cem edilemez);

'Diken ve çöğür ağacından ancak diken ve çöğür alınabildiği gibi,

—  Keza onlara (âmirlere), yaklaşmakda  R£uhammed bin sabâ-, hin rivayetinde dediği gibi, yani: Ancak hatâlar alınabilir.»

Atalar bir sözlerinde, «Necasetten keramet gelmez.» demişlerdir.

İbni Abbas (R.A) m rivayet ettiği bir hadîsi nebevide Resulü ek­rem (S.A.V) şöyle buyurmuştur:

«Bu ümmetin uleması, iki adamdır;

1 - Âlim adamın birisi, Allâhö teâla ona ilim verir, oda ilmini insanlara neşredib öğretir ve öğretmiş olduğu İlme karşılık tema ede­rek hiç bir şey almaz ve ilmi para île satmaz.

—  İşte bu âlime, denizdeki balıklar, karadaki tftirtiyeil canlılar ve gökdeki uçan kuşlar istiğfar edib dua ederler.

2 - Âlim adamın ikincisi ise, Allâhü teâla ona ilmi verir, oda o ilmi Allanın kullaiına yaymakdan pahillik edip saklar. İlmin karşılı-ğında tama ederek bir şeyler alır ve para ile satar.

—  İşte bu âlimde, kıyamet gününde ateşden yapılmış bir gemle gemlenir ve bir nidaci tarafından nida edflirki, işte bu adama Allâhü teâla ilim vermiştir. Oda ilmi, Allanın kullarına öğretmekden pahillik edib sakınmıştır. Ve İlmin karşılığında tama edip bir şeyler almıştır, ilmini para iie satmıştır. Ve bu şekildeki nida, hisabdan kurtulunca ya kadar devam edecektir.»[204]                                         

Maddi menfaat, makam ve mansıb emellerine sâhib olmadan, irşad ve îkaz veya hayra delâlet gibi iyi gayelerle, âmirlerin yanlarına gitmek ve girmek ve dinin yayılması için nefsini hapseden ve çalış­masını ilim tâlimine hasreden kimselerin ücret almaları ise, caizdir. Müdâra ile emrolunduğunu beyan eden hadîsi nebevi gibi pek çok hadîsi şerifler vardır. Ashab, tabiîn ve diğer selefin pek çok hüküm ve hayat hikâyeleride, çeşitli ana kaynaklarda yazılmıştır.

Netekim Fâtihin Şeymıl islâmı Molla Hüsrev, «Dürer ve gurer» ad­lı eserinde şu satırları yazmaktadır :

«Hafız Ebülleysi Semerkandî (R.A) den hikâye olunmuştur (Diyor-ki : ) Ben daha evvel üç şeye fetva verirdim, onlardan rucû ettim.

a) Daha evvel ilim için Kur'an tâliminden dolayı ücret almanın helal olmadığına fetva verirdim.

b)   Yine Âlim için, Sultanın (devlet reisi ve naibi gibisinin) yanına girmesinin lâyık olmadığına fetva verirdim.

c)  Ve ben ilim sahibinin, köylere çıkmasının lâyık olmadığına fetva verirdim. Çünkü köylüler o âlime bir. şeyler toplamaları için, on­lara nasîhat eder.

—  Şimdi ise, bunların hepsine böyle fetva vermekten rucû ettim (yani, bunların üçünü işlemenin cevazına döndüm, demektir).»[205]

Yukarda Yavuz Selime, Müfti zenbilli Ali efendinin gidib Ende­run ağalarını öldürmekten vaz geçirdiği hâdiseyi okuyunuz. Bu şekilde­ki gaye ve davranışlarla, âmirlerin yanma gitmek caiz ve iyidir.

Fakat böyle irşad ve îkaz gayesi olmadan, âmirlerin yanlarına; makam, mansıb, nam, şan ve başka dünyevî menfeatlar için giden âlimler, Peygamber efendimizin beyan ettiği fasık ve şerli âlimlerdir.

Bu şekilde hareket edenler, günümüzde daha aşırî bir şekilde davranarak, dinin pek çok yasaklarım işledikleri ve yapılması gere­ken irsad ve tebliğ vazifelerini yapmadıkları gibi, dinde pek çok tâ­vizleri'vermişler ve vermektedirler. Amirlerin veya fasıkların gayri mesrû amel ve hareketlerine iştirak ederler. Böylelikle sayılmayacak kadar çok kötülükleri işlerler ve kötü örnek olurlar.

Dîni, ilmi ve kur'an okumayı böyle kötülüklere âlet ederek hare­ket edenlere, denilseki:

«Din ve şeriat âlimî olduğunuzu iddia ediyor ve kur'am kerimi oku-uorsunuz. Bu halinizle şu pek çok kötülüklerle meşkul olan âmirlerle nasıl bir ataya gelebilîyorsunuz?»

İste böyle suâle verecekleri cevabı, Resulü ekrem (S.A.V) efendi­miz mübarek sözünün devamında şöyle buyurmuştur :

«Derlerkî : Ümerâya (âmirlere), gelelim, dünyadan nasibimizi alalım ve dînimizle onlardan (onların işledikleri fenalıklardan) uzak-laşahm.»

Ey dîni dünyaya âlet edip fasıkların karşısında el ufalayıb, eğilip bü­külüp yaltak kedi kesilen ve her kılığa nürünüb dalkavukluk yapan, ti­pinden zavallı allâme taslakları!, içinizdeki kirli ve hırslı emellerinizi saklayarak, din âlimine yakışır ve yaraşır tavrı bırakıb, dışınız başka içiniz başka olan davranışlarınızı, asırlarca evvel nuru nübüvvetden fışkıran hakîkatlar, ne kadar kesin ve açık bir şekilde beyan buyur­duğunun farkmdamısmız acaba!.

Ve bu fasit iddianız neticesiz olup, ancak kötülükler olabileceğini-zide, yine Resulü ejcrem (S.A.V) efendimiz devamla buyuruyorki:

«Halbuki mes'ele onların dediği gibi böyle olmaz (zira iki zıd cem edilemez};

—Diken ve çöğür ağacından ancak diken ve çöğür alınabildiği gibi,

—  Keza onlara (âmirlere), yaklaşmakda - ft^uhammed bin saba­hın rivayetinde dediği gibi, yani: Ancak hatâlar alınabilir.»

Atalar bir sözlerinde, «Necasetten keramet gelmez.» demişlerdir.

İbni Abnas (R.A) m rivayet ettiği bir hadîsi nebevide Resulü ek­rem (S.A.V) şöyle buyurmuştur :

«Bu ümmetin uleması, iki adamdır;

1 - Âlim adamın birisi, Allâhü teâla ona ilim verir, oda ilmini insanlara neşredib öğretir ve öğretmiş olduğu ilme karşılık tema ede­rek hiç bit şey almaz ve ilmi para ile satmaz.

—  İşte bu âlime, denizdeki balıklar, karadaki Çürüyen canlılar ?e gökdeki uçan kuşlar istiğfar edib dua ederler.

2 - Âlim adamın ikincisi ise, Allâhü teâla ona ilmi verir, oda o ilmi Allâhın kullarına yaymakdan pahillik edip saklar, timin karşılı­ğında tama ederek bir şeyler alır ve para ile satar.

—  İşte bu âlimde, kıyamet gününde ateşden yapılmış bir gemle gemlenir ve bir nidacı taralından nida edilirki, işte bu adama Allâhü teâla ilim vermiştir. Oda ilmi. Allanın kullarına öğretmekden pahilHk edib sakınmıştir. Ve ilmin karşılığında tama edip bir şeyler almıştır, ilmini para iie satmıştır. Ve bu şekildeki nida, hisabdan kurtulunca ya kadar devam edecektir.» [206]                                     

Maddi menfaat, makam ve mansıb emellerine sâhib olmadan, irşad ve îkaz veya hayra delâlet gibi iyi gayelerle, âmirlerin yanlarına gitmek ve girmek ve dinin yayılması için nefsini hapseden ve çalış­masını ilim tâlimine hasreden kimselerin ücret almaları ise, caizdir. Müdâra ile emrolunduğumı beyan eden hadîsi nebevi gibi pek çok hadîsi şerifler vardır, Ashab, tabiîn ve diğer selefin pek çok hüküm ve hayat hikâyeleride, çeşitli aha kaynaklarda yazılmıştır.

Netekim Fâtihin Şeyhui islâmı Molla Hüsrev, «Dürer ve gurer» ad­lı eserinde şu satırları yazmaktadır :

«Hafız Ebülleysi Semerkandî (R.A) den hikâye olunmuştur (Diyor-ki : ) Ben daha evvel üç şeye fetva verirdim, onlardan rucü ettim.

a).Daha evvel ilim için Kur'an tâliminden dolayı ücret almanın helal olmadığma*fetva verirdim.

b)  Yine Âlim için, Sultanın (devlet reisi ve naibi gibisinin) yanına girmesinin lâyık olmadığına fetva verirdim.

c)   Ve ben ilim sahibinin, köylere çıkmasının lâyık olmadığına fetva verirdim. Çünkü köylüler o âlime bir şeyler toplamaları için, on­lara nasihat eder.

—  Şimdi ise, bunların hepsine böyle fetva vermekten rucû ettim (yani, bunların üçünü işlemenin cevazına döndüm, demektir).»[207]

Yukarda Yavuz Selime, Müfti zenbilli Ali efendinin gidib Ende­run ağalarını öldürmekten vaz geçirdiği hâdiseyi okuyunuz. Bu şekilde­ki gaye ve davranışlarla, âmirlerin yanma gitmek caiz ve iyidir.

Fakat böyle irşad ve îkaz gayesi olmadan, âmirlerin yanlarına; makam, mansıb, nam, şan ve başka dünyevî menfeatlar için giden âlimler, Peygamber efendimizin beyan ettiği fasık ve şerli âlimlerdir.

Tercümesi:

263 - (66) Abdullah bin mes'ud (R.A) den mervîdir dedi: «Eğer Şeriat âlimi olan ehli ilim, ilimlerini kötüye kullanmakdan muhafaza ederler ve o ilmi ehlinin yanında koklarsa, bu âlimlerin ilim­lerini koniyub ehline ilmi öğretmeleri sebebiyle, onlar o zamanın insan­larının (kemal ve şeref yönünden) efendileri olurlar. Ve lâkin o âlimler, ehli dünyadan, dünyalığa nail olmak için ilimlerin! kötüye kullanırlar­sa, böyle olunca o ehli dünya olan kişilerin üzerlerine yük olmak su­retiyle ehli ilme ihanet etmiş olurlar.

—  Nebimiz Muhammed aleyhiseslamdan işittim, diyordu :

«Bîr kimse, düşünce ve gayretlerini tek bir emel halinde âhiret gayesine kılarsa, o kimsenin dünya gaye ve emeline Allâhü teâla kâfi­dir.

—  Bir kimsede, dünya ahvalinden emel ve arzularını (kâh dünya­lığa ve kah âhiret işine) karıştırırsa, Allâhü teâla o kimseyi dünya ve âhiret emellerinin hiç birisine rahmet nazariyle bakmaz, helak olur.»

(Haber ve Hadîsi, îbniMâce rivayet etmiştir.)

Tercumesı

264 - (67) Bu Hadîsi, Beyhakî «Şuabül îman» adlı eserinde «bir kimse, düşünce ve emellerini» Cümlesinden itibaren îbni Ömerden ri-vâyet etmiştir. [208]

 
İzahat
 

Şeriat âlimlerinin ilimlerine sâhib olub, nefislerine umayıb, kötü ve zalim insanlara meyi etmeden, dünya adamlarının yanlarındaki mal, mülk ve makama tama edib yaklaşmazlar, kendi aralarında ha-sedlikde bulunmazlar ve ilmi, ehillerine öğreterek, ilmin şeref ve kad­rini muhafaza ederek âlimlere hürmet edib sarılırlarsa, o zamanın adamlarının en kıymetli efendileri olurlar.

Zira ehli ilmin şân ve şerefi, melik ve emirlerin fevkindedir. Bü­yükler demişlerdir :

«İlim; Meliklerin tahtı idaresinde bulunan köleleri, yükseltir.»

Bir âyeti kerimede şöyle duyurulmuştur :

«Allah (c.c.), îman edenlerinizi yükseltir. Kendilerine ilim verilen­lere ise, dereceler (mertebeler, faziletler, cennetde tabakalar) vardır.»

(Mücâdiîe sûresi, II) İmanM Zührî (R.A 120) dediki:

«îlim, erkektir. Binaenaleyh onu (ilmi), ancak yiğit erkekler sever. Yani, işlerin ve gayelerin yükseklerini severler ve her türlü safsatadan kaçınanlar, severler;»

Aliyyülkârî merhum, imam-ı zuhrînin sözünde şu cümlelere işa­ret vardır, diyor :

«Dünya, dişidir, o dişi (kancık) olan dünyayı, ancak aklı ve dîni noksan olanlar sever. Zira onlar âdî ve kötü şeylerde mertebelenmeyi seven kimselerdir.»[209]                                        '         

tmam-i Zührî merhum hakkında, İmam-ı Zehebînin «Tezkireîül huffaz,C. 1, lO.S-îî.ı» adlı eserine müracaat faydalı olur.

Tercümesi:

263- (66) Abdullah bin mes'ııd (R.A) den mervîdir dedi:

«Eğer Şeriat âlimi olan ehli ilim, İlimlerini kötüye kullanmakdan muhafaza ederler ve o ilmi ehlinin yanında koklarsa, bu âlimlerin ilim­lerini koruyub ehline ilmi öğretmeleri sebebiyle, onlar o zamanın İnsan­larının (kemal ve şeref yönünden) efendileri olurlar. Ve lâkin o âlimler, ehli dünyadan, dünyalığa nail olmak için ilimlerini kötüye kullanırlar­sa, böyle olunca o ehli dünya olan kişilerin üzerlerine yük olmak su­retiyle ehli ilme ihanet etmiş olurlar.

—  Nebimiz Muhammed aleyhiseslamdan işittim, diyordu:

«Bir kimse, düşünce ve gayretlerini tek bir emel halinde âhiret

gayesine kılarsa, o kimsenin dünya gaye ve emeline Allâhü teâla kâfi­dir.

—  Bir kimsede, dünya ahvalinden emel ve arzularım (kah dünya­lığa ve kah âniret işine) karıştırırsa, Allâhü teâla o kimseyi dünya ve âhiret emellerinin hiç birisine rahmet nazariyle bakmaz, helak olur.»[210]

Tercümesi:

264 - (67) Bu Hadîsi, Beyhakî «Şuabül îman» adlı eserinde «bir kimse, düşünce ve emellerini» Cümlesinden itibaren İbni Ömerden ri­vayet etmiştir. [211]

 

İzahat
 

Şeriat âlimlerinin ilimlerine sâhib oluk, nefislerine umayıb, kötü ve zalim insanlara meyi etmeden, dünya adamlarının yanlarındaki mal, mülk ve makama tama edib yaklaşmazlar, kendi aralarında ha-sedlikde bulunmazlar ve ilmi, ehillerine öğreterek, ilmin şeref ve kad­rini muhafaza ederek âlimlere hürmet edib sarılırlarsa, o zamanın adamlarının en kıymetli efendileri olurlar.

Zira ehli ilmin sân ve şerefi, melik ve emirlerin fevkindedir. Bü­yükler demişlerdir :

«İlim; Meliklerin tahtı idaresinde bulunan köleleri, yükseltir.»

Bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur :

«Allah (c.c), îman*edenlerinizi yükseltir. Kendilerine İlim verilen­lere ise, dereceler (mertebeler, faziletler, cennetde tabakalar) vardır.»

(Mücâdile sûresi, II)

İmam-ıZührî (R.A 120) dediki:

«îlim, erkektir. Binaenaleyh onu (ilmi), ancak yiğit erkekler sever. Yani, işlerin ve gayelerin yükseklerini severler ve her türlü safsatadan kaçınanlar, severler.»

Aliyyülkârî merhum, imam-ı zuhrînin sözünde şu cümlelere işa­ret vardır, diyor :

«Dünya, dişidir, o dişi (kancık) olan dünyayı, ancak aklı ve dîni noksan olanlar sever. Zira onlar âdî ve kötü şeylerde mertebelenmeyi seven kimselerdir.» [212]                                       

tmam-ı Zührî merhum hakkında, İmam-ı Zehebînin «Tezkiretül hııffaz, C. }, 108-113» adlı eserine müracaat faydalı olur.

Tercümesi:

265 - (68) Âmeş (R.A) den mervîdir, dedi: ResulüÜah (S.A.V) buyurdu:[213]

«İlmin âfeti, unutmaktır, timi zâyî etmek ise, ehlinin gayriye (il­me ehil olmayana) o ilmi söyleyib öğretmendir.» [214]

 

Îzahat
 

Râvı Âmeş (R.A), tabiînin büyüklerindendir. îlmi hadîsde ve ilmi kıraatda meşhur olanlardan birisidir.

Benî kâhil sülâlesinden bir adam bunu köle olarak satın aldı, son­ra ilme calışdı, ilimde imam oldu.[215]                           

İmam-ı Zehebî merhumda hadîs Alimlerinin dördüncü tabakasın­dan olduğunu zikrederek şunları yazıyor :

«Âmeş (R.A), hadîs hafızı ve sika (îtimad edilen) bir kişidir. Şey-hûl islâm Ebû Muhammed Süleyman Bin Mehran el'esedî el kâhilîdir. Sahabeden Enes hin Mâlik (R.A) ı görmüş ve ondan hadîs ezberlemiş­tir.

— İbni Medine diyorki : «Âmeş (R.A) m, bin üçyüz (1300) hadîse yakın hıfzı var idi.»

— İbni Uyeyne (RA) da dedi : «Âmeş (R.A), Allanın kitabını çok güzel okuyan, çok hadîs hıfzeden ve ilmi f erâizi en iyi bilen bir kişidir.»[216]

Büyüklerin, geçmişleri ve bir birleri hakkında tâkdirkar beyan­ları, bizleri çok düşündürüyor. Zira günümüzde din âlimi ve din hiz­metinde bulunan kimselerin bir birlerine karşı, acâib davranıb, iltifat ve hürmetde kusurlu olanlarımız pek çoktur. Çok esefler ve çok üzün­tü ve yazıklar bizlere ve bizlerin ilmi, ilim adamı meslekdaşlarımızı ve büyüklerimizi takdirsizlerimize!... Bilhassa selefi sâlihin efendile­rimize, saygısız, terbiyesiz cümle, yazı ve beyanlarda bulunan müfsid-lere!... Cenabu hak bizleri korusun. Amin.

İmam-ı Zehebî merhumun cümlelerine dönelim. Âmeş (R.A), hicri yüz kırk sekiz (148) senesinde seksen yedi (87) yaşında vefat etmiş­tir. Allah ondan râzi olsun.

Hadîsi şerifde, «ilmin âfeti, unutmaktır.» buyurulmuştur.

Unutmak, beşerin mayasında bulunan bir haldir. Zira «İnsanların evveli, unutanların evvelidir.» yani, ilk insan Adem    aleyhisselam,

Cennetde yemesi yasaklanan meyveyi unutması neticesinde, yemişti. Böyİe olunca insanların ilki, Hz. Adem (A.S), unutanlarında ilki oluyor. Bak, Bakara sûresinin 35-36 âyetleriyle, Araf sûresi, 19-22 ve Tâha sûresinin 115-120 âyetlerine.

Ayrıca Hz. Musa aleyhisselam ile Hz. Hızır arasında geçen kıssa­yı kehif sûresinin 60-61 âyetlerini okuyalım.

Binâenaleyh bilinen şeylerin unutulması, beşerin mayasında var­dır. Eğer hu unutma hâli olmasa, insanlar daha fazla gurur ve kibire kapılabilirlerdi. Beşerin elinde olmayan böyle haller, insana acizliğini idrak etmelerine sebeb olabiliyor.

Bilinen şeylerin unutulmasına ve unutkanlığa sebeb olanların en başda gelenleri, Günah işleyib mâsiyete dalmaktır. Yemeyi ve içmeyi çok yapmaktır. Dünya gailesine dalmak, misvak kullanmayı terk et­mek, Balgam yapıcı yaş ve ekşi şeyleri çok yemek, haram lokmaları yemek ve lüzumsuz şeyleri çok konuşmak gibi hallerdir.

Bir beyitte şöyle denilmiştir :

«Vekîa (bir âlime), hıfzımın kötülüğünden şikâyet ettim.

—  Hemen ısyam (günahı) terk etmemi irsad edib uyardı.

—  Zira hıfzetmek (belleyib unutmamak) Allahdan bir lütuf dur.

—  Allanın lutfu iser Asî kimseye lâyık olmaz.»[217]

Hadîsi şerifde; «İlmi zayi etmek ise, ehlinin gayrine (ilme ehil ol­mayana) o İlmi söyleyib öğretmendir.» cümlelerinde de üzerinde dik­kat edilmesi gereken hususlara işaret buyurmaktadır. Bu cümlelerin hükümlerini açıklayan hüküm ve beyanlar, yukarda 218 hadîsi şerifin izahatında geçmiştir.   

Tercümesi ;                             

266 - (69) Süfyanı (sevrî RJV) den mervîdir, Ömer Bin el Hattab (R.A) kâb el habâre dedi: «tüm erbabı kimdir?

Tercümesi:

265- (68) Âmeş (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«İlmin âfeti, unutmaktır. İlmi zâyî etmek ise, ehlinin gayriye (il­me ehil olmayana) o ilmi söyleyib öğretmendir.»

(Hadîsi, Dârimt Mürsel olarak rivayet etmiştir.) [218]

 

Îzahat

 

Râvî Âmeş (R.A), tabiînin büyüklerindendir. ilmi hadîsde ve ilmi kıraatda meşhur olanlardan birisidir.

Benî kâhil sülâlesinden bir adam bunu köle olarak satın aldı, son­ra ilme çalışdı, ilimde imam oldu.  [219]                         

İmam-ı Zehebî merhumda hadîs Alimlerinin dördüncü tabakasın­dan olduğunu zikrederek şunları yazıyor :

«Âmeş (R.A), hadîs hafızı ve sika (îtimad edilen) bir kişidir. Şey-hûl islâm Ebû Muhammed Süleyman Bin Mehran el'esedî el'kâhilîdir. Sahabeden Enes bin Mâlik (R.A) ı görmüş ve ondan hadîs ezberlemiş­tir.

— îbni Medine diyorki : «Âmeş (R.A) m, bin üçyüz (1300) hadîse yakın hıfzı var idi.»

İbni Uyeyne (R.A) da dedi : «Âmeş (R.A), Allâhm kitabını çok güzel okuyan, çok hadîs hıfzeden ve ilmi ferâizi en iyi bilen bir kişidir.»[220]

Büyüklerin, geçmişleri ve bir birleri hakkında tâkdirkar beyan­ları, bizleri çok düşündürüyor. Zira günümüzde din âlîmi ve din hiz­metinde bulunan kimselerin bir birlerine karşı, acâib davramb, iltifat ve hürmetde kusurlu olanlarımız pek çoktur. Çok esefler ve çok üzün­tü ve yazıklar bizlere ve bizlerin ilmi, ilim adamı meslekdaşlarımızı ve büyüklerimizi takdirsizlerimize!... Bilhassa selefi şalinin efendile­rimize, saygısız, terbiyesiz cümle, yazı ve beyanlarda bulunan müfsid-lere!... Cenabu hak bizleri korusun. Amin.

îmam-ı Zehebî merhumun cümlelerine dönelim. Âmeş (R.A), hicri yüz kırk sekiz (148) senesinde seksen yedi (87) yaşında'vefat etmiş­tir. Allah ondan râzi olsun.

Hadîsi şerifde, «ilmin âfeti, unutmaktır.» duyurulmuştur. Unutmak, beşerin mayasında bulunan bir haldir. Zira «İnsanların evveli, unutanların evvelidir.» yani, ilk insan Adem    aleyhisselam,

Cennetde yemesi yasaklanan meyveyi unutması neticesinde, yemişti. Böyle olunca insanların ilki, Hz. Adem (A.S), unutanlarında ilki oluyor. Bak, Bakara sûresinin 35-36 âyetleriyle, Araf sûresi, 19-22 ve Tâha sûresinin 115-120 âyetlerine.

Ayrıca Hz. Musa aleyhisselam ile Hz. Hızır arasında geçen kıssa­yı kehif sûresinin 60-61 âyetlerini okuyalım.

Binâenaleyh bilinen şeylerin unutulması, beşerin mayasında var­dır. Eğer b,u unutma hâli olmasa, insanlar daha fazla gurur ve kibire kapılabilirlerdi. Beşerin elinde olmayan böyle haller, insana acizliğini idrak etmelerine sebeb olabiliyor.

Bilinen şeylerin unutulmasına ve unutkanlığa sebeb olanların en başda gelenleri, Günah işleyib mâsiyete dalmaktır. Yemeyi ve içmeyi çok yapmaktır. Dünya gailesine dalmak, misvak kullanmayı terk et­mek, Balgam yapıcı yaş ve ekşi şeyleri çok yemek, haram lokmaları yemek ve lüzumsuz şeyleri çok konuşmak gibi hallerdir.

Bir beyitte şöyle denilmiştir :

«Vekîa (bir âlime), hıfzımın kötülüğünden şikâyet ettim.

—  Hemen isyanı (günahı) terk etmemi irşad edib uyardı.

—  Zira hıfzetmek (belleyib unutmamak) Allahdan bir lutufdur.

—  Allanın lutfu ise, Asî kimseye lâyık olmaz.»

(Tâlimül mütealim)

Hadîsi şerif de; «İlmi zâyl etmek isef ehlinin gayrine (ilme ehil ol­mayana) o ilmi söyleyib öğretmendir.» cümlelerinde de üzerinde dik­kat edilmesi gereken hususlara işaret buyurmaktadır. Bu cümlelerin hükümlerini açıklayan hüküm ve beyanlar, yukarda 218 hadîsi şerifin izahatında geçmiştir.

Tercümesi:                             

266 - (69) Süfyanı (sevrî R.A) den mervîdir, Ömer Bin el Hattatt (R.A) kâb el habâre dedi: «İlim erbabı kimdir?

—  Kâb dedi: Bildikleri ile amel edenlerdir.

—  Ömer (R.A) dedi:

—  Âlimlerin kainlerinden ilmi çıkaran şey nedir?[221]

—  Kâb dedi: Tamadır.» [222]

 

Îzahat

 

Râvî Süfyâm Sevrî (R.A), kibarı tabiînden olub, ilimde, zühtü tak­vada yüksek mertebeye erişen, fıkıhda müctehid ve hadisde «Emîril Müminin» olarak vasıflandırılan bir âlimdir.

Süfyan bin seîd bin mesruk essevrî hazretleri hicretin doksan yedi (97) târihinde küfede dünyaya gelmiştir. Babasıda küfenin büyük âlimlerinden idi.

İlmi hadîsi; babasından ve Zebîd bin Haris (R.A) gibi muhaddis ve fakihlerden tâlim edib öğrenmiştir.

Kendisinden, İmam-ı mâlik (R.A) ve Abdullah Bin Mübarek (R.A) gibi pek çok âlim ve fazıllar, ilmi fıkıh ve ilmi hadîs tâlim edib öğren­mişlerdir. Ayrıca bir çok halKda, bu zaddan ilim öğrenib, bunu önder tanımışlardır. Haccacı zâlime, açıkça hakkı söyleyen pek cesur, mü-câhidlerdendir.

Abdullah Bin Mübarek (R.A), bu zaîm ilmi hakkında şöyle demiş­tir :

«Ben bin yüz (1100) Şeyhde» (âlimden) hadis yazdım. Fakat bun­ların içinde süfyandan daha faziletlisi yoktu.»[223]

Süfyan bin Uyeyne (R.A) da diyorki:

«Helâl ve haramı, Süfyanı sevrîden daha iyi bilen bir adam görme-dim[224]                                               

Süfyanı sevrî (R.A) in fazileti hakkında pek çok şeyler yazılmıştır. Daha geniş malumat, İmam-ı Zehebî merhumun «Tezkiretülhuffaz» adlı eseri ile, Şeyhul islâm îmam-ı  EM Muhammed Abdurrahman er Kâzı (R.A) îii «Kitâbülcehrî vettâtil» isimli eserde mezkurdur.

Bu büyük âlim, İmam-ı Süfyâm sevri (RJU in kıymetli sözlerin­den bir tanesini okuyalım :

«Âlim, Dînin doktorudur. Dirhem (para) daf dînin zehiridir. Bina­enaleyh eğer doktor (din âlimi), zehire (paraya) cür'et (tama) ederse, ûu zehirlenen doktor, başkasını nasıl tedâvî edebilir?.»[225]

Süfyânı sevrî (R.A), hicretin yüz altmış bir. (161) senesinde Basra-da vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.

Hz. Ömer (R.A) m sual sorduğu kâb ise, tabiînin büyüklerinden «kâabul Ahbar» isimli zattır. Tevrat, incil ve diğer kitablarmda ilmine vakıf idi. Bu sebebden Hz. Ömer sual sormuştur.

Kabul Ahbar (R.A), Peygamber (S.A.V) efendimizin hayatında medîne-i münevverede gördüğünde müslüman olmayıb Hz. Ebû Bekir (R.A) zamanında müslüman olmuştur. Ve Hz. Osman (R.A) zamanın­da vefat etmiştir. Allah ondan razî olsun.

İmam-ı Zehebî (R.A), «Tezkiretûlhuffaz» adlı eserinde Muhaddis-lerin ikinci tabaaksmda olduğunu yazmaktadır.

Tercümesi:

267 - (70) Ahvas bin Hakim (R.A) den, oda babasından rivayet etmiştir, dedi:.,

«Bir adam nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi veselleme serden sordu:

—  Resûlüllah (S.A.V) de hemen buyurdu : «Bana serden sormayınız. Hayırdan sorunuz.

—  Resûlüllah (S.A.V) bu sözü üç sefer tekrarladı.»

—  Bundan sonra (Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:[226]

«Dikkat ediniz! Şüphesizki Şerrin Şerri, bilginlerin Şerlileridir. Hayrın hayrı ise, bilginlerin hayırlılarıdır.» [227]

 

İzahat
 

Râvî Ahvas bin Hakîm (R.A) Humusun hemedandan veya el'ansî-el'msî dendir. Tabiînin abidlerinden olan bu zat, hadîs hıfzı zaiı oldu­ğundan beşinci tabakadandır.[228]                         

Âleme rahmet olarak gönderilen Resulü ekrem efendimize, Sa-hâbe-i kiramdan bir zat Serden soruyor. Efendimizde, «Serden sormayı­nız, hayırdan sorunuz» cümlesini üç sefer tekrar ediyor ve şerrin şer­ri olan en büyük şerri haber veriyor ve diyorki:

— Kâb dedi: Bildikleri İle amel edenlerdir.

—  Ömer (RA) dedi:

—  Âlimlerin kalblerinden İlmi çıkaran şey nedir?[229]

—  Kâb dedi: Tamadır.» [230]

 

İzahat

 

Râvî Süfyânı Sevrî (R.A), kibarı tabiînden olub, ilimde, zühtü tak­vada yüksek mertebeye erişen, fıkıhda müctehid ve hadisde «Emîril Müminin» olarak vasıflandırılan bir âlimdir.

Süfyan bin seîd bin mesruk essevri hazretleri hicretin doksan yedi (97) târihinde küfede dünyaya gelmiştir. Babasıda küfenin büyük âlimlerinden idi.

timi hadîsi; babasından ve Zebîd bin Haris (R.A) gibi muhaddis ve fakihlerden tâlim edib öğrenmiştir.

Kendisinden, fmam-ı mâlik (R.A) ve Abdullah Bin Mübarek (RA) gibi pek çok âlim ve fazıllar, ilmi fıkıh ve ilmi hadîs tâlim edib öğren­mişlerdir. Ayrıca bir çok halkda, bu zaddan ilim öğrenib, bunu önder tanımışlardır. Haccacı zâlime, açıkça hakkı söyleyen pek cesur, mü-câhidlerdendir.

Abdullah Bin Mübarek (R.A), bu zatın ilmi hakkında şöyle demiş­tir :[231]

«Ben bin yüz (1100) Şeyhden- (âlimden) hadis yazdım. Fakat bun­ların içinde süfyandan daha faziletlisi yoktu.»

Süfyan biri Uyeyne (R.A) da diyorki:

«Helâl ve haramı, Süfyânı sevrîden daha iyi bilen bir adam görme­dim.»[232]                                                 

Süfyânı sevrî (R.A) in fazileti hakkında pek çok şeyler yazılmıştır. Daha geniş malûmat, İmamı Zehebî merhumun «Tezkirerülhuffaz» adlı eseri ile, Şeyhul islâm İmam-i - Ebî Mııhanımed Abdurrahman er Râzî (R.A) in «Kitâbülcehrî vettâtil» isimli eserde mezkûrdur.

Bu büyük âlim, îmam-ı Süfyânı sevrî (R.A1 in kıymetli sözlerin­den bir tanesini okuyalım:

«ÂIimr Dînin doktorudur. Dirhem (para) da, dînin zehiridir. Bina­enaleyh eğer doktor (din âlimi), zehire (paraya) ctir'et (tama) ederse, bu zehirlenen doktor, başkasını nasıl tedâvî edebilir?.»[233]

Süfyânı sevrî (R.A)f hicretin yüz altmış bir. (161) senesinde Basr'a-da vefat etmiştir. Allah ondan razi olsun.

Hz. Ömer (R.A) m sual sorduğu kâb ise, tabiînin büyüklerinden «kâabul Ahbar» isimli zattır. Tevrat, incil ve diğer kitablarmda ilmine vakıf idi. Bu sebebden Hz. Ömer sual sormuştur.

Kabul Ahbar (R.A), Peygamber (S.A.V) efendimizin hayatında medîne-i münevverede gördüğünde müslüman olmayıb Hz. Ebû Bekir (R.A) zamanında müslüman olmuştur. Ve Hz. Osman (R.A) zamanın­da vefat etmiştir. Allah ondan razî olsun.                   

İmamı Zehebî (R.A), «Tezkiretûlhuffaz» adlı eserinde Muhaddis-lerin ikinci tabaaksmda olduğunu yazmaktadır.

Tercümesi:

267 - (70) Ahvas bin Hakim (R.A) den, oda babasından rivayet etmiştir, dedi:.,

«Bir adam nebiyyi muhterem sallallâhü aleyhi veseileme serden sordu:

—  Resûlüllah (S.A.V) de hemen buyurdu : «Bana serden sormayınız. Hayırdan sorunuz.

—  Resûlüllah (S.A.V) bu sözü üç sefer tekrarladı.»

—  Bundan sonra (Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :[234]

«Dikkat ediniz! Şüphesizki Şerrin Şerri, bilginlerin    Şerlileridir. Hayrın hayrı ise, bilginlerin hayırlılarıdır.» [235]






[195] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/199-202..

[196] (Mirkad, C. I, 252)

[197] (Feyzulkadir, C. 6,119)

[198] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 202-203..

[199] (Hadîsi, Ahmed, Tirmizî ve îb-nî Mace, Ebî Said El hudrî radiyallahü anhden rivayet edilmiştir, C. I, 252)                   

[200] (Isfehânî)

[201] (Haberi, Dârimî rivayet etmiştir. Ve süneni Dârimî, C. I,96)

[202] (Hadîsi, İbni Mâce rivayet etmiştir.),

[203] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 204-208.

[204] (Tabarani kebir)

[205] (Kenarlı, Dürer ve gurer, C. 1,225)

[206]  (Tabarani kebir)

[207] (Kenarlı, Dürer ve gurer, C. 1,225)

[208] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 208-212.

[209] (Mirkad, C. I, 254)

[210] (Haber ve Hadîsi, îbni Mâce rivayet etmiştir.)

[211] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 212-212.

[212]  (Mirkad, C. I, 254)

[213] (Hadîsi, DârimlMürsel olarak rivayet etmiştir.)

[214] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 212-213.

[215] (Mirkad, C. I, 255)

[216] '   (TeŞkiretülhuffaz.C.I,154)

[217] (Tâlimül mütealim)

[218] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 213-213.

[219] (Mirkad, C. I, 255)

[220] "   (Teîkiretülhuffaz.C.1,154)

[221] (Haberi, Dârimi rivayet etti.)

[222] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 213-215.

[223] (Tezîaretülhuffaz, C. If 204)

[224] (Kitabülcehri vettâtîl, C. I, 55)

[225] (Tezkiretülhuffaz, C. 1,204}

[226] (Hadîsi, Dârimî rivayet etmiştir.)

[227] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 215-216.

[228] (Takrib ettehzib, C. I, 49)

[229] (Haberi, Dârimî rivayet etti.)

[230] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 216-215.

[231] (Tezkiretülhuffaz, C. I, 204)

[232] (Kitabülcehri vettâffl, C. I, 55)

[233] (Tezkiretülhuffaz, C. I, 204)

[234] (Hadîsi, Dârimî rivayet etmiştir.)

[235] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 2/ 215-216.