saniyenur
Sun 12 August 2012, 02:47 pm GMT +0200
3- İlim Ve Çevre
Bilgi, insanın bu dünyadaki başarısı ve ilerlemesinde hem manen hem de maddeten önemli bir rol oynar. Bilginin en doğrusu da Allah'ın bilgisidir; çünkü hem bu dünyada, hem de âhirette İnsanı selâmete ulaştırır. İnsanlığın ilerlemesini sağlayacak yeni ufuklar açan, bu bilgidir. Kur'ân bilginin bu yüksek fonksiyonuna şöyle işaret eder: "Allah mü'minlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır." (2: 257). İnsan için bütün bilgilerin ana kaynağı, Allah'ın kitaplarıyla indirdiği bilgidir. Gerçek ilim insanı Allah'ın Dİni'ne götürür; gerçekten âlim kişiler, hiç bir eğitim görmemiş, okuma-yazma bilmiyor olsalar da, Allah'ın Dinine uyanlardır.
Hz. Ali'ye göre ilim, fıtrî ve sonradan kazanılan olmak üzere iki türlüdür. Sonradan kazanılan ilim -nasıl gözler kapalı iken güneş ışığını görmeye yetmezse- ötekisi olmadan bir işe yaramaz. Başka bir deyişle, bu dünya hayatını kazanmak ve iyileştirmek için edinilmiş olan dünyevî ilim ancak, insan Allah'a inanır ve O'nun yolundan giderse yararlı olur. Bir kimse dünyanın tüm İlmine ve zenginliğine sahip olabilir. Fakat doğru yoldan gitmiyor, şeytana uyuyorsa tüm bu ilmin ve zenginliğin Hesap Gününde ona hiç bir yaran olmayacaktır. Allah'ın Son Peygamberi'nin buyurdukları gibi; "Akıllı kişi, Allah'a inanan, Rasûlünü tasdik eden ve O'nun emirlerine uyan kişidir." İmam-ı Gazalî kişiye ne bu dünyada ne de ötekisinde bir yarar getirmeyen ilmin faydasız olduğunu ve böyle ilmi tahsil etmek için boşa emek sarfedilmernesi gerektiğini belirtir. Bu dünyada olduğu kadar, öteki dünyada da insana yarar sağlayan ilim aranmalıdır, (ihya 'Ulum al-din, English translation, Book I, sh. 14-18).
Gerçek ilmin insanı meleklerden yüce kıldığı, cehaletin ise hayvandan daha aşağı bir mertebeye düşürdüğü hakikattir. İnsan bilgi sayesinde Allah'ın nurundan gidebilir ve O'nun türlü nimetlerine mazhar olabilir. İlim sahiplerinin yeri çok yücedir. Kur'ân'da şöyle buyrulmaktadır: "Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri O'ndan başka tanrı olmadığına şahidlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yoktur. O güçlüdür. Hakim'dir." (3: 18). Bu ayetle, ilim sahiplerinin şehadetinin, Allah'ın Zâtından ve meleklerden hemen sonra anılması, Allah katında ilim ehlinin sahip olduğu büyük şeref ve mertebenin bir göstergesidir. Ra'd sûresinde İlim ehlinin Allah tarafından şahit gösterilmesi yine bu sebepledir: "...De ki: 'Benimle sizin aranızda, Allah'ın ve yanında (ilâhî) Kİtâb'ın bilgisi bulunanların şahit olması yetişir." (13: 43).
Şüphesiz Allah'tan en çok korkan (35: 28) ve Allah'ın emirlerinin ve sözlerinin gerçek anlamını, önemini kavrayanlar (29: 43), ilim sahipleridir. Hakkı bâtıldan ayırdetme gücüne sahip olanlar da onlardır; çünkü Allah'ın ayetleri onların kalblerinde yerleşmiştir (29: 49).
Allahu Teâlâ, insanı yaratmış ve ilimle zenginleştirmiştir (2: 31-33). İnsanın meleklerden ve bütün yaratıklardan üstün olmasının sebebi, sahip olduğu ilimdir (96: 1-5). Bütün peygamberlere ilim verilmiş, onlar da doğru yolu gösterdikleri insanlara bu ilmi öğretmişlerdir (2: 151). Hz. Yusuf'a, bu dünya işlerine ait Özel bir isim verilmişti (12: 22); Hz. Davud'a zırh yapma sanatı Öğretilmişti (2: 251; 21: 80). Hz. Musa'dan, kendisine Allah tarafından ilim verilmiş bir kul ile görüşmesi istenmişti (18: 65). Hz. Lut'a da ilim ve hikmet 'verilmiş (21: 74), Hz. Süleyman'a bütün kuşların dili öğretilmiş, geniş bir hükümdarlık verilmişti (27: 16-17). Allahu Teâlâ, Tâlût'u Yahudilere hükümdar yapmış, bilgice ve bedence gücünü arttırmıştı (2: 247).
Bilginin Önemi ve güzelliği Kur'ân ve Hadis'te tam olarak ortaya konulmuştur. Hiç şüphesiz insan, maddî ilerlemesi kadar; manevî yücelmesini de, Allah'ın bu nimeti ile gerçekleştirebilir. Onun yardımıyla, isterse meleklerin dahi fevkine çıkarak, Allah'a yaklaşabilir. Keza, bu bilgiyi, çevresinden yararlanmak için fen ilmiyle kullanırsa, tabiat güçlerine hâkim olur ve maddi gücünü arttırarak kültür ve medeniyetini zenginleştirir. Allah insana, tabiat kuvvetlerinden dilediği şekilde yararlanması için akıl vermiştir. İnsan, gözlem ve deneylerle çalışmak, tabiatın niteliklerini öğrenip dış dünyada olup bitenlerin genel kurallarını bulma kapasitesine sahiptir. Sonra bu kuralları kullanıp maddî kaynaklarını ve gücünü arttırabilir. İlmî araştırmalar, insanın yeni keşiflerle tabiatın olağanüstü kaynaklarından daha fazla istifade etmesini sağlamaktadır.
Çağımızdaki maddî refahın tümü, dış dünyada yapılan araştırmaların neticesidir. Bunun için insanın ilahi Rehberliğe ihtiyacı yoktur, çünkü Allah onu yeryüzünde Halife'si kılmış ve dünyanın maddî kaynaklarını emrine vermiştir. Bütün bu maddî kaynaklardan yararlanması için çeşitli vasıtalarla donatmış, kendi hizmetinde kullanması için insana kaabiliyet ve güç vermiştir. (Mevdudî, Address to the Muslims ofGreaî Britain, London, 1968).
Hiç şüphesiz "gerçek yaşayan çevreyi kavramak ve onu şekillendirmekle olur. Bereketli Fırat havzasında da böyle olmuştur. İnsanoğlu toprağı işlemeyi ve hayvan beslemeyi öğrenince, dünyayı ihtiyaçlarına göre değiştirmeye başlamıştır." ... İsrailoğullarının kabileleri, Akdeniz kıyısı boyunca Anadolu'nun dağlarından, Dicle ve Fırat'a doğru uzanan verimli topraklara dağıldılar (M.Ö. 1400 yılları civarında). Vardıkları yerlerde ziraî faaliyetleri canlandırıp, geliştirdiler: "Sümer ve Asurlu makina mühendisleri tekerleği makarada kullanarak su çıkarmayı başardılar. Aynı zamanda büyük ölçekli sulama sistemleri tasarladılar. Dikey daimi miller hâlâ kullanılmaktadır" ... Böylece insan tabiat kadar çeşitli güçlere hükmedemiyor idiyse de, çevresini imar etmeye başladı... Maddenin sahip, olduğu düzeni bulma fikri, insanın tabiatı keşfetme ve yeni, daha kullanışlı, güçlü usûller bularak maddî zenginliğini olduğu kadar, fizikî gücünü de artırmasına sebep olan, esas saik olmuştur...
"Bu yıllarda, özellikle Davud ve Süleyman peygamberlerden sonra gelen İbrahim nesli, kavimlerin kaderlerine şekil vermiştir. Ahlâkî değerler, siyasî fikirler ve adalet esaslarını ortaya koymuşlardır. Mezopotomya, Suriye, Mısır, Filistin ve Akdeniz çevresindeki ülkelerin tarihini aslında, onlar taşımışlardır." (J. Bronowski, The Ascenî of Man, London 1981, sh. 69-91).
İbrahim'ın neslinden gelenler tabiî çevrenin verimli kullanımını teşvik ederek, beşer kültürünü etkilemiş ve zenginleştirmiştir. Her peygamber kavmini Allah'ın Dini'ne davet etmiş ve onların Allah'ın yeryüzünde halifeleri olduklarını belirterek, tabiat kaynaklarım insanlık yararına kullanmaya teşvik etmişlerdir. Her kavim, peygamberinin davetine, kendisine has bir şekilde tavır almış, çağlarının ve toplumlarının ihtiyaç, talep ve şartlarına göre kültürel miraslarını maddeten ve manen zenginleştirmişlerdir. İbrahim 'ın neslinden gelen peygamberler, kavimlerinin çevrelerini daha iyi kullanmalarını sağlamışlardır.
İnsanoğlunun yalnızca Allah'ın gönderdiği yolu izlemesini sağlamakla kalmayıp çevreden istifadeyle maddî güç ve ekonomik, siyasî kuvvet kazanmasını teşvik etmişlerdir. İnsanların yararına olan bir adalet nizamı kurmuşlardır. Daha önce de belirtildiği gibi, Hz. Davud ve Süleyman peygamberler, fennî bilimler ve maddî kaynaklar sayesinde, devletlerinin gücüne güç katmışlardır. Madenleri ve diğer tabiat kaynaklarını zamanın diğer kavimlerinden daha iyi kullanabiliyorlardı. Bu sebeple her yönden düşmanlarından güçlüydüler. Kültür ve medeniyetlerini maddî, manevî ve siyasî yönlerden daha da zengin-leştiriyorlardı. Zengin kültürleri zamanla diğer toplumlan çeşitli yönlerden etkileri altma almıştır. Önce bölgelerindeki toplumlar onların bilgilerinden yararlanmış, daha sonra Fenikeliler, Amurîler ve diğerleri yoluyla doğuda, batıda, kuzeyde ve güneyde uzak ülkelere tesirleri yayılmıştır.
Yunanlar ve Romalılar gibi bazı kavimler, bu yeni bilgileri, özellikle fen bilimlerini kullanarak çevrelerinden yararlanma yolunda büyük mesafeler katetmişlerdir. İnsanoğlu dış dünya hakkında daha çok bilgi edindikçe, maddî güç ve kuvvetini arttırma yolunda tabiî kaynaklan kullanmak için yeni metodlar ve daha iyi teknikler icad etmeye başladı. Tarım alanında dev sulama tesisleri kurdu ve muazzam barajlarla su kaynaklarını topladı. Varolan yeraltı kaynaklarını değerlendirerek düşmanlarına karşı silahlar yaptı. Bütün bunlar kültür ve medeniyetlerine önemli ölçüde zenginlik kattı. Ve Beyt-i Davud'un fen bilimleri diğer kültür ve medeniyetlere yayılarak büyük ölçüde onları zenginleştirdi.