saniyenur
Tue 24 July 2012, 11:19 am GMT +0200
İlâhi Rehberliğe Olan İhtiyaç
İlmin kaynağı şüphesiz ki Allahu Teâlâ'nın zâtıdır. Allah, kâinatı ve içinde bulunan insanı yaratan Kadir-i Mutlak'tır. O'ndan başka kâinat ve insan tabiatı hakkında daha büyük bir bilgi sahibi yoktur. Yalnızca Yaratıcı, yarattığının durumunu bilebilir. Yaratılanın ilmi sadece kendisine Yaratan tarafından vahyedilnıiş olan ile sınırlıdır; çünkü mahlûk, hakikati elde etmek İçin kendi bağımsız vasıtalarına sahip değildir.
Bu hususta, hataya düşülmemesi için iki tür mevcudat arasındaki farkı gözönünde bulundurmalıyız. Bunlardan birincisi duyularımız vasıtasıyla idrak edebileceğimiz şeylerdir. Duyularımız vasıtasıyla elde ettiğimiz bilgileri düşünce, tartışma ve gözlem metodlan ile sınıflandırma yoluna giderek bazı neticeler çıkarabiliriz.
Bu tür mevcudat hakkındaki bilgiler için vahye gerek yoktur. Bu insanın şahsî kabiliyet, tefekkür, inceleme, araştırma ve keşfi dahilindedir. Etrafımızdaki dünyada bulunan eşyayı keşfetme işi bize bırakılmıştır. İşimiz, faydalanabileceğimiz kuvvetleri bulmak, bu kuvvetlerin tâbi oldukları kanun ve kuralları ortaya çıkarmaktır. Böylece kalkınma yolunda büyük adımlarla ilerlenebilir. Gerçi bu hususta da Yaratanımız bizi yardımından mahrum bırakmamıştır.
Tarihin seyri boyunca Allah, yarattığı dünyayı tekâmûlen, ancak hissedilmez bir şekilde gözlerimizin önüne açmış, izah etmiştir. O önümüze yeni ilim yollan çıkarmış ve tarihin belirli noktalarında insanlara yeni birşey icat etme veya yeni kanunlar keşfetme ilhamını vermiştir. Fakat, her ne olursa olsun, bütün bunlar insan bilgi ve kültürünün dahilinde olan şeylerdir ve bunun için herhangi bir peygambere veya ilâhi bir kitaba ihtiyaç hissedilmez. İnsan bu çerçevenin içinde gereken bilgiyi elde etmek üzere lâzım olan bütün kaynaklarla teçhiz edilmiştir.
Mevcudatın ikinci türü duygu ve duyularımızın dışındadır. Bunları hiçbir şekilde idrak edemeyiz. Ölçülüp tartılamayan, bütün bilgi edinme yollarım seferber etsek dahi keşfedemeyeceğimiz mevcudattır. Felsefecilerin ve ilim adamlarının bu konudaki teorileri sadece, ilmin sınırları dahilinde olmayan birtakım tahmin ve zandan ibaret kalmaktadır. Bu mevcudat nihai hakikattir ki, bunlar hakkında ileri sürülen teori, kavram ve görüşlerin hiçbir kesinliği yoktur. Bu teorilerin sahipleri, kendi sınırlı bilgilerinin farkında iseler, tahminlerinin geçerliliğine inanamaz ve başkalarını da bunlara inanmaya çağıramazlar.