saniyenur
Wed 18 July 2012, 07:32 pm GMT +0200
İktisadî Haklar
İnsanın kazanma kabiliyeti bütün gayri İslami toplumlarda kendi durum ve mevkisini güçlendirmede hakim bir faktördür. Ve insan kendi iktisadi kuvvet temeli üzerinde doğuşundan beri mevkisini sürdürmektedir. Bütün toplumlardaki kanunlar kadının iktisadi durumunu zayıflatmış ve bu iktisadi çaresizlik, cemiyette onu gerçek köleliğe indirmiştir. Endüstriyel devrimden beri kadın, kendi haklannı iddia etmişti. Fakat bu talep onu büro, mağaza ve fabrikalar içerisine sürükledi. Bu da onu Batı ülkelerindeki modern cemiyetler için hâlâ büyük sosyal, iktisadi ve ahlâki problemler meydana getiren ve erkek gibi cemiyetin kazanan bir üyesi haline getirdi. Bu durum hâlâ çözülmemiş bir problem tavizler vermek zorunda kalmıştı. Böylece Avrupalı kadın bu tabii haklarını elde etme yolunda en değerli varlıklarını harcamaya zorlandı. Onun bu duruma düşmesi ne iktisadi şartların baskısından, ne de insanlar arasında süregelen sımflararası çatışmayı yakinen bilememesin-dendi. Avrupalı kadm, bu yolda sefalet, mahrumiyet, ölümler ve güç . şartlar altında çalışmalarla zalim Avrupalı erkeğin elinden zorla almaya mecbur oldu. (Muhammed Kutub, islam The Misunderstood Religion, 1977, sh. 90-131).
İslam, evli ve bekâr olduğuna bakılmaksızın; para ve kendi malına sahip olmak için kadının miras hakkını tanır. O, kendi anne ve babasından, kocasından, çocuklarından ve yakın akrabalarından kendisine kalan menkul ve gayri menkul mülke mirasçı olabilir. Kur'an, kadının erkekle beraber miras alabileceğini şöyle açıklamaktadır: "Ana-babanm ve akrabanın (geriye) bıraktıklarından erkeklere pay vardır; ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. Gerek azından gerek çoğundan bir hisse ayrılmıştır." (4:7). Kadının kocasından intikal eden maldaki payı hususunda Kur'an-ı Kerim'deki şu ayetlerden bilgi alıyoruz: "Sizin çocuğunuz yoksa-ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra-bıraktıkl arınız karılarmızmdır. Çocuğunuz varsa bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır...." (4:12)..
Kızkardeş veya erkek kardeşlerden kalan miras konusunda da şunlar ifade edilmektedir: "...Eğer (ölen) erkek veya kadının mirasçısı, evladı ve ana babası olmayıp (başka yakınları ise o zaman) bir erkek veya kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler, üçte bire ortaktırlar..." (4:12). Kızkardeş ve annelerin payı ise şu şekilde açıklanır: "Allah size, çocuklarınızın alacağı miras) hakkında, erkeğe kadının payının iki mislini tavsiye eder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer (çocuk) yalnız bir kadınsa (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı altıda birdir. (Bu hükümler, ölenin) yapacağı vasiyetten, ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. Bunlar, Allah'ın koyduğu farzlardır. Şüphesiz, Allah bilendir, hikmet sahibidir." (4:11). Böylece bir kadın, kendi babası, erkek kardeşi, kızkardeşi, yakın akrabaları, kocası ve çocuklarının malından bir pay alır. Kadın, evlilik öncesi sahip olduğu malı, kendi şahsi servetinin dışında ailesi için herhangi kanuni bir mecburiyeti olmaksızın muhafaza eder.
Aynı zamanda ona kocasından gelen mehir konusunda da hak sahibidir. Kur'an, Nisa suresinde bu hususu zikretmektedir."Kadınlara mehirlerini bir hak olarak (gönül hoşluğuyla) verin; eğer kendi istekleriyle o, mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yeyin." (4:4) O, kendi mülkünü arzu ettiği veya düşündüğü en iyi şekilde değerlendirebilir. O tamamiyle bağımsız ve hatta Avrupa, Asya ve Afrika'daki evli kadının durumunda olduğu gibi, kendi kocasının İsmini evlendikten sonra almayıp kendi kızlık soyadını muhafaza eder. Kadının jktisadi durumu, genelde kocasından daha iyi olamazken, İslam'da böylece güvenlik içinde olur. (Ebu'l-A'la Mevdûdî, Purdah and the Status of Women in islam, Lahor, 1976).
İslam'da kadın, çalışma ve herhangi bir kısıtlama olmaksızın halk içinde serbestçe hareket etme hakkına sahiptir, ilk dönemlerde kadın kendisi için herhangi hakiki bir ihtiyaç olduğunda dışanaa çalışmıştı. Benzer bir biçimde islam, kızların eğitimi, hemşirelik ve kadın hekimliği gibi sosyal hizmetlerde çalışmasını ve dışarıya çıkmasını kadına yasaklamadı. Böylece toplumun bu hizmetlere kadınları teşvik etmesi, erkeklerin savaş için hazırlandıktan gibi, kadınların da o vazifelere hazırlanmalarını sağlaması şarttır. Kendine bakacak bir kimsenin bulunmaması veya bakanın ona tahsis ettiği miktarın azlığı, kadının çalışmaya olan hak ve ihtiyacını ifade eden diğer bir sebeptir. Çünkü, kadın için çalışmak, yaşam yolunda mübtezel olmaktan daha haysiyetli bîr durumdur. Ancak, hatırlanmalıdır ki, bunların hepsi birer zarurettir. Bu zaruretlere göre İslam onları mubah sayar. İslam, Batıda ve Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi kadının dışarıda faaliyette bulunmasını prensipte kabul etmez. Çünkü bu, kadını asli vazifesinden uzaklaştırır ve sağlayacağı hayırlardan daha büyük psikolojik, sosyal ve ahlâki problemlerin meydana gelmesine sebep olur. (Muhammed Kutub, islam The Misun-derstood Religion, 1977, sh. 90-131).