- İkna kavramı ve kalplerin fethi

Adsense kodları


İkna kavramı ve kalplerin fethi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Wed 27 October 2010, 05:06 pm GMT +0200
İkna Kavramı ve Kalplerin Fethi


İKNA KAVRAMI VE ÂLEMLERE RAHMET OLARAK GÖNDERİLEN
HZ. MUHAMMED'İN(ASM) İNSANLARIN KALPLERİNİ FETHETMESİ



Güzel Türkçemize Arapça'dan geçen ikna kelimesi Türkçe Sözlük'te “Bir konuda birinin inanmasını sağlama, inandırma; ikna etmek inandırmak; ikna olmak inanmak” anlamlarına gelmektedir.
Türkçe bir sözcük olan inanmak ise Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğünde bir şeyi doğru olarak benimsemek, birini doğru sözlü olarak bilmek, güvenmek, bir şeyin varlığını doğruluğunu kabul etmek, sevecek, güvenecek ve bağlanacak en yüksek varlık olarak bilmek, iman etmek manasında anlamlandırılmaktadır.
İkna yöntemlerinden ilki irşattır. İrşadın Türkçe Sözlükteki karşılığı doğru yolu gösterme, uyarmadır. Diğer ikna yöntemleri hilm (yumuşak- lıkla) muamele etmek, ikaz etmek, dikkat çekme, ihtar, bir şeyi birine hatırlatma, tembih, bir şeyin belli bir biçimde ve yolda yapılmasını istemek, söylemek, uyarı, herhangi bir konu, sorun üzerine ilgi çekmek, bir kimseye bir davranışta bulunmama- sını söylemek, görevini gereği gibi yapmayan kimseye nasıl davranması gerektiğini hatırlatmak, uyandırma, aklını başına toplamasını sağlamak gibi yöntemlerdir.
İletişim Biliminde ikna, niyetleri veya davranışları değiştirmeye yönelik iletişim sürecidir. Kılık kıyafet ve genel görünüş, bakış, duruş, eda, yüz ifadesi, beden dili, ses tonu, vurgular, konuya ve kelime hazinesine hâkimiyet gibi sözel/bedensel iletişim kanalları ikna sürecinde belirleyici rol oynamaktadır.
Konuşmacının/yazarın konumu, konuya ve kelimelere hâkimiyeti bile tek başına, ikna sürecinde etkili faktörlerdir. Ancak dinleyicilerle/okuyucular- la ortak noktalardan başlayarak ilerlemek ve makul seviyede kalmak iknada yararlı olacaktır. Belirli bir etkinliğin ancak kendisiyle sınırlı bir etki oluşturabileceği unutulmamalı, ikna sürecinin bazen uzun sürebileceği de göz önünde bulundu- bulundurulmalıdır.
Dinleyicinin/okuyucunun değişme sürecini izlemeli ve bu bağlamda doğru yönlendirmeler yapmak için gelen geribildirimler çok iyi değerlen- dirilmelidir. Çünkü sunum/anlatım sırasında alınan geribildirimlerin değerlendirilmesi ikna açısından çok önemlidir.
Verilen/iletilen mesajlara sahip çıkmak, açık ve net olmak, kişiliğe değil davranışlara odaklanmak, bazı zihinsel ürünler (gözlem, çıkarım ve yargı) arasındaki farklara dikkat etmek, olumlu ve olumsuz önermeleri dengelemek, dinleyicinin/oku- yucunun önyargılarından kaynaklanan olumsuz etkileri azaltacaktır.
Sunumun bir konuşma ya da yazı biçiminde olması sonuç veya değerlendirme bölümünün önemini azaltmaz. Ana fikri kanıtlayan ve girişte söylenenlerle ilişkilendirilen bir sonuç bölümünün sunulması iknayı daha da hızlandıracaktır.
Niçin sorusunun cevabını verebilmek ikna etmek demektir. Bazan ikna, bir fikri kabul ettirmek ya da karşısındakilerin sizin görüşünüzü benimse- mesini sağlamak değil, başkalarından da birşeyler öğrenmek, hatta ortak bir çözümü görüşme sürecidir. Fakat iknayı günümüzde birçok insan yanlış anlamakta ve ondan tam olarak yararlana- mamaktadır.
Bazan da ikna, aslında insanları paylaşmadık- ları bir görüşe yöneltmeyi gerektirir. Tabiî ki bu yalvararak veya kandırarak olmaz. Tam tersi dikkatli bir çalışmayı gerektiren uygun bir hazırlanma sürecini, bunları destekleyen somut delillerin sunulmasını ve dinleyicilerinizle/okuyu- cularınızla duygusal uyum sağlanmasını gerektirir. Böylelikle ikna bir öğrenme süreci haline gelir. Bu öğrenme süreci üç dönemden oluşur: Buluş (orjinal bir fikir), hazırlık (düşünme, gözlem) ve diyalog (istişare, karşılıklı iletişim kurmak)
Başarılı bir ikna sürecinde ise dört aşama vardır:

1)Güvenilirlik sağlama,
2)Müşterek zemin bulmak,
3)Muknî kanıtlar Sağlamak,
4) Hissî bağlantı kurmak


İkna yeteneğinin temel taşı güvenilirliktir. Güven olmazsa ikna edilecek kişi/kitle aldırış bile etmez. Yapılan araştırmalarda, çoğu yöneticinin kendi güvenilirliğinin kendinden menkul olduğu- nu ve genellikle bir hayli abarttığını göstermektedir.
Güvenilirliğin iki kaynağı vardır:
1 Uzmanlık (ilim ve hikmet sahibi olmak)
2)İlişkiler (tatlı dil, güler yüz, samimi davranış, lar, ihlâs, uhuvvet)
Araştırmalar, güvenilirliğe sahip kişilerin başkalarının isteklerine de kulak verme, insan- ların uzmanlık birikimlerine değer verme konu- sunda kendilerine güvenilebileceğini ortaya koymuşlardır.
Böyle insanların dürüstlükleri, istikrarları ve güvenilirlikleri söz konusu olduğunda ikna üstünlüğüne sahip oldukları da araştırmacıların tespitleri arasındadır. Araştırmalara göre, ikna becerisine sahip kişi kişiler dili özel bir biçimde kullanırlar. Örneklerden, hikâyelerden, benzetme- lerden ve kıyaslamalardan yararlanırlar.
Araştırmalara göre sırf sayısal verilerden ibaret raporlar, ikna konusunda anlamlı ve dikkate değer bulunmamaktadır. Gerçi rakamlar da duygusal etki oluşturmaktadır. Ancak hikâyeler, temsiller canlı bir dili ve yaşanılan hayattan bir takım misalleri içeriyorsa çok daha büyük bir tesir sahası meydana getirmektedir.
Dinleyiciler/okuyucular kendilerine sunulan bilgiyi, canlılığı, yaşanılan hayattaki misalleri oranında özümsemektedir. İkna yeteneği olan kişiler bunun farkındadırlar ve savundukları görüş için kendi hissî bağlılıklarını gösterirler.
Asr-ı Saadetten günümüze yansıyan nurlu ölçülere göre, yaşadığımız zaman dilimi bilgi, hikmet ve güven esasına dayalı bir ikna metodunu gerekli kılmaktadır. Zamanın ilcaatına göre, akıl ve kalbe tesir edecek, yaşayışta örnekleri görülen bir tebliğ günümüz insanını ikna etmektedir. Yani asrımızın manevî tabibi Bediüzzaman'ın veciz olarak ifade ettiği “Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile zorlama ile değildir.”(Tarihçe-i Hayat, s.59) özlü sözünde belirtilen ölçüdeki tebliğ, günümüz insanına rehber olmaktadır. Bir başka veciz sözünde bu konuyu daha da açmakta “Ey evliya-yı umur! (ey işlerini takip eden kişiler!) Tevfik isterseniz, (muvaffak olmak) Kavânin-i Âdetullaha (Allah'ın yeryüzünde ikame ettiği kanunlara), Tevfik-i hareket (doğru ve hak olan vesilelere muvafık (uygun) hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik (muvaf- fakıyetsizlik) ile cevab-ı red alacaksınız!”(Tarihçe-i Hayat, s.51) demektedir.
“Doğru hikmete dayalı bilgi ve etkili temsille” bir bütün olarak hayata geçirilen, her türlü dünyevî ve siyasî amaçlardan arındırılan, izzet-i İslâmiyeden taviz verilmeden sırf Allah rızasına dayalı olarak ihlâs ile yapılan ikna maksatlı tebliğler günümüzde gayesine ulaşmaktadır. Bu gerçek Bediüzzaman'ın “Eğer biz ahlâk-ı İslamiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslamiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt'aları ve devletleri de İslamiyete dehalet edecekler.” vecizesindeki harika tespitinde ifadesini bulmak- tadır.
Asrımızın Kur'an müfessiri Bediüzzaman'ın da en mühim ilham kaynağı, Âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı peygamberimiz Hz. Muhammed'in ikna yöntemlerinde ise ilâhî bilgi ve hikmetlere dayanarak bireysel farklılıklara göre hitap etme, uygulayarak, örneklendirerek anlatma, mukayese ve muhakeme yapma, sebep - sonuç ilişkisi kurma, aklı kullanma, mantıklı düşünme gibi özelliklerin ön plana çıktığını görmekteyiz. Hz. Peygamber (sav) insanı, sahabeleri, yaşadığı toplumu her yönüyle çok iyi tanıyan ve toplumda çok iyi tanınan bir insandı. Onun getirdiği dine inanmasa da herkesin düşmanlarının bile- güvendiği, saygı duyduğu, fikirlerine başvurduğu, güzel ahlakı ve yaşantısı ile insanlara örnek olan Hz. Peygamber'e toplumda Muhammedü'l-Emin (güvenilir Muhammed ) adı verilmişti.
İkna, hayatımızın her alanında yer alan en mühim değerlerden biridir. Hayatta çoğu zaman iki seçenek vardır. Ya sizi ikna ederler, ya da siz muhataplarınızı ikna edersiniz. Bu nedenle ikna kavramı hayatımızın her anında ve alanında karşımıza çıkar. Biz de her zaman ve her yerde iknayı esas alarak, çözümün bir parçası olmalıyız. Yalnız bunun için Hz.Peygamberin hayatından almamız gereken birçok ibret dersleri vardır. Peygamberimiz (sav) muhatabının psikolojik yapısını tanımada mucizevî bir hususiyete sahiptir. Ona bu hususiyeti veren hiç şüphesiz ki Cenab-ı Allah'tır.
Âlemlerin Efendisi, kâinatın medar-ı iftiharı Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) İslâmiyeti anlatmada, Kur'an hakikatlerini tebliğde, insanlarla ve diğer canlılarla olan iletişiminde ikna, ispat, irşat, samimiyet, hilm ile muamele, tatlı dil, güler yüz, ihtar, ikaz, tembih, uyarı gibi en etkili müspet yöntemleri tercih etmiştir. Çünkü Rahman ve Rahîm, Aziz ve Kadîr olan İlâhımız, Rabbimiz, Mevlâmız O'ndan böyle davranmasını istemiştir.
Önce şu gelen âyet mealleri, insanların önce ikna edilmesi konusunda Cenâb-ı Allah'ın apaçık beyanlarını ortaya koymaktadır:
“Habîbim! İnsanları Rabb-i teâlânın yoluna hikmetle açık delillerle ve güzel vaazlarla dâvet et. Onlarla muhkem (sağlam) ve güzel mukaddime- lerle, mülâyim ve tatlı sözlerle mücadele et ki dâvetin hüsn-i tesir hâsıl etsin.” (Nahl Sûresi, 125)
“Sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Dayatan bir zorba değilsin.” (Gaşiye; 21-22)
“De ki: “Siz ey hakikatı inkâr edenler! Ben tapmam sizin taptığınıza Siz de tapmazsınız benim taptığıma. Ve ben tapmayacağım sizin tapıp durduğunuza. Siz de tapmayacaksınız benim taptığıma. Sizin dininiz size, benimki bana.” (Kafirun 1-6)
“De ki: Hak Rabbinizdendir. Artık bundan sonra dileyen inansın, dileyen inkâr etsin.”(Kehf, 29)
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış birbirinden ayrılmıştır. Şeytanın yoluna uymayı reddedenler ve Allah'a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam dayanağa tutunmuşlardır. Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.” (Bakara 256)
“Biz onların neler söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onların üstüne bir zorba değilsin. O halde, benim tehdidimden korkanlara sadece Kur'an'la öğüt ver.”(Kaf 45)
Şimdi de ahlâkı Kur'an ahlâkı olan Peygamber Efendimizin (sav) hayatından iknayı esas alan ve kıyamete kadar mü'minlere yol gösterecek hayat-ı hakikiye sahnelerine bakarak payımıza düşen dersleri çıkaralım:
“Bir gün bir adam yolda yürürken şiddetle susamıştı nihayet bir kuyu buldu oraya indi su içip çıktı. O sırada bir köpek dilini çıkarıp soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalıyordu. Bunun üzerine o adam; “Bu köpek tıpkı benim gibi susamış.” dedi ve hemen kuyuya indi. (Su kabı olmadığından) ayakkabısına su doldurdu ve onu ağzı ile tutarak kuyudan çıktı. Köpeğe su içirdi. Bundan dolayı Allah ondan razı oldu ve onun günahlarını bağışladı.
Harikulade teşbihleriyle de insanları tövbe konusunda ikna etmektedir: “Herhangi birinizin tövbe etmesinden dolayı Allah Telâ'nın duyduğu hoşnutluk ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran arayıp taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek: -Allahım! Sen benim kulumsun; ben de senin rabbinim diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.”
(MüslimTevbe7.TirmizîKıyâmet49Daavât99;İbniMâceZühd30)
Hz.Muhammed (sav) çevresindekilere şöyle bir soru sorar: Ağaçlardan bir ağaç vardır ki bunun bereketi Müslüman'ın bereketi gibidir. Yaprakları düşmez dökülüp yayılmaz. Rabbinin izniyle her mevsim meyve verir. Müslüman gibidir. Şimdi bana söyleyin bu ağaç nedir?
Hz. Peygamber'in Müslümanların çok iyi tanıdıkları ve özelliklerini iyi bildikleri hurma ağacını Müslümanlara benzetmesi karşılaştırma yapması insanları mantıkî düşünmeye ve muhakeme yapmaya teşvik etmektedir.( Buharî İlim 4; Müslim Sıfat'ul-Münaki63)

Bakın beş vakit namaz kılma konusundaki ikna yöntemi de harikadır: Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bir gün ashabına sorar: Ne dersiniz birisinin kapısının önünde bir ırmak bulunsa ve burada her gün beş kere yıkansa üzerinde kir ve pislik kalır mı? Ashap: Kirden ve pislikten hiçbir şey kalmaz. Hz. Muhammed (sav) : İşte suyun kiri temizlemesi gibi günde beş kez kılınan namaz da sizin günahlarınızı temizler” (Sahîh-i Buhârî Mevakıt 6; Tirmizi Edep 80.)
Peygamberimiz insanları her konuda ikna için orijinal açıklamalar yapmıştır. Görsel zekâ sahiplerine “Hz. Peygamber (sav) bir gün yere çubukla kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra bunun ortasına bir hat çekti onun dışında da bir hat çizdi..Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hattı işaret eden bir kısım küçük çizgiler attı. Resûlullah (sav) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: Şu çizgi insandır. Şu onu saran kare çizgisi de eceldir. Şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de musibetlerdir. Bir musibet oku yolunu şaşırarak insana değemese bile diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku değer.” diyerek kader gibi soyut konuları avam-ı nasa basitçe ders vererek onları da ikna etmiştir.(Buhârî Rikak 3;Tirmizî Kıyamet23 2456; İbni Mace Zühd 274231)
İknada beden dilinin önemini hiç göz ardı etmemiştir: Hz. Peygamber (sav): “Bir mü'min diğer bir mü'min için birbirine kenetlenmiş duvar gibidir.” derken iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek bu kenetlenmeyi gösterdi. Rasulullah (sav): “Yetimi koruyan kimse ile ben cennette şu ikisi gibiyiz.” buyurdu ve aralarını biraz açarak işaret ve orta parmağını gösterdi. (Buhari Talak 25; Edeb İbn; Mace Zühd42).
En güzel teşbihlerle “Kur'an'ı okuyan ve gereğini olduğu gibi tatbik eden mü'min, kokusu hoş, tadı güzel turunç meyvesi gibidir. Kur'an okumayan fakat gereğini tatbik eden mü'min tadı olan ve fakat kokusu bulunmayan hurmaya benzer.” diyerek Kur'an okuma ve onu yaşama konusunda iknanın en güzel örneğini vermiştir. (Ebu Davud ,Nesai, İbn Mace)
Sahabeleri arasında ve kıyamete kadar gelecek ümmetinin içinde takım çalışması yapma, sözlü ve sözsüz iletişim kurma, insanların duygu, düşünce ve davranışlarının sebep ve hikmetlerini anlama, sıkıntı ve sevinçlerini paylaşma, duygu ve düşünce- lerini en güzel bir biçimde birbirlerine ifade ederek müslümanların sosyal dokularını sapasağlam, kıyamete kadar muhafaza edebilme, fert - toplum dengesini kurma hedefleri için iknanın bütün sırlarını uygulayan Peygamber Efendimiz (sav) bakın şu nefis tespitleri istifademize sunmaktadır:
“Hiçbiriniz kendisi için istediğini mü'min kardeşi için istemedikçe gerçek iman etmiş olmaz.”
“Bütün mü'minler, birbirini sevmede, birbiri- ne acımada ve birbirine şefkat göstermede bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olunca diğer uzuvları da ona ortak olur.”
Bir gün Hz. Muhammed (sav) ashabı ile bir yolculuktadır. Yemek için mola verilir.
Arkadaşlarının her biri bir görev üstlenir. Hz. Muhammed (asm) : “Ben de ateş için odun toplayayım” der. Arkadaşları engel olmak isterler. Ey Allah'ın Elçisi! Siz dinlenin biz o işi de görürüz.
Hz. Muhammed bütün ciddiyeti ile cevaplar: Gerçekten bunu isteyerek yapacağınızı biliyorum. Ancak ben bir toplum içinde ayrıcalıklı olmaktan hoşlanmam. Bunu Allah da sevmez.”
der ve odunları toplamaya koyulur. (Buhari İman7;Müslim İman71)
Hayatımızın birçok safhasında birlikte yaşadığı- mız arkadaşlarımızla ve bu arada ilk defa tanıştı- ğımız kişilerle çeşitli konularda ikna amaçlı bilgi alışverişi yaptığımız bir gerçektir. Ancak bilgi alış verişi yaparken sözü gereğinden fazla uzattığı- mızda muhatabımızı sıktığımız, gereğinden az konuştuğumuzda ise muhatabımızın kafasında bazı soru işaretleri bıraktığımız da olmuştur.
Şu hali sık sık gözlemlemişizdir. Bilgi, muhata- bımızın isteği üzerine, ruhen bilgi almaya hazırken verilmelidir.
Muhatabımızın sorusu/soruları, kendisine bilgilerin iletilmesi için bir istektir. Bazan da itirazları, kendisine düşüncelerini açıklaması için fırsat verilmesine bir işaret olabilir.
Açıklama yaparken ya da bilgi aktarırken söz gereğinden fazla uzatılırsa muhatabımız daha fazla ikna olur diye düşünebiliriz. Ancak bu durumda da açıklama veya bilgilerin bazılarını ya hafızasında tutamayacaktır, ya da anlayamayacaktır ki bunlar da çok önemli olabilir. Böylece ikna olmak yerine kafası daha çok karışacaktır. Yani verilen bilgiler, yapılan açıklamalar, muhatabımızın anlayabilece- ği/anlayabileceği kadarla sınırlandırılmalıdır. Yani Hz. Mevlana'nın şu sözünü unutmamalıyız: "Ne kadar güzel konuşursan konuş, anlattığın karşındakinin anladığı kadardır”
Elhasıl:

“Zaman-ı meşrûtiyetin zenbereği, rûhu, kuvveti, hâkimi, ağası haktır, akıldır, marifettir, kanundur, efkâr-ı âmmedir; kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir.” (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 75-76.)
Bediüzzaman'ın bu sözündeki “O yükselecek- tir.” cümlesinde “O ikna ve irşat edecektir.” manası da saklıdır.




Bekir OKUTUCU