- İfk hadisesi

Adsense kodları


İfk hadisesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 7 July 2011, 03:54 pm GMT +0200
11— İfk Hâdisesi:

 

Hz. Peygamber (s.a.) bu gazaya çıktığında çekilen kur'anın kendisine çıkması sebebiyle Hz. Âişe'yi beraberinde götürmüştü. Hz. Peygamber'in (s.a.), hanımları arasındaki âdeti buydu. Gazadan dönüşte bir yerde konak­ladılar. Hz .Âişe ihtiyacı sebebiyle çıktı, sonra geri döndü. Bu sırada kızkar-deşinden emanet olarak aldığı bir gerdanlığı kaybetti. Hemen kaybettiği yere gerdanlığını aramak üzere geri döndü. Hevdecini taşıyan adamlar geldiler, onu içinde zannederek hevdeci deveye yüklediler. Hafifliğini farketmemiş-lerdi. Çünkü Hz. Âişe'nin (r.anha) yaşı çok gençti, kendisini ağırlaştıracak kadar şişmanlamamiştı. Aynı şekilde bu kimseler hevdeci hep birlikte taşı­dıkları için hafifliğini hissedemediler. Şayet hevdeci bi: ya da iki kişi kaldır-saydı durum gizli kalmazdı.

Hz. Âişe konakladıkları yere dönüp geldi. Gerdanlığını bulmuştu ama burada hiç kimse kalmamıştı. Konaklama yeri.ide oturdu. Kendisini kaybet­tiklerini anlayınca aramak üzere buraya döneceklerini düşünüyordu. Allah, bütün işlerinde hâkimdir, arşının üstünden işleri dilediği gibi düzenler. Göz­lerini uyku bürüdü ve nihayet uyuyakaldı. Safvan b. Muattal'ın, "İnna lilla-hi ve inna ileyhi râciûn! Rasûlullah'ın hanımı!" sözünü duyuncaya dek uyanmadı. Safvan, ordunun ardçılan arasında konaklamıştı, çünkü o çok uyu­yan birisiydi. Nitekim, İbn Ebî Hâtim'in Sahih'inâe ve Sözen'de denmekte­dir ki: Safvan Hz. Âişe'yi görünce tamdı, —hicâb âyetinin inmesinden önce görüyordu— ve istircâda bulundu. Sonra devesini çöktürüp Hz. Âişe'ye yak­laştırdı, o da deveye bindi. Hz. Âişe'ye bir kelime bile söylemedi, o da kendi­sinden "İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn" sözünden başka bir şey işitmedi. Sonra Safvan, deveyi yularından çekerek onunla birlikte ordunun bulundu­ğu yere varıncaya kadar yürüdü. Ordu Nahruzzahîra'da konaklamıştı. İnsanlar bu durumu görünce her biri seciyesine göre ve kendisine yakışan biçimde ko­nuştular. Habîs ruhlu, Allah düşmanı İbn Übey, soluklanacak bir fırsat bul­du ve kalbindeki münafıklık ve kıskançlık kederinden dolayı sözde taşkınlık yapıp iftirayı (ifk) orada burada söylemeye, yalana yalan katmaya, ifki yay­maya, neşretmeye, toplamaya, dağıtmaya başladı. Arkadaşları da bu konu­da ona yaklaşmaya çalışıyorlardı. Medine'ye dönünce, Hz. Peygamber (s.a.) bu konuda susup konuşmazken, iftiracılar lakırdıya daldılar. Sonra Allah Ra-sûlü (s.a.) Hz. Âişe'den ayrılma konusunda ashabıyla istişare etti. Hz. Ali, onu boşayıp başkasını almasına açık değil dolaylı olarak işaret etti. Üsame ve başkaları ise düşmanların sözüne aldırmayıp onu nikâhında tutmasını tavsiye ettiler. Hz. Ali, söylentilerdeki şüpheyi gördüğü için Allah Rasûlü'nün (s.a.) insanların sözlerinden dolayı çektiği gam ve kederden kurtulması için şek ve şüphenin yakîne terkedilmesini önerdi; hastalığın kökünü kurutmak üzere gö­rüş bildirdi. Üsame ise, Allah Rasûlü'nün (s.a.) Hz. Âişe'ye ve babasına olan sevgisini, bunların da ötesinde ve daha önemlisi onun temiz ve masum oldu­ğunu, iffetli ve dindar biri olduğunu biliyordu. Allah Rasûlü'nün (s.a.) Rab-bi katındaki değeri ve derecesinden dolayı AUah'm O'nu müdafaa edeceğini bildiğinden ötürü Allah Rasûlü'nün evinin hanımı, kadınları arasındaki sev­gilisi ve Sıddık'ının kızını iftiracıların indirdiği dereceye indirmeyeceğini; Ra-sûlullah'ın Rabbi katında en değerli olduğunu ve Allah'ın, zinakâr bir kadım O'nun nikâhında bulundurmayacak kadar O'nun Allah katında aziz oldu­ğunu biliyordu. Yine Hz. Peygamber'in (s.a.) sevgilisi olan Âişe-i Sıddîka'-nın, Rasülü'nün nikâhında iken onu fuhşa mübtelâ kılmayacak kadar Rabbi katında yüce olduğunu biliyordu. Kim Allah'ı ve Rasûlü'nü (s.a.) ve O'nun Allah katındaki değerini kalbinde güçlü bir şekilde duyuyorsa, Ebu Eyyub ve sahabenin diğer ileri gelenlerinin bunu işitince söyledikleri gibi: "Allah'­ım! Seni noksanlardan tenzih ederiz, hâşâ bu büyük bir iftiradır."[631] der.

Onların Allah'ı teşbih edişlerini ve bu makamda O'nu tenzih edişlerin-deki tanımayı, dostu ve yaratıklarının en değerlisi olan Rasûlü'ne kötü ve zi-nakâr bir kadın nasip etmesi gibi O'na yakışmayan şeylerden Allah'ı nasıl tenzih ettiklerini bir düşün! Kim Allah hakkında böyle bir şey düşünürse O'­nun hakkında kötü bir zanda bulunmuştur. Allah ve Rasûlü'nü hakkıyla ta­nıyanlar, Allah Teâlâ'nm şu sözünde belirttiği gibi, kötü kadınların ancak kendilerine benzer erkeklere yakıştığını anlamışlardır: "Kötü kadınlar, kötü erkeklerindir. "[632]Dolayısıyla bunun büyük bir suç isnadı ve apaçık bir ifti­ra olduğundan şüphe etmeyerek kestirip attılar.

Bu durumda şöyle bir soru yöneltüebilir: Peki, Rasûlullah (s.a.) Allah'ı en iyi tanıyan, kendisinin O'nun katındaki derecesini ve kendisine yakışanı en iyi bilen olduğu halde neden Hz. Âişe'nin meselesi hususunda çekimser kalmış, ona soru sormuş, araştırıp istişare etmiş ve sahabenin ileri gelenleri gibi: "Attanım! Seni tenzih ederim. Hâşâ bu büyük bir iftiradır." dememiştir?

Cevap: Bu, Allah Teâlâ'nm, bu kıssa sebebiyle bazı toplulukları yüksel­tip diğerlerini alçaltsm, hidayete erenlerin hidayetini ve imanını güçlendirip zalimlerin ise sadece hüsranını artırsın diye bu kıssayı Rasûlü ve ümmetinin bütünü için kıyamete kadar bir imtihan, deneme ve kendileri için bir vesile kıldığı yüce hikmetlerin bütünündendir. İmtihanın ve denemenin tam olması Hz. Âişe'ye iftira konusunda Allah Rasûlü'ne vahyin bir ay süreyle kesilme­sini gerektirdi. Allah'ın takdir buyurup hükmettiği hikmetinin tamamlanması ve en mükemmel yönleriyle ortaya çıkması; sadık mü'minlerin iman ve se­batlarının adalet ve doğruluk üzere artması ve Allah'a, Rasûlü'ne, ehl-i bey­tine, sıddîk kullarına karşı hüsn-i zanlarının devam etmesi; münafıkların iftira ve nifaklarının katmerlenmesi ve Allah'ın Rasûlü'ne ve mü'minlere onların kalblerinde gizlediklerini açığa vurması; Sıddîka (Hz. Âişe)dan ve ana-babasmdan istenen kulluğun tamama ermesi; Allah'ın onlara olan nimetlerinin tamamlanması; gerek Hz. Âişe'nin gerekse ebeveyninin Allah'a olan ih­tiyaç ve rağbetleri, O'na muhtaç olmaları ve boyun eğmeleri, O'na hüsn-i zanda bulunmaları ve ümit bağlamalarının artması; böylece Hz. Âişe'nin, yaratık­lardan ümidini kaybedip herhangi bir insanın elinden yardım ve destek gele­bileceğinden ümidini kesmesi için bu konuda Hz. Peygamber'e (s.a.) hiçbir şey vahyedilmedi. Ana babası kendisine: "Kalk, Allah Rasûlü'ne (s.a.) te­şekkür et. Allah O'na senin masum olduğunu vahyetti." dediklerinde bu ma­kamın hakkını tam verdi ve: "Vallahi kalkmam, yalnızca masum olduğumu vahyeden Allah'a hamdederim." dedi.

Ayrıca bu olay ayıklandı, temize çıkarıldı ve mü'minlerin kalpleri bu ko­nuda Allah'ın, Rasülüne vahiy göndermesini olabilecek en muazzam bir şe­kilde gözetledi ve bunu son derece istekle bekleyip durdular. İşte bu durum, Hz. Peygamber'e bir ay süreyle vahyin kesilmesinin hikmetlerindendir. Ra-sûlullah'm (s.a.), ehl-i beytinin, Sıddîk'ın ve ailesinin, ashabımn ve mü'min­lerin en çok ihtiyaç duydukları anda vahiy ansızın geliverdi. Öyle ki toprağın yağmura en çok gereksinim duyduğu anda yağmurun yağması gibi geldi. En güç ve en nazik bir konumda gelmişti. Tam bir sevinçle sevindiler ve son de­rece neşelendiler. Şayet Allah, Rasûlü'nü hemen ilk anda olayın gerçeğine mut­tali kılsaydı ve o anda hemen vahiy gönderseydi bu hikmetler ve daha nice kat kat hikmetler., kaybolur giderdi.

Yine Allah Teâlâ, Rasûlü'nün ve ehl-i beytinin kendi katındaki derecesi­ni ve onların kendi katındaki değerlerini açığa vurmayı, Rasûlü'nü bu dar­boğazdan çıkarmayı ve O'nu bizzat savunup müdafaa etmeyi ve düşmanlarım reddetmeyi, Rasûlü'nün bir müdahelesi olmayan ve O'na nisbet edilemeyen bir işten dolayı O'nu ayıplamalarına ve kötülemelerine cevap vermeyi üstlen­miş, hatta bunu O tek başına yüklenerek Ras'ûlü'nü ve ehl-i beytini müdafaa etmek istemiştir.

Asıl maksat Rasûluîlah'a eziyet vermekti. Hanımına iftira atılan kimse suçsuz olduğunu bilse veya bilmeye yakın bir zanla tahmin etse onun, hanı­mının masum olduğuna şahitlik etmesi yakışık almazdı. Rasûlullah (s.a.) Hz. Âişe hakkında kesinlikle sû-i zanda bulunmamıştır; hem Rasûlullah'ı hem de Hz. Âişe'yi bundan tenzih ederiz. Bunun için iftiracılardan mazur görülme­sini isteyerek Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ailem hakkında bana eza veren bir şahsa karşı bana kim yardım eder. Vallahi, ben ailem hakkında iyilikten baş­ka bir şey bilmiyorum. Bu iftiracılar bir adamın adım ortaya attılar ki, onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu adam ailemin yanma ancak benimle birlikte girmiştir." Zira Rasûlullah'm (s.a.) sahip olduğu, Sıd-dîka'nın suçsuzluğuna delâlet eden ipuçları mü'minlerinkinden çok daha fazlaydı. Fakat sabrının, sebatının, merhametinin, Rabbine olan hüsn-i zanm-nın ve O'na olan güveninin mükemmelliğinden ötürü sabır ve sebat makamı­nın ve Allah'a hüsn-i zan beslemenin gereğini tam olarak yerine getirdi. Nihayet, gözünü aydınlatıp gönlünü sevindiren ve değerini artıran, Rabbinin kendisine ne kadar önem verdiğini ümmetine bildiren, onun işine itina ettiği­ni gösteren vahiy geliverdi.

Hz. Âişe'nin günahsız oluşunu bildiren vahiy gelince Allah Rasûlü (s.a.), iftirasını açığa vuranlar hakkında emir buyurdu, seksener değnek had cezası vuruldu. Habîs ruhlu Abdullah b. Übeyy'e ise iftiracıların başı olmasına rağ­men had vurulmadı. Denilmiştir ki: Zira had cezalan had vurulanlar için bir günahı hafifletme ve bir keffarettir. Halbuki habîs adam buna lâyık değildir. Allah ona ahirette büyük bir azap vaadetmiştir ki hadde gerek yoktur; bu ona yeter. Yine denilmiştir ki: Bilâkis o kişi sözü süsleyip püslüyor, derleyip toparhyarak anlatıyor ve kendisine isnad edilmeyecek şekilde kalıplara soku­yordu. Şöyle de denilmiştir: Had, ancak itirafla veya bir delille sabit olur. O ise iftira ettiğini itiraf etmedi. Ayrıca hiç kimse onun iftirada bulunduğu­na dair şahitlik etmedi. Çünkü o bunu sadece yandaşlarının arasında söylü­yordu ve onlar da aleyhine şahitlik etmediler. Zaten mü'minler arasında böyle bir şey söylemiyordu.

Bir başka görüşe göre: Hadd-i kazf (iftira cezası) Allah hakkı olduğunu söyleyenler bulunsa da kul hakkıdır, ancak hak sahibinin istemesiyle bu hak alınır. İftira atılan kimsenin istemesi gerekir. Hz.Âişe ise bu hakkı İbn Übey'-den talep etmemiştir.

Bir görüşe göre ise: Allah Rasûlü (s.a.), onun münafıklığının ortaya çık­masına ve defalarca öldürülmesi gerekecek şekilde konuşmasına rağmen öl­dürmediği gibi, bu defa da ona had cezası uygulanmasını daha büyük bir fayda —onun kavminin kalbini kazanmak ve onları İslam'dan nefret ettirmemek— nedeniyle terketmiştir. Çünkü bu habis ruhlu adam kendisine itaat olunan ve reis konumunda bir kimseydi. Dolayısıyla ona had vurulması halinde fit­nenin ayaklanmasından emin olunamazdı. Belki de bütün bu sebeplerden do­layı kendisine had vurulması terkolundu.

Mistah b. Üsâse, Hassan b. Sabit ve Hamne bt. Cahş gibi gerçek mü'-minlere, günahlarını temizlemek ve onlara keffaret olmak üzere had vurdur­du. O halde Abdullah b. Übeyy'in bunların dışında bırakılması, buna lâyık olmamasmdandır.

Sıddîka'mn suçsuzluğuna dair âyet inip ana babasının "Kalk da Rasû-lullah'a (s.a.) teşekkür et." demeleri üzerine: "Vallahi, kalkmam ve ancak Allah'a hamdederim." sözü üzerinde düşünen kimse; onun Allah'ı tanıması­nı, imanının gücünü, nimeti Rabbine yükleyişini, bu makamda hamdi yalnız O'na tahsis edişini, tevhidi soyutlayışını, musibet anındaki cesaretinin gücü­nü ve kendisinin suçsuzluğuna delil getirişini anlar. Hz. Âişe, sulha rağbet ve onu talep makamında kalkmasını gerektiren şeyi yapmadı. Rasûlullah'ın (s.a.) kendisine olan sevgisine, güvenine rağmen sevgilinin sevgiliye naz ola­rak diyeceğini dedi; özellikle naz makamlarının en güzeli olan böyle bir ma­kamda sözü tam yerinde kullandı. Onun; "Ancak Allah'a hamdederim, zira suçsuzluğuma dair vahiy indiren O'dur." dediği zaman Allah'a olan sevgisi ne kadar güzeldir? Onun bu sebatı ve vakan Allah içindir ve O, kendisine en sevimli şeydir, O'na karşı sabredemez. Oysa sevgilisinin (Rasûlullah'ın) gönlü bir ay kendisine karşı değişmiş, sonra da ondan hoşnutluk ve ikbal gör­müştür. Bu nedenle O'na kalkıp teşekkür etmede, Rasûlullah'ı çok sevmesi­ne rağmen onun hoşnutluğuna ve yakınlığına sevinmede acele etmedi ki, bu gayet sebatkâr ve güçlü bir davranıştır.

Bu mesele hakkında Hz. Peygamber (s.a.): "Ailem konusunda bana eza veren bir adam hakkında kim bana yardımcı olur?" dediğinde Abdüleşhelo-ğulîanmn kardeşi Sa'd,b. Muaz'ın kalkıp: "Ey Allah'ın Rasûlü! Sana ben yardım edeceğim!" demesi ilim adamlarının birçoğuna problem olmuştur. Zira hiçbir âlim, Sa'd b. Muaz'ın Hendek savaşından hemen sonra Kurayzaoğul-ları hakkında hüküm vermesinin akabinde vefat ettiği konusunda ihtilâf et­memiştir; ve bunun 5. yılda olduğu sabittir. Oysa îfk hadisesinin şu bahsettiğimiz Mustalıkoğulları gazasında olduğunda şüphe yoktur ki bu ga­za, Müreysî gazâsıdır. Âlimlerin çoğunluğuna göre bu gaza Hendek savaşın­dan sonra hicri 6. yılda olmuştur. Bu problemi çözmek için âlimler farklı metodlardan yola çıkmışlardır: Musa b. Ukbe, Buharî'nin kendisinden riva­yetine göre Müreysî gazasının Hendek'ten önce hicretin 4. yılında olduğunu söylemiştir. Vakıdî, 5. yılda olduğunu ifade etmiş ve: "Kurayza ve Hendek savaşları ondan sonradır" demiştir. Kadı İsmail b. İshak da: "Bu konuda ihtilâf ettiler. En doğrusu Müreysî gazasının Hendek savaşından önce olma­sıdır," demiştir. Buna göre problem yoktur. Fakat âlimler aksi görüştedir­ler. Hem ifk hadisinde de bunun aksini gösteren deliller vardır. Çünkü Hz. Aişe: "Olay, hicab âyeti nazil olduktan sonra oldu." dem ektedir.[633] Hicab âyeti ise Zeyneb bt. Cahş hakkında inmiştir. O zaman Zeynep Hz. Peygam-ber'in (s.a.) nikâhındaydı. Çünkü Rasûlullah (s.a.) Hz. Zeyneb'e Hz. Âişe hakkındaki kanaatini sormuş, o da: "Kulağımı ve gözümü duymadığım, gör­mediğim şeyden muhafaza ederim." demişti. Hz. Âişe der ki: "Zeyneb, Hz. Peygamber'in hanımları arasında benimle rekabet ederdi."

Tarihçiler, Hz. Peygamber'in (s.a.) Zeyneb'Ie evlenmesinin hicretin 5. yılı Zilkade ayında olduğunu kaydederler. Buna göre Musa b. Ukbe'nin gö­rüşü sahih değildir. Muhammed b. İshak: "Mustahkoğüllan gazası Hendek savaşından sonra hicretin 6. yılında oldu." der, orada ifk hadisini zikreder. Ancak o bunu Zührî'den, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe yoluyla Hz. Âi-şe'den aktararak hadisi kaydeder. Bu hadiste: "Üseyd b. Hudayr kalktı ve: Ya Rasûlullah! Size ben yardım edeceğim, dedi. Sa'd b. Ubâde de karşı çık­tı." demekte ve Sa'd b. Muaz'ı anmamaktadır. Ebu Muhammed İbn Hazm diyor ki: Kendisinde hiç şüphe olmayan doğru budur. Sa'd b. Muaz isminin zikredilmesi bir yanlışlıktır. Çünkü Sa'd b. Muaz, şüphesiz Kurayzaoğulları fethinin hemen peşinden vefat etmiştir. Fetih ise hicretin 4. yılı Zilkade ayı­nın sonunda olmuştur. Mustalıkoğulları gazası ise, Sa'd'in vefatından 1 yıl 8 ay sonra, 6. yılda olmuştur. Adı geçen iki şahıs arasındaki münakaşa, Mus­talıkoğulları gazasından dönüşten 50 günü aşkın bir zaman geçtikten sonra olmuştur. [634]

Ben derim ki: Doğru olan, ileride geleceği gibi Hendek savaşının hicre­tin 5. yılında olduğudur.

. İfk hadisinde, Buharî'nin, Ebu Vâil aracılığıyla naklettiği bir rivayetin­de: Mesrûk'un: 'Ümmü Rûman'dan ifk hadisini anlatmasını istedim, riva­yet etti." dediği geçmektedir[635] Bir çok âlim şöyle demektedirler: Bu, apaçık bir yanlıştır. Zira Ümmü Rûman, Hz. Peygamber (s.a.) döneminde vefat et­miş ve Allah Rasûlü (s.a.) kabrine inerek: "Hurilerden bir kadına bakmak­tan hoşlanan kimse buna baksın." demiştir[636] Diyorlar ki: "Mesrûk, Ümmü Rûman'ın sağlığında Medine'ye gelip ondan hadisi rivayet etmesini istemiş olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.) ile görüşmüş olması ve O'ndan hadis işitmiş olması gerekirdi. Halbuki Mesrûk, Medine'ye ancak Allah Rasûlü'nün (s.a.) vefatından sonra gelmiştir." Yine diyorlar ki: "Mesrûk, Ümmü Rûman'dan bu hadisten başka bir hadis daha rivayet etmiş, ancak mürsel olarak rivayet­te bulunmuştur. Dolayısıyla bazı râviler, onun Ümmü Rûman'dan hadis işit­tiğini zannetmişler ve bu hadisi de duyduğuna hamletmişlerdir. Beiki de Mesrûk: 'Ümmü Rûman'dan rivayet etmesi istendi.' demiştir de bazıları bunu.*Ben istedim' şeklinde yanlış okumuşlardır. Çünkü âlimlerden hemzeyi her za­man elif üstüne yazanlar vardır."                                                           

Öteki âlimler diyorlar ki: Bütün bunlar Buharî'nin Sahih'ine aldığı sa­hih rivayeti reddetmez. İbrahim el-Harbî ve başkaları demişlerdir ki: "Mes­rûk, henüz on beş yaşındayken Ümmü Rûman'dan hadisi sormuş, yetmiş sekiz yaşında iken de vefat etmiştir. Ümmü Rûman, Mesrûk'un kendisinden hadis rivayet ettiği kimselerin en eskisidir". Bunlar diyorlar ki: "Ümmü Rûman'­ın, Hz. Peygamber (s.a.) hayatta iken vefat ettiğine ve Hz. Peygamber'in (s.a.) onun kabrine indiğine dair hadise gelince, bu hadis sahih değildir.Sahih ol­masını engelleyen iki illet vardır: Birincisi; Aii b. Zeyd b. Cüd'ân'ın rivayet etmiş olmasıdır ki bu râvi, hadisiyle delil getirüemiyecek zayıf bir râvidir. İkin­cisi ise; hadisi Hz. Peygamber'den (s.a.) Kasım b. Muhammed yoluyla riva­yet etmiş olmasıdır. Kasım ise Hz. Peygamber (s.a.) devrine yetişmemiştir. Öyleyse bu hadis nasıl olur da Buharî'nin Sahih'inde rivayet ettiği güneş gibi bir isnada sahip hadisin karşısında kabul görebilir! Buharî hadisinde Mes­rûk: 'Ümmü Rûman'dan sordum da hadisi bana anlattı.' demektedir ki, bu hadisin lafzının 'süüet = soruldu' olmasını iptal eder." Ebu Nuaym da, MaYıfetü's-Sahabe adlı eserinde: "Ümmü Rûman'ın, Hz. Peygamber (s.a.) döneminde vefat ettiği söylenilmişse de bu yanlıştır." der.

İfk hadisinin rivayetlerinden birinde: Hz. Ali'nin kendisiyle istişare etti­ğinde Hz. Peygamber'e (s.a.); "Cariyeye sor, o sana doğrusunu söyler." de­diği; bunun üzerine Berîre'yi çağırıp sorduğunda onun: "Âişe hakkında kuyumcunun halis altın hakkında bildiğinden başka bir şey bilmiyorum." de­diği veya buna benzer bir şey söylediği geçmektedir. Bu da bir problem ol­muştur. Çünkü Berîre, ancak bundan uzun bir süre sonra kölelik sözleşmesi yapıp azad olmuştur. Hz. Peygamber'in (s.â.) amcası Abbas o zaman Medi­ne'de idi. Hz. Abbas ise Medine'ye ancak Mekke fethinden sonra gelmişti. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.), kocasına dönmesi için Berîre'ye aracılık edip onun da buna razı olmadığı zaman, amcasına: "Ey Abbas! Mugîs'in kendisine olan sevgisine rağmen Berîre'nin ona nefret duymasına hayret .et­miyor musun?" demiştir.[637]                                                               

İfk hâdisesinde Berîre, Hz.Âişe'nin yanında değildi. Onların bu zikret­tikleri şayet bağlayıcı ise, o zaman yanlışlık, cariyenin Berîre olarak isimlen-dirilmesindedir. Hz. Ali, Hz. Peygamber'e (s.a.): "Berîre'ye sor" dememiş, sadece "Cariyeye sor, o sana doğrusunu söyler." demişti. Bazı râviler onu Berîre sandılar ve onu öylece isimlendirdiler. Eğer Mugîs'in Fetih sonrasına kadar karismil istemeye devam etmiş ve ondan ümit kesmemiş olması suretiyle on­ların zikrettikleri bağlayıcı değilse problem ortadan kalkar[638]. En iyi bilen Allah'dır.

Bu gazadan dönüşleri esnasında münafıkların başı İbn Übey: "Medine'ye dönersek, andolsun ki üstün kimseler zelil kimseleri oradan çıkaracaktır." dedi. Zeyd b. Erkam bu sözü Hz. peygamber'e (s.a.) iletti. İbn Übey de gelip kendini mazur göstererek böyle bir şey söylemediğine yemin etti. Hz. Pey­gamber (s.a.) susup bir şey söylemedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ Münafi-kûn sûresinde Zeyd'i tasdik eden âyetleri indirdi. Allah Rasûlü (s.a.) Zeyd'in kulağından tutup: "Müjdeler olsun, Allah seni doğruladı." dedi, sonra: "Bu, kulağı ile Allah'a vefakârlık gösteren kimsedir." buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Rasûlü! Abbâd b. Bişr'e emret de İbn Übey'in boynunu vursun." dedi. Hz. Peygamber (s.a.) de: "İnsanlar, Muhammed ashabını öl­dürüyor diye konuştuklarında onlara bunu nasıl anlatırız?" buyurdu.[639]


[631] Nûr, 24/16. Ifk hadisesi için bk. Buharî, 52/15, 65/6; Müslim ,2770; Tirmizî, 3179; İbn Hişâm, 2/297-307; İbn Kesîr, 3/304-311.

[632] Nûr, 24/26.                                                                   

[633] Hafız îbn Hacer, Fethu'l-Bârî'de (7/333) şöyle demektedir: Hİcâb âyeti bîr grup âlime göre 4. senenin

Zilkadesinde inmiştir. Vâkıdî'nin, Hİcâb âyetinin inişi 5. yılın Zilkade­sinde idi, sözü kabul edilemez. Halîfe, Ebu Ubeyde ve bir çok âlim bunun 3. yılda oldu­ğunu kesin görmüşlerdir.

[634] Cevâmiu's-Sîre, s. 206; Fethu't-Bârî, 8/360.

[635] Buhârt, 60/19.

[636] İbn Sa'd, 8/277. Buharî, Tarih'inde, ayrıca İbn Münde ile Ebu Nuaym, Hamraad b. Seleme - Ali b. Zeyd b. Cüd'an - Kasım b. Muhammed kanalıyla rivayet etmişlerdir.

[637] Buharı, 68/16; Ebu Davud, 223; Dârimî, 2/170; Nesâî, 8/245, 246; îbn Mâce, 2075;İbn Abbas'tan.                                                                                           

[638] Bir başkası da Berîre'nin Hz. Âişe'ye ücret karşılığı hizmet ettiğini söyleyerek cevap ver­miştir. Berîre, kölelik anlaşması yapmasından önce sahibi nezdinde bir köle olarak bu­lunuyordu.

[639] Buharı, 65/3, 65/5; Müslim, 2772; Tirmizî, 3309, 3310; Ahmed b. Hanbel, 4/369, 373: Zeyd b. Erkam'dan. Aynca Câbir'den; Buharî, (65/Münafıkûn sûresi/65) Müslim (2584), Tirmizî (3312) ve Ahmed b. Hanbel (3/393)'de bir hadis rivayet edilmektedir. Bk. ibn Kesîr, Tefsir, 4/369-371.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 3/298-306.