ehlidunya
Fri 5 April 2013, 01:32 pm GMT +0200
İçten bir münâcât
Hz. Yunus bin Metta, Musul yakınlarında bulunan Ninova ahalisine gönderilmiş bir peygamberdir.
O (aleyhisselam), putlara tapan Ninova halkını senelerce Allah’a imana ve ibadete dâvet eder. Kavmi ise ona iman etmedikleri gibi pek çok eza ve cefada bulunurlar. Yıllar ve yıllar yılmadan, ümitsizliğe kapılmadan onları hak dine davet edip, iman etmedikleri takdirde üzerlerine Allah’ın azabının gelebileceğini hatırlatır. Halk bu uyarıya da kulak asmaz. Belanın gelebileceği işaretine binaen -ayrılmasıyla alakalı açık bir emir gelmeden- üzüntüyle oradan ayrılır. Aradan birkaç gün geçtikten sonra gökyüzü kararır, şehri simsiyah bir duman kaplar, Ninovalılar telâşlanır ve herkes bir korkuyla sarsılır. Allah’ın azabının üzerlerine geldiğini anlarlar ve pişmanlık duyarak tevbe ile Allah’a yönelirler. Cenab-ı Erhamu’r-Râhimîn de onların tövbelerini kabul eder ve o azabı üzerlerinden kaldırır.
Bu arada şehirden ayrılan Hz. Yunus aleyhisselam ise Dicle Nehri kenarındayken yolcularla dolu bir gemiye biner ve gemi hareket edip kıyıdan uzaklaşır. Bir müddet gittikten sonra gemide bazı problemler belirir. Bunun üzerine kaptan veya başka biri, “Aramızda bulunan bir suçlu yüzünden başımıza bunlar geldi.” der ve bu suçlunun tespiti için kur’a çekilir. Çekilen kur’alar her defasında Hz. Yunus’u gösterir. Bunun üzerine onu denize atarlar. Denize atılan Yunus aleyhisselamı Cenab-ı Hakk’ın emriyle bir balık yutar. Balığın karnında Hz. Yunus, “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn” ifadeleriyle Allah’ı (cc) tesbih u takdiste bulunur. Bu dua ve tesbih, onun kurtuluşuna vesile olur.
Esasen bir insanın, ülkesinden ayrılıp bir yere gitmesi günah değildir. Ancak Hz. Yunus bir peygamberdir ve mukarrebindendir. Allah’a yakın olan insanlar, yakınlığın gereği -tabiri caizse- başlarını kaşımak isterken bile bunu izinle yapmalıdırlar. İşte bu zelleden dolayıdır ki Cenab-ı Hak onu, tebcil edalı te’dip etmiştir. Onun, yaşadığı yerden ayrılıp deniz kenarına gelmesi, orada bir gemiye binmesi, gemiye binmesiyle orada olağanüstü şeylerin olması, kur’a çekilmesi, kur’anın her defasında ona çıkması, bunun neticesinde denize atılması, denizde bir balık tarafından yutulması ve bununla birlikte balığın karnında yaşaması, bütün bunlar asla bir tesadüf değildir. İşte bütün bunların farkında olan Hz. Yunus aleyhisselam balığın karnında “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn” demiştir ki bu ifade bir manada şu anlama gelmektedir: “Ey Mabud-u mutlak ve maksudun bi’l-istihkak! Sen’den başka ilah, hâkim, hükmü nâfiz ve hâmi yoktur. Seni tesbih u takdis ediyorum. Sen, noksan sıfatlardan münezzeh ve müberrasın. Şu an içinde bulunduğum durumda bana tabiatın ve esbabın herhangi bir tesiri ve yardımı olamaz. Bu denizin dalgalarına kimse hükmedemez; balığa kimse sözünü geçiremez; şu karanlıktan kimse beni kurtaramaz. Bütün bu esbaba hükmedecek yalnız Sensin. Bu itibarla esbaba tesir-i hakiki vermeyerek yalnız Seni tenzih edip Sana sığınıyorum. Müsebbibü’l-esbab Sensin; ben nefsime ve kendi kendime zulmettim...”
Esasen “Ben nefsime zulmettim” cümlesi, her büyük müminin duasını noktaladığı bir ifadedir. Hz. Âdem, kâkülünün dağıldığı ve Rabb’isinin yüzüne bakamaz hale geldiği zaman “Rabb’imiz nefsimize zulmettik.” (A’raf, 7/23); Hz. Musa aleyhisselam, belaya maruz kaldığında ise “Rabbim kendime zulmettim, beni mağfiret et.” (Kasas, 28/16) demişti. Evet, hemen her büyük kâmet-i bâlânın böyle bir sürçme karşısında “nefsime zulmettim, haksızlık yaptım, yanlış adım attım” anlamındaki ifadelerle Allah’a yalvardıklarını görürüz.
Sen’den Başka İlah Yok
Üstad’ın da dediği gibi “Lailâhe illâ ente” cümlesiyle istikbale bakılmaktadır. Bu ifade, “Senden başka mabud-u bi’l-hak, maksud-u bi’l-istihkak yoktur. Geleceği, hakkımızda aydınlatacak Sensin. Ben halkımın kalbine Senin envar-ı marifetini koymaya çalıştım. Ancak onlar bunu almamak için direndiler. Aslında bu hakikati onların kafalarına yerleştirecek olan Sendin ve beni yalnız bir sebep kılmıştın.” anlamına gelir. Bu dua, öyle tesirli olmuştu ki, Hz. Yunus memleketi Ninova’ya döndükten sonra yüz bin insan birden ona iman etmişti.
Evet, “Kalbleri tenvir edecek, aydınlatacak olan O’dur. Her şeyin zimamı ve anahtarı O’nun elindedir. O isterse her şey rahatlıkla olur. İstemezse, en rahat şeyler dahi çok çetinleşir.” Binaenaleyh bu ifade, Hz. Yunus’un şahsında bizlere de bir şeyler söylemektedir. Günümüzde iç içe düşmanlar, müminlerin etrafını çepeçevre sarmış; buna mukabil esbap bütün bütün sukût etmiş, inananlar ise adeta eli-kolu bağlı meflûç durumda gibi bir halleri var. Bu açıdan onlarla, dünya çapındaki düşmanları arasında kuvvet dengesi katiyen söz konusu değil. İşte bütün bunlardan ötürü “La ilâhe illâ ente”nin içinde şu mana da vardır: “Allah’ım! Bu kadar ağır şartlar altında bütün zararlıları defetmek, bütün menfaatli şeyleri celbetmek Sana mahsustur. Yoldan çıkan kimselere akıl vermek Sana ait bir şeydir. Bu mevzuda bize de sabr-ı cemil ver.”
Mümin, “Lâ ilâhe illa ente” derken hem bu manayı, hem de bu sözün Hz. Yunus’un hayatında nasıl o müthiş harikalara vesile olduğunu düşünmeli ve kendi hayatında da -inşallah- pek büyük hayırlara vesile olacağına inanmalıdır.
FETHULLAH GÜLEN
Hz. Yunus bin Metta, Musul yakınlarında bulunan Ninova ahalisine gönderilmiş bir peygamberdir.
O (aleyhisselam), putlara tapan Ninova halkını senelerce Allah’a imana ve ibadete dâvet eder. Kavmi ise ona iman etmedikleri gibi pek çok eza ve cefada bulunurlar. Yıllar ve yıllar yılmadan, ümitsizliğe kapılmadan onları hak dine davet edip, iman etmedikleri takdirde üzerlerine Allah’ın azabının gelebileceğini hatırlatır. Halk bu uyarıya da kulak asmaz. Belanın gelebileceği işaretine binaen -ayrılmasıyla alakalı açık bir emir gelmeden- üzüntüyle oradan ayrılır. Aradan birkaç gün geçtikten sonra gökyüzü kararır, şehri simsiyah bir duman kaplar, Ninovalılar telâşlanır ve herkes bir korkuyla sarsılır. Allah’ın azabının üzerlerine geldiğini anlarlar ve pişmanlık duyarak tevbe ile Allah’a yönelirler. Cenab-ı Erhamu’r-Râhimîn de onların tövbelerini kabul eder ve o azabı üzerlerinden kaldırır.
Bu arada şehirden ayrılan Hz. Yunus aleyhisselam ise Dicle Nehri kenarındayken yolcularla dolu bir gemiye biner ve gemi hareket edip kıyıdan uzaklaşır. Bir müddet gittikten sonra gemide bazı problemler belirir. Bunun üzerine kaptan veya başka biri, “Aramızda bulunan bir suçlu yüzünden başımıza bunlar geldi.” der ve bu suçlunun tespiti için kur’a çekilir. Çekilen kur’alar her defasında Hz. Yunus’u gösterir. Bunun üzerine onu denize atarlar. Denize atılan Yunus aleyhisselamı Cenab-ı Hakk’ın emriyle bir balık yutar. Balığın karnında Hz. Yunus, “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn” ifadeleriyle Allah’ı (cc) tesbih u takdiste bulunur. Bu dua ve tesbih, onun kurtuluşuna vesile olur.
Esasen bir insanın, ülkesinden ayrılıp bir yere gitmesi günah değildir. Ancak Hz. Yunus bir peygamberdir ve mukarrebindendir. Allah’a yakın olan insanlar, yakınlığın gereği -tabiri caizse- başlarını kaşımak isterken bile bunu izinle yapmalıdırlar. İşte bu zelleden dolayıdır ki Cenab-ı Hak onu, tebcil edalı te’dip etmiştir. Onun, yaşadığı yerden ayrılıp deniz kenarına gelmesi, orada bir gemiye binmesi, gemiye binmesiyle orada olağanüstü şeylerin olması, kur’a çekilmesi, kur’anın her defasında ona çıkması, bunun neticesinde denize atılması, denizde bir balık tarafından yutulması ve bununla birlikte balığın karnında yaşaması, bütün bunlar asla bir tesadüf değildir. İşte bütün bunların farkında olan Hz. Yunus aleyhisselam balığın karnında “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn” demiştir ki bu ifade bir manada şu anlama gelmektedir: “Ey Mabud-u mutlak ve maksudun bi’l-istihkak! Sen’den başka ilah, hâkim, hükmü nâfiz ve hâmi yoktur. Seni tesbih u takdis ediyorum. Sen, noksan sıfatlardan münezzeh ve müberrasın. Şu an içinde bulunduğum durumda bana tabiatın ve esbabın herhangi bir tesiri ve yardımı olamaz. Bu denizin dalgalarına kimse hükmedemez; balığa kimse sözünü geçiremez; şu karanlıktan kimse beni kurtaramaz. Bütün bu esbaba hükmedecek yalnız Sensin. Bu itibarla esbaba tesir-i hakiki vermeyerek yalnız Seni tenzih edip Sana sığınıyorum. Müsebbibü’l-esbab Sensin; ben nefsime ve kendi kendime zulmettim...”
Esasen “Ben nefsime zulmettim” cümlesi, her büyük müminin duasını noktaladığı bir ifadedir. Hz. Âdem, kâkülünün dağıldığı ve Rabb’isinin yüzüne bakamaz hale geldiği zaman “Rabb’imiz nefsimize zulmettik.” (A’raf, 7/23); Hz. Musa aleyhisselam, belaya maruz kaldığında ise “Rabbim kendime zulmettim, beni mağfiret et.” (Kasas, 28/16) demişti. Evet, hemen her büyük kâmet-i bâlânın böyle bir sürçme karşısında “nefsime zulmettim, haksızlık yaptım, yanlış adım attım” anlamındaki ifadelerle Allah’a yalvardıklarını görürüz.
Sen’den Başka İlah Yok
Üstad’ın da dediği gibi “Lailâhe illâ ente” cümlesiyle istikbale bakılmaktadır. Bu ifade, “Senden başka mabud-u bi’l-hak, maksud-u bi’l-istihkak yoktur. Geleceği, hakkımızda aydınlatacak Sensin. Ben halkımın kalbine Senin envar-ı marifetini koymaya çalıştım. Ancak onlar bunu almamak için direndiler. Aslında bu hakikati onların kafalarına yerleştirecek olan Sendin ve beni yalnız bir sebep kılmıştın.” anlamına gelir. Bu dua, öyle tesirli olmuştu ki, Hz. Yunus memleketi Ninova’ya döndükten sonra yüz bin insan birden ona iman etmişti.
Evet, “Kalbleri tenvir edecek, aydınlatacak olan O’dur. Her şeyin zimamı ve anahtarı O’nun elindedir. O isterse her şey rahatlıkla olur. İstemezse, en rahat şeyler dahi çok çetinleşir.” Binaenaleyh bu ifade, Hz. Yunus’un şahsında bizlere de bir şeyler söylemektedir. Günümüzde iç içe düşmanlar, müminlerin etrafını çepeçevre sarmış; buna mukabil esbap bütün bütün sukût etmiş, inananlar ise adeta eli-kolu bağlı meflûç durumda gibi bir halleri var. Bu açıdan onlarla, dünya çapındaki düşmanları arasında kuvvet dengesi katiyen söz konusu değil. İşte bütün bunlardan ötürü “La ilâhe illâ ente”nin içinde şu mana da vardır: “Allah’ım! Bu kadar ağır şartlar altında bütün zararlıları defetmek, bütün menfaatli şeyleri celbetmek Sana mahsustur. Yoldan çıkan kimselere akıl vermek Sana ait bir şeydir. Bu mevzuda bize de sabr-ı cemil ver.”
Mümin, “Lâ ilâhe illa ente” derken hem bu manayı, hem de bu sözün Hz. Yunus’un hayatında nasıl o müthiş harikalara vesile olduğunu düşünmeli ve kendi hayatında da -inşallah- pek büyük hayırlara vesile olacağına inanmalıdır.
FETHULLAH GÜLEN