- İcmalî ve Tafsilî Bakımdan İmanın Artışı

Adsense kodları


İcmalî ve Tafsilî Bakımdan İmanın Artışı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Sun 8 January 2012, 11:03 am GMT +0200
İcmalî ve Tafsilî Bakımdan İman’ın Artışı


İcmalî ve tafsilî bakımdan imanın artışına gelince; bilindiği gibi ilkin farz kılınanlar ile Kur’ân’ın nüzulunun tamamlanmasından sonra farz kılınanlar aynı değildir. Rasûlün haberinin ulaştığı kimseler hakkında farz olduğu şekilde tafsilî bir iman, herkes hakkında vacib olmayabilir. Necaşî ve benzerleri gibi.

Kalp ve azaların amelde bulunmasını gerektiren amel ve tasdik ile imanın fazlalığına gelince, elbetteki bu, tasdikin kapsamı içerisinde bulunmayan anlamdan daha mükemmel bir mertebedir. Yani bildiğiyle amel eden bir kimse, bildiğiyle amel etmeyenden daha mükemmeldir. Eğer lazım olan bir şey meydana gelmezse bu onu gerektiren şeyin zayıflığını gösterir.

Musa -Aleyhisselam-a kavminin buzağıya taptıkları haberi ulaşınca Tevrat levhalarını atmadı. Onların buzağıya taptıklarını görünce levhaları yere bıraktı. Bu onun Yüce Allah’ın kendisine vermiş olduğu haberde şüphe ettiğinden ötürü değildi, fakat haber verilen kimse, haber verenin doğruluğunu kesinlikle bilmekle birlikte, bizzat görmesi halinde olduğu gibi, kendisine verilen haberi gereği gibi canlandıramaz.

Nitekim İbrahim el-Halîl de -Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun- böyle demişti: "Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster. İnanmadın mı yoksa? diye buyurunca, o da: İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için soruyorum (demişti.)" (el-Bakara, 2/260)

Aynı şekilde mesela bir kimseye hac ve zekat farz olsa, o kimsenin muhatab olduğu bu emirleri bilip iman etmesi ve başkası için ancak icmalî bir şekilde inanılması vacib olan bu hususu, Allah’ın kendisine farz kılmış olduğuna inanması gerekir; ona bu hususa tafsilî olarak iman etmek düşer.

İlk İslam’a girme halinde de insanın durumu budur. Öncelikle onun icmalî bir ikrarda bulunması gerekir. Daha sonra namaz vakti girdi mi namazın farziyetine iman ederek onu eda etmesi gerekir. Kısacası insanlar emrolundukları iman bakımından birbirlerine eşit değildirler.

Kalbinde herhangi bir şehvet (arzu) ve şüphenin karşı koyamayacağı türden kat’î bir tasdîk bulunan bir kimsenin herhangi bir masiyet işlemeyeceğinde şüphe yoktur. Çünkü böyle bir şehvet ve şüphenin yahut ta birilerinin hasıl olmaması halinde isyan da söz konusu olmaz. Bunlardan birisi ya da ikisinin bulunması halinde ise kişinin kalbi işlemekte olduğu masiyet ile meşgul olur. O vakit kalbinden tasdik kaybolur, tehdit hatırlanmaz olur ve böylelikle isyanda bulunulur. İşte bundan dolayı -doğrusunu en iyi bilen Allah’tır ya- Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-: "Zina eden, zina ettiği vakit mü’min olarak zina etmez"[44] diye buyurmuştur. Çünkü kişi zina ettiğinde zinanın haram oluşu dolayısıyla kalbindeki tasdik kaybolur. İman aslı itibariyle kalbinde kalsa bile. Daha sonra bu tasdik tekrar geri döner.

Gerçek şu ki takva sahibi kimseler Yüce Allah’ın şu buyruğunda nitelendirdiği şekildedirler: "Takva sahiplerine şeytandan bir vesvese gelirse iyice düşünürler. Bakarsın ki onlar görüp bilmişler bile." (el-A’raf, 7/201)

Leys, Mücahid’den naklen şöyle demektedir: Burda sözü edilen kişi bir günah işlemeyi içinden geçirdikten sonra Yüce Allah’ı hatırlayarak, O’nu terkeden kimsedir. Şehvet ve gazab bütün kötülüklerin başlangıç noktasıdır. Kişinin basireti açılıp, hakkı görünce o verdiği karardan geri döner. Daha sonra Yüce Allah: "Kardeşleri ise onları sapıklığa sürükler, sonra da ellerini yakalarından çekmezler." (el-A’raf, 7/202) diye buyurmaktadır. Yani şeytanların kardeşleri, şeytanları sapıklıkta sürekli kılmaya çalışırlar ve sonra da onları bir türlü bırakmazlar.

İbn Abbas -Radıyallahu anh- şöyle demiştir: Ne insanlar kötülükten el çekerler, ne de şeytanlar onları bırakırlar. Eğer basireti açılmayacak olursa, kalbi körlük içerisinde kalmaya devam eder. Şeytan da onun azgınlığında sürekli kalmasını sağlar. Şâyet kalbinde tasdik var ise işte kendisi ile basiretin açıldığı nur budur. İşte kalbinden çıkıp ayrılan haşyet ve korku da budur. Bu şuna benzer: İnsan gözlerini kapatırsa etrafını görmez, körlük olmasa dahi. Kalp de günahların oluşturduğu perde ile örtülürse bu hale düşer, hakkı göremez olur. Kâfirin körlüğü türünden bir körlük olmasa dahi. İşte bu mana Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-e kadar ulaşan merfu bir senet ile şöylece dile getirilmiştir: "Kul zina ettiği vakit iman ondan çekilip, alınır. Eğer tevbe ederse tekrar ona geri iade olunur."[45]


[44] Buhârî 2475, 5578, 6772, 6810; Müslim 57; Ebû Dâvûd 4689; Tirmizî 2625; İbn Mâce 3936; Nesaî VIII, 64, 65, 313; Müsned, II, 243, 317, 376, 386, 479.

[45] Ebû Dâvûd 4690