ezelinur
Tue 9 February 2010, 02:58 pm GMT +0200
Tanımı, Rükünleri Ve Kısımları
Hemzenin kesresiyle "icâre", bazan hemzenin fethasıyla bazân da zammesiyle "ücâre" şeklinde okunabilirse de en yaygın olanı, hemzenin kesresiyle "icâre" şeklinde okunanıdır. İcâre kelimesi, "darabe" ve "katele" veznindeki fiilinin simâî masdarıdır. Muzâri, "ye´cürü" şeklindedir. Cim harfinin kesresi veya zammesiyle"ecire" veya"ecure"ninlügattaki anlamı, yapılan işin karşılığıdır. Bazıları icâre´nin simâî masdar olmadığını söylemişlerdir. Çünkü "darabe" gibi olan "ecere" fiilinin kıyâsı mas-darı, aynen darp veznindeki "ecr"dir. Ki "ecr"İn anlamı, cevap ve güzel mükâfaattır. "İcâre"nin, onun masdarı olduğu işitilmemiştir. Bilakis o, verilen ücretin adıdır. Az ileride tanımlamamız gereken de medli olan "âcere-yû´cirü"nün masdarı olan "icâr"dır. "Ekreme" veznindeki "âcere"nin aslı aceredir. İsm-i faili "mü´cirun"dur; "Mükrimün" gibi. Doğrusi4şu ki; "icâre", ilk başta söylendiği gibi ecere fiilinin simâî masdarıdır. "Icâr", ekreme veznindeki âcere´nin kıyası masdarı olduğu gibi; "icâre" de aynı şekilde "darabe" veznindeki "ecere"nin simâî masdarıdır. "Ecr" gibi.
Bu, ücretliye verilen kira bedelidir. Medli olarak "Fâale" vezninde "Âcere" şeklinde de bu fiil kullanılabilir. Tıpkı "kâtele" gibi. Masdarı da "fiâl" ve "müfâale" (yani "icar" ve "müâcere") şeklinde olur. Ancak "müfâale" "müâcere" masdarının ev icarında ve benzeri, karşılıklı etkilenişin "müfâalenin" düşünülemeyeceği hususlarda kullanılması sahih olmaz. Meselâ "âcertû´d-dâre müâcereten" demek, "kateltü mukateleten" vezninde olduğu gibi sahih olmaz. Aksine bunda, "ekreme" gibi "ef´ale" vezninde "acertü" kalıbını kullanmak gerekir. Sonra bu durumda "âcere" fiili iki meful alır. Örneğin, Muhammed´e evi kiraya verdim anlamında, "âcertü Muhammeden ed-dâre" demek gibi. Ama fâale kalıbında kullanılan âcere fiili geçişsizdir. "Müâceretü´l-ecîr" de, bu kökten gelir. Örneğin işçiyi kirayla tuttum anlamında "âcertü´l-ecîre muâcereten" demek gibi. Şu da var ki, cümlenin sonunda "muâcereten" kelimesi söylenmezse; baştaki "âcertü" fiilinin, "ekreme" gibi "ef´ale" vezninde söylenmiş olduğu düşünülebilir. Ecere fiilinin masdarı, "fiâl" ve "müfâale" vezninde, "icar" ve "muâcere" şeklindedir. İcârenin şer´î terminolojideki anlamına gelince; mezheblerin buna ilişkin geniş açıklamaları aşağıya alınmıştır.*
(34) Hanefîler dediler ki: İcâre, bir bedel karşılığında, eşyadan kastedilen belirli menfaate sahip olmayı ifâde eden bir akidtir.
"Akitdir" sözünün mânâsı, icâb ve kabuldür. İcâb ve kabulün lâfızla olması gerekli değildir. Şöyleki: Bir kişi, başkasından bir yıllığına bir ev kiralar, kira süresi dolduğunda sahibi, kiracının evi boşaltmasını ister. Boşaltmadığı takdirde; o gün için şu kadar bedel ödemesi gerekir. Boşaltma çalışmasına başlar ancak belli bir mesafe (süre) ye kadar boşaltması mümkün olursa, bu süre (mesafe) içinde evin rayice uygun kira bedelini ödemesi gerekir ve bu süre için kiralama lâfzı geçmese bile kira akdi gerçekleşmiş olur. "Menfaate sahip olmayı ifâde eden" sözüyle satış, hîbe ve sadaka akidleri kapsam dışına çıkmış olmaktadır. Çünkü bu akidlerde menfaate değil de eşyanın kendisine sahip olunmaktadır.
Nikâh akdine gelince bazıları demişlerdir ki: Nikâh, yararlanma hakkı bakımından (kadının) şahsına sahip olmayı ifâde eder. Yani kendisinden yararlanılacak olan (dişilik) organına sahip olmayı ifâde eder. Diğer bazıları da demişler ki: Nikâh, dişilik organından ve kadının bedeninin diğer kısımlarından yararlanma anlamını ifâde eder. Yani erkek, başkalarından ayrı olarak tek başına kadından yararlanma hakkma sahiptir.
Bu iki görüş birbirine yakındır. Çünkü koca, karısının şahsına sahip olur diyenler, bu sözleriyle kocanın, cariyelere sahip oluşu gibi hakikî mülkiyetle sahip olduğunu kasdetmemektedirler. Bu sözleriyle sadece kocanın, başkalarından ayrı olarak karısından yararlanma hakkına sahip olduğunu ifâde etmektedirler. Bu nedenle de nikâhı, bir yararlanma akdi olarak tanımlamışlardır. Yâni nikâh, yararlanma hakkına sahip olduğunu ifâde eder. Sahip olmak, mahsus kılınmak mânâsına gelir. Bundan erkeğin, karısından yararlanışının helâl olması lâzım gelir. Her halükârda nikâh akdi, icârenin tanımı dışında kalmaktadır. Ama birinci görüşe göre diyecek olursak; nikâh akdi, kadının şahsını açıkça kocasına mülk kılmak demektir.
İcâre akdine gelince bu, açık veya gizli olarak yararlanma hakkına sahip olmaktır. îkinci görüşe göre nikâh akdi, dişilik organının menfaatine sahip olmak değil de, o organdan yararlanma hakkına sahip olmak demektir. Bu iki durum arasında fark vardır. Çünkü menfaate sahip olan, ondan gelecek şeylerin hepsine sahip olur. Oysaki nikâh akdinde durum hiç de böyle değildir. Görülmez mi ki; evli bir kadını bekârdır şüphesiyle bir başkası nikahlayacak olursa, ikinci nikâh fâsid olur ve ikinci kocanın mehr-i misil ödemesi gerekir. Ama evli olduğunu bile bile başkasının nikâhlı karısını nikahlamak haramdır. Böyle yapana had cezası uygulanır ve bu kişinin de mehr-i misil Ödemesi gerekir. Mehri, kocası değil de kadının kendisi alarak mülkiyetine geçirir. Eğer kocası onun dişilik organının sahibi olsaydı, bu mehri kendisi alacaktı. Ama bir kişinin, şüpheyle başkasının câriyesiyle evlilik akdi yapması buna benzemez. Bu cariyenin alacağı mehre efendisi sahip olur. Çünkü efendisi, onun bütün menfaatlerine sahip olduğu gibi, dişilik organına da gerçek bir mülk olarak sahip olur. İcâre akdinin tanımında geçen "belli menfaat" kaydıyla da fâsid icâreler kapsam dışına çıkarılmış olmaktadır.
Fâsid icârelerde, taraflar arasında anlaşmazlığa yol açacak belirsizlik ve müphemlik vardır. Mçselâ; icar süresi açıklanmayan veya belirlenmesi gereken menfaatin belirlenmediği icâreler fasittirler. Kabul edilebilir olan, ancak şer´î maksadın ilgili olduğu sahih icârelerdir. Tanımda geçen "icar edilen şeyden maksat olarak güdülen" sözünün anlamı şudur: Akde konu menfaatin, şeriat ve akıl açısından muteber bir menfaat olması gerekir. Bu kaydın konulmasıyla da şeriat ve akıl nazarında muteber sayılmayan bir amaçla icar edilen şeyler, kapsam dışına çıkarılmış olmaktadır. Meselâ; at süvârisidir denilsin diye birkaç günlüğüne bir atın icar edilmesi, veya "bunu ancak kodamanlar giyebilir" denilsin diye bir elbisenin geçici bir süre için icar edilmesi veyahut "zengindir, icar bedelini ödeyebiliyor" denilsin diye içinde oturul-madığı halde bu yerde bir evin icar edilmesi gibi, her ne kadar tjasit insanlar nazarında değer ifâde etse de aklı başındaki insanlar nazarında hiçbir değer ifâde etmeyen ve çocukçasına yapılan icâreler, fasit karelerdendir.
Tanımda geçen "icar edilen şeyden maksat olarak güdülen" sözündeki maksadın, salt bir maksat değil, akıl ve şeriat nazarında muteber olan bir maksat olması gerekir. İşte bu kayıtlara aykırı olarak yapılan icâreler fasittir. Müstecir, icar ettiği eşyayı kullanmış olsa da icar bedelini vermekle yükümlü olmaz. İcar maksadı, sahih olur ama mübhemlik nedeniyle icar akdi fâsid olursa ve bu durumda müstecir de icar etmiş olduğu eşyayı kullanmış olursa, ücreti ödemesi gerekir.
İcârenin rükünleri icâb ve kabuldür. Bilindiği gibi rükünden amaç, akdin mâhiyetine dâhil olan şey demektir. Akdin mâhiyeti, akdin kendisiyle gerçekleştiği sıfatıdır. Sıfatın dışındaki şeyler, akdin gerçekleşmesi için kendisine bağlı olduğu şeylerdir. Örneğin akdi yapan, akdin konusu olan ma´-kûdun aleyh gibi. Bunlar, akdin mâhiyetinin gerçekleşmesi için şart olan şeylerdirler.
İcar akdi, kelimeyle veya kelime yerine geçen davranışlar (muatat)la gerçekleşir. Kelimeyle gerçekleşmesi durumunda, kullanılan kelimenin geçmiş zaman kipindeki bir fiil olması gerekir. Bu kipteki fiili, akideilerin ikisinin kullanması zorunludur. Örneğin ikisinden bîri, kasırlı veya medli olarak (ecertu) veya âcertu hâzİhi´ddâre yâni "Ben bu evi icara verdim"; diğerinin de "kabul ettim" veya "icarla aldım" demesi gibi. Ama akidcilerden birinin telâffuz ettiği fiil, geçmiş zaman kipinde; diğerininki gelecek zaman kipinde olursa, icar akdi sahih olmaz. Örneğin taraflardan birinin, "Bu evi bana icara ver", diğerinin de "icara verdim" demesi gibi. Bu akid, icar lafzıyla gerçekleşebileceği gibi, hîbe veya sulh lafzıyla da gerçekleşebilir. Örneğin taraflardan birinin, "şu kadar (ücret)le bu evin bir yıllık veya bir aylık faydasını sana hîbe ettim" demesi; diğerinin de "kabul ettim" demesi gibi. Aynı şekilde taraflardan birinin "şu kadar (ücret)le bu evin bir yıllık faydası üzerine seninle sulh yaptım" demesi; diğerinin de "kabul ettim" demesi gibi. Bu şekillerde yapılan akid, icar akdi olur. icar akdi, âriye (iğreti) lafzıyla da gerçekleşir. Zîra bedel karşılığı iğreti vermek, icardır. Meselâ adamın biri, karşısındaki şahsa hitaben "bu evin bir aylık menfaatini ellibin Türk lirası karşılığında sana iğreti olarak verdim" derse, bu icar olur. Ama "bu evin bir aylık menfaatini bedelsizce sana iğreti olarak verdim" derse, bu iğreti değil de fasit bir icar olur. Karşı taraf bu evden yararlanacak olursa, rayiç icar bedelini ödemekle yükümlü olur.
İcar akdinin kelime yerine geçen davranışlar (muatat) ile gerçekleşmesine gelince bu, gemiye binmek, hamama girmek, berbere gitmek gibi halk arasında normal bir şekilde akidsiz olarak yapılan kısa süreli ve cüz´î ücretli işlerde caiz olabilir. Bu tür işler akidsiz olarak yapılırsa, icare sahih olur. İcar bedeli her sene aynı düzeyde olmayıp bâzan artıp bâzan azalıyorsa, uzun süreli icarlar muatat ile yapıldığında, ancak seneden seneye, yani bir senelik olarak gerçekleşir. Çünkü uzun süreli icarlar, fiyatların istikrarsızlığı dolayısıyla, muatat İle yapıldığında, taraflar arasında anlaşmazlığa yol açar.
Muatat ile gerçekleşen icar akdine şu hususu da örnek gösterebiliriz: Bir kişi belli bir ücretle, belirli bir süre için bir evde kirayla oturur. İcar süresi sona erdiğinde sesini çıkarmaksizın evde oturmaya devam eder. Ev sahibi de sesini çıkarmaksızın kendisinden kira bedelinin bir kısmını alırsa, bununla bir senelik icar akdi daha yapılmış sayılır. Artık yeni bir icar akdi yapmaksızın icar bedelini ödemek gerekir.