hafız_32
Wed 10 November 2010, 11:42 am GMT +0200
B- İbadet
1- İbadetin Tanımı
Allah'a inancı ve bağlılığı simgeleyen bütün davranışlar ibadet olarak isimlendirilebilir. İbadet, Allah'la kurulan tabiatüstü ilişkinin görünür varlığı, belli sözler, jestler ve davranışlar sistemi şeklindeki tezahürüdür. Genel olarak ibadet kavramı; “kutsal zaman ve mekânlara saygı”, “dünya düzeni ve Tanrı'nın iradesinin geniş bir yorumu sonucunda girişilen bazı eylemler” ve “belli bir amaca ulaşmak için yapılan basit törenler (taharet, dua, kurban., gibi) [407] olmak üzere çok geniş bir davranış ve uygulamalar sistemini dile getirir.
İnsanda tapınma eylemini gerçekleştiren asıl niyet, “bağmlılık şuuru”dan beslenmektedir. Kendi varoluş imkânlarıyla tam ve mükemmel olmayan insanın, herşeyini kendisine borçlu olduğu mükemmel ve yüce varlığa karşı itaat ve yakınlaşma isteği, ibadetlerle anlam kazanmaktadır. Bağımsızlık duygusunun en üst planda tecrübe edildiği ergenlik ve gençlik dönemlerinde, ibadet görevlerinin yerine getirilişindeki ilgisizlik ve azalma açıkça müşahede edilebilmektedir. Eskiden dinî şuur içinde çok önemli bir yeri olan Allah'a karşı borç anlayışı, çağdaş Batı kültüründe hemen hemen kaybolmuştur, înanç sahibi olduğunu söyliyen pekçok insanın, ibadetleri yerine getirme konusundaki isteksizliği, esas olarak bu dinî motivasyonun ortadan kalkmış olmasıyla açıklanabilir.
Sonuç itibariyle ibadet bir “itaat” davranışıdır. Allah'a bağımlılığın şuuruna ulaşmış insanın, bunun sonucuna içtenlikle, şükran ve minnettarlık duyguları içerisinde katılmasını simgeler. İbadet ve dinî uygulamalar vasıtasıyla inançlı insan, kendi psikolojik tabiatının ve gündelik şuurunun normal işleyiş düzeninin dışına çıkarak, üstün bir varlık tarzına ve yaşama modeline yükselmektedir. Çünkü ibadet, onu yerine getiren kişiye nazaran kendi bağımsız varlığına sahiptir. Bu bakımdan ibadet psikolojiye indirgenemez ve psikoloji tarafından da izah edilemez. Ancak ibadetin insan üzerindeki etkileri incelenebilir. [408]
2- İbadette Şekil ve Mânâ
İnanan insanın Allah'a bağlılığını ifade etmesi, buna uygun düşen kalıplaşmış hareket ve davranış sistemlerini gerekli kılmaktadır. Din, bu sistemleri bizzat düzenlemekle, ferdin tapınma isteğine yön gösteren model davranış şekli ve uygulama biçimleri oluşturmuş olmaktadır. Böylece her ibadet için öngörülmüş bulunan, değişmez aslî unsurlardan oluşmuş bir şekil ve kalıp sözkonusudur. Çoğu zaman bu şekil ve kalıp kendi ötesinde çok derin ve gizli mânalar taşıyan sembolik bir tarzda düzenlenmiştir. Bu bakımdan, ibadetin şekli, onun mânâsının yaşanmasında doğrudan doğruya etkili olmaktadır. Bir ibadeti yerine getirmek, yalnızca bir sembolü yerine getirmek değil, bir tür varlık tarzına, insanüstü ve küllî bir tarza en azından bilkuvve katılmak demektir. Yani inanan insan, bu kalıplar içerisinde dinî tecrübe ve tasavvurlarının gelişmesini açıkça izleme imkânı bulmakta, ruh hallerinin çok şekilli karmaşıklığının boğucu etkisinden sıyrılabilmekte ve ilâhî şuuru yaşayabilmektedir. Böylece ibadetin anlamı, şeklinin varlık yapısıyla birleşmektedir. İbadet, ancak anlamına uygun bir niyetle yerine getirilirse meyvesini verir. Fakat bu, niyetin ibadetin şeklinden bağımsız olduğu anlamına gelmez. Çünkü, kişinin derûnî bir tavrı olan niyet, hem varlık yapısıyla ilgili hem de aklî gerçekliği açığa çıkaran bir özellikle birleşmekte ve böylece ibadet fiili ferdî psikolojimizin sınırlarının ötesine geçmektedir.
Demek oluyor ki, ibadette şekil ve mânâ unsurlarıyla bütünleşmiş, normal gündelik şuuru köklü değişime zorlayan bir yapı özelliği vardır. Bu noktada, Izutsu'nun gösterdiği gibi[409], dua ve namaz arasındaki yapı farkı, dinî şuurun gerçek tabiatını anlamak bakımından önem taşır. Duadaki beden hareketleri namaza göre çok daha basittir. Ayrıca namazın gerek kalıbı ve gerekse ondaki sözlü rükünler (Kur'ân okuma, zikir, salavât..), kelimeler, ferdin isteği dışında objektif bir mahiyete sahiptir. Namazdaki beden vaziyeti ve sözlü rükünler, bir dinî merasim halinde icra edilir. Burada kullanılan bütün hareket şekli ve kelimelerin, namazın gereği olan bir yanı vardır. Halbuki duadaki hareket ve kelimeler, insanın herhangi bir anındaki kişisel duygu ve düşüncelerini yansıtır. Kısaca, insan duada içinden geleni söyler, beden organlarını durumun gerektirdiği şekilde kullanır. Bu bakımdan dua büyük ölçüde sübjektif bir bütünlüğe sahiptir. Aynı zamanda duada ferdî yaratıcılığa da imkân vardır. Buna karşılık namazdaki beden hareketleri ve sözler, ferdin kendisinin icad ettiği şeyler değildir; bunlar sembolik mahiyette olan ve dinî uygulamanın bir parçasını teşkil eden unsurlardır. Bundan dolayı namazdaki söz ve hareketler sıradan şeyler değildir; bunlar kişinin dini tecrübe ve davranışlarını sınırlandıran bir kalıp ve çerçevedirler. Mümin kişinin dinî şuuru bu kalıp içerisinde, onun sınırladığı algı modeli ve telkin ettiği mânâlar çerçevesinde şekillenir. Kişinin niyeti, ruhi hâlleri ve algılama imkânları bu kalıbın gerektirdiği mânâya uygun düşmesi ölçüsünde, namazın psikolojik etkinliği de artmış olacaktır.
“Şu namaz kılanların vay hâline ki, onlar kıldıkları namazın mânâsından uzaktırlar” [410] anlamındaki âyet, ibadetteki bu şekil ve mânâ bütünlüğüne dikkat çeker. [411]
3- İbadetlerde Sembolik Anlatım
Duygu ve düşünceleri ifade etmenin çeşitli yolları vardır. Sembolik anlatım bunların en kapsayıcısı ve derin mânâlar taşıyıcı olanıdır. Çoğu zaman dinî hayat içerisinde sembollerden yararlanılmıştır. Çünkü din alanı, soyut gerçekliklerin en fazla dile getirildiği bir alandır. En başta, müminin varlığına ve yüceliğine inanıp bağlandığı Allah, görülen ve doğrudan algılanan bir gerçekliğe sahip değildir. Dua ve ibadet Allah'la kurulan bir ilişki, O'nun varlığı ve yüceliği hakkında bilgi ve şuur kazanmadır. Bir insan, lider ve otorite olarak kabul edip kendisine bağlandığı ve her bakımdan ona itaat ettiği bir diğer insan karşısında, kendisini alçaltan ve onu da yücelten birtakım söz, hareket ve davranışlarla ilişkisini ortaya koyar. İnanan insan ise, kendisini görmediği ve kendisine yaklaşamadığı Allah karşısında duygu ve düşüncelerini nasıl dile getirecektir? İşte diğer dinlerde olduğu gibi, İslâm'daki bazı ibadetler de, insan-Allah ilişkisini dile getiren sembolik jestler ve bunlara eşlik eden sözlü formüller halinde düzenlenmiştir. Biz burada Namaz ve Hac ibadetindeki sembolik anlatımların tahlilini yapmaya çalışacağız. [412]
Namazdaki Sembolik Anlatım :
İslâm'ın namaz ibadeti, insanın bütün ifade imkân ve vasıtalarını bir bütün hâlinde faaliyete geçiren tam bir davranışlar sistemi olarak gözükmektedir. Dıhlevî'nin isabetle ortaya koyduğu gibi, namazın üç temel unsuru vardır:
a- Allah'ın ululuğu ve yüceliği tecrübesini yaşayan insanın, O'nun karşısında kendi eksik, zayıf ve yetersizliğini farketmekten ileri gelen, alçakgönüllülük, huzur ve huşunun son derecesiyle “vaziyet alıp durmak”.
b- Güzel bir usûl ve uygun sözlerle Allah'ın büyüklük ve yüceliğini belirten ve kendisinin de zayıflık ve güçsüzlüğünü, Allah'a olan bağımlılığını, şükran ve minnettarlığını ortaya koyan “ifadeler kullanmak”.
c- Bu alçalma durumuna, saygı ve hürmete uygun düşecek şekilde “beden organlarını hareket ettirmek” ve belli bir düzen ve ölçü içerisinde bedeni kullanmak [413].
Böylece namaz, ciddî bir vaziyet alış, söz ve hareket unsurlarından oluşmuş tam bir ifade sistemidir. Bu unsurları, kendilerine uygun düşen psikolojik muhtevalarından ayrı düşünmek te doğru olmaz. Daha doğrusu, kişinin namaz anında yaşadığı ruh hâlleri bu davranışlarla uyum ve uygunluk içerisinde olduğu ölçüde ibadet, anlamına uygun olarak yerine getirilmiş olur. Bedenin herhangi bir durumdaki vaziyet alış şekli, kişinin o anda yaşadığı duygu ve düşüncelerle içten alâkalıdır. Normal olarak birisine saygı ve hürmet ifade etmek için ayakta durulur ve kendisine saygı duyulan ve kendisinden yardım umulan şahsa karşı dönülür. İnsanın duygularını ve duygularının etkilerini dile getirmek bakımından, diğer organlara göre en uygunu “yüz”dür. Daha hürmetkar olarak, insan eğilir ve başını saygı ve tazimle indirir. Alçakgönüllülüğün en son derecesi, başı hürmet edilen şey karşısında eğerek, yere değdirmek şeklinde dile getirilir. Aynı zamanda bu hareket benliği ve şuuru en yüksek derecesinde teksif ettirir. Böylece, diz çökme ve secdeye kapanma, kendini alçaltmanın son derecesi ve en tabii ifadesidir. Allah huzurunda benliğin, kendi üzerinde tam bir yoğunlaşmadan sonra tevazu ile boyun eğişinin gerçekleşmesinde, bütün bu beden duruşları ve hareketlerinin büyük etkisi ve önemi vardır. Namazdaki beden hareketleri hem ferdî benliğin tasdikini hem de Allah karşısında bu benliğin yok oluş ve boyun eğişini temsil eder. Kıyam, Allah karşısında insanî benliğin kabullenilmesidir, rükû ve secde ise bağımsız bir fert olarak Allah'a itaat ve teslimiyettir. Böylece namazdaki beden vaziyet ve hareketleri, zihinde oluşmaya başlayan dinî duygu, düşünce ve tasavvurların yönünü belirlemek suretiyle, bedenin ruh üzerine etkisini sağlayıcı ve artırıcı bir sistem olarak rol oynarlar. Namazdaki beden duruşları, kendileriyle birlikte zihnin dinî tutumunu doğurmak suretiyle faydalı bir etkide bulunurlar. Bu kısmen, bu beden duruşlarının çoğunun dikkati bir noktada toplamaya doğru yönelmesinden ileri gelmektedir. Sonuç olarak namaz, Allah karşısında insanın kendi benliğini hem yok etmesini ve hem de bağımsız bir fert sıfatıyla kendisini ispat etmesini simgeler.
Bir başka açıdan namaz, insanın Allah'a doğru olan yolculuğunu sembolize etmektedir. Bu yolculukta kullanılan vasıta, söz ve hareket şekilleri Allah tarafından belirlenmiştir; yani bunlar “gayr-i beşerî” bir özelliğe sahiptir. Namazda özellikle beşeri olan, her insanın kendi kapasitesine göre Yaratıcısına yakınlaşma arzusudur. Bu arzunun şiddet derecesi, hem insanın büyüklüğü hem de Rabbi ile buluşma imkânının derecesiyle orantılı olarak, belirleyici bir rol oynar. [414]
1- İbadetin Tanımı
Allah'a inancı ve bağlılığı simgeleyen bütün davranışlar ibadet olarak isimlendirilebilir. İbadet, Allah'la kurulan tabiatüstü ilişkinin görünür varlığı, belli sözler, jestler ve davranışlar sistemi şeklindeki tezahürüdür. Genel olarak ibadet kavramı; “kutsal zaman ve mekânlara saygı”, “dünya düzeni ve Tanrı'nın iradesinin geniş bir yorumu sonucunda girişilen bazı eylemler” ve “belli bir amaca ulaşmak için yapılan basit törenler (taharet, dua, kurban., gibi) [407] olmak üzere çok geniş bir davranış ve uygulamalar sistemini dile getirir.
İnsanda tapınma eylemini gerçekleştiren asıl niyet, “bağmlılık şuuru”dan beslenmektedir. Kendi varoluş imkânlarıyla tam ve mükemmel olmayan insanın, herşeyini kendisine borçlu olduğu mükemmel ve yüce varlığa karşı itaat ve yakınlaşma isteği, ibadetlerle anlam kazanmaktadır. Bağımsızlık duygusunun en üst planda tecrübe edildiği ergenlik ve gençlik dönemlerinde, ibadet görevlerinin yerine getirilişindeki ilgisizlik ve azalma açıkça müşahede edilebilmektedir. Eskiden dinî şuur içinde çok önemli bir yeri olan Allah'a karşı borç anlayışı, çağdaş Batı kültüründe hemen hemen kaybolmuştur, înanç sahibi olduğunu söyliyen pekçok insanın, ibadetleri yerine getirme konusundaki isteksizliği, esas olarak bu dinî motivasyonun ortadan kalkmış olmasıyla açıklanabilir.
Sonuç itibariyle ibadet bir “itaat” davranışıdır. Allah'a bağımlılığın şuuruna ulaşmış insanın, bunun sonucuna içtenlikle, şükran ve minnettarlık duyguları içerisinde katılmasını simgeler. İbadet ve dinî uygulamalar vasıtasıyla inançlı insan, kendi psikolojik tabiatının ve gündelik şuurunun normal işleyiş düzeninin dışına çıkarak, üstün bir varlık tarzına ve yaşama modeline yükselmektedir. Çünkü ibadet, onu yerine getiren kişiye nazaran kendi bağımsız varlığına sahiptir. Bu bakımdan ibadet psikolojiye indirgenemez ve psikoloji tarafından da izah edilemez. Ancak ibadetin insan üzerindeki etkileri incelenebilir. [408]
2- İbadette Şekil ve Mânâ
İnanan insanın Allah'a bağlılığını ifade etmesi, buna uygun düşen kalıplaşmış hareket ve davranış sistemlerini gerekli kılmaktadır. Din, bu sistemleri bizzat düzenlemekle, ferdin tapınma isteğine yön gösteren model davranış şekli ve uygulama biçimleri oluşturmuş olmaktadır. Böylece her ibadet için öngörülmüş bulunan, değişmez aslî unsurlardan oluşmuş bir şekil ve kalıp sözkonusudur. Çoğu zaman bu şekil ve kalıp kendi ötesinde çok derin ve gizli mânalar taşıyan sembolik bir tarzda düzenlenmiştir. Bu bakımdan, ibadetin şekli, onun mânâsının yaşanmasında doğrudan doğruya etkili olmaktadır. Bir ibadeti yerine getirmek, yalnızca bir sembolü yerine getirmek değil, bir tür varlık tarzına, insanüstü ve küllî bir tarza en azından bilkuvve katılmak demektir. Yani inanan insan, bu kalıplar içerisinde dinî tecrübe ve tasavvurlarının gelişmesini açıkça izleme imkânı bulmakta, ruh hallerinin çok şekilli karmaşıklığının boğucu etkisinden sıyrılabilmekte ve ilâhî şuuru yaşayabilmektedir. Böylece ibadetin anlamı, şeklinin varlık yapısıyla birleşmektedir. İbadet, ancak anlamına uygun bir niyetle yerine getirilirse meyvesini verir. Fakat bu, niyetin ibadetin şeklinden bağımsız olduğu anlamına gelmez. Çünkü, kişinin derûnî bir tavrı olan niyet, hem varlık yapısıyla ilgili hem de aklî gerçekliği açığa çıkaran bir özellikle birleşmekte ve böylece ibadet fiili ferdî psikolojimizin sınırlarının ötesine geçmektedir.
Demek oluyor ki, ibadette şekil ve mânâ unsurlarıyla bütünleşmiş, normal gündelik şuuru köklü değişime zorlayan bir yapı özelliği vardır. Bu noktada, Izutsu'nun gösterdiği gibi[409], dua ve namaz arasındaki yapı farkı, dinî şuurun gerçek tabiatını anlamak bakımından önem taşır. Duadaki beden hareketleri namaza göre çok daha basittir. Ayrıca namazın gerek kalıbı ve gerekse ondaki sözlü rükünler (Kur'ân okuma, zikir, salavât..), kelimeler, ferdin isteği dışında objektif bir mahiyete sahiptir. Namazdaki beden vaziyeti ve sözlü rükünler, bir dinî merasim halinde icra edilir. Burada kullanılan bütün hareket şekli ve kelimelerin, namazın gereği olan bir yanı vardır. Halbuki duadaki hareket ve kelimeler, insanın herhangi bir anındaki kişisel duygu ve düşüncelerini yansıtır. Kısaca, insan duada içinden geleni söyler, beden organlarını durumun gerektirdiği şekilde kullanır. Bu bakımdan dua büyük ölçüde sübjektif bir bütünlüğe sahiptir. Aynı zamanda duada ferdî yaratıcılığa da imkân vardır. Buna karşılık namazdaki beden hareketleri ve sözler, ferdin kendisinin icad ettiği şeyler değildir; bunlar sembolik mahiyette olan ve dinî uygulamanın bir parçasını teşkil eden unsurlardır. Bundan dolayı namazdaki söz ve hareketler sıradan şeyler değildir; bunlar kişinin dini tecrübe ve davranışlarını sınırlandıran bir kalıp ve çerçevedirler. Mümin kişinin dinî şuuru bu kalıp içerisinde, onun sınırladığı algı modeli ve telkin ettiği mânâlar çerçevesinde şekillenir. Kişinin niyeti, ruhi hâlleri ve algılama imkânları bu kalıbın gerektirdiği mânâya uygun düşmesi ölçüsünde, namazın psikolojik etkinliği de artmış olacaktır.
“Şu namaz kılanların vay hâline ki, onlar kıldıkları namazın mânâsından uzaktırlar” [410] anlamındaki âyet, ibadetteki bu şekil ve mânâ bütünlüğüne dikkat çeker. [411]
3- İbadetlerde Sembolik Anlatım
Duygu ve düşünceleri ifade etmenin çeşitli yolları vardır. Sembolik anlatım bunların en kapsayıcısı ve derin mânâlar taşıyıcı olanıdır. Çoğu zaman dinî hayat içerisinde sembollerden yararlanılmıştır. Çünkü din alanı, soyut gerçekliklerin en fazla dile getirildiği bir alandır. En başta, müminin varlığına ve yüceliğine inanıp bağlandığı Allah, görülen ve doğrudan algılanan bir gerçekliğe sahip değildir. Dua ve ibadet Allah'la kurulan bir ilişki, O'nun varlığı ve yüceliği hakkında bilgi ve şuur kazanmadır. Bir insan, lider ve otorite olarak kabul edip kendisine bağlandığı ve her bakımdan ona itaat ettiği bir diğer insan karşısında, kendisini alçaltan ve onu da yücelten birtakım söz, hareket ve davranışlarla ilişkisini ortaya koyar. İnanan insan ise, kendisini görmediği ve kendisine yaklaşamadığı Allah karşısında duygu ve düşüncelerini nasıl dile getirecektir? İşte diğer dinlerde olduğu gibi, İslâm'daki bazı ibadetler de, insan-Allah ilişkisini dile getiren sembolik jestler ve bunlara eşlik eden sözlü formüller halinde düzenlenmiştir. Biz burada Namaz ve Hac ibadetindeki sembolik anlatımların tahlilini yapmaya çalışacağız. [412]
Namazdaki Sembolik Anlatım :
İslâm'ın namaz ibadeti, insanın bütün ifade imkân ve vasıtalarını bir bütün hâlinde faaliyete geçiren tam bir davranışlar sistemi olarak gözükmektedir. Dıhlevî'nin isabetle ortaya koyduğu gibi, namazın üç temel unsuru vardır:
a- Allah'ın ululuğu ve yüceliği tecrübesini yaşayan insanın, O'nun karşısında kendi eksik, zayıf ve yetersizliğini farketmekten ileri gelen, alçakgönüllülük, huzur ve huşunun son derecesiyle “vaziyet alıp durmak”.
b- Güzel bir usûl ve uygun sözlerle Allah'ın büyüklük ve yüceliğini belirten ve kendisinin de zayıflık ve güçsüzlüğünü, Allah'a olan bağımlılığını, şükran ve minnettarlığını ortaya koyan “ifadeler kullanmak”.
c- Bu alçalma durumuna, saygı ve hürmete uygun düşecek şekilde “beden organlarını hareket ettirmek” ve belli bir düzen ve ölçü içerisinde bedeni kullanmak [413].
Böylece namaz, ciddî bir vaziyet alış, söz ve hareket unsurlarından oluşmuş tam bir ifade sistemidir. Bu unsurları, kendilerine uygun düşen psikolojik muhtevalarından ayrı düşünmek te doğru olmaz. Daha doğrusu, kişinin namaz anında yaşadığı ruh hâlleri bu davranışlarla uyum ve uygunluk içerisinde olduğu ölçüde ibadet, anlamına uygun olarak yerine getirilmiş olur. Bedenin herhangi bir durumdaki vaziyet alış şekli, kişinin o anda yaşadığı duygu ve düşüncelerle içten alâkalıdır. Normal olarak birisine saygı ve hürmet ifade etmek için ayakta durulur ve kendisine saygı duyulan ve kendisinden yardım umulan şahsa karşı dönülür. İnsanın duygularını ve duygularının etkilerini dile getirmek bakımından, diğer organlara göre en uygunu “yüz”dür. Daha hürmetkar olarak, insan eğilir ve başını saygı ve tazimle indirir. Alçakgönüllülüğün en son derecesi, başı hürmet edilen şey karşısında eğerek, yere değdirmek şeklinde dile getirilir. Aynı zamanda bu hareket benliği ve şuuru en yüksek derecesinde teksif ettirir. Böylece, diz çökme ve secdeye kapanma, kendini alçaltmanın son derecesi ve en tabii ifadesidir. Allah huzurunda benliğin, kendi üzerinde tam bir yoğunlaşmadan sonra tevazu ile boyun eğişinin gerçekleşmesinde, bütün bu beden duruşları ve hareketlerinin büyük etkisi ve önemi vardır. Namazdaki beden hareketleri hem ferdî benliğin tasdikini hem de Allah karşısında bu benliğin yok oluş ve boyun eğişini temsil eder. Kıyam, Allah karşısında insanî benliğin kabullenilmesidir, rükû ve secde ise bağımsız bir fert olarak Allah'a itaat ve teslimiyettir. Böylece namazdaki beden vaziyet ve hareketleri, zihinde oluşmaya başlayan dinî duygu, düşünce ve tasavvurların yönünü belirlemek suretiyle, bedenin ruh üzerine etkisini sağlayıcı ve artırıcı bir sistem olarak rol oynarlar. Namazdaki beden duruşları, kendileriyle birlikte zihnin dinî tutumunu doğurmak suretiyle faydalı bir etkide bulunurlar. Bu kısmen, bu beden duruşlarının çoğunun dikkati bir noktada toplamaya doğru yönelmesinden ileri gelmektedir. Sonuç olarak namaz, Allah karşısında insanın kendi benliğini hem yok etmesini ve hem de bağımsız bir fert sıfatıyla kendisini ispat etmesini simgeler.
Bir başka açıdan namaz, insanın Allah'a doğru olan yolculuğunu sembolize etmektedir. Bu yolculukta kullanılan vasıta, söz ve hareket şekilleri Allah tarafından belirlenmiştir; yani bunlar “gayr-i beşerî” bir özelliğe sahiptir. Namazda özellikle beşeri olan, her insanın kendi kapasitesine göre Yaratıcısına yakınlaşma arzusudur. Bu arzunun şiddet derecesi, hem insanın büyüklüğü hem de Rabbi ile buluşma imkânının derecesiyle orantılı olarak, belirleyici bir rol oynar. [414]