saniyenur
Tue 31 July 2012, 11:57 am GMT +0200
HZ. PEYGAMBER'İN ŞAHSİYET İNŞÂSI
Hz. Peygamber ashabında yüksek bir şahsiyet geliştirmek için lüzumlu bütün imkânları kullandı.
1- Fizikî Faktör
Hz. Peygamber, sahabeler arasında bir bütünlük ve istikrar ruhu geliştirmek ve inşa etmek için bilinen metotlar veya geleneksel kalıplar yerine, bu İnsanların hayatlarını tamamen değiştiren ve onları tarihte daha önce hiç görülmemiş bir şekilde azimli, şevk ve cesaretli bir kuvvet hâline getiren, her gün kılınması farz olan namaz ibadetini tebliğ etti. (Ayrıntılar için bkz. Sîret Ansiklopedisi, c. I. "Şahsiyet Oluşturma" alt başlığı, sh.527-531).
Kur'ân İslâm cemaatini fert ve toplum olarak güçlendirmek için emirler verir:
a- İnsanlara İslâm inancı yeryüzünde henüz güç, iktidar ve istikrar kazanmadan yeşermekte iken onu yoketmeyi planlayan potansiyel düşmanların yol açtığı dış tehlikelere karşı fizikî olarak hazırlıklı olmanın yollarını gösterir: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar -ALLAH'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında ALLAH'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere- kuvvet ve savaş atlan hazırlayın. ALLAH yolunda sarfettiğiniz herşey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir." (8: 60).
Saff sûresinde, Kur'ân disiplini, birliği, cesareti ve düşmana karşı birleşik bir cephe oluşturma gereğini şöyle emretmiştir: "ALLAH, kendi yolunda kurşunla kaynatılmış binalar gibi saf bağlayarak çarpışanları sever." (61: 4).
Bu âyetler yalnızca ALLAH'ın yoluna engeller çıkaran ya da bu İnancı yok etmeye çalışan güçlere karşı savaş için bütün maddî hazırlıkların yapılmasını emretmekle kalmaz, Allah'ın düşmanları safında meydana gelebilecek muhtemel her hareketi karşılamaya daima hazır olmanın büyük gereğine de işaret eder. Müslümanlar kendi hayat tarzlarını koruma ve muhafaza etmenin önemini tamamen kavramadıkça, dünya yüzünde Müslüman kimliğini korumaları da mümkün olamayacaktır. Kur'ân'ın bu âyetleri, bu mânada hayatın acı gerçeklerini Müslümanlara göstermektedir.
b- Kur'ân insanlara zahiri ve batini bütün şer güçlerle başarılı bir şekilde mücadele edip amaçlarına ulaşma yolunda istek ve azimlerini kuvvetlendirecek bazı usûlleri şu âyette önermektedir: "Andolsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız; hiç şüphesiz, sizden önce Kitap verilenlerden ve ALLAH'a eş koşanlardan çok üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve ALLAH'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bu üzerinde sebat edilecek işlerdendir." (3: 186).
Arapça "azmi'l-umûr" ifadesi başa çıkılması ne kadar güç olsa da, karşı taraf ne kadar büyük olsa da bütün muhalefete karşı çıkma yönünde duyulan güçlü istek, kararlılık, sabit niyet ve azîm ve amaç gerçekleştirilinceye kadar mücadeleye devam anlamlarına gelir. Bu ifade açıkça müminlerin "yüksek şahsiyetlerini her durumda ispatlamaları gereğine" işaret etmektedir; "kışkırtmaya maruz kaldıklarında öfkelerini kontrol ederek; düşmanlarının suçlamalarına, alaylarına, kötü söz ve propagandalarına karşı sabırla direnerek; en zor durumlarda bile yanlış, adaletsiz, gayrimedenî ve ahlakdışı söz ve hareketlerde bulunacak şekilde hiddetlenmeyecek bu şahsiyet sınavı başarılmalıdır." (Mevdûdî, The Meaning ofthe Quran, c. I, sh. 79, not 131).
Bu hususa Şûra ve Ahkâf sûrelerinde de değinilmektedir: "Fakat kim sabreder, (kendisine yapılan kötülüğü) affederse, şüphesiz bu, çok önemli işlerdendir." (42: 43) ve "O halde sen de, peygamberlerden azîm (ve irade) sahiplerinin sabrettikleri gibi sabret. Onlar için acele etme; onlar, tehdîd edildikleri azabı gördükleri gün, sanki gündüzün sadece bir saati kadar (dünyada) kalmış gibi olurlar (Bu), bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluktan başkası helak edilir mi?" (46: 35).
Bu âyetler "sabredip, affederek yanlışlıkları düzeltmenin, tehdit edip 'suçluyu cezalandırmak' ve 'ona ders vermekten' daha güç olduğunu ima etmektedir. İşte bu güç iş Hz. Muhammed'in sünneti olmuştur. Bu tarz sabır zillet ve beyhude bir tavır olarak görülebilir, gerçekteyse cesaret ve azmin en yüksek ve asîl şeklidir. Bu yol, ıslâh gayesini sert cezalardan daha iyi bir şekilde gerçekleştirebilir. Mülayemet ve masumiyet "daha şiddetli tedbirlerin başarısız kaldığı hâllerde ikna edici olabilir." Tabii ki, şartlar vakaları değiştirebilir, muhatap olunan kişilerle eşit şartlara gelebilmek için zor kullanmaya müsaade edilebilir: Bazı olaylarda şiddet de söz konusu olabilir; ancak bu şahsî öfke, kin veya gizlenen bayağı arzulardan değil, adaletin tavizsiz prensiplerinden kaynaklanan sertlik olmalıdır." (A. Yusuf Ali, The Holy Quran, sh. 1318, not. 4586).
Bu âyetler, Hz. Muhammed'in devlet idaresinin mahiyeti ve çerçevesinin şimdiki İncil'de bahsedilen diğer peygamberlerin devlet siyasetinden çok farklı olduğunu göstermektedir. Bu, ne Hz. Musa'nınki gibi merhametten mahrum mutlak güce dayalı idi, ne de Hz. İsa'nınki gibi hukuk ve kanun ruhundan uzaktı; İsa'nın sevgisini yansıtan ve gerektiğinde ise Musa'nın kanun otoritesini ortaya koyan bir terkipti. Bu Kur'ân'ın aşağıdaki ayetinde belirtildiği üzere Rasûlullah (5)'in yolu idi: "Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, başarırsa onun mükâfatı ALLAH'a aittir. Doğrusu O zâlimleri sevmez." (42: 40).
Şûra sûresinin bu âyeti kısasla ilgili kapsamlı bilgileri ihtiva etmekte, Hz. Musa ve
Hz. İsa'nın öğretilerinin birleşimini ortaya koyan üç temel prensip sunmaktadır:
1- Kısasın tam ve âdil sınırı, zarar gören kimsenin gördüğü zarar nispetince karşılık vermesidir. Aksi takdirde zulmetmiş olur.
2- Bir kişinin kendisine yapılan zararın ay-nısıyla karşılık vermesi hakkı olmasına rağmen, makbul olanı, intikam almaktan vazgeçip affetmesidir.
3- İntikam alırken zâlim olunmamahdır; kötülük yapan birine onun yaptığından daha fazlasıyla mukabele edilmemelidir
Bu siyaset hakkında biraz tefekkür etmek bize İslâm'ın, zarar ya da kötülüğe mâruz kalındığında öngörülen hükümlerin zarafeti, azameti ve uygulanabilirliği hakkında yeterince fikir verecektir. Bu, herkese adalet ve hakkaniyetle tatbik edilecek muhtelif alternatifleri her ferdin kendi iradî kararına bırakarak kimsenin şikâyette bulunmasına meydan vermemektedir.