Halis_52
Fri 22 April 2011, 09:57 pm GMT +0200
Hz. Peygamber’in (s.a.) Hayatında Zühd
Burada Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatından zâhidâne yaşantısıyla ilgili bazı tablolar aktarmaya çalışacağız. Tarihi kaynaklarda geçen bu rivayetler, onun (s.a.) dünyaya karşı tavrını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İbn Sa’d’in kaydettiğine göre İbn Abbâs onun (s.a.) zâhidane yaşantısını şu şekilde anlatır: Hz. Peygamber (s.a.), peş peşe birkaç gece aç sabahlar, hane halkı da çoğu zaman akşamları yiyecek bir şey bulamazdı. Zaten ekmekleri arpa ekmeğiydi.
Enes b. Mâlik anlatıyor: Fâtıma validemiz, Peygamberimize pişirdiği ekmekten bir parça getirmiş ve Allah Rasûlü, “Bu nedir?” diye sorduğunda “Pişirdiğim çörektir. Size getirmeden canım çekmedi” demişti. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Üç gündür babanın ağzına giren ilk lokma bu olacak” buyurdu. Ebû Hureyre’nin rivayetine göre Allah Resûlü’nün açlıktan karnına taş bağladığı olurdu. Yine Enes b. Mâlik onun (s.a.) zâhidâne hayatı ile ilgili şöyle der: “Peygamber’in (s.a.), öğle ve akşam, ekmek ile eti bolca bir arada yememiştir.”
Ebu Hureyre ve Hz. Âişe’den gelen bir rivayette ise aylar geçtiği halde Allah Resûlü’nün evinde bir çorba pişmediği ve aile halkının hurma ve su ile beslendiği, bazen de sağmal hayvanları bulunan komşularının gönderdikleri sütü içtikleri anlatılır.
Yine Hz. Âişe (r.ah.) anlatıyor: “Allah Resûlü’nün midesine bir günde iki tür yemek birden girmedi. Et yediği zaman başka bir şey yemediği gibi, hurma ve ekmek yediğinde de onların üzerine bir şey ilave etmezdi. Hz. Peygamber (s.a.)’ın yatağı, içi hurma lifiyle dolu bir deriden ibaretti. Hz. Peygamber’in hiçbir zaman karnı doymamış ama asla şikayetçi de olmamıştır. Bazen onun (s.a.) bu haline acır ve “Bari sana yetecek kadar bir rızka erişseydin” derdim. O ise, Ulü’l-azm peygamberlerin bu dünyadan böyle gelip geçtiklerini anlatırdı.”
Ebû Nadr ise şöyle der: Ben, Âişe validemizin şöyle konuştuğunu duydum: “Bir gün Allah Resûlü ile birlikte oturuyorduk. Babam Ebû Bekir bize bir koyun budu ikram etti. Gece karanlığında Allah Resûlü ile onu kesmeye çalışıyorduk. Birisi “Kandiliniz ve ışığınız yok mu?” diye seslendi. Dedim ki: “Yakacak yağımız olsa, biz onu yerdik.”
Kâdî Iyâz’ın Bezzâr’dan naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) yemeğini yere oturarak yer ve “Ben kulum, kul gibi yerde oturarak yerim” buyururdu.
İbn Mâce’nin naklettiği bir hadis-i şerife göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kimin himmet ve kaygısı dünya olursa, Allah onun işini dağıtır, fakirliğini gözünün önüne koyar. Kimseye nasibinden fazla dünyalık gelmez. Niyet ve himmeti ahiret olanın işini Allah Teâlâ toparlar (cem’), gönlüne zenginlik verir. O arkasını dönse de dünya ona gelir.” Diğer bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Himmet ve kaygılarını teke indirip sadece âhiret kaygısı taşıyanın dünyasına Allah kâfîdir. Kaygısını dünyaya dağıtanın ise Allah, hangi vadide helak olduğuna aldırış etmez.” Bir başka hadiste de Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulunun hayrını murad ederse, dünyadan zühdünü kolaylaştırır, kendisine kusurlarını gösterir. Dünyadan el etek çekene yaklaşınız. Çünkü onun telkin ettiği hikmettir.”
Heysemî’nin Mecmûatü’z-zevâid’inde geçen bir hadise göre, Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kul peygamberlikle melik peygamberlik arasında muhayyer bırakıldım. Cebrail mütevazı davranmamı bana işaret etti. Ben de kul peygamber olmayı tercih ettim ve bir gün doyayım, bir gün aç kalayım, dedim.”
Ebû Dâvûd’un kaydettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) Bilal-i Habeşî’ye (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Ya Bilâl infak et! İnfak etmekle Arş’ın sahibinin senin malını azaltacağından korkma!”
Tirmizî ve İbn Mâce’nin Sünen’lerinde kaydettikleri bir hadise göre, Hz. Peygamber: “Bu para bende iken rabbıma ne yüzle giderim” buyurmuştur. Kendisinden bir şey istendiğinde derhal verir, eğer istenen şey kendisinde yoksa vaat eder ve eline geçen ilk fırsatta bu isteği karşılardı. Bir defasında ashâb-ı suffe: “Yâ Resûlallah, hurma yemekten ciğerlerimiz kavruldu” demişlerdi. O da: “Medineliler bize ne veriyorlarsa biz de size onu veriyoruz” şeklinde karşılık vermişti. Yine sadaka vermeye ve infak etmeye son derece heveskâr idi: “Veren el, alan elden hayırlıdır” buyurmuştur.
Müslim’in Sahîh’inde kaydettiğine göre, Medine’ye hicret ettikten bir süre sonra, yedi sekiz kadar sahabenin bulunduğu bir mecliste, onlardan “Yalnız Allah’a kulluk etmek, beş vakit namaz kılmak, Ulü’l-emre itaat etmek ve kimseden bir şey istememek üzere” biat etmelerini istemişti. Râvînin ifadesine göre: “Bu biate katılanlar, asla kimseden bir şey istemedikleri gibi, savaşta kazara ellerinden kılıçları düşecek olsa bile, onu yerde bulunan kimseden istemez, kendileri yere inip alırlardı.”
Hz. Peygamber (s.a.) evini süsleyen kızı Fâtıma’nın evine girmemiş ve “Böyle süslü yerlere girmek bize yakışmaz” buyurmuştur.
İbn Hanbel’in Müsned’inde kaydettiği bir hadise göre Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Allah’ı tanı, önünde bulursun. Bolluk zamanında O’nu an, darlığa düşünce sana yardım eder.”
Bütün bu rivayetler bize gösteriyor ki Hz. Peygamber (s.a.) ister imkansızlık olsun ister her türlü imkana sahip olsun hiçbir zaman dünyaya meyletmemiş ve daima zühdî bir yaşamı tercih etmiştir. Onun (s.a.) bu hususiyeti sonraki dönemlerde “zâhid” olarak isimlendirilen insanlara örnek olmuştur. Zâhidlerin sahabe, tabiin ve tebe-i tabiinden almış oldukları bu anlayış, sûfîlerin ve hatta bütün mutasavvıfların hayatlarında gerçekleştirmeleri gereken bir kavram olarak tasavvuf tarihindeki yerini almıştır.
Burada Hz. Peygamber’in (s.a.) hayatından zâhidâne yaşantısıyla ilgili bazı tablolar aktarmaya çalışacağız. Tarihi kaynaklarda geçen bu rivayetler, onun (s.a.) dünyaya karşı tavrını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. İbn Sa’d’in kaydettiğine göre İbn Abbâs onun (s.a.) zâhidane yaşantısını şu şekilde anlatır: Hz. Peygamber (s.a.), peş peşe birkaç gece aç sabahlar, hane halkı da çoğu zaman akşamları yiyecek bir şey bulamazdı. Zaten ekmekleri arpa ekmeğiydi.
Enes b. Mâlik anlatıyor: Fâtıma validemiz, Peygamberimize pişirdiği ekmekten bir parça getirmiş ve Allah Rasûlü, “Bu nedir?” diye sorduğunda “Pişirdiğim çörektir. Size getirmeden canım çekmedi” demişti. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Üç gündür babanın ağzına giren ilk lokma bu olacak” buyurdu. Ebû Hureyre’nin rivayetine göre Allah Resûlü’nün açlıktan karnına taş bağladığı olurdu. Yine Enes b. Mâlik onun (s.a.) zâhidâne hayatı ile ilgili şöyle der: “Peygamber’in (s.a.), öğle ve akşam, ekmek ile eti bolca bir arada yememiştir.”
Ebu Hureyre ve Hz. Âişe’den gelen bir rivayette ise aylar geçtiği halde Allah Resûlü’nün evinde bir çorba pişmediği ve aile halkının hurma ve su ile beslendiği, bazen de sağmal hayvanları bulunan komşularının gönderdikleri sütü içtikleri anlatılır.
Yine Hz. Âişe (r.ah.) anlatıyor: “Allah Resûlü’nün midesine bir günde iki tür yemek birden girmedi. Et yediği zaman başka bir şey yemediği gibi, hurma ve ekmek yediğinde de onların üzerine bir şey ilave etmezdi. Hz. Peygamber (s.a.)’ın yatağı, içi hurma lifiyle dolu bir deriden ibaretti. Hz. Peygamber’in hiçbir zaman karnı doymamış ama asla şikayetçi de olmamıştır. Bazen onun (s.a.) bu haline acır ve “Bari sana yetecek kadar bir rızka erişseydin” derdim. O ise, Ulü’l-azm peygamberlerin bu dünyadan böyle gelip geçtiklerini anlatırdı.”
Ebû Nadr ise şöyle der: Ben, Âişe validemizin şöyle konuştuğunu duydum: “Bir gün Allah Resûlü ile birlikte oturuyorduk. Babam Ebû Bekir bize bir koyun budu ikram etti. Gece karanlığında Allah Resûlü ile onu kesmeye çalışıyorduk. Birisi “Kandiliniz ve ışığınız yok mu?” diye seslendi. Dedim ki: “Yakacak yağımız olsa, biz onu yerdik.”
Kâdî Iyâz’ın Bezzâr’dan naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) yemeğini yere oturarak yer ve “Ben kulum, kul gibi yerde oturarak yerim” buyururdu.
İbn Mâce’nin naklettiği bir hadis-i şerife göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kimin himmet ve kaygısı dünya olursa, Allah onun işini dağıtır, fakirliğini gözünün önüne koyar. Kimseye nasibinden fazla dünyalık gelmez. Niyet ve himmeti ahiret olanın işini Allah Teâlâ toparlar (cem’), gönlüne zenginlik verir. O arkasını dönse de dünya ona gelir.” Diğer bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Himmet ve kaygılarını teke indirip sadece âhiret kaygısı taşıyanın dünyasına Allah kâfîdir. Kaygısını dünyaya dağıtanın ise Allah, hangi vadide helak olduğuna aldırış etmez.” Bir başka hadiste de Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulunun hayrını murad ederse, dünyadan zühdünü kolaylaştırır, kendisine kusurlarını gösterir. Dünyadan el etek çekene yaklaşınız. Çünkü onun telkin ettiği hikmettir.”
Heysemî’nin Mecmûatü’z-zevâid’inde geçen bir hadise göre, Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kul peygamberlikle melik peygamberlik arasında muhayyer bırakıldım. Cebrail mütevazı davranmamı bana işaret etti. Ben de kul peygamber olmayı tercih ettim ve bir gün doyayım, bir gün aç kalayım, dedim.”
Ebû Dâvûd’un kaydettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) Bilal-i Habeşî’ye (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Ya Bilâl infak et! İnfak etmekle Arş’ın sahibinin senin malını azaltacağından korkma!”
Tirmizî ve İbn Mâce’nin Sünen’lerinde kaydettikleri bir hadise göre, Hz. Peygamber: “Bu para bende iken rabbıma ne yüzle giderim” buyurmuştur. Kendisinden bir şey istendiğinde derhal verir, eğer istenen şey kendisinde yoksa vaat eder ve eline geçen ilk fırsatta bu isteği karşılardı. Bir defasında ashâb-ı suffe: “Yâ Resûlallah, hurma yemekten ciğerlerimiz kavruldu” demişlerdi. O da: “Medineliler bize ne veriyorlarsa biz de size onu veriyoruz” şeklinde karşılık vermişti. Yine sadaka vermeye ve infak etmeye son derece heveskâr idi: “Veren el, alan elden hayırlıdır” buyurmuştur.
Müslim’in Sahîh’inde kaydettiğine göre, Medine’ye hicret ettikten bir süre sonra, yedi sekiz kadar sahabenin bulunduğu bir mecliste, onlardan “Yalnız Allah’a kulluk etmek, beş vakit namaz kılmak, Ulü’l-emre itaat etmek ve kimseden bir şey istememek üzere” biat etmelerini istemişti. Râvînin ifadesine göre: “Bu biate katılanlar, asla kimseden bir şey istemedikleri gibi, savaşta kazara ellerinden kılıçları düşecek olsa bile, onu yerde bulunan kimseden istemez, kendileri yere inip alırlardı.”
Hz. Peygamber (s.a.) evini süsleyen kızı Fâtıma’nın evine girmemiş ve “Böyle süslü yerlere girmek bize yakışmaz” buyurmuştur.
İbn Hanbel’in Müsned’inde kaydettiği bir hadise göre Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Allah’ı tanı, önünde bulursun. Bolluk zamanında O’nu an, darlığa düşünce sana yardım eder.”
Bütün bu rivayetler bize gösteriyor ki Hz. Peygamber (s.a.) ister imkansızlık olsun ister her türlü imkana sahip olsun hiçbir zaman dünyaya meyletmemiş ve daima zühdî bir yaşamı tercih etmiştir. Onun (s.a.) bu hususiyeti sonraki dönemlerde “zâhid” olarak isimlendirilen insanlara örnek olmuştur. Zâhidlerin sahabe, tabiin ve tebe-i tabiinden almış oldukları bu anlayış, sûfîlerin ve hatta bütün mutasavvıfların hayatlarında gerçekleştirmeleri gereken bir kavram olarak tasavvuf tarihindeki yerini almıştır.