hafiza aise
Sat 6 August 2011, 12:48 pm GMT +0200
5— Hz. Peygamber'in (s.a.) Hutbelerinin Özellikleri:
Hz. Peygamber (s.a.) hutbelerinde, inanç esasları olan Allah'a, meleklerine, kitablanna, peygamberlerine, Allah'a kavuşmaya imandan cennet ve cehennemden; Allah'ın dostları ve buyruğuna uyanlar için hazırladığı mükâfatlar ile düşmanları ve kendisine isyan edenlere hazırladığı cezalardan bahsederken aynı üslubla bunları zihinlere yerleştirirdi. Onun hutbesinden kalbler iman ve tevhidle, marifetulleh (Allah'ı tanıma, Allah bilgisi) ve Allah'ın günlerinin bilgisiyle dolup taşardı. Başkalarının hutbeleri gibi yalnızca bütün canlılar arasında ortak olan -geçen hayata ağlayıp sızlanma, ölümle korkutma gibi- hususları ihtiva etmezdi. Çünkü böyle hutbeler kalbde Allah'a iman, tevhid, Allah'a özgü bilgi, O'nun günlerini hatırlama hasıl etmez; nefisleri Allah sevgisine, O'na kavuşma arzusuna sürüklemez. Dinleyiciler, öleceklerini, mallarının paylaştırılacağını, toprağın cesedlerini çürüteceğini öğrenmekten başka hiçbir fayda elde etmeden çıkıp giderler.
Keşke böyle bir hutbeyle hangi iman, hangi tevhid, hangi marifet, hangi faydalı ilim hasıl olur, bir bilebilsem?!
Hz. Peygamber (s.a.) ve ashabının hutbelerini düşünen kişi görür ki, bu hutbeler hidayet ve tevhidi açıklamaya; Allah'ın (c.c.) sıfatlarını ve temel iman esaslarını anlatmaya; Allah'a davet etmeye, Allah'ı kullarına sevdiren nimetleri ile O'nun gazabından korkutan günlerini anlatmaya; onlara kendisini sevdiren Allah'ı anma ve O'na şükretme emri vermeye yeterliydiler. Allah'ı kullara sevdiren isimlerini, sıfatlarını ve O'nun azametini zikrederler; kullan Allah'a sevdiren ibadet, şükür ve zikir gibi hususları emrederlerdi. Dinleyenler O'nu sevmiş, O da onları sevmiş olarak dönerlerdi. Sonra uzun zaman geçti. Nübüvvet nuru gizlendi. Şer'î kanunlar ve emirler, hakikatleri ve maksatları gözetilmeksizin yapılan merasimler halini aldı. Bu şer'î kanun ve emirlere merasim şeklini verdiler, onları nelerle istiyorlarsa bunları da o şeylerle süsler oldular. Ardından bu merasim ve törenleri terkedilmez âdetler haline getirdiler; asıl terkedilmemesi gereken maksatları terkettiler. Hutbeleri kafiyeli sözlerle, şiirlerle, nüktelerle ve edebiyatın süsleme sanatlarıyla süsler oldular. Böylece kalblerin hutbede alacakları nasib noksanlaştı, hatta yok oldu. Hutbenin maksadı yitirildi.
Hz. Peygamber'in (s.a.) hutbelerinden muhafaza edilenlere bakılacak olursa, hutbesinden daha çok Kur'an ve bilhassa Kâf sûresini okuduğu görülür. Haris b. Nu'man'ın kızı Ümmü Hişâm diyor ki: "Ben Kâf sûresini ezberlediysem, yalnızca Hz. Peygamber (s.a.) minber üzerinde hutbe söylerken O'nun mübarek ağızlarından ezberlemişimdir."[1028]
Alî b. Zeyd b. Ced'ân'ın rivayet ettiği zayıf bir senedle nakledilen, Hz. Peygamber'in (s.a.) hutbelerinden bize kadar intikal eden bir hutbesi şöyledir:
"Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a (c.c.) tevbe ediniz. Meşgul olmadan Önce hayır ameller işlemeye hız veriniz. Rabbinizle aranızdaki bağlan O'nu çok zikretmek, gizli-aşikâr sadaka vermek suretiyle güçlendiriniz. Hem böylece mükâfat alır, övülür, rızıklandınlırsınız.
Bilesiniz ki, Allah (c.c), şu makamımda, şu ayımda, şu yılımda kıyamete kadar cuma. namazını üzerinize farz kılmıştır. Bir kimse, başında adil veya zalim bir devlet başkam olduğu halde cumayı kılmaya imkân bulup
da inkâr ettiğinden yahut hafife aldığından dolayı ben hayattayken yahut ölümümden sonra terkeder kılmazsa, Allah iki yakasını bir araya getirmesin, işinde bereket vermesin. Dikkat ediniz! Tevbe edinceye kadar böyle bir kimsenin kıldığı namaz namaz değil, aldığı abdest abdest değil, tuttuğu oruç oruç değil, verdiği zekât zekât değil, yaptığı hac hac değil! O'na bereket de yoktur. Şayet tevbe ederse Allah tevbesini kabul buyurur. Dikkat ediniz! Kadın erkeğe, a'rabî muhacire, serkeş kimse mü'mine imamlık etmesin! Ancak sultan, otoritesiyle onu bu işe zorlar ve sultanı nkıhcından, kırbacından korkması hali müstesna."[1029]
Diğer bir hutbesi de şöyledir: '
"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım diler, O'ndan bağışlama bekleriz. Nefislerimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz; saptırdığını da hiç kimse doğru yola erdiremez. Tanıklık ederim ki, Allah'tan başka tapılacak yoktur; O tektir, ortağı yoktur. Yine tanıklık ederim ki, Muhammed (s.a.) şüphesiz O'nun kulu ve elçisidir. Kıyamet saati önünde onu müjdeleyici ve uyarıcı olarak hakla göndermiştir. Allah ve Rasûiüne itaat eden doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense yalnızca kendisine zarar vermiş olur. Allah'a hiçbir zarar veremez." Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.[1030] İnşaallah, Hz. Peygamber'in (s.a.) hac esnasında yaptığı hitabeler ileride (hac bahsinde) gelecektir. [1031]
[1028] Müslim, 872; Ebu Davud, 1102 ve 1103; Nesâî, 2/157.
[1029] İbn Mâce, 1082. Hadis zayıftır. Ayrıca Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb adlı eserinde bu hutbeyi kaydetmiş ve Taberânî'nin Evsat'ta rivayet ettiğini belirtmiştir.
[1030] Ebu Davud, 1097. Hadis zayıftır. Ayrıca metinde geçen "Onlara isyan edense" sözünü Hz. Peygamber'in (s.a.) hoş karşılamadığı sahih yolla rivayet edilmiştir. Müslim (870), Ebu Davud (1099), Nesâî (6/90) ve Ahmed b. HanbePin (4/256, 379) Adiy b. Hâtim'den rivayetlerine göre bir adam Hz. Peygamber'in (s.a.) huzurunda hitabede bulundu ve şöyle dedi: "Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse muhakkak doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense şüphesiz azıtıp sapılmıştır". Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.): "Sen ne kötü hatipsin! Allah'a ve Rasûlü'ne isyan edense, şeklinde de" diyerek adamı uyardı. Âlimler diyorlar ki: Hz. Peygamber (s.a.) hatibi, kendisini zamirle Allah'a eş tuttuğu için uyarmış, onu bundan engellemiş ve Allah Teâlâ'ya tazim olsun diye O'nun ismini öne almasını emretmiştir. Nitekim bir diğer hadiste şöyle buyurulmuştur: "Herhangi biriniz, Allah dilerse ve filan dilerse, demesin; Allah dilerse sonra filan dilerse desin." Sindî'nin, Nesâî haşiyesinde kaydettiğine göre, üstad İzzeddin b. Abdüsselâm diyor ki: Hz. Peygamber'in (s.a.) özelliklerinden biri de O'nun kendisi İle Rabbini (c.c.) bir zamirde bir araya getirmesinin caiz olmasıdır. Bu durum başkaları için caiz değildir. O'dan başkası için bunun caiz olmaması şundandır. Başka biri bir arada zikrederse onun söylemesi eşit kılma
vehmi verir. Oysa Hz. Peygamber için böyle bir durum sözkonusu değildir. Böyle bir vehim uyandırma, onun makamına yol bulamaz.
[1031] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/395-397.
Hz. Peygamber (s.a.) hutbelerinde, inanç esasları olan Allah'a, meleklerine, kitablanna, peygamberlerine, Allah'a kavuşmaya imandan cennet ve cehennemden; Allah'ın dostları ve buyruğuna uyanlar için hazırladığı mükâfatlar ile düşmanları ve kendisine isyan edenlere hazırladığı cezalardan bahsederken aynı üslubla bunları zihinlere yerleştirirdi. Onun hutbesinden kalbler iman ve tevhidle, marifetulleh (Allah'ı tanıma, Allah bilgisi) ve Allah'ın günlerinin bilgisiyle dolup taşardı. Başkalarının hutbeleri gibi yalnızca bütün canlılar arasında ortak olan -geçen hayata ağlayıp sızlanma, ölümle korkutma gibi- hususları ihtiva etmezdi. Çünkü böyle hutbeler kalbde Allah'a iman, tevhid, Allah'a özgü bilgi, O'nun günlerini hatırlama hasıl etmez; nefisleri Allah sevgisine, O'na kavuşma arzusuna sürüklemez. Dinleyiciler, öleceklerini, mallarının paylaştırılacağını, toprağın cesedlerini çürüteceğini öğrenmekten başka hiçbir fayda elde etmeden çıkıp giderler.
Keşke böyle bir hutbeyle hangi iman, hangi tevhid, hangi marifet, hangi faydalı ilim hasıl olur, bir bilebilsem?!
Hz. Peygamber (s.a.) ve ashabının hutbelerini düşünen kişi görür ki, bu hutbeler hidayet ve tevhidi açıklamaya; Allah'ın (c.c.) sıfatlarını ve temel iman esaslarını anlatmaya; Allah'a davet etmeye, Allah'ı kullarına sevdiren nimetleri ile O'nun gazabından korkutan günlerini anlatmaya; onlara kendisini sevdiren Allah'ı anma ve O'na şükretme emri vermeye yeterliydiler. Allah'ı kullara sevdiren isimlerini, sıfatlarını ve O'nun azametini zikrederler; kullan Allah'a sevdiren ibadet, şükür ve zikir gibi hususları emrederlerdi. Dinleyenler O'nu sevmiş, O da onları sevmiş olarak dönerlerdi. Sonra uzun zaman geçti. Nübüvvet nuru gizlendi. Şer'î kanunlar ve emirler, hakikatleri ve maksatları gözetilmeksizin yapılan merasimler halini aldı. Bu şer'î kanun ve emirlere merasim şeklini verdiler, onları nelerle istiyorlarsa bunları da o şeylerle süsler oldular. Ardından bu merasim ve törenleri terkedilmez âdetler haline getirdiler; asıl terkedilmemesi gereken maksatları terkettiler. Hutbeleri kafiyeli sözlerle, şiirlerle, nüktelerle ve edebiyatın süsleme sanatlarıyla süsler oldular. Böylece kalblerin hutbede alacakları nasib noksanlaştı, hatta yok oldu. Hutbenin maksadı yitirildi.
Hz. Peygamber'in (s.a.) hutbelerinden muhafaza edilenlere bakılacak olursa, hutbesinden daha çok Kur'an ve bilhassa Kâf sûresini okuduğu görülür. Haris b. Nu'man'ın kızı Ümmü Hişâm diyor ki: "Ben Kâf sûresini ezberlediysem, yalnızca Hz. Peygamber (s.a.) minber üzerinde hutbe söylerken O'nun mübarek ağızlarından ezberlemişimdir."[1028]
Alî b. Zeyd b. Ced'ân'ın rivayet ettiği zayıf bir senedle nakledilen, Hz. Peygamber'in (s.a.) hutbelerinden bize kadar intikal eden bir hutbesi şöyledir:
"Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a (c.c.) tevbe ediniz. Meşgul olmadan Önce hayır ameller işlemeye hız veriniz. Rabbinizle aranızdaki bağlan O'nu çok zikretmek, gizli-aşikâr sadaka vermek suretiyle güçlendiriniz. Hem böylece mükâfat alır, övülür, rızıklandınlırsınız.
Bilesiniz ki, Allah (c.c), şu makamımda, şu ayımda, şu yılımda kıyamete kadar cuma. namazını üzerinize farz kılmıştır. Bir kimse, başında adil veya zalim bir devlet başkam olduğu halde cumayı kılmaya imkân bulup
da inkâr ettiğinden yahut hafife aldığından dolayı ben hayattayken yahut ölümümden sonra terkeder kılmazsa, Allah iki yakasını bir araya getirmesin, işinde bereket vermesin. Dikkat ediniz! Tevbe edinceye kadar böyle bir kimsenin kıldığı namaz namaz değil, aldığı abdest abdest değil, tuttuğu oruç oruç değil, verdiği zekât zekât değil, yaptığı hac hac değil! O'na bereket de yoktur. Şayet tevbe ederse Allah tevbesini kabul buyurur. Dikkat ediniz! Kadın erkeğe, a'rabî muhacire, serkeş kimse mü'mine imamlık etmesin! Ancak sultan, otoritesiyle onu bu işe zorlar ve sultanı nkıhcından, kırbacından korkması hali müstesna."[1029]
Diğer bir hutbesi de şöyledir: '
"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım diler, O'ndan bağışlama bekleriz. Nefislerimizin şerlerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz; saptırdığını da hiç kimse doğru yola erdiremez. Tanıklık ederim ki, Allah'tan başka tapılacak yoktur; O tektir, ortağı yoktur. Yine tanıklık ederim ki, Muhammed (s.a.) şüphesiz O'nun kulu ve elçisidir. Kıyamet saati önünde onu müjdeleyici ve uyarıcı olarak hakla göndermiştir. Allah ve Rasûiüne itaat eden doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense yalnızca kendisine zarar vermiş olur. Allah'a hiçbir zarar veremez." Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.[1030] İnşaallah, Hz. Peygamber'in (s.a.) hac esnasında yaptığı hitabeler ileride (hac bahsinde) gelecektir. [1031]
[1028] Müslim, 872; Ebu Davud, 1102 ve 1103; Nesâî, 2/157.
[1029] İbn Mâce, 1082. Hadis zayıftır. Ayrıca Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb adlı eserinde bu hutbeyi kaydetmiş ve Taberânî'nin Evsat'ta rivayet ettiğini belirtmiştir.
[1030] Ebu Davud, 1097. Hadis zayıftır. Ayrıca metinde geçen "Onlara isyan edense" sözünü Hz. Peygamber'in (s.a.) hoş karşılamadığı sahih yolla rivayet edilmiştir. Müslim (870), Ebu Davud (1099), Nesâî (6/90) ve Ahmed b. HanbePin (4/256, 379) Adiy b. Hâtim'den rivayetlerine göre bir adam Hz. Peygamber'in (s.a.) huzurunda hitabede bulundu ve şöyle dedi: "Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse muhakkak doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense şüphesiz azıtıp sapılmıştır". Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.): "Sen ne kötü hatipsin! Allah'a ve Rasûlü'ne isyan edense, şeklinde de" diyerek adamı uyardı. Âlimler diyorlar ki: Hz. Peygamber (s.a.) hatibi, kendisini zamirle Allah'a eş tuttuğu için uyarmış, onu bundan engellemiş ve Allah Teâlâ'ya tazim olsun diye O'nun ismini öne almasını emretmiştir. Nitekim bir diğer hadiste şöyle buyurulmuştur: "Herhangi biriniz, Allah dilerse ve filan dilerse, demesin; Allah dilerse sonra filan dilerse desin." Sindî'nin, Nesâî haşiyesinde kaydettiğine göre, üstad İzzeddin b. Abdüsselâm diyor ki: Hz. Peygamber'in (s.a.) özelliklerinden biri de O'nun kendisi İle Rabbini (c.c.) bir zamirde bir araya getirmesinin caiz olmasıdır. Bu durum başkaları için caiz değildir. O'dan başkası için bunun caiz olmaması şundandır. Başka biri bir arada zikrederse onun söylemesi eşit kılma
vehmi verir. Oysa Hz. Peygamber için böyle bir durum sözkonusu değildir. Böyle bir vehim uyandırma, onun makamına yol bulamaz.
[1031] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 1/395-397.