saniyenur
Fri 20 May 2011, 08:57 pm GMT +0200
Hz. Peygamber Devrinde Kıraat
İslâmî ilimler içerisinde ortaya çıkışı ve önemi bakımından önceliğe sahip olan kıraat ilminin[33] Kur'ân'ın nüzûluyla birlikte başladığını söylemek mümkündür. Çünkü Resûl-i Ekrem kendisine nazil olan âyetleri, öğretildiği şekilde büyük bir özenle okuyor ve ashabına öğretiyordu. Onun okuyuşuna şahit olan veya ondan bizzat okuyan ashâb, bu okuyuşları muhafaza ederek başkalarına naklediyordu. Bu dikkat ve özen kaynağını Kur'ân'dan almaktadır. Zira ağır ağır ve dikkatlice okumak anlamına gelen ve Mekkî sûrelerde geçen "tertîl" kelimesi ile benzer ifâdelerin yer aldığı âyetler,[34] bu hususu açıkça ortaya koymaktadır. Bu âyetlerin kıraat ilminin bir ilim olarak Kur'ân'a dayandığını gösterdiği de düşünülebilir. Kur'ân'da sıkça rastladığımız dolaylı anlatımlardan birisinde Hz. İbrahim (a.s.), Mekke'ye yerleştirdiği zürriyetinden gelmesini dilediği peygamber için "... onlara içlerinden Sen'in âyetlerini okuyacak (yetlû), kitabı ve hikmeti öğretecek (...) bir elçi gönder."[35] demek suretiyle Kur'ân tilâvetinin, geleceğini müjdelediği peygamberin bir vasfı olduğunu göstermiştir. Bu durumda Resûl-i Ekrem hem Kur'ân kıraati ve talimi ile hem de onu açıklamakla görevli kılınmıştır, Hz. Peygamber Kur'ân'ı, tebliğ vazifesinin gereği olarak işitenin rahatça anlayacağı bir tarzda ağır ağır okurdu ve çoğunlukla herbir âyet sonunda vakfederdi[36]. Buhârî'nin "et-Tercî"' adını verdiği Bâb başlığında Abdullah b Muğfel'den naklettiği bir rivayet bize, ResûluUah'm Kur'ân okurken sesini yumuşattığını ve titreterek nağme ile okuduğunu (terci1) göstermektedir.[37]
Hz. Peygamber bir yandan Kur'ân'ı doğru ve güzel okurken öte yandan da sürekli olarak ashabı güzel okumaya teşvik etmiştir. Konuyla iigili hadisler durumu çok açık olarak ortaya koymaktadır. Hz. Âişe'den (r.a.) gelen bir rivayete göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kur'ân'da mahir olan kimse, Sefere (sevimli ve kıymetli melekler) ile beraber olacaktır. Kur'ân'ı kekeleyerek zorlukla okuyana ise iki sevap vardır."[38] Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Mes'ûd'dan gelen bir rivayette ise: "Kur'ân'ı şu dört -kimseden alınız: Abdullah b. Mes'ûd, Salim, Mu'âz ve Übey b. Ka'b".[39] buyurmuştur. Bir keresinde "Ümmetimin en iyi okuyanı (ekrau) Übey'dir" buyuran[40] Resûlullah (s.a.), başka bir defasında ise Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye "Ey Ebû Mûsâ! Sana Dâvûd Peygamberin nağmelerinden ve güzel okumalarından (mizmâr) bir nağme verilmiştir." demiştir.[41] Bizzat Übey'e de "Allah bana, Kur'ân'ı sana okutmamı emretti." diye söylemiş, Übey "Allah beni sana isim olarak söyledi mi?" diye hayretini ortaya koyunca, Resûlullah da "Evet" cevabını vermiştir[42]. Ashabın sağlam Kur'ân bilgisine sahip olanları hakkında övgüde bulunan Resûlullah bu nevi ifadeleriyle hem ashabı Kur'ân'ı doğru bir şekilde öğrenmeye ve okumaya teşvik etmiş, hem de özel bir gayret sarfederek kiraatle.rini güçlendirenleri toplum nezdinde onurlandırmıştır. Hz. Peygamber (s.a.) Kur'ân ehlini ve hafızlan sürekli olarak övmüştür. Resûlullah (s.a.) zaman zaman ashaba Kur'ân okutmuş kendisi de dinlemiştir. Bunu yaparken maksadının sadece Kur'ân dinlemek mi yoksa onların okuyuşunu geliştirmek varsa hatalarını düzeltmek mi olduğu hususu tam olarak açık değildir. Ancak Buhârî'de geçen bir rivayette Abdullah b. Mes'ûd'dan Kur'ân okumasını istemesi, onun ise Resûlullah'ın huzurunda okuma konusunda biraz tereddüt geçirdikten sonra Nisa sûresinden ilk 41 âyeti ona okuması, Resûlullah'm da kıraatin bir yerinde 41. âyetten etkilenerek ağlaması[43] onun aynı zamanda güzel ve düzgün okuyanı tercih ettiğini ve güzel Kur'ân okuyanların dinlenmesini teşvik ettiğini göstermektedir.
Cenâb-ı Allah'ın Kur'ân'm doğru ve güzel öğrenilmesine ve bu şekilde korunmasına verdiği önemle ilgili en meşhur hâdise, Resûluliah'ın sağlığında Ramazan ayında gerçekleşen arzadır. Nitekim bunun gelenekselleşmesi sonucunda muhâbele uygulaması ortaya çıkmıştır. Kıyâme sûresinde Allah Kur'ân'ı Resûlullah'm göğsünde toplayacağını ve onun da Kur'ân âyetlerini unutmayacağım taahhüt etmesine[44] rağmen her yıl Cebrail vasıtasıyla o vakte kadar nazil olan âyet ve sûreleri sıralı olarak okutturması kıraat ilminin birçok önemli konusunun da delili olmuştur. Bu husus Kur'ân'm hem metninin muhafazası, hem tertibi hem de tilâveti bakımından fevkalade önemlidir. Buna göre Hz. Peygamber'e nazil olan Kur'ân âyetleri her yıl Ramazan ayında Cebrail tarafından okunuyor, o da bunu takip edip Cebrail'in tertibine göre muhafaza ediyordu. Bu yıllık arza ashâbdan bazilan da şahit olmaktaydı.[45] Bu okuma Resûluliah'ın vefat ettiği yılın Ramazan ayında iki defa gerçekleşmiştir. Arza konusuyla ilgili olarak Buhârî'den birbirini destekler mâhiyette üç rivayet gelmiştir. Bunları naklettikten sonra bir değerlendirme yapmak daha münasip olacaktır.
Hz. Âişe (r.a.) Hz. Peygamberin kızı Fâtımâ'dan şu bilgiyi aktarıyor: Fâtıma (a.s.) diyor ki: (Babam) Nebî (s.a.) bana gizlice dedi ki: "Cebrail bana her sene Kur'ân'ı arz ediyor, bu yıl ise iki defa arz etti. Öyle sanıyorum ki ecelim gelmiştir "[46] Ebû Hureyre'den gelen rivayette ise olay onun dili ile anlatılmakta ve o da arz edenin Cebrail olduğunu bildirmekte, arzın her yıl bir kere vefat ettiği yıl ise iki kere olduğunu, Resûlullah'ın her yıl on gün itikaf ettiğini, arzanin iki defa olduğu yıl ise yirmi gün yaptığını bildirmektedir.[47] İbn Abbas aynı hadiseyi tasdik eder tarzda, Resûl-i Ekrem'in Ramazan ayında diğer zamanlardan çok daha fazla cömert olduğunu, zira Cebrail'in Ramazan ayı çıkıncaya kadar her gece ona geldiğini ve Resûlullah'm Cebrail'e Kur'ân'ı arz ettiğini bildirmektedir.[48] Bu üç rivayet arasındaki tek fark Hz. Fâtıma ile Ebû Hureyre (r.a.) rivayetinde arz edenin Cebrail, İbn Abbas rivayetinde ise ResûluUah olmasıdır. Bu fark eğer hadîsin râvilerinden kaynaklanmıyor ise şöyle olması mümkündür: Cebrail önce Resûlullah'a okuyor (arz), Resüluliah onu dinliyor (semâ), sonra da Resûluîlah Cebrail'e okuyor, Cebrail de onu dinliyordu. Bu durumda her biri birer defa okuyor ve birer defa dinliyordu. Son dönem âlimlerinden Zâhid el-Kevserî, arza-i ahîra hâdisesini biraz farklı anlamakta ve son Ramazan'da gerçekleşen iki okumadan sonra Resûl-i Ekrem'in ashabını toplayıp onlara Kur'ân'ı baştan sona okuduğunu işte bu okumanın arza-i ahîra üye adlandırıldığını irade etmektedir.[49]
Mekke'nin kısıtlı ve zor şartları, Kur'ân kıraatinin de çok fazla gelişmediği bir dönem olsa gerektir. Arza ile ilgili Hz. Fâtımâ'dan gelen rivayette "her yıl/külle senetin" ifadesi geçmekle birlikte, arzanin Mekke'de başlayıp başlamadığı konusunda bir netlik yoktur. Böyle olunca kıraat ilminin daha çok Medine ortamında geliştiğini, bunun da ResûluUah ile ashâb arasındaki engelsiz ilişkinin bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Mescidin varlığı,
mescid yanında suffenin bulunması, ashabın kendi arasındaki diyalog gibi müsbet şartlar, kıraat ilminin gelişmesini olumlu yönde etkilemiştir.
Güvenilir hadis kaynaklarında geçen bazı hâdiseler, Hicret'ten bir süre sonra Kur'ân'ı iyi bilen sahabîlerin sayısının bir hayli arttığını göstermektedir. Konuyla ilgili en meşhur rivayet Bi'rimaûne hadisesidir. Hadîs ve siyer kaynaklarında Resûlullah'ın hem zabt hem de okuyuş güzelliğine sahip olan sahâbîleri Kur'ân hocası olarak muhtelif bölgelere gönderdiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Onun, Benû Âmir kabilesine Kur'ân'ı ve İslâm'ı öğretmek üzere gönderip de Bi'rimaûne kuyusu civarında komplo kurularak öldürülmesi hadisesinde adı geçen Suffe ehli 70 sahâbî için büyük üzüntü duyması ve bir ay boyunca katillere beddua etmesi,[50] hem Resûlullah'ın (s.a.) Kur'ân bilgisine sahip olanlara çok büyük değer verdiğini hem de onların sayılarının bir hayli fazla olduğunu göstermektedir.[51]. Bu sahabe hakkında Buhârî'nin bâb başlığında naklettiğine göre Âl-i İmrân sûresinin 169-171. âyetleri nazil olmuştur. Enes b. Mâlikin aynı rivayette yer alan bunlar hakkında "(Kavmimize haber verin ki, biz Rabbimize kavuştuk; O bizden razı oldu biz de O'ndan razı olduk)" şeklinde vahiy indiğini ve insanlann bu âyetleri okuduğunu, ancak bunun sonradan metni ile birlikte nesh olduğunu söylemesi[52] birkaç açıdan dikkate değer bir bilgidir.
Resûlullah (s.a,) döneminde kıraat ilminin durumu ile ilgili önemli konulardan biri de Kur'ân kelimelerinin Kureyş lehçesi dışında ihtiyaca binâen ve sınırlı şartlar içerisinde bir başka bölgesel lehçe ile okunmasına imkan veren yedi harf meselesidir. Bu, Resûlullah'ın sağlığında ortaya çıkan bir okuma kolaylığı ve sınırlı bir ruhsat İken, sonradan kıraat farklılıklarının ve vecihleri-nin de önemli bir dayanağı olmuştur. Temel hedefi Kur'ân'ın geniş halk kitleleri tarafından öğrenilmesi ve okunması olan yedi harf ruhsatı ile, bir yandan yeni bir ilmin temelleri atılmış öte yandan da âdeta İslâm toplumunun farklılıklara açık ve başkalarına karşı hoşgörülü olduğu gösterilmek istenmiştir.
Resûl-i Ekrem müslümanları bir yandan Kur'ân'ı öğrenmeye ve okumaya teşvik ederken, öte yandan da öğrenilen Kur'ân'ın unutulmaması konusunda müslümanları uyarmıştır. Ebû Musa el-Eş'arî'nin (r.a.) anlattığına göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kur'ân'ı muhafazaya ihtimam gösterin. Muhammed-'in nefsini kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâle kasem olsun ki, Kur'ân-ı Kerîm'in (kişinin ezberinden) kaçması, develerin bağlarından boşanıp kaçmasından daha kolaydır."[53] Abdullah İbn Ömer'den de benzer bir rivayet gelmiştir.[54]
[33] Taşköprizâde İslâmî ilimler İçerisinde kıraate ilk sırayı vermektedir (bk. Miftahü's-sa'âde, I, 68-69.
[34] el-Furkân 25/32; el-Müzzemmil 73/4; el-İsrâ 17/106.
[35] el-Bakara 2/129.
[36] Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 29; Tirmizî, "Kıraat", 1; Ahmed b. Hanbel, d-Müsned,Vl, 288, 302.
[37] Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 30; Ebû Dâvûd, "Salât", 355.
[38] Tirmizî, "Sevâbü'l-Kur'ân", 13; Ebû Dâvûd, "Salât", 349; îbn Mâce, "Edeb", 52.
[39] Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 8.
[40] a.y.
[41] Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 31.
[42] Buhârî, "Menakıbü'l-ensâr", 16; "Tefsir", 98; Müslim, "Salâtü'l-Müsâfirîn", 245, 246; "Fezâ'iiü's-Sahâbe", 121, 122; Tirmizî, "Menâkıb", 33: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 130, 157, 185, 218, 233, 273, 284.
[43] Buharı, "Fezâ'İlü'l-Kur'ân", 32, 33, 35; Müslim, "Salâtü'l-Müsâfirîn", 247-248.
[44] el-Kıyâme 75/16-19.
[45] Konuyla ilgili olarak hadisleri değerlendiren Ayhan Tekineş'in makalesine bakılabilir ("Cibril'in Son Dersi Arza-i Ahîra", Yeni Ümit, sy. 56, yıl 14, Nisan-Mayıs-Haziran, İstanbul 2002, s. 51-56).
[46] Buhâri,"Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 7.
[47] Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 7, "İ'tikâT, 17.
[48] Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 7,
[49] Muhammed Zâhid el-Kevserî, Makâlatü'l-Kevseii Kahire 1388, s. 5-6
[50] Buhârî, "Cihâd", 19; Müslim, "Mesâcid", 54, "İmâre", 41.
[51] Olayın cereyan şekli ve ayrıntısı için bk. Ahmet Önkal, "Bi'rimaûne", D/A, İstanbul 1992, VI, 195-196.
[52] Buhârî, "Cihâd", 19.
[53] Buhârî, "Fezâ'iIü'I-Kur'ân", 23; Müslim, "Salâtu'l-Müsâfirîn", 231.
[54] Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 23; Müslim, "Salâtu'l-Müsâfirîn", 226; Muvatta', "Kur'ân", 4; Nesâî, "İftitâh", 37. Abdülhamit Birışık, Kıraat İlmi ve Tarihi, Emin Yayınları, Bursa 2004: 23-29.