- Hz. Muhammedin İlme Karşı Tavrı

Adsense kodları


Hz. Muhammedin İlme Karşı Tavrı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Wed 8 August 2012, 02:30 pm GMT +0200
HZ. MUHAMMED'İN İLME KARŞI TAVRI

Hz. Muhammed'in insan düşünce ve felse­fesine en büyük katkısı, kişinin çevresindeki fizikî âlemden, nefsinden, tarihten ve bütün tabii hâdiselerden eleştirel bir gözlemci ola­rak faydalanması gerektiğini vurgulaması ol­muştur. Hz. Muhammed insanoğlunun ta­bii güçleri işleyip işleterek onlardan faydalan­ması için fizik dünya ile ilgili gözlemlerde bulunmasının büyük Önemini belirtmiştir, Kur'ân-ı Kerîm, insanın dikkatini tabiatın müşahadesine çeken pekçok âyetle doludur: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün birbiri ardınca gelmesinde elbette aklıselim sahipleri İçin ibret verici deliller vardır. Onlar ayakta, oturarak ve yanları üze­rine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve ye­rin yaratılışı üzerinde düşünürler: 'Rabbimiz! (derler) Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateş azabından koru!'." (3: 190-191). Allah'ın halkettiği bu harikulade dünya akıllı bir kişiyi insanoğlunun hiçliğine ve Ya­ratıcısının büyüklüğüne ve kudretine kolay­lıkla ikna eder: "Göklerin ve yerin hükümran­lığını, Allah'ın yarattığı her şeyi... düşünmü­yorlar mı?" (7: 185).

İnsan şu sözlerle, Rabb'inin yarattıklarını te­fekküre davet edilmektedir: "Allah odur ki gökleri, görebileceğiniz gibi direk olmadan yükseltti, sonra Arş üzerine istiva etti (bütün mülkünün, bütün yaratıklarının tahtına, yani yönetimine hâkim oldu, herşeyi düzenleyip yönetti), güneşi ve ayı iradesine boyun eğdirdi. Hepsi belli bir süre için akıp gitmektedir. (Yaratma) işi(ni) düzenler, âyetleri açıklar ki, Rabb'inizle karşılaşacağınıza kesin olarak manasınız. O'dur ki arzı uzattı, orada sabit dağlar ve ırmaklar var etti, orada bütün mey-valardan iki çift yarattı. Geceyi gündüzün üzerine Örtüyor. Şüphesiz bunda dü; anen bir toplum için âyetler vardır. Arzda birbirine komşu kıt'alar (toprak parçalan), üzüm bağ­lan, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır; bunların hepsi bir su ile sulanır ama ürün(lerin)de bunları, birbirinden üstün yapı­yoruz. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir ka­vim için âyetler vardır." (13: 2-4).

Daha sonra insanoğluna, Allah'ın okyanusla­rı, denizleri ve yeryüzünü yaratışı hakkında düşünmesi tavsiye edilmiştir: "O, denizi de (hizmetinize) râm etti ki ondan taptaze et yiyesiniz ve ondan giyeceğiniz süsler çıkarasınız. Görüyorsun ki gemiler, denizi yara yara akıp gitmektedir. (Bütün bunlar) Allah'ın lûtfunu aramanız ve O'na şükretmeniz için­dir. Sizi sarsar diye arza ağır baskılar attı, ır­maklar ve yollar (yarattı) ki doğru yolu bula­şınız (amaçlarınıza eresiniz). (Yol bulmak için yararlanılacak) işaretler de (yarattı). On­lar yıldız(lar)la da yol bulurlar. Yaratan, ya­ratmayan gibi midir? (Hiç bir şey yaratama­yan o putlar, bunca varlıkları yaratan Allah'a denk tutulur mu?) Hİç düşünmüyor musunuz? Eğer Allah'ın nimetini saysanız, sayamazsı­nız. Doğrusu Allah çok bağışlayan, çok esir­geyendir." (16: 14-18).

Hayvanlar âleminden ise sütün oluşumu hadi­sesine insanoğlunun dikkati çekilmiştir: "Hayvanlarda da sizin için ibret (alınacak dersler) vardır. Onların karınlarından, fers (yani sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından (çıkardığımız) hâlis, içenlere (içimi) kolay süt içiriyoruz." (16: 66).

Dillerin, ırk ve renklerin çeşitliliği de âyetlerdendir: "O'nun âyetlerinden biri de, göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda, bilenler için ibretler." (30: 22).

Yağmurda ve şimşekte de âyetler vardır: "O'nun âyetlerinden biri de, size, korku ve Ümit vermek için şimşeği göstermesi, gökten bir su indirip onunla, ölümünden sonra yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda, aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır." (30: 24). Ve Fâtır Sûresinde de şu mealde iki âyet yer al­maktadır: "Görmedin mi, Allah (nasıl) gökten su indirdi de, onunla renkleri çeşit çeşit mey-valar çıkardık. Dağlardan (geçen) beyaz, kır­mızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yarattık). İnsanlardan, hayvanlardan ve da­varlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kullan içinden ancak ilim sahipleri Al­lah'tan (gereğince) korkar. (Çünkü O'nun yaptıklarmdaki incelikleri öğrendikçe onların Allah'a karşı saygıları artar). Şüphesiz Allah daima üstündür, çok bağışlayandır." (35: 27-28).

Yaratış sanatı ile, "Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır, ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur, nasıl yüz çe­virirsiniz." (6: 95).

Kur'ân insanoğlunu kendi yaratılışını düşün­meye de davet etmektedir: "O'nun âyetlerin­den (sonsuz gücünün işaretlerinden) biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz, (yeryüzüne) yayılan insan(lar) oluverdiniz." (30: 20). En'am Sûresinde şu mealde bir âyet yer al­maktadır: "Odur ki sizi bir tek nefisten inşâ etti. Sizin için bir kalış ve bir emanet olarak konuluş yeri ve süresi vardır. (Yani siz bir sü­re babaların belinde kalacak ve sonra da bir emanet olarak annelerin rahmine konulup bir süre orada duracaksınız. Yahut sizin yeryü­zünde bir kalış ve toprağın altına konuluş ye­riniz ve süreniz vardır.) Gerçekten biz, anla­yan bir toplum için âyetleri geniş geniş açık­ladık." (6: 98).

Hacc süresindeki âyette ise şöyle buyurul-maktadır: "Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz (bilin ki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe(sperma)dan, sonra alâka(embriyo)dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Diledi­ğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz; sonra sizi bir bebek olarak çıkarı­yoruz. Sonra güç {ve kabiliyetlerinize erme­niz için (sizi büyütüyoruz). İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülüyor, kimi de öm­rün en kötü çağma (ihtiyarlığa) itiliyor ki, bi­lirken bir şey bilmez hâle gelsin (çocukluğun­daki gibi vücutça ve akılca güçsüz bir duruma düşsün). Yeri de kurumuş, ölmüş görürsün. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz za­man titreşir, kabarır ve her güzel çiftten biti­rir." (22: 5).

Bir başka âyette de çocuğun doğumundan bahsedilmekledir: "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. (O), dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler bahşeder; dilediğine de erkekler bahşe­der. Yahut onları çift yapar: Hem dişi, hem erkek (verir). Dilediğini de kısır kılar. O, her-şeyi bilendir, (her şeye) herşeye gücü yeten­dir." (42: 49-50).

İnsanoğlu geçmiş atalarının tarihinden ibret almaya da davet edilmektedir: "Yeryüzünde gezmediler mi ki kendilerinden Öncekilerin sonunun nasıl olduğuna baksınlar. Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; (sular, madenler çıkarmak, ekin ekmek, ağaç dikmek için) toprağı (kazmış) alt-üst etmişler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar et­mişlerdi. Onlara da elçileri, delillerle gelmiş­ti. Demek ki, Allah onlara zulmeder değildi. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmediyorlar­dı." (30: 9). Yusuf sûresinde şu âyet vardır: "...Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendile­rinden Önce geçenlerin sonlarının ne olduğu­nu görsünler. Ahiret yurdu Allah'a karşı gel­mekten sakınanlar için hayırlıdır. Akletmez misiniz?" (12: 109). Mümin sûresinde konu ile ilgili şu âyetler vardır: "Yeryüzünde dola­şıp^ kendilerinden önce ve kendilerinden daha kuvvetli olan ve yeryüzünde daha çok eser bı­rakan kimselerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları suçlarıyla yakala­mıştır. Allah'a karşı onları koruyan yoktur. Bu, kendilerine açık belgelerle gelen peygam­berlerini inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah da onları bunun için yakalamıştır. Doğrusu O kuvvetlidir, cezalandırması da şiddetlidir." (40:21-22).

Bu ve benzeri pek çok Kur'ân âyeti, insanın tabiattaki cismanî güçlere (afak), kendi iç dünyasına (enfüs) ve tarihe mülefekkirâne nazarlar atfetmesini teşvik etmekte ve Al­lah'ın yaratıklarının harikuladelikleri ve esra­rı üzerine düşünmesini hatırlatmaktadır.

Hayatın bütün somut gerçeklerinin eleştirel bir tarzda gözlenmesi, insanın bütün fizikî ve tabiî hâdiseleri inceleme ve araştırma konu­sundaki melekelerini gerçek manada geliştir­mesi İçin uyarı vazifesi gördü ve ilmî esasa dayanan gözlem, deney ve analizlere tedricen kapı açtı; bu da sonunda modern bilimi ve teknolojik gelişmeyi doğurdu.

Bu suretle Hz. Muhammed, Allah'ın ilk insanı yarattığında ona öğretmiş olduğu eşya­nın bilgisini, mükemmelleştirmiş oldu: "Ve Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları (eşyayı) meleklere sunup: 'Haydi, doğru ise­niz onların isimlerini bana söyleyin' dedi. Dediler ki: 'Sen yücesin (yâ Rab); bizim, se­nin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yok­tur. Şüphesiz/ sen bilensin, hakimsin (her şeyin içyüzünü bilen, her şeyi yerli yerince yapansın). (Allah) dedi ki: 'Ey Âdem, bunlara onların isimlerini haber ver'. (Âdem), isimle­rini söyleyince (Allah): 'Ben size, ben gökle­rin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladı­ğınızı ve içinizde gizlediğinizi bilirim, deme­miş miydim?'dedi." (2: 31-33).

"Ve Âdem'e bütün isimleri öğretti..." derken esma (isimler) kelimesinin kullanılması çok anlamlıdır. İsim insanların eşya için bîr ad sistemini, bilim veya bilimlerin terminolojisi­ni temsil eder; pek çok sahadaki bilgi, ilim veya bilimin sistematik olarak adlandırılışını ve tasnifini temsil eder... Gerçekte isim, insan zihninin dünyadaki eşyayi vasıtasıyla anladığı ve kavradığı adlar anlamına gelir. Ve insanın eşya hakkında sahip olduğu bütün bilim ve malumat yığını gerçekte onlara ad verebilme kabiliyeti üzerinde temellenmiştir. Böylece Allahu Teâlâ, Âdem aleyhisselâma bütün isimleri (esma) öğrettiğinde, ona arzdaki bü­tün eşya ve hâdiselerin temel bilgisini bahşe­diyordu. Allah'ın bu müstesna nimetinden faydalanmak ve kâinat hakkındaki bu bilgiyi değerlendirmek Âdem'e ve onun gelecek ne­sillerine bırakılmış bir haktır. Ayetin son kıs­mı insana sadece seçme hürriyeti ve bağımsız düşünme ve karar verme melekesi değil, aynı zamanda dünyanın fizikî güçlerinin kullanıl­masında kendisine yardımcı olacak bir bilgi zenginliğinin de verildiğini teyid etmektedir. Bu durum, insanın, Allah Elçisinin rehberliği­ne uyarak melekelerini hikmet ve adalet çer­çevesinde kullanması şartıyla, kötülükten zi­yade iyilik yapma kabiliyetine sahip olduğu­nu gösterir.

Kur'ân'ın bu âyeti açıkça göstermektedir ki ilk insan olan Âdem'e bu dünyadaki herşeyin temel bilgisi ve kâinatın potansiyel kaynakla­rını kendi yararına işletme ve kullanma kabi­liyeti verilmiştir. Bu da, insanın diğer yaratıl­mışlar karşısındaki üstünlüğü, sahip olduğu bilgiye ve onu fizikî âlemin sırlarını çözmede kullanabilme kabiliyetine bağlıdır. Bu dünya­daki bütün tabiat güçleri üzerinde kâinatın sırlarının bilgisi gibi bîr vasıta sayesinde in­san, eşref-i mahlûkat konumuna yükselmiştir ki, bu durum burada esmanın (isimlerin) bil­gisi olarak adlandırılmaktadır. Ve bu bilgi onu bütün diğer mahlûkata Üstün kılmaktadır. Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığı yine Kur'ân âyetiyle sabittir (39: 9). Ve bu hakikat ancak ilim sahiplerince anlaşılabilir (29: 43). Kur'ân, cahillere Hakikat'i biliniyorlarsa onu ehli kitaptan sormalarını tavsiye etmektedir (16: 43), Şüphesiz, gerçekler, Hakk ve herşe­yin hikmeti yalnızca ilim sahiplerince algıla­nabilir. Böylece Hz. Âdem'in Allah lûtfu olan ilim zenginliği vasıtasıyla bu dünyada çok önemli bir rol oynama kaderine sahip olduğu açığa çıkmaktadır. Bu müstesna Nimet'ten Rahman sûresinde şöyle bahsedilmektedir: "(Allah) Kur'ân'ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyânı (konuşup düşüncelerini açıklamayı) öğretti." (55: 2-4). Allah insanı yarattı ve onu zeka. konuşma, ifade gücü, eşyalar arasındaki ilişkilerin tabiatını ve önemini düşünme, tefekkür etme ve anlama kapasitesi gibi rehber­lik unsurları ile donattı. İnsanoğlu doğruluk ve adaletle doğru sonuçlara varma idraki ve vicdanı ile de mücehhezdir. Bu ilim zenginli­ği, geniş manada, insana Allah'ın yaratıklanı-nm ekseriyeti üzerinde kontrol imkânı verir.

Bu hakikat, Hz. Muhammed'e gelen ve onu okumaya ve bilgi edinmeye teşvik eden ilk Vahiyle de teyid edilmiştir: "(Ey Muham­med!) Yaratan, Rabbinin adıyla oku. O insanı alâktan (kan pıhtısı biçimini alan embriyo­dan) yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sa­hibidir. O (insana) kalemle (yazmayı) öğretti" (96: 1-5). İnsanın topraktan olması, Rabb'ine yaklaşmasına engel teşkil etmemektedir. Ona bir ilim zenginliği ve irade hürriyeti verilmiş­tir; bu sayede zihnî, ahlâkî, ruhî ve ilmî saha­larda yüceliklere ulaşabilir. İnsanoğlu fizik dünya ile ilgili olarak her an sahip olduğu bil­ginin daha üstününe ulaşabilecek bir ölçekte bilgi edinme kabiliyetine sahiptir, ve bu kabi­liyet onu daima kâinatın tabiî kuvvetleri üze­rinde kontrol elde etmek için çaba gösterme­ye iter. Yukarıda bahsedilen âyetlerde geçen (2; 31-33) Allah vergisi bu kabiliyeti İnsan, Allah'ın arzında kullanmaktayken, Hz. Mu­hammed'ın gelişi ile bu kabiliyetin kulla­nılabilme kapasitesi en üst noktasına ulaştı. Hz. Muhammed (2)'in risaleti, insanoğlunun ilmî sahada daha ilerilere gitmesi ve bu yolda büyük mesafeler katetmesini sağlayan yeni ve güçlü bir saik oluşturdu; tesiri kısa zamanda görülen teşvikler getirdi.

Risalet ve peygamberlik vazifesinde Hz. Mu­hammed'e gönderilen ilk vahiy yukarıda meali verilen âyetlerdir (96: 1-5). İlk vahyin mahiyeti bir bakıma, insan hayatında bilginin Önemini göstermektedir. Rasûlullah'e "oku" diye emredilerek aynı zamanda atası Hz. Âdem'e Allah tarafından bahşedilen bilgiyi edinmesi de istenmiştir. Bu âyette kul­lanılan "kalem" kelimesi semboliktir; çünkü bütün bilgiler yazı vasıtasıyla kaydedilir ki, bu 1. ve 3. âyetin başındaki sembolik "oku" çağrısını açıklar. İnsanın düşüncelerini, tecrübelerini ve duygularını kişiden kişiye, nesil­den nesîle, ve bir kültürel çevreden diğerine yazılı kayıtlar vasıtasıyla aktarabilme şeklin­deki özgün kabiliyeti, bütün insanlık bilgisi­nin birikimini sağlar. Bu Allah vergisi kabili­yete bağlı olarak, her insan beşeriyetin sürekli bilgi birikimine şu ya da bu yolla katılımda bulunduğundan, bir fert tek başına bütün eş­yanın ismini bilmese de -ve bu mümkün de değildir- insanoğlundan "Allah tarafından (isimler) öğretilen" olarak bahsedilmektedir. Bu insanın kendisini biyolojik bir varlık ola­rak yaratan ve ona bilgiyi elde etme istek ve kabiliyeti veren Allah'a olan mutlak bağımlı­lığının güçlü vurgusu, son kez, son üç âyette tekrarlanmaktadır. Ayrıca, Allah'ın insana "öğretmesi" O'nun vahiy eylemini de ifade eder ki Hz. Peygamber vasıtasıyla ulaşan bu vahiy olmasa hakikatlere ve ahlâkî bir mo­dele yalnızca insanoğlunun tecrübe ve mantı­ğıyla asla ulaşılamaz; bu âyet işte böylece İla­hi Vahiy hadisesini de ihtiva eder. (Muham­med Esed, The Message of the Quran, sh. 963-964). Nihayet, bu "öğretme", Allah'ın in­sana İlk atasından itibaren fıtratına yerleştir­diği bilgi kapasitesine (2: 31-33) atıf da olabi­lir.

Konuya bakış açımız ne olursa olsun, aynı so­nuca ulaşmaktayız: İnsanoğlu fizik âlemde gerçekleştirdiği soruşturma, gözlem ve deney yoluyla derin ve ayrıntılı ilim elde etme ve üstün sonuçlara ulaşma kapasitesi ile donatıl­mıştır; üstelik bu kapasite ve zihnî güç Hz. Muhammed'in ellerinde olağanüstü bir teşvike de kavuşmuştur. İnsanoğlu amacına doğru çok yavaş bir şekilde ilerlemekte idi ve fizik dünyanın sırlarının derinine pek fazla inememişti. İnsanoğlunun kafası Helenistik fikir karmaşası ve felsefî teorileri ile meşgul edilmiş, karışık bir haldeydi; ve insanoğlu kendisini her yönden saran maddî üst yapının bilgisi konusunda fazla ilerleyememişti. İnsan zihnini keskinleştiren ve İnsanî yetenekleri ta­biatın fizikî güçlerine doğru kanalize edip in­sanoğluna bütün bu güçlerden sorumlu oldu­ğunu ve kendi faydası için onları kullanmanın meşru, ahlâkî ve toplumsal vazifesi olduğunu hatırlatan Hz. Muhammed olmuştur. İnsa­noğlu ayrıca doğru kanaatlere ulaşabilmesi için Allah'ın yarattığı harikuladelikler üzerin­de tefekkür ve tedebbür etmeye de davet ve teşvik edilmiştir. (Ayrıca bkz.. Sfret Ansiklo­pedisi, c. I, bölüm 2).

İnsanoğlunu Yunanhlar'ın karmaşa ve felsefî düşüncelerinden çıkarıp onu bilginin her sa­hasında pratik gözlem ve deney yoluna sokan ve böylece ilk insan Âdem'e verilen esma'nın (isimlerin) temel bilgisinin mükem-melleştirilmesini sağlayan hâdise Hz. Mu­hammed tarafından gerçekleştirilen muci­zedir. Rahman sûresinin şu âyeti işte böylesi bir teşvik unsurudur: "Ey cinler ve insanlar topluluğu! Göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçin gidin. Ancak kudretle geçebilirsiniz." (55: 33). Bu âyet insana, eğer gerçekleştirebilecek güce kavuşursa dünyanın ve göklerin sınırlan öte­sine varmak yolunda önündeki sınır ve engel­lerden kurtulması için açık bir davettir. Hz. Muhammed'in gelişinden önce bu fikir in­sanoğluna ilham edilmiş değildi. Gerçekleşti­rilmesinden 14 asır önce bu inkılâbı fikirleri ortaya çıkaran ilk kimse Hz. Muhammed'dir. Kur'ân insanın faaliyet sahasının her cihetinde soruşturma, araştırma ve çalışma ruhu doğuran ve her fikrin doğruluğunu onu kabul etmeden önce araştırarak tasdiklemeyi teşvik eden inkılâbçı fikirlerle doludur; Öyle­sine ki Tevhid ve Ahiret kavramları bile ina­nanların meraklarını tatmin için aklî ve mantıkî olarak açıklanmıştır.