- Hz. Muhammed'in Evliliklerinin Sebepleri

Adsense kodları


Hz. Muhammed'in Evliliklerinin Sebepleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 25 June 2012, 09:02 am GMT +0200
HZ. MUHAMMED'İN MUHTELİF EVLİLİKLERİNİN SEBEPLERİ

Batılılar ve diğer bazı insanlar bu evliliklerin ta­biatını, şeklini ve taşıdığı önemi ciddî olarak in­celeyip öğrenmeden gereksiz tenkitler yönelt­mektedirler. Birden fazla evlilik ile ilgili olarak önceki konularda iki gerçeğe dikkat çekmiştik. Bunlardan birincisi; çok evlilik o dönemin sos­yal sisteminin esas parçasıydı. İkinci olarak; bu evlilikler kendi içlerinde hiç bir olumsuz yapı arzetmeyip, aksine yerinde bir uygulama ol­makta ve belirli durumlarda bir çok ahlakî, sos­yal ve iktisadî sorunların çözümünde zaruri du­ruma gelmektedir. Bilhassa Peygamber'ın evlilikleri ile alâkalı olarak kısaca denilebilir. O, zamanının ve şartlarının normal tatbikatını yapmıştır. Onun selefleri Süleyman, Davud ve diğerlerinin bir çok hanımları vardı ve Batılılardan hiç kimse onlann evlilikleri hakkı­nda bir tartışmaya girmemektedirler. O halde, neden Hz.Muhammed'ın evlilikleri hakkın­da haksız tenkitlerle saldırıya geçmektedirler? O,teamülden ayrı,beklenmedik, garip bir evli­lik yapmadı ki! Bütün bu haksız tenkit ve itiraz­ların ne tarihî, ne de makul bir dayanağı vardır. Tenkit sahipleri, Allah'ın Son Rasulü ve Nebisi Muhammed 'in hayatını ve getirdiği nizamın felsefesini tanımadan ya bir cehalet ve dinî ta­rafgirlikle veya O'na ve tebliğ ettiği dünya ve ahiret sistemine olan büyük kinlerinin yargısıy­la hareket etmektedirler. Bunun için de öncelik­le, Peygamber'ın insanlık kültürü ve mede­niyetine olan katkılarına gölge düşürmek ve te­mellerini sarsmak için pek çok haksız itirazlar­da bıriunnı aktadırlar.

Hakkaniyet ölçüsünden uzaklaşmamış ve sami­mi bir münekkid, Hz. Muhammed'in hayatı­nı incelediğinde bakınız neleri itiraf etmektedir: "...Bütün bunlardan sonra O'nun hakkında şu söylenebilir; Muhammed, hislerinin insanı değildi. Eğer bu insanın, alelade bir gönüllü ve esas maksadının arzu ve heveslerinin peşinde koşan biri olduğunu düşünürsek, açıkça yanılırız. Hayır! Arzu ve heveslerinin hiçbir türünü maksat edinmemiştir. O'nun ev halkı en idareli olandı; O'nun yiyeceği genellikle arpa ekmeği, hurma ve su idi. Bazen aylarca ocağında bir sefer olsun ateş yanmazdı... Bir çokları Muhammed'in dini ve arzuları hak­kında olduğundan fazla şey söylediler ve yazdı­lar. O'nun ruhsat verdiği hususlar kendiliğin­den değildi; O, bunların Arabistan'da eskiden beri hiç bir sınır tanımadan uygulandığını gördü; yaptığı, bu tatbikata bir sınır getirmek ol­du.

Asla O, yaşlandıkça hayatının çekiciliği kaybo­lan, bu dünyanın ona verebileceği en önemli şey olan hükümdarlığı elde etmek için huzur bozan, ihtirası meslek edinen,iyi huylarını ve şahsiye­tini inkâr eden, ahlâksızlığı ve alçaklığı yer­leştiren muhteris -hâşâ- bir sahtekar değildi! Ben, bunların hiçbirine kıymet vermiyorum ve inanmıyorum." (Thomas Cariyle, On Heroes, Hero-worship and the Heroic in History, Lond­ra, 1911, sh.288-3O5).

(Hz.) Muhammed,kendisinden on beş yaş büyük olan bir hanımla tam yirmi beş yıl me-sud,huzurlu ve kanaatkar bir hayat yaşadı. Gençlik yıllan onunla ve çocuklarıyla geçti. O, Mekke toplumunda doğru (es-Sâdık), ve güve­nilir (el-Emîn) insan, dürüst ve hilesiz tacir ola­rak şeref ve ün kazandı; hürmet gördü ve herke­sin, özellikle fakir,-yetim ve dulların sevip etki­lendiği bir dost idi. Kadınlara karşı bir rağbet göstermedi. O'nun ilk evliliği bile Hatice'nin şahsî teşebbüsleriyle gerçekleşti. Birdenbire huyunu, karakterini ve davranışını değiştirip nasıl kadın düşkünü olabilirdi?" Thomas Cari­yle, Peygamber'in (düşmanlarının bir takım sorumsuz ve Dayağı ithamlarına karşı şu sözler­le cevap vermektedir:" (Hz.) Muhammed yirmi beşinde, Hatice kırkında idi, yine de hâlâ güzel bir kadındı. O'nun, bu evlilik nimetiyle en rau-habbetli, huzurlu ve sıhhatli bir hayat yaşadığı, O'na derin muhabbet duyduğu, sadece O'na bağlandığı görülmektedir... (Hz.) Muhammed, hayatının bu hareketli yılları tamamlanana kadar herkes gibi normal, gösterişten uzak ve sade bir hayat sürdü," (Thomas Cariyle, a.g.e.).

Allah'ın Rasulü Hz. Muhammed'ın çok evli­likleri, peygamberliğinin onuncu yılından itibaren başlamıştır. Daha genç iken ve peygamber­lik görevinden önce istediği kadar kadınla ev­lenmesi mümkün iken O, tek hanımla,evli kalmıştır. O zaman gücü ve kuvveti tam yerin-de,yakışıklı bir delikanlı idi, evlenmesine engel olacak hiç bir sebep yoktu. Ortada, kendisini ev­lenmek bakımından kınayacak bir âdet ve gele­nek de mevcud değildi. Hatta o dönemde birden fazla evlenme, her kesin yanında hoş görülen ve tasvip edilen bir olaydı. Güzel ahlâklı, iş ve dav­ranışlarında temiz ve dürüst olan Muhammed'e gençliğinin daha ilk günlerinde talip olan pek çok kadın vardı.Kendisi bu kadınlara asla rağbet etmedi.Yaşadığı toplum içinde çok evli­lik teamül iken, hatta kiminin on,kiminin yirmi zevcesi bulunduğu bilinirken'Hz. Muhammed, ilk hayat arkadaşı olan Hatice validemiz ile yirmi beş yıl evli kalmış, o hayattayken bir başka kadınla evlenmemiştir. Gençlik ve olgun­luk çağını yalnız tek hanımı Hatice ile geçiren Peygamber, onun hicretten önce üçüncü yılda vefatı ile diğer hanımlarla evlenerek yeni bir döneme girmiştir. Bu yeni dönemde de sade­ce biri hariç, hep dul veya daha öne evlenmiş ve boşanmış kadınlarla evlenmiştir.

Hz. Muhammed, Allah'ın Rasulü ve son pey­gamberiydi. Büyük bir göreve memur edilmişti. Hayatının gayesi, dünyada geniş,, kapsamlı ve kalıcı bir inkılâb gerçekleştirmekti. Peygamber'e emanet edilen görev, sadece İslamî yönden değil, genel bakış açısıyla da medeniyetten uzak, kültürsüz, geri ve kaba bir topluluğu, me­denî, ileri ve ahlaken gelişmiş bir toplum haline getirme, eğitme ve şekillendirme göreviydi. Bu amaçla sadece erkekleri eğitmek geçerli değil­di, kadınların da eğitilmesi gerekiyordu. Fakat onun öğretmekle görevlendirildiği medeniyet ve sosyal hayatın ilkeleri, iki cinsin serbestçe birarada olmasını yasaklıyordu ve onun bu ilkeyi çiğnemeksizin direkt olarak kadınları eğitmesi imkânsız bir şeydi. Bu sebeple kadınları eğit­mek için tek yol, onun çeşitli yaşlarda ve farklı. zihnî kapasiteye sahip birçok kadınla evlenip onları eğitip Öğreterek kendisine yardımcı ye­tiştirmesi, daha sonra onları, genç, orta yaşlı ve yaşlı kadınların dinî eğitiminde ve onların ahla­ken eğitilmesinde görevlendirmesiydi. Evlen­diği hanımlardan bazıları bir. takım meziyet ve kabiliyetlere sahiptiler ki,   O'nun mesajını yaşama ve yaymada fevkalâde üstün başarı gösterdiler. Her hanımı kendi çapında İslâm'ın mübelliği idi. Başlı basma birer Öğretmen, helâl ve haramı duyuran birer bilgin idiler. İlâhî vah­yin tecelli buyurulduğu Peygamber'in müba­rek evi, gerçek bir iman ve İslam yuvası idi. Bu­rası hakiki ahlâk ve insaniyet mektebiydi. Mü'minlerin valideleri olan bu temiz ve pak hanımların herbiri, Peygamber'in bilinme­yen taraflarından bir kaçını öğrenip müslüman-lara bildiriyorlardı. Peygamber'in evleri, müslüman kadınların bütününe ve erkeklerden de hanımlarının yakınlarına açıktı. Buradan aldıkları İslam kültürünü önce kendi nefsinde uygular ve sonradan bunu bütün insanlara ya­yarlardı. O çağlarda, bilgiden yoksun olan ih­sanların ne derece bir ilim ve irfan yuvasına ihti­yaçları olduğu herkesçe kesin olarak bilinen bir gerçektir. Özellikle insanlığa yeni sunulan bir hareketin ve yeni olarak yayılmakta bulunan İslam dininin, böyle bir yuvaya ve böyle bir kültür merkezine daha fazla ihtiyacı vardı. Kökü mü'minlerin kalbine, dalları ise tâ arşa yükselmiş, her zaman meyve vermeye hazır bir durumda olan bu yüce davanın, ne de olsa gene de bir yeni olma vasfı ve böylece insanlar üze­rinde yeniliğin yan etkisi vardı. Peygamber vefat ettikleri zaman, hayatta bulunan İslam kültürü ve ahlâk sembolü dokuz temiz zevcesi, öğretmenlik ve tebliğ etme görevini yaptılar. Kadınlara en mahrem konularda, fetva verdiler. Hatta kadınlarla ilgili olan bazı konularda, er­keklere de fetva verdiler. Hak ve iyilik kay­nağından fışkıran birer numune oldular. Pey­gamber nasıl ki, bütün insanlık için uyulması bakımından en güzel bir ahlâk numunesi idi ise, bu temiz zevceleri de aynı şekilde birer ahlâk numunesi oldular. Çok iyi bilindiği gibi, Pey­gamber zevcelerine karşı adaletle hareket et­miş ve onlara kadınlarla ilgili gizli ve açık bir çok hükümleri anlatmışlardır.

Bundan başka Peygamber, İslam öncesi cahiliye hayat tarzım ortadan kaldırıp, onun veri­ne İslamî hayat tarzını uygulamayı göstermek­le görevlendirilmişti. Bu görevin yerine getiri­lebilmesi için, cahiliye sistemini savunanlarla bir çatışma içine girmek kaçınılmazdı ve böyle bir çatışma garip gelenek ve âdetlerin ve kabile sisteminin yürürlükte olduğu bir toplumda ger­çekleştirilecekti. Bu şartlar altında, diğer Arapların yanısıra, Peygamber'in, düşmanlıklara son verip dostluk bağlarım güçlendirmek için farklı kabile ve ailelerden kadınlarla evlenmesi gerekiyordu. Bu sebeple evlendiği kadınların seçiminde, onların kişisel özelliklerinin yanısı­ra bu gaye de önemli bir rol oynamıştır. Hz. Pey­gamber, Aişe ve Hafsa ile evlenerek,Ebu Be­kir ve Ömer'le arasındaki baaı daha da güçlen­dirmiştir. Ümmü Seleme, Ebu Cehil ve Hâlîd bin Velid'in de mensub olduğu bir ailedendi ve Ümmü Habibe, Ebu Süfyan'ın kızıydı. Bu evli­likler bir dereceye kadar bu ailelerin düşmanlı­klarını yumuşatmıştır. Öyle ki, Ümmü Habibe ile evlendikten sonra Ebu Süfyan,savaş alanı­nda Peygamber 'in karşısına hiç çıkmamıştır. Safıyye, Cüveyriye ve Reyhâne, Yahudi kabile­lerine mensuptu. Peygamber onları azat edip nikahladıktan sonra Yahudi kabilelerin düşmanlıkları nİsbeten azalmıştır. Çünkü Arap geleneğine göre, bir kimse bir kabileden bir kadınla evlenirse, sadece kadının ailesinin değil, bütün kabilenin damadı kabul edilirdi ve bir damada karşı savaş açmak ise onur kinci bir davranıştı.

Toplumu birçok yönden ıslah etmek ve yürürlükte olan cahiliye adetlerini ortadan kaldırmak da Peygamber'in görevleri arasın­daydı. Bu amaçla da bir çok evlilik gerçekleştir­miştir. Peygamber 'in Hatice'den sonra gerçekleştirdiği evlilikleri gözden geçirildiğinde her birinin, O'nun tâlim ve tebliğiyle alâkalı olduğu görülecektir.

Hatice validemizin vefatından sonra (hicretten önceki 3.yıl) Zem'a kızı Şevde ile evlenmişti ki, Sevde'nin yaşı ellinin üzerinde idi. Dul kalmıştı. Kimsesiz, öksüz ve yardımcı s izdi. Müslüman olmak için yakınlarını terkederek kocasıyla birlikte iki kez Habeşistan'a hicret et­miş, kocası Sekran'm vefatı üzerine Mekke'de yapayalnız kalmıştı. Peygamber onun duru­munu haber alınca himayesine almak için ni­kahladı. Bu evlilik, temiz ve mübarek hanımın cihadı, ihlası ve çektikleri acıların en güzel karşılığı olmuş, ayrıca Sevde'nin kabilesi olan Benî Abdişems ile bir dereceye kadar sulh -sağlanarak onların şiddetli düşmanlıkları törpülenmiş oldu.

Aişe ile evliliği ise bizzat Rabbinden aldığı işaretle olmuştu. Aişe, İslâmî ilimleri ve Pey­gamber'ın uygulamalarını O'nun vefatından sonra uzun yıllar yayılmasına vasıta olarak ken­dindeki meziyet ve gayretleri kullanmıştır. Pey­gamber ile erken yaşta evlenen Aişe'nin eğitim ve talimi bizzat Peygamber'in rehber­liği ve nezareti altında gerçekleşti. Aişe, çok ze­ki, tecessüs sahibi, hıfzı kuvvetli ve çok çabuk Öğrenmeye kabiliyetliydi. Peygamber'den ne görüp duydu ise onu hatırladı ve başkalarına nakletti. Bu sebeple Peygamber ona çok yakınlık duydu ki, her söylediğini dinleyip İzle­sin ve yaptığını daha hevesli yapsın. Gerçekte de Aişe İslâm prensiplerini ve Rasul "ün sünne­tini diğer hanımlarından daha fazla öğrendi ve hafızasında tuttu.O,bu ilmi Peygamber'in ve­fatından sonra yaşadığı yaklaşık kırk beş yıl bo­yunca insanlara vâz etti. İslâmî meselelere ait bilgilerin dörtte biri Aişe'nin vasıtasıyla nakle­dilmiştir. O'nun Peygamber'den 2210 hadis rivayet ettiği ve bu alanda sahabeler arasında altıncı sırada olduğu bildirildi.

Peygamber Medine'de şahsî münasebet, si­yasi, sosyal ve benzeri sebeplerden dolayı sekiz hanımla daha evlendi. Ehli beytini genişletme­ye başladığı zaman elli beş yaşındaydı. Hepsi dul idi ve ikisi hariç, hepsi otuzaltı yaşın üstündeydi. Peygamber ellisinin ortasındayken ve hayatta kalmak için dehşetli ve şiddetli bir mücadeleye giriştiği bir zamanda -hâşâ-kadın düşkünü olmaya başlamasına kim inana­bilir? Her tarafta düşmanları tarafından sarılmıştı, içeride de münafıklar ve yahudiler tarafından tehdit edilmekte idi. Kureyş bir seri baskınlar düzenliyor ve Medine şehrine saldı­rıyordu, bununla beraber etraftaki düşman kabi­leler Medine'nin güvenliği için daimi bir tehli­keydi. Gece huzur içinde uyumak bile zordu. Bu durumda bir kimse nasıl hislerine kapılır ve keyfî hareket eder? Bütün bunlar herşeyi ve her­kesi kendi batini duygu ve arzularına göre yargı­layan kötü zihniyetli kimselerin itham­larıdır. Kötülük kendi İçlerinde olduğundan her­kesi de aynı hafiflikte görüyorlar.

Daha önce de işaret edildiği gibi, evliliklerinin hepsi lüzumluydu ve Peygamber'in memur olduğu ilâhî mesajın gerekli bir parçasıydı. O, insanlığa sözleriyle ve fiilleriyle Allah yolunda rehber olmak için gönderildi ve bunu en etkili ve doğru bir şekilde yaptı. Bununla beraber, bazı ihtiyaçlar ve icablar vardı ki onlarsız bu da­vet başarılı bir şekilde tamamlanamazdı, bu me­sajın tesirli ve doğru bir şekilde bildirilmesi ge­reken insanlığın yansı kadınlardan mürekkepti. Peygamber uygulama örneğiyle ve eğitim yoluyla bu mesajı her gün erkeklere aktarmak­taydı. Samimi, dürüst ve hassas bir kadınlar gru­bunun bu mesajı diğer kadınlara aktarmaları için hazırlanmaları kesinlikle gerekliydi. Bu se­beple, mâkûl, pratik ve etkili tek yol Peygamber'ın ev-halkını genişletmek idi. O'nlar Pey­gamber'e çok yakın olmalılar, aynı ikamet­gahta O'nunla yakın dostluğun zevkini taddığı kadar öğütlerini dinleyip,uygulamalannı sey­retmelilerdi.

Peygamber'ın ev halkının, nur'un kay­nağından muntazaman talim ve eğitimi, kadının çok hassas, mahrem ve şahsî problemlerini ko­ruyup muhafaza etmekte büyük bir faktör teşkil etmekteydi, aksi takdirde bunlar ümmet tarafın­dan bilinmeyecekti. Aslında, bu, Peygamber tarafından olduğu kadar, hanımları tarafın­dan da büyük bir fedakarlıktı. Öyle ki o'nlar Müslümanlardan Peygamber'in uygulama­larından hiç birini gizlemediler. Onlar, görüp Rasulullah ile birlikte tatbik ettikleri İslam'ın bilgi hazinesini ve Peygamber'in uygulamasanı tam bir doğruluk ve sadakatle naklettiler.

İslam'ın yayıldığı ve yüzbinlerce erkek ve kadının İslam'ın merkezinde toplanıp İslam'ı kucakladığı ve öğrettiklerini öğrendiği Medi­ne'deki muhtelif evliliklerin başlıca sebebi işte bu idi.

Peygamber, ehli Suffa ve diğer Önde gelen ashab, ülkenin muhtelif bölgelerinden gelen halkı karşılamakla ve onların islam prensipleri­nin Öncelikli eğitimini tanzim etmekle meşguldüler. Peygamber'ın ev halkı şehir dahilinde ve haricindeki kadınları kabul ederek ve i'tikadm muhtelif meseleleriyle ilgili Rasulullah 'in talimini onlara bildirmek suretiyle vazifelerini uygun bir şekilde yapıp başardılar. Bu, ehlibeyt'in bir veya birkaç üyesi tarafından tatmin edici bir şekilde yapılamayacak'kadar büyük mes'uliyet taşıyan bir vazife idi. Rasulullah'a çok yakın olan ve bu meselede göste­rilen yolu imanın tam kaynağından dolaysız ka­bul eden ve daha sonra insanlığın bu (kadınlar) kısmının Allah'ın dininden habersiz bırakılma­ması için, Peygamber 'in refakatinde bilgi ve tecrübelerini diğer kadınlara aktaracak, gerçek­ten mütehassıs bir kadınlar grubu olmalıydı. Böyle bir işi her zaman ve tam bir inançla ve ih­tisasla Allah'ın rızâsı için yapacak böyle gönüllü kadınlar grubu hazırlamaktaki tek etkili yol Peygamber 'in ev halkını genişletmekti. Peygamber'ı bu konuda tenkid eden kimse­ler eğer kendi ailevî meselelerine dikkatle bakmış olsalardı; Peygamber 'in ev-halkını genişletmesi o'nun için bir zevk meselesi ol­mayıp, fakat çok büyük ahlâki, manevi, dini, mali ve toplumsal bîr sorumluluk meselesi ol­duğunu göreceklerdi. İnsanlar çok defa tek es ile aile meselelerimi Peki Peygamber, bir anda, dokuz üyeyle, halkın umumiyetinin hergün evlerinde karşılaştıkları problemleri görüp yaşamadan, dostça ve saadet içinde ev halkını nasıl idare et­ti?

Bu, gerçekten Muhammed'in büyüklüğüne delalettir. Çünkü o sadakatle, o zor şartlar altın­da geniş bir ailenin yükünü çekti ve o aileyi Al­lah tarafından kendisine yüklenen mesajı halka bildirmesi için hazırladı: "Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmetim hatırda tutun. Şüphesiz Allah Lâtiftir ve herşeyden haber­dardır." (33:34).

Ayette kullanılan hatırla, -öğren ve açıkla veya başkalarına bildir mânâsına gelen kelime vezkûrna'dır. Mânânın ilk kısmının Peygam­ber 'in hanımlarına açıkça şöyle söylediği an­laşılmaktadır; "Ey Peygamberin hanımları, si­zin evinizin bütün dünyaya Allah'ın âyetlerinin ve Hikmet'in tebliğ edildiği ev olduğunu hiç bir zaman unutmayın. Bu yüzden sîzin sorumlu­luğunuz çok büyük. İnsanların sizin evinizde bile cahiliyyeden kalma bazı iz ve özellikleri tesbit etmesine meydan vermeyin." Vezkûrna'yı "başkalarına bildir" anlamına alır­sak âyet şu mânâya gelir: "Ey Peygamber'in hanımları, siz duyduğunuz ve gördüğünüz her şeyi başka insanlara aktarıp anlatmalısınız. Çünkü siz, Peygamber'la yakın ve sürekli İlişkiniz sayesinde, başka insanların sizin vası­tanız olmadan öğrenemeyeceği pek çok şeyi yaşayıp öğreniyorsunuz." (Tafheem al-Quran, c.IV, sh.94).

Bu âyette iki şeye değinilmiştir: (1) Allah'ın âyetleri, (2) Hikmet. Allah'ın âyatleri Kitab'ını meydana getiren ayetlerdir. Fakat hikmet Hz Peygamber'ın insanlara öğrettiği bütür, değerli şeyleri kapsayan geniş anlamlı bir keli­medir. Böylece bu ayette açıkça Peygamber'ın hanımları, Rasulullah evde bulunduğu zaman verdiği Allah'ın Kitabı'nın eğitimini ve evde söz ve uygulamalarıyla onlara öğrettiği hikmetli ve iyi şeylerin hepsini öğrenip hatırlamakta ve sonra Peygamber (S)'dan öğrenip tat­bik ettiklerinin nepMnııüiğer kadınlara ve toplu­mun üyelerine Diidırmekle emrolundular Bu, kabiliyetleri ve güçleri nisbetinde en iyi şekilde gayret edip yerine getirmek onlar üzerine yüklenen bir vazife idi.

Bu suretle, bu ayet açıkça Peygamber 'in ehli-beyt'inin amacını izah etmektedir. Bu güç. ve ağır sorumlluğu nazarı dikkate alarak, Peygam­ber'in ev-halkının bu gaye için genişletilip yaygınlaştırılmasını dolaylı olarak ima etmek­tedir. Öyle ki, yetiştirilmiş ve uzmanlaştırılmış bir grup olarak çalışmaları kolaylaşsın ve İdare edilebilir hâle gelsin. Daha sonraki hadiselerin de tasdik ettiği gibi. Peygamber'ın ev-halkının zamanın ihtiyaçlarını karşılayacak bi­çimde hazırlanmış olduklarına şüphe yoktu. Peygamber genişletilmiş ev halkının fazla­dan yükü hakkında Kur'an'ın şu beyanıyla do­laylı olarak haberdar edilmiştir: "Ey Peygam­ber! Biz, mehirlerini ödediğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altı­nda bulunan cariyeleri, amcanın, halalarının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarım, bir de Peygamber'e kendisini hibe eden ve Peygamber'İn de kendisini almak iste­diği inanmış kadınları sana helâl kıldık. Bu, diğer mü'minlere değil, sadece sana mahsus bir ruhsattır. Biz, eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında mü'minlere ne farz kıldığımızı biliyoruz. (Seni bu hususta istisna ettik) Ki senin için hiç bir darlık olmasın, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir."(33:50).

Bu ayette, Allah'ın Rasulü olarak özel durumu ve bütün insanlara mesajını bildirmesi gibi ağır bir yükün kendisine tevdi edilmiş olması sebe­biyle ehli beyt hususunda Allah, peygamber 'e özel ruhsat vermiştir. Peygamber, harp ganimeti olarak tasarrufuna giren her kadını evinde alıkoymaya izinliydi.

Bu ruhsata göre, göre, O'nun tasarrufuna dört kadın geldi: Reyhâne, Benî Kureyza Gazvesin­de, Cüveyriyye, Benî Mustalik Gazvesinde, Sa-fiyye, Hayber Gazvesinde ve Kıpti Mariye ise Mısır Hükümdarı tarafından gönderildi. Pey­gamber, onları azad etti ve onlara müslüman olarak ev halkı içinde kalmayı veya yuvalarına ve ailelerine dönmeyi seçmelerini teklif etli. Üçü isteyerek İslam'ı kabul ettiler ve Peygam­ber'ın ev-halkı içinde kalmayı tercih edip geri gitmeyi reddettiler. Peygamber onlarla ev­lendi ve diğer hanımları gibi onlara da mehirle­rini verdi. Bunun yanısıra, bu üç hanım kabile reislerinin kızlarıydılar ve o dönem için yüksek bir statüye sahiptiler. Geleneğe göre, bu hanı­mlar sıradan kişilerle evlendirilemezlerdi. Onun için Peygamber, onların aile itibarları­nı korudu ve onlarla kendisi evlendi. Mariye kendi isteğiyle O'nun ev-halkı içinde câriye ola­rak kaldı..

Peygamber'in yeğenlerinden Medine'ye hic­ret eden Ümmü Habîbe binti Ebu Süfyan idi. Ümmü Habibe Mekke'nin reisi Ebu Süfyan'ın kızı ve Habeşistan'a hicret eden ve kocası orada Hristiyan olan ilk mü slümanl ardandı, Ümmü Habibe çok kederli idi, İslam için yapmış ol­duğu fedakarlıklar ve Ebu Süfyan'ın kızı olması gibi yüksek statüsü sebebiyle Peygamber o'na lütuf ve teveccühte bulundu. Bu evlilik O'nun aile üyelerinden birçoklarının kalplerinin kazanılmasına sebep oldu ve bu aile, daha sonra İslam'ın hizmetkarları olacak olan, Mekke'nin en geniş ailesiydi. Bu evlilik Mekke'nin fethi yolunun mukavemetsiz kazanılmasını sağlama­ya birçok yönden yardımcı olabilirdi.

Kendini mehirsiz olarak Peygamber'a arzeden kadın Meymûne idi. Fakat Peygamber, onunla mehrini vererek nikahlandı. Aslında bu, Peygamber tarafından gösterilen bir iyi niyet idi ve Meymûne ve ailesinin itibarını yükselt­mekti. Bunun yanısıra Meymûne, Necd'in çok güçlü ve nüfuzlu bir kabilesine mensuptu ve o kabilenin reisiyle yakın münasebetleri vardı. Dolayısıyla bu evlilik halkının desteğini ve sempatisini kazandırdı. Hafsa, Ömer b. Hattab'ın kızıydı ve kocasını kaybetmişti. Peygam­ber bu aileye olan teveccühünü göstermek is­tiyordu. Ömer, O'nun çok güçlü ve yakın arka­daşıydı. Peygamber diğer arkadaşları ve dostları olan Ebu Bekr, Osman ve Ali ile çoktan akrabalığım kurmuştu. Peygamber Ebu Bekr'in kızı ile evlendi ve kızlarını da Osman ve Ali'ye nikahladı. Rukiyye vefat ettiği zaman, ikinci kızı, Ümmü Gülsüm'ü Osman'a verdi. Böylece evlilik yoluyla, o bu dört aileyi birbiri­ne yaklaştırdı. Bu tür akrabalıklar o zaman di büyük önem taşıyordu.

Ümmü'l-Mesâkin, Zeyneb binti Huzeyme, Hevazin'in çok güçlü bir kabilesine mensuptu. Ko­cası Uhud Gazvesinde öldürüldüğü zaman, Peygamber, onu dulluğun ağır yükünden kurtarmak için nikahına aldı. Peygamber, Zeyneb binti Cahş ile olan evliliğini, arap toplu­munda sürdürülen gayri-tabii uygulamayı kaldırmak için Rabbinİn İlahi emri üzerine ger­çekleştirdi. Örfe göre, bir kimsenin üvey oğlu­nun dul veya boşanmış karısıyla evlenilemiyor-du. Bu uygulama Allah tarafından kaldırıldı. Zeyd b. Haris'in boşanmış karısı Zeyneb binti Cahş ile Peygamber'ın evlilikleri yeni hukukî yapının ilk uygulamasıydı. (33:37-38). Yine, kocası Uhud Gazvesinde yaralanan ve bu yara­lar sebebiyle daha sonra Ölen, ümmü Seleme ile evlenmesi de, bu dindar ve faziletli kadına bir iyi niyet göstermek ve onu şereflendirmek için­di. Bunun yanısıra, Ümmü Seleme çok zeki ve kabiliyetli bir kadındı ve Peygamber'in ha­yatı zamanında ve vefatından sonra Allah'ın Ki-tabı'nm ilmini ve Peygamber'ın sünnetinin müslümanlar arasında yayılmasında büyük rol oynadı. Peygamber'ın gerçekleştirmiş ol­duğu bu evlilik yoluyla kazanılan akrabalıklara ilk bakış bile, onların siyasî ehemmiyetini gösterecektir. Bu evlilik yakınlaşması sayesin­de aşağıdaki şu kabileler Peygamber 'e çok sıkı bağlandılar: (1) Benî Esed b. Abdul Uzza, (2) Beni Amir b. Lueyye, (3) Beni Tiam, (4) Be­ni Adi, (5) Beni Mahzum, (6) Beni Ümeyye .(7) Beni Esed b. Huzeyme (8) Beni Mustalik (9) Arap Yahudileri (10) Beni Kalab, Kelb ve Sa­lim, ve (11) Beni Kinde. Coğrafi olarak, bu ka­bileler Arap Yarımadasının her yerine yayıl­mışlardı ve Peygamber'ın durumunu kabile bağlarıyla kuvvetlendirdiler. Bu durum kabile muhalefetlerini, ihtiras dirençlerini azalttı ve hatta aile düşmanlıklarını bile bastırdı. Bu, yarı­madada evrensel barışın ve adaletin tesis edil­mesine de yardımcı oldu. (Naim Sıddikî, Mu-hammed, The Benefactor of Humanity, Lahore, 1978, s.217-50).

Ehlibeyt hususunda, Allah'ın Emrine itaat et­mesi, Peygamber tarafından büyük bir feda­karlıktı. Bundan dolayı Allah'a davet işi insan hayatının her yönünü kapsaması nedeniyle da­ha etkili ve şümullü yapılabilirdi. Peygamber'ın hanımları bu hususta çok müsbet ve yapıcı bir rol oynadılar. Peygamber için tahsis edi­len dörtten fazla kadınla evlenme lütfü veya izni Allah'ın Rasulü olarak O'nun sözlerini insanlar arasında yaymaya ve onları Allah yoluna davet gibi özel gaye ve vazifesini icra etmek içindi. Daha önce de işaret edildiği gibi, bu işin tabii fa­aliyet sahası ve muğlaklığı, bu mesajı kadınlara tamamiyle bildirmesinde Allah'ın Rasulüne yardımcı olabilecek yetişmiş, çalışan kadınlar grubunu gerektirdi. Ve arzu edilen gayede mu­vaffak olabilmek için o şartlar altında mümkün olan tek çözüm yolu Peygamber'ın ev halkını genişletmek idi. Peygamber'e bundan dolayı ev halkının hanımları olarak kadınların eğitim ve yetiştirilmesiyle İlgili ağır bir vazife yüklen­mişti. Bu ona mecbur kılındı ve mutat mü'minlere olduğu gibi ev-halkı meselelerinde ona ser­best bir seçim verilmedi. Bu, Peygamber namına çeşitli yönlerden geniş ev-halkının yükünü taşımak Allah'ın ve O'nun Din'inin rızası için sadakat ve büyük bir fedakarlığı ge­rektiriyordu. Ev halkıyla olan evlilik ilişkileri meselelerinde, Peygamber @'a verilen müsaa­de Kur'an'ın müteakip ayetiyle tasdik edil­miştir: "Onlardan dilediğini geri bırakır, dile­diğini yanına alırsın. (Geçici olarak) ayrıl­dıklarında (tekrar birleşmeyi) arzu ettiğine (dönmekte) senin Üzerine bir günah yoktur. On­ların gözlerinin aydınlanıp tasalanmamalarına ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına en elverişli olan budur." (33:51).

Allah yoluna davet işinin kadınlar arasında da­ha etkili bir biçimde yapılabilmesi için bu ilave yükü omuzlamasına Allah tarafından emredil-diği tahminimizi kuvvetlendirmektedir. Bu ta­mamen ağır bir iş olduğu gibi, muhtelif yaş, mi­zaç ve alışkanlıklardaki hanımları arasında eh-li-beytin sorumluluklarını adaletle ve yeteri de­rece de dağıtması konusunda O'nun tarafından büyük bir fedakarlığı gerektiriyordu. O'na dile­diği seviyede evlilik ilişkileri kurma ruhsatı ve­rilmişti. Buna rağmen Peygamber, Rabbi ta­rafından O'na verilen ruhsatı kullanmadı. Pey­gamber onların hepsi ile evlilik İlişkilerini 'eşitlik ve adalet esasları üzerinden sürdürmeyi devam ettirdi. Bu, Hz. Muhammed'ın insanî münasebetlerdeki büyüklüğünün ve asaletinin Önemli bir delilidir. Bu, O'nun hanımlarının şereflerine de değinmektedir; hanımları O'na her zaman bir Rasul olarak itaat ettiler, fakat, onu bir koca olarak da sevip saydılar, herbiri O'nu memnun etmek ve hoşnutluğunu kazan­mak için her türlü gayreti sarfettiler.

Muhaddislerin çoğu şu kuvvetli tarihi deliller üzerinde anlaşmışlardır. Dilediğini boşamak ve geriye bırakması konusunda kendisine verilen "izin"den mümkün olan adalet ve eşitliği muha­faza etmiştir. Onlara Peygamber tarafından eşit müsaadeler aynı tipte, ikametgâhlar ve evli­lik ilişkilerinde de eşitlik verilmiştir. Peygam­ber vefatına kadar hanımları arasındaki bu eşitliği muhafaza etmiştir. Ebu Bekr Cessas, Urve bin Zübeyr'den, Aişe'nin ona, Rasulullah'ın hanımlarının hiçbirine (ziyaret) sıraları meselesinde bir diğerinden üstünlük vermedi, dediğini naklediyor. Peygamber'in herhangi bir günde hanımlarından birini ziyaret etmediği de pek nadir olmuştur ve o gün sırası olan hanımından başkasına dokunmamıştır bile. Ve eğer herhangi bir günde sırası olan hanımından başkasına gidecek olsa, evvela o gün sırası olan hanımının iznini alırdı. (Buharî, Müslim, Neseî ve Ebu Davud).

Burada şuna temas edilmelidir ki, hiçbir surette Peygamber, hanımlarına karşı yersiz bir ta­rafgirliğe girmemiş ve hanımlarının hakkını ih­lal etmemiştir. Daha önce de işaret edildiği gibi, Peygamber kendisinden olağanüstü gayret ve fedakarlık isteyen asil bir dava ile vazifelendirilmişti. Aynı O'nun gibi, vazifesinin ifasında olduğu gibi, tahammül etmesi için O'na ehl-i beytinin genişlemesi hususunda müstesna imti­yazlar ve fazladan ağır vazifeler verildi. Do­layısıyla, yapacağı üstün vazifeyi gözönünde bulunduracak, bu maslahatı, onun aile hayatın­da tam bir huzuru ve sıkıntısına sebep olabile­cek bütün faktörlerin kontrol altına alınmasını gerektirmekteydi. Gerçekten mü'minlerin an­neleri için Peygamber gibi büyük bir şahsi­yetle evli olmak büyük bir imtiyazdı. Bu vesile ile onlar Peygamber'ın bütün insanlık için ebediyete kadar kurtuluş vesilesi olacak, davet ve tebliğ görevinde onun yardımcıları ve ashabı olma şerefine nail oluyorlardı. Nasıl Peygam­ber bu gaye uğrunda her türlü fedakarlığı yapıyor ve ashabı da güçleri ölçüsünde bu konu­da O'nu örnek alıyorlarsa, Peygamber'ın hanımlarının da her alanda bencillikten uzak olmaları gerekiyordu. Bu sebeple O'nun bütün hanımları, kendileri hakkında Allah'ın verdiği karara isteyerek ve gönül rahatlığıyla uydular. (Tafheam al-Quran, c.IV, sh.l 15-18). Bu fikir Ahzab suresinin bir sonraki ayetiyle daha fazla desteklenmektedir. Davet maslahatının gerek­tirdiği süre içinde ona verilen ev halkını ge­nişletme imtiyazı Peygamber tarafından tat­bik edildi. O'na istediği zaman ve kimi isterse hiçbir kısıtlama olmadan ev halkına ilave yap­ma yetkisi verildi, fakat Allah'ın mesajı tamam­lanıp davet vazifesi başarıyla sonuçlandığı za­man, Peygamber ev halkını genişletmeyi durdurmakla emrolundu, velev ki, birini sevmiş ve onu arzu etmiş olsa bile. Peygamber'ın, ev halkını diğer mü'minlerden daha fazla genişlet­tiği açık bir gerçektir, ancak kendi insiyatif ve arzusuyla değil, doğrudan Rabbinden gelen ta­limat ile genişletmiştir. Ve ne zaman ki, Rabbi O'na ev halkını genişletmeyi durdurmasını em­retti, O da durdurdu. İşte Kur'an'daki emir: "(Ey Muhammed) Bundan sonra artık sana (başka) kadınlar(la evlenmek), bunları başka eşlerle değiştirmek helal değildir. İsterse güzellikleri çok hoşuna gitsin, (artık başka kadınlar ala­mazsın); yalnız elinin altında bulunan (cariye­ler) hariç. Allah, herşeyi gözetleyicidir." (33:52)

Bu suretle sahip olduğu ev halkını genişletme ve hanımlarına arzusuna göre muamele etme imti­yazı İslam'a Davet'in aynı silsilesinin iki bağıydı ve Peygamber'in davet ve tebliği ta­mamlanınca bu imtiyazlar geri alındı. Peygam­ber'in Medine'deki muzaffer ve güçlü döne­minde bu tavrım, zevk ve kadın düşkünü olarak anlayan o cahil, akılsız ve bilgisiz kimseler, Al­lah'ın Rasûlü olarak O'nun vazifesinin tabi­atını ve gayesini anlamaktan büsbütün uzak ve acizdirler. Onlar, hayatı boyunca Peygamber 'in karakterini bilip anlamaktan da acizdirler. Peygamber çok yüksek ve asil bir karakterin insanıydı ve bu, gençliğinde Hacerü'l-Esved'i Ka'be'ye koymak için seçildiğinde Mekke'nin soyluları ve reisleri tarafından da tasdik edil­mişti. Yine, O'nun üstün karakteri bütün Mekke halkı tarafından biliniyordu. Gençliğinde bile O kadınlara karşı asla rağbet ve meyil göstermedi ve bu, onun ilk evliliğinin kendisinin onbeş yaş büyüğü olan ilk karısı, Hatice'nin (r) teşebbü­süyle tertib edildiği gerçeğiyle de tasdik edilmistir. O, gençlik yıllarını karısıyla yaşadı ve bir tanesi hariç, bütün çocukları ondan oldu. Pey­gamber onunla yirmibeş yıl sakin ve huzurlu bir hayat geçirdi. İslam'a davet ve tebliğ görevi eğitilip onu kadınlara taşımaya hazırlanacak daha fazla gönüllü kadınlar gerektirdi. Peygam­ber daha sonra ev halkını bu nedenle genişlet­mesi için Allah tarafından emrolundu. (33:50). O'nun o vakit ihtiyacı karşılamak için ilahi tali­matlarla ev halkını genişletmiş olması tamamen mantıklı ve makûl görülmektedir. Fakat birden­bire olgunluğunu kaybedip yeni bir istikamet tutturduğunu ve gönül işlerine atılıp -hâşâ-kadın düşkünü olduğunu iddia etmek tamamen akla ve mantığa aykırıdır. Çünkü bu, hayatı bo­yunca arzusu doğrultusunda hiçbir meyil göstermemiş olan Hz. Muhammed'ın kişiliğiyle asla bağdaşmamaktadır.

Bunun yamsıra, bazı kimseler Peygamber'ın Medine devletinin hakiki manada yegane hükümdarı ve murakıbı olduğunda sürdürmek­te olduğu hayat tarzını okumaktan bile acizdir­ler. Başkaları arasında savaş ganimetlerini dağıtırken O ve ehli beyti günlerini açlıkla geçiriyorlardı. Hanımları o servetten pay istedikleri zaman, onlara servet sahibi olabilecekleri, an­cak peygamber 'dan ayrılmaları açıkça söylendi. Eğer O'nunla yaşamak istiyorlarsa, birlikte mütevazı ve yoksul bir hayatı kabul et­meleri gerekiyordu. O'nların hepsi kendi rıza-lanyla yoksulluk içinde O'nun zevceliğini ka­bul ettiler. Tenkit sahipleri gerçekten bir zevk düşkününün bu nitelikte bir karakter ve tavır göstereceğine inanırlar mı?! Böyle kimseler öncelikle kendi yaşantılarına ve nerede bulun­duklarına bakmalı, sonra Peygamber'ın tabi­atını ve hayat tarzını anlamaya çalışmalı ve daha sonra da tarihin sağlam gerçekleri esasında yargılamaya geçmelidirler.

Ne yazık ki, birçok Batılı bilgin, O'nun daveti­nin tabiatını ve faaliyet alanını, evlenmeden Önce ve evlendikten sonra, Mekke'de ve daha sonra Medine'de yaşadığı hayatın tabiatını ve niteliğini asla ciddi olarak öğrenmeden Pey­gamber'ın hayatım yargılamaya geçmekte­dirler. Ahzâb savaşından sonra, müşrikler ta­mamen mağlup edildiği zaman, O'nun daveti­nin tabiatı ve faaliyet sahası tamamen değişti. Faaliyet alanı Hudeybiye antlaşmasından sonra emsali görülmemiş Ölçüde genişledi. İslam yayılıyordu. Arap Yarımadasının her yerinden İslam ile kucaklaşmak için Medine'ye vekiller gelmekteydi. Davetin yeni talepleri karşısında', Peygamber zamanın ihtiyacına cevap ver­mek için aile hayatını genişletmek suretiyle fe­dakarlık yapmakla emrolundu. Dolayısıyla Peygamber, Allah'ın emri gereği hareket ederek, kendi arzularının değil Allah'ın Dininin taleplerini karşılamak için ehli-beytfni genişlet­ti. Bununla beraber, itaat içinde Allah'a Davet vazifesini yaparken, tamamen normal olan ve takvaya ve manevi kemalata hiçbir yönde engel teşkil etmeyen ihtiyaçlarını Allah'ın inayetiyle giderdi.

Bu evliliklerin diğer sebepleri aşağıda veril­miştir:

1- Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed'da bütün insanlık için birer Örnek vardır. O, kendi mode­liyle normal şartlarda herhangi bir yaştaki ha­nımla yaşamanın uygun olabileceğini gösterdi.Aynı şekilde, değişik şart ve durumlarda çok ev­lilik yapılabileceğini ve bunun meşruiyetini yi­ne bizzat uygulamasıyla göstermiştir. (Peygam­ber'ın vefatından Önce eşlerinin sayısı en faz­la dört ile sınırlandırılmıştır). O, yaşlı bir kadı­nla evlenen genç bir koca, genç bir hanımla evli­lik münasebetleri olan koca, bakire veya dul bir hanımla evlenen bir koca ve birkaç hanımı ni­kahı altında bulunduran bir koca... evliliklerin her nev'ini bizzat tatbik ederek ümmetinin her ferdine bu konuda da örnek olmuştur.

2- Savaş ve benzeri hallerin neticelerinde orta­da kalan çok sayıda dul, esir kız ve kadınlar münasip bir şekilde nikah bağı ile evlilik kalesi içine alınmakta, hem ahlaken hem de fiziken korunmaları sağlanmaktadır. Son iki dünya sa­vaşından çıkıldığında Avrupa'da az sayıda evli­lik beraberliği gerçekleştirildiği için ahlakın çöküşüne sahne olundu. İslam'ın İlk dönemle­rinde devamlı mücadeleler ve savaşlar yüzünden müslümanlardan da büyük kayıplar verilmekteydi. Ayrıca çok sayıda dul, esir kadın ve kızlar vardı, Bu toplumsal yaralar evlilik yo­luyla bertaraf edildi. Peygamber'ın va'z ettiği tebligatın getirdiği cezaî ve ahlakî ölçüler gayri meşru ilişkileri ortadan kaldırmış, sosyal ve ah­lakî düzen sağlanmıştı. Bu ölçüler arasında iç­kinin yasaklanması, zina cezası ve tesettürün farz kılınması sayılabilir. Savaştan geri kalan birçok dul ve esirlerin kötü akibetlerden kurtarı­labilmesi için de çok evliliğin büyük rolü ol­muştur.

Eğer fizikî himaye asıl faktör ise, ahlakî korun­ma da en az onun kadar Önemlidir. Zinanın ce­zası ölümdü, ancak, insanın fıtrî arzu ve istekleri de ihmal edilmemişti. Bu sebeple ahlakî ve fi­zikî muhfazaları için hemen hemen bütün dul­ları ve cariyeleri hiçbir sayı ve sınır koymadan ashabı arasında dağıttı. Sahabi tarafından be­nimsenmeyen veya kabul edilmeyeni bizzat kendisi eş olarak himayesine alırdı. Ömer'in dul kalan kızı Hafsa'yı Ebu Bekr ve Osman'ın kabul etmemesi üzerine Peygamber ehli beytine dahil etti. Dul kalan kadınların başıboş ve hiçbir sınır tanımadan serbest olmaları toplumun sıhhatine manidir. Bu yolla toplum bozulmaktan korundu ve İslam öncesi arapların görünümleri ve yaşayışları tamamen değişti. Aksi taktirde bu İslamî hava, hasta nefeslerle bozulur ve Peygamber'ın tebligatının etkileri kısa sürede önemini yitirirdi. Peygamber ve ashabı evlilik bağı olmadan bu kadınlara evle­rinde yardımcı olamazlardı. Bu kadınların statüleri arttırılarak korundular; temiz aile ha­yatının içine çekilerek muhafaza edildiler. Yok­sa, bütün hristİyan, yahudi ve müşriklerin onları Peygamber'ın ve ashabının odalık cariyeleri suçlamalarına muhatap olurlardı. Tarih boyun­ca da ilk müslümanlara pek İyi bir gözle bakıl­mazdı. Peki, bu kimsesiz ve çaresiz dullara ve yetimlere daha iyi nasıl bir çözüm teklif edilebi­lirdi? İşte Kur'an'da bütün bunların neticesi önceden görülerek bu evliliklerin gayesinin şöyle dile getirildiğini okuyoruz: "... Size hiçbir kötülüğün bulaşmaması için..." (30:50).

3- Peygamber 'in ve ashabının çok evlilikle­rinin üçüncü sebebi, bu pekçok dul ve kadın esirleri çocuklarıyla birlikte açlıktan ve pe­rişanlıktan korumaktı. Peygamber'ın münfe­rit emriyle onların kocaları ve oğulları Allah'ın Hakimiyeti adına hayatlarından vazgeçtiler ve bu sebepten günlük maişetlerini kazanmaktan yoksun kaldılar. O vakit onları korumak Pey­gamber'ın vazifesi değil miydi? Onların ço­cuklarıyla birlikte bakım işi O'nun uhdesinde İdi. Emri ve talimatı gereği onlar kazanç peşinde olmaktan alıkonulmuşlardı. Bu sebeple Pey­gamber, onları bakımları ve hayatlannı ida­me ettirebilmeleri için geride kalan ashabı arasında böldü. Peygamber o çaresiz yoksul ve dulların bakım işlerini bizat üzerine aldı. Peygamber ve ashabı onları evlilik bağı kur­madan haremlerine alamazlardı. Bu sebepten dolayı onlar evlilik bağı altında birleşmelilerdi. Ve bu uygulama Peygamber 'in geçici askeri kanunu oldu. Bu yolla, Peygamber, birçok kadım eş olarak alıp korunmalarını sağlıyor­du.

4- Peygamber'ın, savaşının Mekke Müşrik­leri ve Yahudi kabileleriyle ateşli dönemlerinde evlenmesinin dördüncü sebebi de, İslam'a en-çok düşmanlık gösteren kabilelerle bir takım evlilik münasebetleri kurarak İslam'ın yolunu düz ve kolay yapmaktı. Hicretin beşinci sene­sinde, Haris adlı kabile reisinin kızı ve Musafe b. Safvan'ın boşadığı Cuveyriyye dahil Pey­gamber'ın binden fazla esir aldığı el-Mureysi Gazvesi yer aldı. Bu kabile, İslam için sürekli tehlike kaynağı idi. Bu evlilikler sayesinde Pey­gamber'ın ömrünün yaklaşık 60. yıllarında bu kabileyle olan bütün düşmanlıklar sona erdi ve İslam kendi hesabına kolay bir zemin ka­zandı. Evlilik gözönüne alındığında, Peygam­ber 'a mahkum düşen kabilenin ailelerini Pey­gamber serbest bıraktı. Cuveyriyye'nin babası büyük bir fidye vererek Peygamber 'dan onu alarak beldesine götürmek üzere geldi, fa­kat Cuveyriyye şöyle dedi: "Ben Peygamber'dan hisse istemeyeceğim." O zaman Pey­gamber onu serbest bıraktı ve O'nu eş olarak aldı.

Yahudiler İslam'ın yayılmasına sürekli engel teşkil ediyorlardı. Onlar Medine'den sürgün edildiler ve müstahkem bir Yahudi kalesi olan Hayber'e sığındılar. Peygamber nihayet on­ları harpte mağlup etti. Safiyye, Beni Nadir'in Yahudi reisinin kızı idi. İlk Kocası Selam b. Makşem ve ikinci kocası da Kenane idi. Her iki­si de Hayber harbinde öldürüldü. Safiyye savaş esiri olarak evvela Dıhye Kelbi'nin hissesine düştü. Fakat, hemen ashabdan: "O yahudi reisi­nin kızıdır. O'nun Peygamber'e verilmesi ge­rekir." şeklinde itirazler geldi. Peygamber onu nikahlayarak hanımları arasına kattı.

Ümmü Habibe, Ebu Süfyan'm kızı idi. Kocası Ubeydulah b. Cahş Habeşistan'da Hristiyanlığa döndü ve O'nu acınacak bir halde bıraktı. Talep üzerine Necaşİ Peygamber'ı O'nunla nişan­ladı. Bu suretle Habeşistan ve Hicaz arasında kuvvetli bir yakınlık kuruldu. Bu evliliklerin hepsi İslam'ın yayılmasında önemli ve kalıcı ilişkiler kazandırdı.

5- Bu evliliklerin beşinci sebebi a- Peygamber'in kendi örneğiyle sınıflar, kastlar ve neseb-ler arasında evliliği öğretmesiydi, b- Dullarla evliliği Öğretmesi, c- Boşanmış kadınlarla, ve d-Evlatlıklarının boşanan kadınlarıyla evlenebi­leceğini öğretmesiydi. (a) İlk hususu ele alacak olursak, sınıf, kast ve nesebler arası evliliğin yasaklanmasıyla topluma büyük zarar verilmek­teydi. Gelecekteki insanlara uygulamalı ders vermek için, Peygamber, kabileler ve nesep­ler arasmdak bütün ayrılıkları kaldırmıştır. Safiyye, bir Yahudi hanımdı. Peygamber O'nu eş olarak almakla, Müslümanın farklı din ve ulustan olan herhangi bir kadınla evlenebile­ceğini gösterdi, ancak ibadette Allah'a şirk koşulmaması kaydı vardır.

6- Peygamber'ın evliliğin bir başka sebebi, O'nun amellerinin ve sözlerinin insanlara reh­berliğinin teminat altına alınmasıydı. Peygam­ber, Allah tarafından bütün insanlığa öğret­men ve eğitmen olarak gönderildi. Nübüvvetin­den sonra O'nun bütün fiilleri ve sözleri Allah tarafından yönlendirilmektedir. Kur'an bu hu­susta şöyle diyor: "O, nevasından konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy ile­dir." (53:3-4). Peygamber'ın fiillerini ve öğrettiklerini teminat altına almak için, Allah bizatihi hikmetiyle O'na bazı samimi ve sadık arkadaşlar verdi. Ebu Hureyre, İbni Abbas, İbni Ömer ve diğerleri gibi. Peygamber'in ailesi­ne öğrettiklerini korumak ve gerek umumi ge­rekse özel fiillerini kaydetmek için farklı mi­zaçlarda ve yaşlarda kadınlar ihsan etti. Umumi olduğu zaman, her an herkes ve hususi olduğu zaman da O'nun hanımları ve hizmetçileri gibi çok yakın dostları bu kıymetli cevherleri hafıza­larında tuttular. Bunlar bir hanımın altından kalkabileceği meseleler değildir. Dolayısıyla bir çok kadına ihtiyaç vardı. Ayrıca, sadece Pey­gamber'ın hanımları aracılığıyla duyurabile­cek bir çok şer'i meseleler vardı. Peygamber'in evliliklerinin en önemli sebeplerinden bi­risi bu idi. Aişe genç yaşta olması sebebiyle, hepsi yaşlanmış olan diğer hanımlarından daha çok peygamber'ın fiililerini ve sözlerini hatırında tuttu. Hayatı boyunca Peygamber'in öğrettiklerini yaydı. Bu evliliklerle ilgili olaraktır ki, diğer insanlar Peygamber'ın bütün söz ve fiilleriyle münasebet kurmuş oldu­lar. Kur'an'da da zikredildiği gibi, hadislerin korunmasının teminatı da bir başka önemli husus idi: "Sizin evlerinizde okunan Allah ayetlerini ve hikmeti hatırlayın..." (33:34).

7- Peygamber'in evliliğinin yedinci sebebi olarak da şu söylenebilir: Dünyanın karmaşık ve sıkıcı meşguliyetleri arasında bir insanın bir­den fazla hanımı ile, hem de mütevazi şartlarda yaşayabileceğinin kişisel örneğiyle gösterilmiş olmasıdır. Peygamber , çaresiz ve öksüz ol­duğu zamanki gibi, bütün Arabistan'a hakim devletin başında olduğu zaman da aynı sade, gösterişsiz hayatı sürdü.

8- Peygamber bu evlilikleri yapmayabilirdi. Ancak O, İlâhî yönlendirme ile bu evlilikleri ak­detti. Denilebilir ki, Peygamber İlâhî delalete dayanmadan bir adım bile hareket etmedi. Her şeye kadir olan Allahu Teâla şu ifadelerle O'nun evlenmesini emretti: "Allah'ın, kendisine takdir ettiği bir şeyi yerine getirmekte, peygambere herhangi bir güçlük yoktur. Sizden önce geçen­ler arasında da Allah'ın adeti böyle idi..." (33:38).

Yine, Mekke'nin fethinden sonra, hicrî 7. yılda Peygamber'e bir başka kadın almaması em­redildi: "Bundan sonra artık sana (başka) kadın­larca evlenmek), bunları başka eşlerle değiştir­mek helâl değildir..." (33:52).

Bütün bu anlatılanlar, şüpheci zihinleri bile Peygamber'ın evlilikleriyle yüksek ahlakı­ndan ve insanlar için numune oluşundan en ufak bir şey kaybettirmediği sonucuna götürür. Ara­bistan'ın sıcak ikliminde hayatının yirmibeşinci yılına kadar bekar yaşayan, bundan sonraki yirmibeş yılını da yaşlı bir hanımla tek evli olarak sürdürmüş bir kişi bir anda kendini şehvetin esa­retine kaptırarak düşük arzulara teslim olur mu? İslam öncesi ve sonrasında, müşrik olsun, münafık olsun, hiç kimse Peygamber'ın şah­siyetine, güzel huylarına ve karakterine tek bir leke sürememişlerdir. Şimdi kim, hangi delil ve cesaretiyle bindörtyüz yıl sonra yaşayıp da O büyük insan ve Allah Rasulü'nün karakterini mesele yapabilir? Ona öfke ve kinleriyle büyük düşmanlık besleyenler bile O'nun karakterin­den zerre kadar şüpheye düşmediler. Çağdaşlan tarafından karakteri takdir edilen, büyük hürmet gören, ashabı tarafından İslam'ın önderi olarak bütün hareketleri izlenen ve taklid edi­len, dünyanın kurtarıcısı ilan edilen, tebligatı doğrulanıp te'yid edilen, yirmi yıllık bir süre içinde bütün Arabistan'ın şeklini değiştiren, kötü alışkanlıkları ve ahlaksızlığı silip süpüren, karakterinin aydınlık nuruyla küfrün karanlık­larını dağıtan böyle bir şahsiyet nasıl cinsî zevk­lerinin peşinde gitmekle itham edilebilir? (The ideal World Prophet, Lahor, 1935).