saniyenur
Sat 19 May 2012, 10:51 am GMT +0200
DEĞERLENDİRME
1- Hz. Muhammed'inn Askerî Lider Olarak Değerlendirilmesi
Rasulullah , doğduğunda öksüzdü, çocukluğunda çobanlık yapmıştı ve meslek olarak tüccarlığı seçmişti. O'na hayatının hiçbir döneminde savaş sanatı ya da dövüşme teknikleri öğretilmiş değildi. Ve O, peygamberlik mertebesine eriştirildeğinde insanları İslâm'a davet etmişti, fakat insanların çoğunluğu onu ve dinini reddetmişlerdi. Onu ve ashabını yaşadıkları şehir Mekke'den ayrılmaya zorlamışlardı. Rasulullah, bir savaş adamı değil, barış adamıydı. Fakat düşmanları onu ve dinini yok etmek için, yaşadığı şehir Medine'de bile saldırmışlar ve ona saldırganlara karşı dinini savunmaktan başka hiç şans tanımamışlardı. Böylece, savaşmak için hiç niyeti olmadığı halde, düşmanları tarafından savaşa zorlanmıştır. O, Allah'ın elçisi ve insanlara yaşamanın doğru yolunu öğretmek isteyen ve onları hakka, iyiliğe, adalet ve barışa yönelten bir insanlık eğiticisidir. Hiçbir zaman savaştan bahsetmiş veya askerî bir lider olmayı önermemiştir.
Mamafih, Peygamber bu savaşa zorlandığında, o birkaç sahabeyle beraber, tüm düşmanlarının birleştirilmiş güçleriyle son derece büyük bir azim ve beceri ile savaşmış ve onları tüm cephelerde yenmiştir. Rasulullan savaş planlarının yapılmasında, icrasında ve tamamlanmasında ve savaş alanındaki stratejik hareketler ve taktik manevralarında, eşsiz ve benzersiz bir kabiliyet ve feraset göstermiştir. Savaş planları basit ve pratik, fakat yer ve zamanın ihtiyaçlarına göre gerçekçi ve ayrıntılı idi. Savaş planları kolay anlaşılır, hemen kolayca değiştirilebilirdi. Uhud Savaşı'nda, okçuların hatasına bağlı olarak savaşın durumu müslümanların aleyhine değişince, Rasulullah derhal alternatif savunma planını işleme koymuş, ashabını kendi orijinal pozisyonlarından geriye yerleştirmiş, tüm dağınık kuvvetleri düzene "sokmuş ve düşmanın planlarım bozmuştu. Yine Huneyn Savaşı'nda, kaçan adamlarım toplayıp tekrar organize ederek karşı savunmasını büyük kabiliyet ve ferasetle gerçekleştirmiş ve yenilgiyi zafere dönüştürmüştü.
Peygamber , sadece savaş planlarını hazırlarken çok dikkatli olmakla kalmaz, aynı zamanda bunları gizlemek konusunda çok titiz davranırdı. Gerçek savaştan önce hiç kİm-se onun niyetinin ne olduğunu hiçbir zaman bilmezdi. Bazan, Bedir ve Mekke seferlerinde olduğu gibi en yakın arkadaşları bile gerçek niyetini bilmezdi. Aslında, savaş başlamadan önce düşmanın maneviyat ve şevkini tamamen yok etmede en büyük yardımcısı, planlarını aniden uygulamaya koyma-sıydı. Ve bu planların önemli bir özelliği savaşın kesinlik prensibi ile uyumlu olarak ta-sarlanmasıdır ve başka hiçbir saikin, politik olsun, başka konuda olsun onu etkilemesine izin verîlmemesİydi. Rasulullah 'ın esas amacı düşman saldırısını en az can kaybı ile durdurmaktı. Bu ilkeye sıkı sıkıya uyar ve düşman yenildiğinde, dövüşme gücü ve yeteneği yok edildiğinde, kaçan adamları öldürmek için asla takip etmezdi. Bu, hem büyük, hem küçük seferlerde bütün şartlar altında uygulanmıştı.
Rasulullah 'ın savaş stratejisinde ve askerî harekâtlarında çeşitli faktörleri etkili ve başarılı kullanmasındaki beceri ve bilgisi daima .profesyonel askerî liderleri şaşırtmıştır.
Hemen her savaşta, o taarruzunu düşmandan daha iyi ve daha başarılı olarak organize ederdi ve savaş planlarını büyük bir gizlilik içinde muhafaza ederdi. Kuvvetlerini savaş sırasında mümkün olan en az adam ve malzeme kaybıyla maharetle idare ederdi ve bu sırada makul bir emniyeti de sağlardı. Askerî operasyonlarında düşmana göre daha etkili olurdu. Küçük ve büyük seferlerinde sürpriz ve hız unsurlarını çok başarılı kullanırdı ve düşman çoğunlukla hazırlıksız yakalanırdı. Psikolojik faktörü düşmanlarının asla hayal bile edemeyeceği kadar iyi ve etkili kullanırdı. Bir istihbarat servisi ve düşman topraklarındaki muayyen ve sarih olmayan hedefleri ele geçirmek için komando birlikleri kurmuştu. Son olarak, o, daha önce tarihte hiç kimsenin yapmadığı şekilde adamlarına davalarının hak olduğu, hakikat olduğu inancını yerleştirebildi. Onların kendilerine güvenlerini artıran bir hedef vermiş ve karşılarında hiç kimsenin duramayacağı bir ruh aşılamıştır. Adamları onun emriyle ateşe ya da suya atlamaya hazırdılar ve onun için her fedakârlığı her şeyden daha değerli görüyorlardı. (4: 104). Kendi başlarına geleceklere bakmaksızın kahramanca çarpışarak düşman saflarına saldırıyorlardı. (9: 111). Davalarının hakikatinden emindiler (4: 125). Kaybedecek hiç bir şeyleri yoktu. Eğer savaşta öldürülürlerse, doğruca cennete gideceklerdi. Ve eğer savaşı kazanırlarsa muzaffer olacaklar, gazi unvanını alacaklardı (4: 174). Rasulullah 'ın düşmanı üzerindeki askerî üstünlüğü Bedir Savaşı'nda açıkça ispatlanmıştır. Planlarım sır olarak tutmuş ve en son ana kadar kendi niyetim açığa vurmamıştı. Rasulullah 'ın gerçek niyetini bilmeyen düşman çok zor bir duruma düşmüştü. Kervanlarını savunmak için kendi kuvvetlerinden ayrılmak zorunda kaldılar ve böylece orduları bölünmüş oldu. Ve yeterli zaman olmadığı için kervan geçip kurtulduktan sonra tekrar birleşemediler. Kervanın korunması için orduları Mekke'den ayrılırken, ileri gelenlerin çoğu, kervan kurtulduktan sonra savaşa devam etmeye karşı çıkmışlardı. Bunun yanında, yalnızca kervanı korumak için onlara katılmış olan müttefikleri de Kureyşli-leri bırakmışlardı: Böylelikle Kureyş psikolojik olarak savaş öncesi demoralİze olmuştu. Onlar yarım yürekle ilerlemişlerdi ve Rasulullah'ı, askerî açıdan, o vadideki en iyi pozisyonu tutmuş olarak bulmuşlardı. Onların sorunlarına yağmur da eklenmişti ve hayretle farketmişlerdi ki, kaygan ve çamurlu toprak onların silahı ve süvari saldırısı için uygun değildi. En önemli savaş silahlarını kullanamayacaklarını farkettikleri zaman, karmakarışık bir saldırıya kalkışmış, fakat o tür toprakta piyadelerin bile hareketlerinin zor ve tehlikeli olduğunu anlamışlardı. Rasulullah durumun avantajını kullanmış ve okçularına çamurlu arazide yavaş hareket eden hedeflere atış emri vermişti. Daha sonra düşmanın yorgun düşmüş askerlerine, asha-bıyla saldırarak onların tüm gücünü ve savaş kabiliyetlerini yok etmişti. Düşman karışıklık ve şaşkınlık içinde geri çekilmişti. Ancak, kaçan düşmanı takip etmedi, çünkü amacı öldürmek değil, düşmanın direncini kırmaktı.
Rasulullah , Uhud seferinin organizasyonunda çok büyük askeri başarı ve kabiliyet göstermişti. Yine kendi kararını sakladı ve niyetini açıklamadı. Gece kayalık arazide zorlukla ve büyük bir hızla ilerlemiş ve Uhud dağı ile düşman hatları arasında muhkem bir savunma konumunda yerleşerek düşmanı iyice şaşırtmıştı. Rasulullah'ın becerikli ve ince planı düşman planlarım tümüyle parçaladı. Muhammed 'ın önden gelerek 200 atın ayakları altına düşmesini bekleyen süvari birlikleri tesirsiz kaldı. Düşman onu bu yeni durumda gördüğü zaman, saldırdı ve hata yaptı. Halid, meslekdaşı İkrime b. Ebu Cehil'in desteğini beklemeden saldırdı ve sağdan, soldar okçular tarafıntan oklanarak geri çekilmeye zorlandı. Daha sonra İkrime ona yardım için ilerlediğinde Rasulullah Zübeyr'İn komutası altındaki diğer ordusuna saldırma emrini verdi. Stratejisinin etkili uygulanması ve doğru yerde ve zamanda gücünün azamisinin kullanımı ile Rasulullah @ düşmanın savaşma gücünü yok etti ve^düşman geri çekilmeye başladı.
Savaşın durumunu müslümanların aleyhine çeviren, okçular bölümündeki bir hataydı, fakat Rasulullah'ın yine, belirgin bir liderlik yeteneği durumu kurtardı. Alternatif planını yürürlüğe koydu ve Uhud dağının etekleri üzerindeki yüksek mevkiye savunma vaziyetinde kademeli olarak geri çekildi. Hz. Ali yanlarındaki geçidi tutmak için çok uğraştı ve o yönden gelen düşman saldırısını durdurdu. Hz. Hamza, Eyneyn dağı yönünde bir karşı saldırıya kalkıştı. Daha sonra Rasulullah m kaçan ashabı etrafında toplandı ve şiddetle dövüştüler. Bu, düşmanın maneviyatını kırdı ve zaferi tamamlayamadan düşman savaş alanından ayrıldı. Rasulullah'ın askerî lider olarak büyüklüğünün bir başka delili, düşmanın fikrini değiştirip geri dönebileceği ihtimaline karşı onu takip etmesindeki stratejik ustalıktır. Gerçekten düşman hatasını anladı ve geri dönmeye kalkıştı, fakat Rasulullah'ın kuvvetlerinin takip ettiğini haber aldı ve Mekke'ye geri döndü.
Rasulullah'ın Hendek Savaşı'nda kullandığı yeni savunma tekniği düşmanı tamamen şaşırttı ve silah ve askerce ezici üstünlüklerine rağmen, onun savunma hatlarını yarmak için hiçbir şey yapamadılar. Müttefikler arasında şüphe ve anlaşmazlığa yol açan başarılı hareketi ve onların birliğini bozması diğer bir hünerli askerî stratejisidir. Yine, sayıca üstün bir kuvvete karşı küçük bir kuvveti akıllıca, tutumlu ve maharetle kullanması onun askerî bir lider olarak büyüklüğünü gösteren canlı bir delildir. Umre ziyareti için çıktığı Hudeybiye Seferi, Rasulullah'ın ordusunun en müthiş darbesiydi.
Kureyş, Bedir'de askerî olarak, Uhud ve Hendek savaşında da maneviyat olarak yenilmişti. Bu sefer, Rasulullah için psikolojik bir seferdi, düşmanın maneviyatını tamamen yıkmıştı. Kureyş, Rasulullah'ı yolundan çevirmek için bir süvari ve onları destekleyen bir piyade tümeni gönderdi. Bu hareketi haber alan Rasulullah , rotasını de-
ğiştirdi ve güç ve değişik bir yol takip ederek, Hudeybiye'ye büyük bir hızla ulaştı ve düşmanı şaşkına çevirdi. Mekke savunmasızdı, süvari ve piyade birlikleri uzakta dağlar arasında Rasulullah'ı aramaktaydı, Başka bir askerî lider olsaydı, Mekke'ye saldırırdı ve onu kendi zaferi ve şâm için işgal ederdi. Fakat Rasulullah sıradan bir askerî lider değildi. O aynı zamanda Allah'ın elçisiydi. Savaş değil, barış istiyordu. Amacı kan dökülmesinden kaçınmaktı. O Önceden üç büyük savaşta Kureyş'i yenmiş ve askerî gücünün üstünlüğü ile onları etkilemişti. Aynı hareket çizgisini izlemeye hiç gerek yoktu. Rasulullah, onlara şerefiyle barış teklif etti. Askerî uzmanlara göre, düşmanın gücünü zayıflatmakta üç yol vardır: Askerî yenilgi, manevî yenilgi ve son olarak psikolojik yenilgi. Bunların en zayıfı askerî bozgundur, çünkü müttefiklerinin yardımıyla kolayca ve çabucak durumlarını düzeltebilirler. Manevî bozgun askerî bozgundan daha tehlikelidir, çünkü kolayca düzeltilemez. Yenilenler arasında hayatın bütün unsurlarını uzun bir süre İçin yok eder ve tamir edilemez. Kureyşliler o zamana kadar manevî bozgun gibi askerî bozgunu da tatmışlardı. Hudeybiye onların psikolojik bozgunu idi. Bu, Rasulullah'ın o an için sadece bir zaman sorunu olan Mekke zaferine yol açmıştır.
Hudeybiye, Rasulullah'ın askerî harekâtlarının mükemmel zamanlamasını ve onların icrasını ve büyük bir hızla tamamlamasını ve verimliliğinin dikkate değer bir örneğidir. Gerçekte o savaş tarihinde bir kilometre taşıdır. Rasulullah, bu barış hareketi ile savaşla gerçekleştiremediğini gerçekleştirmiştir. Önceleri savaş istememişti, fakat savaşa zorlanmıştı. Şimdi ise o, askerî ve manevî gücü zaten çökmüş olan düşmanlarına barış teklif eder bir pozisyondaydı. Peygamber yalnızca onların saldırgan güçlerini yok etmek istiyordu, yoksa bizatihi onları değil-Bundan dolayı, Rasulullah onun için büyük bir psikolojik zafer olan şerefli bir barış teklifi yaptı.
Daha önce bahsedildiği gibi Mekke zaferi, sadece bir zaman sorunuydu, çünkü Hudey-biye Barış Antlaşması, açıkça bunun yolunu açmıştı. Mamafih, çarpışmamak ve kan dökülmesinden kaçınmak için bir kuvvet gösterisi gerekliydi. Bütün bu olanlardan başka, Mekke Arap din ve kültürünün merkeziydi ve Kureyş de onun muhafızlarıydı. Bu sebeple, Rasulullah sefer için büyük bir kuvvet toplamalıydı. Ve o, Mekke'ye doğru 10.000 askerin başında yürüyüşe geçtiği zaman hedefi açıklamamıştı ve bunu gizlemek için de tüm güvenlik tedbirlerini almıştı. Düşman tamamen hazırlıksız yakalandı ve Rasulullah hiç kimseyi öldürmedi. Ku-reyş'i yok etmedi veya aşağılamadı. Onlara zaferdeki âlicenaplığım gösterdi, hepsini affetti ve onları bulundukları sosyal konum ve statüde bıraktı.
Huneyn'de müslümanlar, düşman okçularının saldırısına karşı duramayıp karışıklık ve bozgun halinde geri çekildiklerinde müslü-manları bozgundan kurtaran Rasulullah'ın kişiliği ve liderliğiydi. O, kuvvetlerini yeniden toparladı ve organize etti ve güçlü bir karşı saldırı başlattı. Düşmanı püskürttü. Hayber Savaşı'nda, hızı ve hareketlerini gizli tutması yahudilerİ tümüyle şaşırttı ve kalelerini birer birer ele geçirdi. Müttefikleri Benî Gatafan'ın onlara katılmasına izin vermedi ve onlarla ayrı olarak uğraştı. Tebük seferinde yeni bir askerî strateji uyguladı. Maksadını açıkça ilan etti ve düşmanlarını şaşırttı. Buna inanmamışlar ve bu nedenle hiç hazırlık yapmamışlardı. Ve Rasulullah büyük bir hızla ve hareketlilikle topraklarına ulaştığında, tamamen şaşkın durumdaydılar. Ve çarpışmadan barışı kabule zorlandılar. Rasulullah'ın yönüyle bu çok stratejik bir hareketti ve çok geniş yankıları olmuştu. Hem içte, hem dışta politik istikrar gibi askerî gücü de emniyete almıştır.
Rasulullah çeşitli Arap kabilelerine karşı düzenlediği küçük seferlerde de benzer beceri ve bilgelik göstermiştir ve amaçlarını kan dökülmeden gerçekleştirmiştir. Ve sahabeleri tarafından kumanda edilen diğer seferlerle az veya çok aynı kalıplarla yönetilmiş ve onlar da yine hedeflerine fazla kan dökülmeden ulaşmışlardır.
Burada Rasulullah'ın çok zor durumlara karşı kazandığı zaferlerin yalnız kendi gücüne dayalı olduğu söylenebilir. Şüphesiz Allah'ın yardımı oradaydı ve sonsuz hiçbir şey elde edemezdi, fakat şu önemle belirtilmelidir ki, Rasulullah, Mekke ve Medine'de büyük zorluk ve acılarla dolu bir süre geçirmiştir. Daha önce çektikleri, onu ve ashabını eğitmiş, hazırlamış, önlerindeki büyük savaşın gerilimlerine ve zorluklarına göğüs gerecek sabır ve sebatla donatmıştır. Bu lüzumlu bir hazırlıktı, çünkü Allah'ın yardımı sabreden ve sebat gösterenlere (8: 46 ve 2: 153), zayıflık veya yüreksizlik göstermeyen ya da vazgeçmeyenleredir (3: 146). Küçük bir kuvvet de olsalar mutlaka düşmana karşı zafer kazanırlar (2: 249). Fakat hayatın acı gerçeği şudur ki, tüm savaşlarda dövüşmüş, tüm hazırlıklarını yapan ve düşmanı yenmek için savaşın mümkün olan her yolunu kullanan Rasulullah 'dır. Savaş sanatını ve dövüş tekniklerini öğretmede ve savaş araçlarını hazırlamada düşmanlarından daha dikkatli olmayı ashabına çok iyi öğretmiştir. Sabırla-rındaki, sebatlarındaki ve disiplinlerindeki veya stratejilerindeki en ufak bir zayıflık, zaferi yenilgiye dönüştürebilirdi. Nitekim Uhud savaşında disiplinsizlik, Huneyn'de de sabırsızlık yüzünden böyle olaylar neredeyse yaşanacaktı. Sonuç olarak Rasulullah, tüm düşmanlarını yenmede üstün liderliği sayesinde başarılı olmuştur. Düşmanlarını savaş alanında askerî taktiklerde olduğu gibi savaş stratejisinde de geçmiş ve yenmiştir.
Rasulullah'ı tarihteki diğer askerî liderlerle karşılaştırdığımızda, onu, savaş stratejisinde, planlamada ve planlarının büyük bir etkinlik ve verimlilikle icra ve tamamlanmasında diğerlerinin çok üstünde buluruz. Eğer büyüklük savaş alanlarındaki gerçek zaferlerle ölçülecekse, hiçbir savaşta kaybetme mistir. Düşmana karşı bizzat 28 büyük ve küçük sefer düzenlemiş ve hepsini kazanmıştır. Ashabının kumandası altında da 50 sefer düzenlenmiş ve hepsi başarı ile gerçekleştirilmiştir. Başlangıçta böyle güçlü düşmanlara karşı mutlaka bir savaş kaybedecek gibi ve Kureyşlilerin, yahudilerin ve arap kabilelerinin birleşik gücüne karşı hiçbir başarı şansı yok gibi görünmekteydi. Bütün dezavantajlarla birlikte, kendi şehri içindeki ve dışındaki tehlikeli ve çetin düşmanları ile karşılaşmak zorundaydı. Fakat 10 yıldan az bir sürede, düşmanlarının dövüş kabiliyetini ve gücünü yok etti; onların askerî maneviyatını katiyetle yıktı ve tam bir zafer kazandı. Düşmanlarını alt edip güç kazanınca, intikam almaya kalkışmadı, aksine onlara merhametli ve nazik davrandı ve hepsini affetti. Zaferlerinde gerçek bir büyüklük ve âlicenaplık gösterdi. Sadece binden az fazla sayıda can kaybıyla tarihte ilk defa tüm Arap Yarımadası'nda barış ve düzen kuruldu. Bölgeye düzen ve güvenlik getiren ve nesiller boyu medeniyet ve insanlık tarihini etkilemeye ve şekli vermeye tahsis edilen bir insan kültürünün büyümesini ve gelişmesini sağlayan güçlü ve sağlam bir merkezî idare kurulmuştur.
Tarihte, askerî seferlerini ve savaş zaferlerini böyle bir yüce gönüllülükle idare eden bir askerî komutan var mıdır? Zaferde böyle bağışlayıcı, insancıl ve cömert bir askerî lider var mıdır? Bu kadar az insan hayatı kaybe-derek bu kadar çok başarı elde eden bir komutan var mıdır? Tarihte, bu kadar büyük bir alanda böyle kısa bir süre zarfında kanun ve düzeni yerleştiren hiç askerî lider var mıdır? Sonra, insanlık tarihini değiştiren; insan kültürünü etkileyen ve hayatın her alanında insan davranışlarını etkileyen asîl bir miras bırakan bir başka askerî lidpr var mıdır?
Fakat, Rasulullah'in yalnızca bir dinin kurucusu olarak hatta onun bile çok dar ve sınırlı bîr sözcükle bilinmesi bir trajedidir, İnsanlık kültürünün her alanını etkilemedeki dinamik rolüne hiç yâ da çok az dikkat edilmektedir. Genelde insanlık ve Özel olarak da müslümanlar, onu insanlığın gerçek velinimeti ve gerçek eğitimcisi olarak tanımadıkları için borçludurlar. Ona verilebilecek en münasip karşılık ise, insan hayatının çeşitli görünüşleri üzerindeki dinamik etkisinin büyüklüğünü yaymaktır. Bu şekilde sıradan insanlar da bundan faydalanabilir ve böylelikle onların sağlıklı, iffetli, âdil ve barışçıl hayat .tarzları ile beşeriyetlerini zenginleştirirler.