- Hz. Muhammed in risaletinin evrenselliği

Adsense kodları


Hz. Muhammed in risaletinin evrenselliği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sumeyye
Tue 21 September 2010, 01:38 pm GMT +0200
HZ MUHAMMEDİN RİSALETİNİN EVRENSELLİĞİ


Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun! Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'e, ailesine ve tüm ashabına salât ü selâm olsun.
Sahih bir hadiste Peygamber Efendimizin de haber verdiği üzere Allah (c.c), Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e diğer bütün resûl ve nebilerden ayrı olarak beş meziyet bahşetmiştir.
Bu meziyetlerden birisi de; her resûl özellikle kendi kavmine gönderilirken, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bütün insanlara gönderilmiş olmasıdır. Allah (c.c.)'ın Kitabı bu hususu pek çok âyetinde beyân etmektedir. Bunlardan birisi de:"Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik." (Sebe, 34/28) âyetidir.
Öyleyse, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in risâleti, farklı yer ve asırlardaki bütün insanlara yöneliktir. Ve O'nun çağrısı, Allah (c.c), yeryüzüne ve onun üzerindekilere varis oluncaya kadar bütün insanlara yönelik kalacaktır.
Bizim "Hz. Muhammed (s.a.v.)'in risâleti, evrensel bir risâlettir" sözüyle anlatmak istediğimiz şey budur. Bu husus, izah edilmeye veya delil getirmeye ihtiyaç duymayan bir hakikattir. Ancak, bizim burada üzerinde duracağımız husus şu olacaktır: Acaba Kur'ân-ı
Kerîmin, risâletin evrenselliği ile ilgili haberini ve Peygamber Efendimizin kendisinin bütün insanlara gönderildiğini ifade eden hadis-i şerifini dikkate almadan, bu risâletin cihanşümûl olduğunu, bu risâleti bilip tanıyarak ve tabiatını araştırarak ortaya koymak imkânımız dahilinde midir?

Bu incelemenin sonucunda, muhteva ve konuları, insanlara hitap etme ve onlara risâleti anlatma yönüyle Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin evrenselliğinin apaçık olduğunu göreceğiz.

Evet, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in risâletinin ihtiva ettiği akîde, hukuk ve ahlâk esasları, bu risâletin temayül ve muhtevada, tezahür ve üslupta evrensel bir risâlet olduğunu gösteren hususlardır.

Fakat bana öyle geliyor ki, bu hakikati açıklamaya başlamadan önce, özellikle bu hakikati beyan sadedinde, bazan karmaşıklık ve belirsizliğin görüldüğü önemli bir noktayı açıklığa kavuşturmamız gerekiyor...

"İslâm", kainat, insan ve hayat gerçeğini, bu hayatın vücut bulduğu esasları ve döneceği sonu ortaya koyan bir akîde olması yönüyle, bütün peygamberlere inen şeyin ortak adıdır. Uzun devirler boyunca ve değişik bölgelerde çok sayıda peygamberin gelmiş olması, onlardan her birinin kendi kavmine diğerlerinin getirdiğinden farklı bir akîde getirdiği anlamına gelmiyordu. Ancak, peygamberlerin çok sayıda gönderilmesi, kâinatın tek olan gerçeğini, değişmez akideyi ihtiyaca binâen te'kid etmeye matuf idi. Bu ise, bir peygamberin ardından uzun zaman geçtiğine veya birbirinden uzak millet ve toplumlar çoğaldığında yeni bir peygamberin gönderilmesiyle gerçekleşiyordu. Mahallî karakter ise, üslupta, bu akideyi sunmada ve açıklamada belirginleşiyordu...

Anlatılan bu durum, İslâm'ın esası ve özü olan akîde için geçerliydi. Akîdenin mütemmimlerinden olan ibadetler, hukuk ve genel davranış kuralları ise gerek şekil gerek muhtevada, mahallî ve zamanla değişebilir nitelikte idi. Bu durum, Allah (c.c.)'ın, peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v.)'i bütün insanlara elçi olarak göndermesine kadar devam etti. Fakat bundan böyle söz konusu kurallar, değişik zaman ve devirlere uygunluk içeren bir genişliğe ulaştığı gibi farklı millet ve toplumları içine alacak bir muhteva da kazandı. Kur'ân'ın: "Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz, bir tek ümmettir" (Mü'minûn Sûresi, 52) âyeti bunu beyan buyurur.

Öyleyse geçmiş peygamberlerden her birinin görevi yöresel ve sınırlı da olsa onların bütün insanlara getirdikleri inanç esasları daima aynı olmuştur. Demek ki tüm peygamberlerin getirmiş olduğu İslâm akidesi evrenseldir. Bu, böyle olmuştur ve hep böyle de kalacaktır. Nebi ve resûllerin çok sayıda olması akidenin de müteaddit olduğu veya bu akidenin bir peygamberle diğeri arasında farklılık gösterdiği anlamına gelmez. Kur'ân-ı Kerim bu gerçeği Allah (c.c.)'ın şu beyanı ile ilan etmiştir: "Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin diye din olarak Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhim'e, Mûsa'ya, İsa'ya tavsiye ettiğimizi sizin için hukuk düzeni yaptı" (Şûra, 13/42). Hukuk ve ahlâk kurallarına gelince bunlar her millet ve topluma göre hususiyet arzederdi. Bu husus, Resûlullâh'ın gelişine kadar devam edegeldi. Bu ikinci hakikati de Kur’ân-ı Kerîm şu şekilde açıklar: "Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirlemişizdir." (Mâide, 5/ 48).

KUR'ÂN'IN ARAPÇA OLUŞU VE RİSÂLETİN EVRENSELLİĞİ

Hz. Muhammed (s.a.v.)'in risâletiyle daha önceki semavi risâletler arasındaki ilişkiyi beyan ettikten sonra, O'nun risâletinin evrenselliğini izaha geçebiliriz. Kur'an, Allah (c.c.)'ın Hz. Muhammed (s.a.v.)'e gönderdiği risâletin ilk kaynağıdır. Kur'ân-ı Kerim'in Arapça indirildiği ve Arap kabilelerinin en üstün lehçesi olan Kureyş lehçesiyle formüle edildiği bilinen bir gerçektir.

Böyle bir kitap şayet semadan indirilmeyip yeryüzünde ortaya çıksaydı ilke ve fikirler itibariyle, üslup ve metot bakımından çevre, bölge veya aralarından çıktığı ve dillerini kullandığı milletin eğilimlerinden şu veya bu şekilde etkilenmiş olurdu. Nitekim söz konusu durum bütün kitap ve telifler için geçerli olmuştur; bunlar, içinde çıktığı çevrenin rengini mutlaka almıştır. Fakat biz, bu Kitab'a yani Kur'ân'a baktığımızda onda içinde çıktığı çevrenin izlerinden hiçbirine rastlayamıyoruz. Arapça olmasının ötesinde onda ne şekil ve metot bakımından ne de muhteva ve öz bakımından millet, kabile veya aşiret karakterinin herhangi bir tezahürünü göremiyoruz. Biz, baştan sona onda kendimizi mutlak insan karakteri karşısında buluruz. Bu, kendisinden kaynaklanan ister akîde ister ahlâk, ister şer'î hükümler olsun.. bütün bu alanlarda Kur'ân, reel, yani gerçek duruma, göze, mâhir bir terzi tarafından biçilip dikilmiş uygun bir elbise sunar. İnsanın yaratılışına tam gelir, ne eksik ne fazla. Bu elbiseyi ne kadar incelersek inceleyelim onda beşer toplumlarından hiçbirine veya herhangi bir tarih dönemine mensubiyet özelliği bulamayız. Evet ne içerik ve konu bakımından ne de görünüm ve tarz bakımından onda bu tür bir mensûbiyet bulamayız.

O halde, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in risâletinin yegane kaynağı olan Kur'ân, mutlak insan temayülünü yansıtmaktadır. İlke, konu ve hükümlerinin özü açısından, üslup ve metodu bakımından onun evrenselliği ile kastettiğimiz anlam işte budur. Aşağıda İslâm'ın bu evrenselliğinin Kur'ân kaynağındaki tezahürünü bu iki yönünü ayrı ayrı inceleyerek ele alacağız:

I- MUHTEVA BAKIMINDAN KUR'AN'DA İNSANÎ CİHET

Kur'an'ın ihtiva ettiği konular, akide, hukuk ve ahlâk esasları olarak özetlenebilir. Bu sınıflandırmanın dışında kalanlar ise, bunları teyit edici olmaktan öteye gitmezler. Bu konulardaki insanî temayülü ayrı ayrı görelim.

A-Akîde:
Kur'an-ı Kerim, Cenab-ı Allah'ın hakimiyyet ve uluhiyyetini herhangi bir millete tahsis etmeksizin ve bir bölge ile diğeri arasında ayrım yapmaksızın, O'nun varlığını, birliğini ve bütün âleme hükümranlığını, izah ve ispat etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ, sadece İsrailoğullarının veya Arapların ya da herhangi bir ırkın İlâhı değil, bütün insanların İlâhıdır. Cenab-ı Hakk bunu şu şekilde beyan eder: "Hamd (övme ve övülme) âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" (Fatiha, 2), "Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. "(Casiye, 45/ 36).

Bu yüzden Hz. Muhammed (s.a.v.)'in elçiliği, farklı bölge ve nesillerdeki bütün insanlara şâmildir. O'nun, belirli bir asırda ve Arap milleti gibi muayyen bir millet arasında ortaya çıkmış olması, risâletinin evrenselliğine bir halel getirmez. Aynı şekilde, Allah Teâlâ'nın, hitâbını diğer millet ve toplumlara ulaştırmada özel olarak Arapçayı seçmiş olması, Peygamber'in bu risâletinin cihanşümul olmasına bir halel getirmez. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "De ki: Ey insanlar! Gerçekten Ben sizin hepinize, Allah'ın (gönderdiği) elçiyim. " (A'raf, 7/158), "Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed'e Furkân'ı indiren Allah, yüceler yücesidir." (Furkân, 25/1).

Kur'an-ı Kerim, insanın Allah'a kulluğunu tesbit ederken, bu kullukta ve gereklerinde bir ırk veya çevre ile diğer bir ırk ve çevre arasında hiçbir fark olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Öyleyse, Arap olsun olmasın hiçbir millet diğerlerinden farklı imtiyazlara sahip değildir. Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Araplar arasından çıkması ve onlara mensubiyeti ile Kur'ân-ı Kerim'in Arapça inmesi, İslâm ölçülerine göre, Araplara hukuk alanında veya dünyevî muamelelerde ya da Allah'a yakınlık hususunda birtakım ayrıcalıklar vermeyi gerektirmez. Biz bu gerçeği şu âyet-i kerimeden öğreniyoruz:

"Göklerde ve yerde olan herkes, istisnasız kul olarak Rahman'a gelecektir. O, bunların hepsini kuşatmış ve bir bir tesbit etmiştir." (Meryem, 19/93-94).

Bu hakikat, şu âyette daha açık bir şekilde görülmektedir: "Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli ve üstün olanınız, Ondan en çok korkanınızdır. "(Hucurat, 49/13).

Kur'an-ı Kerim, insanların dikkatlerini Allah (c.c.)'ın varlığına ve birliğine çekerken, belirli bir çevreye özgü veya belirli bir toplumun alışkanlıklarına uygun düşen ya da bir kısım aydınların anlayabileceği delil serdetmez. Nerede bulunursa bulunsun, hangi düşünce ve kültür seviyesinde olursa olsun tüm insanların her yerde ve her zaman anlayabileceği deliller kullanır.

Allah (c.c.)'ın varlığına ve birliğine delil teşkil eden âyetler çok olup, bunları anlatarak konuyu uzatmaya gerek yoktur. Bunlara baktığımızda, onların, farklı grup ve topluluklardaki genel insan düşüncesine hitap ettiklerini görürüz.

Kur'an-ı Kerim, sahasında uzman kimselerin anlayabileceği, bu uzman kimselerin harikuladelikler gördükleri ilmî veya felsefî delillere başvurabilirdi. Fakat, bu deliller diğer insanlar için boş bir söz mesabesinde kalırdı. O takdirde Kur'an, sadece belirli bir kesim için manâlı bir söz olurdu.

İşte bu sebepten dolayıdır ki Kur'an-ı Kerim, insanlara verilen nimetlerin çeşitlerini arzetmek üzere getirdiği misalde, insanların emrine verilen binek çeşitlerinden atları, katırları ve eşekleri sayıp, zamanla ileride bulunacağını belirttiği diğer binek çeşitlerine işaretle şöyle buyurmuştur: "Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve süslenmeniz için yarattı. Allah, şu anda bilemeyeceğiniz nice (nakil vasıtaları) yaratır." (Nahl, 16/8). Böylece bu hitap, bu muhtevasıyla, geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki nesillere seslenebilme özelliği kazanmıştır. Çünkü, "...şu anda bilemeyeceğiniz nice (nakil vasıtaları) yaratır." ifadesi, insanı taşımak ve bir yerden bir başka yere ulaştırmak için zamanla icat edilecek olan her vasıtayı içine alır.

Bu türden örneklere Kur'an-ı Kerim'de sıkça rastlarız.

B- Risaletin Hukuk Alanında Evrenselliği:
Dikkat edersek, her millet ve toplumun yasasının, ancak o toplumun yapısını aksettirdiğini ve o topluma özgü şartlara cevap verdiğini görürüz. Zira, bir milletin yasası, sadece o milletin ihtiyaç ve isteklerini göz önünde bulundurur.

Kendi problemlerini ya da hemcinslerinin problemlerini çözmeye çalışan insanoğlunun yapabileceği şeyin sınırı İşte budur. Her ne kadar görüş ve yargıda evrensel olmak istese de, yetiştiği çevrenin, geleneklerinin ve özlemlerinin etkisi altında kalır. Bu yüzden, ortaya koyduğu bakış ve çözüm yolu, içerisinde neşv u nema bulduğu atmosfere teslim olan bir yapıda ortaya çıkar. "Kişi çevresinin çocuğudur." sözüyle anlatılmak istenen şey budur.

Ancak, Kur'ân hukuku ve onun mütemmimi olan sünnetin beyanatlarına baktığımızda, onda, belirli bir ırka temayül, herhangi bir çevreden ya da muayyen geleneklerden etkilenme kesinlikle göremeyiz. Kur'ân hukuku, mutlak insan esas ve ilkelerini temel alan bir hukuk olduğu için, tüm ahkâm ve fürûları, bütün insanların ihtiyaç ve maslahatlarıyla tam bir uyum içerisinde bulunur.

Bu gerçeği açıklamak için birkaç misal verelim.

1- Nisa sûresi, aile düzeni, kadın hakları, yargı sistemi, adaleti tesis ve özünü korumaya ilişkin şeriat hükümlerini konu edinen surelerden biridir. Surenin, daha sonra gelecek olan hükümlerin temel dayanağını tesis ederek nasıl başladığına dikkat edelim. Bakalım da sûrenin esas hedefinin olanca kapsamı ile insanlık ailesi olduğunu görelim, değişmeye maruz özel şartlara önem vermediğini anlayalım.. İşte temel dayanak:

Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar meydana getiren Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allak sizin üzerinizde gözetleyicidir. " (Nisa, 4/1)

Demek ki tüm ahkâm ve bunlara tabi hukukların tesisinin çıkış noktası, kapsamlı insanlık ailesidir.

Sûreyi okumaya devam edince, söz konusu çıkış noktasındaki otoritenin şu hüküm ve düzenlemeler silsilesine uzandığını görüyoruz: Yetim hakları, kadın hakları, miras taksimatı, aile değerleri, yargı düzeni, hakimin otoritesi, sosyal adalet ve dengeleri. Ve iyice bakınca, Sûre, esası ve çıkış noktası olan bütün insanlara şamil bakış açısını konu edindiğinden, bu dalların hiç birisinde, belirli bölge veya ırka ait görüşün ya da sınıfsal ayrıcalıkların yansımasını bulamıyoruz.

Bu hakikati ortaya koyabilmek için bu fer'î hükümlerin hepsini teker teker anlatmaya imkanın bulunmadığı açıktır. Bunlardan birkaç şâhit getirerek yetiniyoruz.

2- Ta'me b. Übeyriq adında Medineli bir kişi, komşusu Katade b. En-Nu'man'ın zırhını çalar. Zırhı, bir un çuvalına saklayarak getirip, Zeyd b. es-Semin adındaki bir yahudinin yanına gizler. Halbuki çuval deliktir ve bu delikten akan unlar, zırhın önce Ta'me'nin evine kadar geldiğini, sonra da yahudinin evine gittiğini göstermektedir. Katade, Ta'me'yi hırsızlıkla suçlar, zırhı onda arar fakat bulamaz. Ta'me, yeminle, zırhı almadığını ve bu hususta bir bilgisinin de olmadığını söyler. Sonra, yola saçılan unun izini takip ederler ve yahudinin yanına varıp onu yakalarlar. Yahudi onlara: Onu bana Ta'me b. Übeyriq verdi" der. Kimse ona inanmaz. Ta'me'nin kavmi Beni Zafer, Rasulullah'a gelerek O'ndan, arkadaşları Ta'me'yi, yahudinin hırsızlıkla suçlamasına ve zırhı ona Ta'me'nin verdiği şeklindeki ithamına karşı müdâfâ etmesini isterler. Ta'me'nin arkadaşları, yahudinin kendisini dinleyecek kimse bulamaması için, Rasulullah'ı kendi taraflarına çekmek üzere aralarında gizlice anlaşmışlardı. Hz. Peygamber bu hususta onlara itimat etti ve Ta'me'yi beraat ettirip, yahudinin hırsız olduğuna hüküm vermek üzereydi ki, Peygambere hakikati açıklayan; münafıkların kendi aralarında kurdukları hileyi ifşa eden, Peygambere mücerret adaletle karar verme yolunu gösteren Nisâ suresindeki şu âyetler peş peşe indi (2):




Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Bûtî

ceren
Fri 31 March 2017, 08:05 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Peygamber efendimizin peygamberligi ve risaleti kur ani evrenseldir.Rabbim razi olsun bilgilerden...