saniyenur
Fri 27 July 2012, 12:36 pm GMT +0200
HZ MUHAMMED S.A.V. EVRENSEL TOPLUMUN (ÜMMET) KURUCUSU
GirişAllah'ın Son Peygamberi Hz. Muhammed tarafından başlatılan İslâmî hareketin önemli bir prensibi bütün insanların aynı kökenden gelmesi münasebetiyle eşit olduğudur. Çeşitli milletler, ırklar ve kabileler yalnız ve yalnız herbirinin diğerinden ayırdedilebilmesi için farklı renk ve dilde yaratılmıştır. Yoksa bu tabii farklılıklar, insanlar arasında sürtüşmeye ve düşmanlığa veya bir grubun diğeri karşısında üstünlük ya da ayrıcalık iddiasına dayandırılamaz. Dahası, bir kısım insanlara kendilerine nisbeten başkalarını aşağı ve değersiz görmeleri veya onlar üzerinde sömürü, baskı ve hükümranlık hakkım vermez. Bu temel insan eşitliği anlayışı içinde, birlik için meşru ve makûl bir zemin varsa, o da Hakka iman temeli üzerine yükselecek ümmet olabilir. Böyle bir toplulukta üstünlük için gerçek bir sebep aranacaksa, o da takva(Allah korkusu)dır. (Ebû'l-A'lâ Mevdudi, Sîret-i Server-i Âlem, c. II, sh. 441-477).
İslâm inancına göre, yeryüzünde yaşayan insanlar arasındaki tek fark onların iman veya inkâr ehli olmalarıdır. Hz. Muhammed 'in bildirdiği gibi, Allah'ın birliğine (Tevhid), Peygamber'in Allah'ın son elçisi, Kur'âh'ın da Allah'ın son Kitabı olduğuna ve öbür dünyanın varlığına iman eden kimse mü'mindir ve diğer mü'minlerin kardeşidir. O, hangi ulusa, ırka, kabileye veya hangi renge sahip olursa olsun ve hangi dili konuşursa konuşsun İslâm ümmetinin bir üyesidir; diğer mü'min-lerin faydalandığı bütün haklardan eşit olarak faydalanır.
Diğer yanda bu esaslara inanmayan bir kimse de kâfirdir. İsterse bir mü'minin babası, kardeşi, oğlu, kocası veya hanımı olsun. Çünkü kabile, ülke, dil ve renk bağlan bir kimsenin mü'min olup olmadığından çok daha az önemlidir. Buna rağmen, mü'min biri iman etmeyen akrabaları ile insanî ilişkileri muhafaza eder. Fakat diğer yönlerden bu kimsenin İslâm toplumuyla ilişkileri değişik ve farklıdır. Müslüman bir kimse dünyevî meselelerde ve insanlar arasındaki olağan hâdiselerde inanmayanlarla ilişki kurabilir, fakat itikadı (inanç) meselelerde onlarla dostluk kuramaz ve onlara sevgi besleyemez. Onların topluluğuna üye olamaz. Hatta, babası kâfirse onun için mağfiret dileyemez. Şayet müslümanlarla, kâfirler arasında bir savaş olur da bir mü'min, kâfirler safında savaşan anne ve babasına karşı savaşmakta ve onları öldürmekte tereddüt etmemelidir. Ve şayet bir mü'min kavmi ve yurdu ile inancı arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsa, kavmini ve yurdunu terki ve daha emin bir yere hicreti tercih etmeli; inancını ve dinini, kavminden ve ülkesinden daha üstün tutmalıdır.
Böyle bir cemaat, her zaman Müslüman Ümmet (ümmet-i müslime) olarak bilindi. Bütün peygamberlerin bağlıları müslümandı. Aynı isim Hz. Muhammed'e tâbi olanlara da verildi. Bu inancın kapıları yeryüzünde yaşayan siyah, beyaz, kumral veya san ya da doğulu, batılı, kuzeyli yahut güneyli olsun, herkese açıktır.
Bu inanç diğer topluluklar tarafından sevilmeyen herhangi bir kavme özel bir mevki veya statü vermez. Bu inanç, doğum olayı üzerine değil içten gelen bir inanç ve onun prensiblerinin kabulü üzerine temellendirilir. Bu inancı paylaşan herkes onun himayesi altında eşit hak ve imtiyazlara sahiptir. Bununla beraber bu ümmet statik değil aksine dinamik bir ümmettir ve her zaman diğer insanları kendi İnancına davet eder. Bu ümmetin her mensubu hareketin faal bir elemanıdır. Bu hareketin mensubunun en önemli hedefi Allah'ın elçisi ve O'nun Kitabı vasıtasıyla kendisine ulaşan Hakkı diğer insanlara tebliğ etmek; şeytanî güçlerin dünyasından ve Hesap Gününde Allah'ın cezalandırmasından olabildiğince çok insanı kurtarmaya çalışmak için bütün gücünü harcamaktır. (Mevdûdî, a.g.e., sh. 441-477)
Bu inancın gerçek önemi ve prensipleri ancak ilâhî Mesaj'ı öğrenmek yoluyla anlaşılabilir.