saniyenur
Sat 11 August 2012, 10:41 am GMT +0200
Hz. İbrahim'in Babası, Halkı Ve Kral İle Tartışması
İbrahim, gerçek bilgi, kavrama ve doğru hüküm verme nimetleri ile donatılmıştı. Bu bilgi zenginliğinin büyük bir bölümünü gelecek nesillere aktarmıştır. Kur'ân bu hususu şöyle belirtir: "Andolsun ki, daha önce İbrahim'e de akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu biliyorduk, İbrahim babasına ve milletine: 'Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?' demişti. 'Babalarımızı onlara tapar bulduk' demişlerdi. İbrahim: 'Andolsun ki sizler de, babalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz'
dedi." (21: 51-54). En'am sûresinde şöyle buyrulmaktadır: "İbrahim, babası Azer'e demişti ki: 'Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.' Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu (büyük ve-harikulade muhteşem varlıklarını) gösteriyor-duk ki, (kudretimize) kesin inananlardan olsun." (6: 74-75). Meryem sûresinde ise şöyle buyruluyor: "Kitab'da İbrahim'i de an; o şüphesiz dosdoğru bir peygamberdi. Babasına şöyle demişti: 'Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy, seni doğru yola eriştireyim. Babacığım! Şeytana tapma. Çünkü şeytan Rahman'a baş kaldırmıştır. Babacığım! Ben sanaRahmân'dan bir azabın dokunmasından korkuyorum. O zaman (sen), şeytanın dostu olursun." (19: 41-45).
Ankebût sûresinde şu âyetleri görmekteyiz: "İbrahim'i de (gönderdik). Kavmine dedi ki: 'ALLAH'a kulluk edin, O'ndan sakının; bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Siz Allah'tan başka bir takım putlara tapıyorsunuz, aslı olmayan sözler uyduruyorsunuz. Doğrusu, ALLAH'tan başka taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. Artık rızkı ALLAH katında arayın. O'na kulluk edin. O'na şükredin. Siz O'na döneceksiniz. Eğer siz (Peygamberi) yalanlıyorsanız, bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamışlardı. Peygamberlere düşen, sadece apaçık tebliğdir. Allah'ın yaratmaya nasıl başlayıp, sonra onu nasıl tekrar edeceğini anlamazlar mı? Doğrusu bu ALLAH'a kolaydır." (29: 16-19). "İbrahim'in sözlerine milletinin cevabı sadece: 'Onu öldürün yahut yakın!' demek oldu. Ama ALLAH onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, inanan kimseler için dersler vardır." (29: 24). Zuhruf sûresinde şöyle buyruluyor: "Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti kî: 'Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana (taparım). Çünkü O, bana doğru yolu gösterecektir.' (İbrahim) ardından geleceklere bu sözü devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki (insanlar ALLAH'a) dönsünler." (43: 26-28).
Hz. İbrahim, en büyük puta dokunmadan diğer bütün putları kırıp parçaladığı zaman, ona niye böyle yaptığını sordular. "(İbrahim) 'Hayır' dedi, (büyük putu göstererek) 'İşte şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun' dedi. Kendi kendilerine: 'Doğrusu siz haksızsınız' dediler. Sonra yine eski kafalarına döndürüldüler: '(Ey İbrahim!) Sen de bilirsin ki bunlar konuşmazlar' dediler. 'O halde, ALLAH'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Yuh size ve ALLAH'tan başka taptıklarınıza. Aklınızı kullanmıyor musunuz siz?" (21:63-67).
Sonra, Kur'ân-ı Kerîm İbrahim'ın, hiç bir doğru bilgiye sahip olmayan halkıyla olan tartışmasına ve onların hatalarım ispat etmesine işaret eder: "Kavmi onunla tartışmaya girişti. 'Beni doğru yola eriştirmişken, ALLAH hakkında benimle mi tartışıyorsunuz? O'na ortak koştuklarınızdan korkmuyorum, meğer ki Rabbim bir şeyi dilemiş ola. Rabbim ilimce her şeyi kuşatmıştır; hâlâ öğüt kabul etmez misiniz?' dedi. 'ALLAH'a koştuğunuz ortaklardan nasıl korkarım? Oysa siz, ALLAH'ın hakkında size bir delil indirmediği bir şeyi O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. İki taraftan hangisine güvenmek daha gereklidir, bir bilseniz." (6: 80-81). Hz. İbrahim, babası ve halkıyla akla, mantığa uygun bir tarzda tartışmıştır. Karşısındakiler hiçbir cevap verememişler ve yenilgiye uğrayan zâlimlerin yaptığı gibi, İbrahim @ 'in ya yakılması ya da öldürülmesi gerektiğinde ısrar etmişlerdir. Bu hususta aşağıdaki noktaların belirtilmesi faydalı olacaktır.
1- Hz. İbrahim'in imanının belirtilmesi çok önemlidir. Çünkü o, bütün sahte ilâhları reddederek, yalnız âlemlerin Rabb'i olan ALLAH'a teslim olmuştur. İbrahim'ın, yukardaki ayetlerde ortaya koyduğu deliller o kadar tabii ve kuvvetli idi ki, muhalifleri verecek hiçbir cevap bulamamıştı. Verilen deliller o kadar kesindi ki, sanki dillerini yuttular ve söyleyecek hiç bir söz bulamadılar.
2- İbrahim'ın halkına verdiği cevap gerçekten putlara tapmalarının ahmaklık olduğunu anlamalarını sağlamak için söylenmiş ince bir istihza ifadesi şeklindeydi. Çünkü büyük putun diğerlerini kıra-mayacağı apaçıktı. Bununla İbrahim, halkının konuşmaktan ve kendilerini bile korumaktan âciz putların onlara hiçbir yardımı olamayacağını anlamalarım ve itiraf etmelerini sağlamak istiyordu.
3- Halk, İbrahim'ın cevabını düşününce "kendilerinin hatalı olduğunu, çünkü kendilerini kıran kişiye tek bir söz bile edemeyen, hiç bir yardımları dokunmayan putları taun edinmiş olduklarını anladılar. Fakat bundan kısa süre sonra, cehalet ve inatçılığa mağlup olup kafalarını değiştirmiş, yeniden sapıtmışlardır." (The Mea-ning ofthe Qur'an, c. VII, sh. 157-9).
Diğer peygamberlere olduğu gibi, Hz. Lut'a da ilim zenginliği verilmişti. "Lût'a da hüküm ve ilim verdik; onu, çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar yoldan çıkmış kötü bir milletti." (21: 74).
4- Ankebût suresinin 17. ayetinde İbrahim, putatapıcılığa karşı bütün mâkul delilleri ortaya koymaktadır. Bir şeyi veya bir kimseyi tanrı olarak kabul etmek için bazı sebepler gereklidir. Birincisi insanlardan üstün olmalıdır. Sonra insanın yaratıcısı olmalı ve insan, varlığım ona borçlu olmalıdır. Üçüncüsü: İnsanın hayatı için gerekli vasıtaları ve rızkım temin etmelidir. Dördüncüsü de insanın geleceği onun yardım ve ihsanına bağlı olmalı, İnsan ona karşı gelirse mahvolacağından korkmalıdır. İbrahim, bu dört husustan hiç birinin putatapıcılığı haklı çıkarmadığını, aksine yalnızca ALLAH'ın ibadete lâyık olduğunu ispat ettiğini söylemiştir. Onların birtakım putlardan başka bir şey olmadığını belirterek, birinci hususta putları çürütmüştür. Çünkü bir putun tapılmak için hiçbir üstünlüğü yoktur. "Onları (putları) yaratan sizlersiniz" diyerek ikinci hususta ve "Size rızık vermeye güçleri yetmez" diyerek de üçüncü hususta putları çürütmüştür. Son olarak putlara değil, "ALLAH'a döneceksiniz" demiştir. Bu yüzden kaderlerini tayin etmek veya değiştirmek putların değil, yalnızca ALLAH'ın kudretin-dedİr. Böylece, şirki tamamen reddetmesinin ardından, İbrahim, insanın birisini tanrı olarak kabul etmesine sebep olacak özelliklerin sadece, kendisine hiç kimseyi ortak koşmadan ibadet edilmesi gereken ALLAH'a ait olduğunu apaçık ortaya sermiştir.
5- Hz. İbrahim'in akla uygun delillerine karşı verecek hiçbir cevap bulamamış olan kavmi, yenilgiye uğramış kötü niyetliler gibi hepsi onu öldürmek veya yakmak istemişlerdir.
6- İbrahim'ın kavmi, taptıkları putların onları işitmediğini, onlara ne fayda ne de zarar verebileceğini itiraf etmekte, fakat atalarından böyle gördükleri için putlara tapmaktaydılar. Başka bir ifadeyle, körü körüne atalarını taklit etmekten vazgeçmiyorlardı. Bunun mânası şuydu: Yüzyıllarca nesilden nesile puta tapmaya devam eden atalarının ahmak kişiler olduklarına inanmıyorlardı. Atalarının bu cansız heykellere tapmakta haklı bazı sebepleri olduğunu sanıyor, bu yüzden onların yoluna inançla sadık kalıyorlardı. Yani, inançlarının temeli hiçbir mâkul esasa dayanmadan, sırf atalarının böyle yapıyor olmalarından kaynaklanıyordu.
7- İbrahim, halkının ALLAH'tan başka tanrılar edinmelerinin mâkul bir yönü olmayıp sadece atalarının körü körüne taklide dayandığını, halbuki yalnız ALLAH'ın İbadete lâyık olduğunu, hiç kimsenin reddedemeyeceği müsbet delillerle ispatlamıştır. Sadece ALLAH'ın ibadete layık olduğu iddiasını destekleyen İlk delili şuydu ki, "halk da hiçbir ortağı olmaksızın yaratıcılarının ALLAH olduğunu biliyor ve İnanıyorlardı. Yalnız onlar değil, dünyadaki bütün çoktann inancı taşıyanlar da, taptıkları putların dahi ALLAH tarafından yaratıldığına inanıyorlardı. Ateist(tanrı tanımaz)lerden başka hiç kimse ALLAH'ın, tüm kâinatın Yaratıcısı olduğunu inkâr etmiyordu. İbrahim, insanın bir kul olarak, başka bir şeye değil, yalnız yaratıcısına İbadet edebileceğini belirtmiştir. Çünkü ALLAH'ın yaratmasının ortağı yoktur.
ALLAH'a, yalnız ALLAH'a ibadet gereğinin ikinci sebebi şudur: ALLAH insanı yarattıktan sonra kendi başının çaresine bakması için terketmemiş, aksine, rehberliği, ihtiyaçlarının karşılanması, korunması için gerekli vasıtaları da yaratmıştır. Bebek doğduğu anda, annesinin göğsünde sütü hazırdır ve görünmeyen güç ona nasıl emeceğini, yutacağını Öğretir. Yaratan, insana hayatının ilk gününden Ölümüne kadar yaşaması, gelişmesi, gideceği yolu bulması için gerekli vasıtaları sağlamıştır. Bu vasıtaların faydalı bir şekilde kullanılması için gereken güç ve kabiliyetler ile donatmış, hayatın her safhasında yol gösteren İlmi vermiştir.
Sonra, her çeşit hastalığa, mikroba, zehire karşı insan hayatının korunması için gerekli, insan bilgisiyle halâ tam olarak anlaşılmamış etkili panzehiri yaratmıştır. Bu tabiî nizam yaratılmamış olsaydı, bir dikenin batması bile insanı öldürebilirdi. Yaratanın bu yaygın merhamet ve inayeti, insanı her zaman ve her yerde koruyup desteklerken, insanın Allah'tan başkasının önünde eğilmesi ve onlardan yardım dilemesinden daha büyük bir zillet ve nankörlük olamaz.
Başka hiçbir şeye değil, sadece ALLAH'a İbadet etmenin üçüncü sebebi, insanın ALLAH ile olan ilişkisinin sadece ölümle nihayete erecek olan dünya hayatıyla sınırlı olmayıp, Öldükten sonrasını da ilgilendirmesidir. İnsanı yoktan vareden aynı ALLAH, onu geri çağırır. İnsanın bu dünyadan geri dönüşüne hiçbir güç mani olamaz. İnsanı bu dünyadan alıp çeken El*i hiçbir İlaç, hiçbir hekim, hiçbir tanrı (!) veya tanrıça (!) yakalayamamıştır ve yakalayamaz. İlâhlaştınlan ve kendilerine tapılan kişiler bile, kendi ölümlerini engelleyememişlerdir. Bir insanın ne zaman bu dünyayı terkedeceğine yalnız ALLAH karar verir. Her ne surette olursa olsun bu karar yerine gelir. Sonra, insanlara yeniden can verip diriltecek ve bu dünyada geçirdikleri hayatlarından hesaba çekecek olan sadece O'dur. Hiç kimse, ne kendisinin ne de başkalarının yeniden di-riltilmesini engelleme gücüne sahip olabilecektir. Her İnsan, ALLAH'ın Emri ile kalkacak ve Mizan1 â& yerini alacaktır. O gün, başka hiçbir kimse hükmüne ortak olmayacak, tek Hâkim ALLAH olacaktır. Cezalandırmak veya affetmek tamamen ALLAH'ın elindedir. Allah'ın cezalandırmak istediğini affa veya affetmek istediğini cezalandırmaya kimsenin gücü olmayacaktır. Dünyada kendilerinden yardım istenilen kişiler, affedilmek için Allah'ın Rahmet ve Lûtfuna sığınacaktır. Bu gerçeklerin ışığında, ALLAH'tan başka şeylere tapanlar aslında kendi kuyularını kazmaktadırlar. İnsanın, dünyada olduğu gibi, âhirette de hayatını kontrol eden ALLAH'tan yüz çevirip, kendilerinden hiçbir fayda gelemeyecek olan birtakım putlara yönelmesinden daha büyük bir talihsizlik olamaz (The Meaning of the Qur'an, c. VIII, sh. 237-8). Bu tartışma, İbrahim 'in babası ve halkı karşısında davasını kuvvetli ve aklî delillerle ortaya koyduğunu, onların ise atalarının aynı şeyi yapa-geldiklerini söylemekten başka, sahte tanrılarının lehinde hiçbir şey diyemediklerini göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, hayat tarzlarını destekleyecek hiçbir makûl delilleri yoktu, körü körüne atalarını taklit ediyorlardı. Yenilginin ve yanlış yolda gitmenin zilletini ta-şıyamadıkları için, Hz. İbrahim'den kurtularak bu ikilemden kaçmaktan başka bir çareleri yoktu.
Bu âyetler, gerçek ve doğru bilginin insan hayatındaki faziletini ve üstünlüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Hz. İbrahim, iddialarını ispatlamak için zanna değil, bilgiye dayanan deliller ortaya koymaları için halkına meydan okumaktadır. Fakat onlar, hiçbir cevap verememişlerdir. Hz. İbrahim'in delillerinin sağlamlığı Kur'ân'da şu kelimelerle açıklanıyor: "Bu, İbrahim'e, milletine karşı verdiğimiz hüccetimizdîr. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğrusu Rabbin Hakimdir, bilendir." (6: 83).
Bütün bu misaller, ALLAH'ın rasûlü İbrahim'ın, kâinatın Yaratıcısı ve Hâkim'inin yalnızca ALLAH olduğunu; bu yüzden herkesin ona itaat etmesi ve O'nun elçilerine vahyettiği yolu takip etmeleri gerektiğini ispat etmek için akla hitabeden deliller de vererek, halkı ve Kral ile nasıl münakaşa ettiğini göstermektedir. Fakat onlar bu delillere hiçbir cevap getiremedikleri halde ALLAH'a inanmayacaklardı.
Bu âyetler aynı zamanda, insan toplumu ve kurumlarının kültür ve örgütlenmede ilerlemesiyle birlikte insanın zihnî ve aklî olgunluk kazandığını göstermektedir. Bu hususta ALLAH'ın gösterdiği yolun çok büyük bir rolü vardır. Önceki vahiylerle karşılaştırılınca İbrahim'ın öğretisi daha mükemmel ve akla daha çok hitab etmektedir. Aslında burada, İlâhî Rehberlik önceki indirilenlerden daha çok akılcıdır. Hz. İbrahim'in tartışması bilgiye ve akla dayanmakta; muhaliflerine, ilahî daveti reddetmelerini haklı çıkaracak mâkul deliller göstermeleri için, meydan okumaktadır. Tabii ki kâfirler bu delilleri ortaya koyabilmekten uzaktırlar. Çünkü inanç ve hareketlerini dayandıracak hiçbir mâkul temelleri yoktu; yalnızca atalarını izlemekteydiler. Fakat iman etmeyi hâlâ reddediyorlardı. Bu durum Kur'ân'da, Hz. İbrahim'in ALLAH'tan ölülere nasıl can verdiğini kendisine göstermesini istediği hâdise ile de teyid edilmektedir. "İbrahim de bir zaman: 'Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster' demişti. (ALLAH); 'İnanmadın mı?' dedi. (İbrahim): 'Hayır (inandım), fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum)' dedi..." (2: 260). Bu âyet, ALLAH'ın rasûllerinin Hakikat bilgilerinin sahih olduğunu ve bazı hâdiselerde gerçek gözleme dayandığını göstermektedir. Onlar, insanlarla zan ile değil, o emin ve doğru bilgiye dayanarak konuşurlar. Başka bir deyişle, diğer insanlar kör ve cahil iken, onlar tecrübe ve müşahede ettikleri Hakikat bilgisine sahiptirler. Onlara meleklerin insan suretinde gelip görünmesinin nedeni de budur. Onlara göklerin ve yerin işleyiş sistemi, Cennet, Cehennem ve öldükten sonra dirilme apaçık gösterilmiştir. Her ne kadar peygamberler nübüvvetten önce de bunların tümüne inanıyorlarsa da peygamberliğin özelliği ve hususi bir göreve tayin edilmeleri sebebiyle bu hakikatlere şahit kılınmışlardır. (The Me-aning ofîhe Qur'an, c. I, sh. 189).
Hz. İbrahim'in bütün peygamberler arasındaki mevkii ve durumu çok yücedir ve övülmüştür. Halkı ve kral ile yaptığı büyük tartışmalarla yeryüzünde tevhid düşüncesini yerleştirmiştir. Bir çok ülkeye gitmiş ve bu düşünceyi birçok kavme öğretmiştir. İbrahim 'ın devrinden itibaren bu düşünce akıl ve deliller ile çok iyi açıklanmış ve anlatılmıştır. Şu veya bu şekilde insanların bir kısmında bu husus devam etmiştir. ALLAH'ın ona sağlam ve mâkul deliller vermesinin sebebi budur. O'na melekler insan suretinde gelmiş ve oğlunun doğuşunu müjdelemişlerdir (11: 69-73; 15: 51-56; 51: 24-30), ve o meleklerle Hz. Lût'un milletine yaptıkları hakkında münakaşa etti (11: 74-76). Ateşten (21: 68-69) ve kavminin kötü niyetlerinden korunmuş (21: 70-71) ve insanlığa örnek gösterilmişti (16: 120-121).
Ancak, belirli hadiselerde özellikle ALLAH'ın Birliği ve Hakimiyeti hususunda akılcı deliller kullanılmasına ve genel hadiselerde bilgiye başvurulmasına rağmen, İbrahim'in zamanı da, akılcı düşünce yapısının oluşmadığı bir çağ idi.
İbrahim'in hayatında bazı mucizelerin gerçekleşmesi bunu göstermektedir. Bu mucizeler gerekliydi, çünkü insan tam olgunluk çağına erişmemişti ve hayatm bütün hususlarında akılcı düşünceler oluşturma yükünü kaldırmaya ve tam olarak kavramaya zihnen ve ruhen hazır değildi. ALLAH'ın bu âlemdeki ayetlerini ve işaretlerini gözlemeye çağırarak, insanları ALLAH'ın Hakikatine inanmaya ikna etmek için akla çok müracaat edilmesine rağmen, insan davranışının diğer alanlarında en azından yeterince vurgulanmamıştır. Kemâline ulaştığı son Peygamber Hz. Muhanımed'in zamanına kadar akıl giderek diğer alanlarda da yerini alarak kullanılmıştır.
Hz. İbrahim'in, ALLAH hakkında Kral ile bir tartışması da olmuştu. Kur'ân bu konuşmayı şöyle anlatır: "ALLAH kendisine hükümranlık verdi diye İbrahim ile Rabbı hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: 'Rabbim, dirilten ve öldürendir' demişti. 'Ben de diriltir ve öldürürüm' dedi; İbrahim; 'şüphesiz ALLAH güneşi doğudan getiriyor. Sen de batıdan getir-sene' dedi. İnkâr eden şaşırıp kaldı. ALLAH zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez." (2: 258).
Yukardaki âyette bahsolunan kişi Irak kralı Nemrut'tur. Hz. İbrahim putları kırınca, kralın huzuruna çağrıldı ve aralarında bu tartışma oldu. Ancak bu tartışmanın asıl mahiyetini kavramak için aşağıdaki noktaların dikkatle kaydedilmesi gerekir. Birincisi, ALLAH'ı ilahlar ilahı ve rabler rabbı olarak kabul edip, aynı zamanda başka ilahlar ve rableri ortak koşmak, böylece tek Rab ve tek Mabud olarak yalnız O'na ibadet etmemek, hemen bütün müşrik toplumların özelliğidir.
İkincisi, tanrılığı daima ikiye ayırmışlardır; tabiatüstü tanrılık ve hükümde tanrılık. Allah'ı, tabiatüstü tanrı olarak görüyor, bir hadiseyi meydana getiren bütün sebeplerin O'nun kontrolünde bulunduğuna inanıyor, ihtiyaçlarını karşılaman için O'na başvuruyorlardı. Fakat cehaletlerinden ötürü, ruhları, melekleri, cinleri, yıldızlan ve daha birçok şeyi O'na ortak koşuyor, onlara tapıyor ve onlann adına yaptıklan tapınaklarda birşeyler takdim ediyorlardı. Gerçekte ise Hakim olan tanrı da ALLAH'tır, emirlerine itaat edilmesi, gösterdiği şekilde yaşanması gereken de. Mutlak Hâkimiye.t O'na aittir. Tarih boyunca müşrikler hâkimiyeti ya tamamen ALLAH'tan alıp kraliyet ailelerine, yandaşlanna vs. vermişler, ya da bu tanrılarla, ALLAH arasında paylaştırmışlardır. Kralların ilâhlık iddialan hâkimiyet anlamındadır ve bu yüzdendir. İd-dialannı sağlamlaştırmak için, tabiatüstü tanrıların soyundan geldiklerini ortaya atmışlar ve birtakım rahipler de onları desteklemiştir.
Üçüncüsü, Nemrut hâkimiyete sahip tanrı olduğunu iddia ediyordu. ALLAH'ın varlığını reddetmiyordu; göklerin ve yerin yaratıcısı veya âlemlerin yöneticisi olduğunu da iddia etmiyordu. Sadece Irak topraklannın ve halkının rabbi ve hâkimi olduğunu iddia ediyordu. İddiası şuydu: "Ne dersem kanundur ve üzerimde hesap vermemi isteyecek hiçbir kimse yoktur; bu yüzden beni efendi (rab) olarak kabul etmeyen herkes bana isyan etmiş demektir."
Dördüncüsü, Hz. İbrahim'in 'Rab olarak kâinatın sahibi olan ALLAH'a ibadet ediyor ve O'ndan başka rab tanımıyorum' diye açıklaması ile başlayan tartışmadır. Apaçıktır ki, bu inancın açıklanması sadece millî dinin ve tanrıların temelini değil, devleti ve güç merkezi olan Irak'ın mutlak sahibi olduğunu iddia eden Nemrut'u da sarsmıştı. İbrahim'a müsamaha edilmemesinin ve âsi olarak sorgulanmak üzere Nemrut'un huzuruna çıkarılmasının sebebi budur. (The Meaning of the Qur'an, c. I, sh. 187-8).
Yukarıda meali verilen Bakara süresindeki âyette Hz. İbrahim, ALLAH'tan başka Rab olamayacağını açıkça ortaya koymuştu. Ancak Nemrut küstahça onun delillerini reddetmeye çalıştı. Fakat ikinci delilden sonra Nemrut'un kafası o kadar karışmıştı ki tartışmayı sürdürmek için söyleyecek hiçbir söz bulamadı. Çünkü kendisi de biliyordu ki, güneş, İbrahim @ 'in Rab olarak tanıdığı o Tanrının emri altındaydı. Fakat kendisine bile ayan olmuş olan bu hakikati, Nemrut kabul etmeyecekti. Çünkü bunu kabul etmesi demek, hâkimiyet iddiasına son vermek demekti. Zihni karmakarışık olmasına rağmen içindeki isyan kendine tapmanın karanlığından, Hakikatin aydınlığına çıkmasına engel oluyordu. Eğer nefsi yerine ALLAH'ı Rab edinmiş olsaydı, Hz. İbrahim'in vazettiği doğru yolu bulacaktı. (The Meaning of the Qur'an, c. I, sh. 188). Bütün bunlar, İbrahim'ın, bir insan ve Allah'ın bir Rasulü olarak büyük ve soylu kişiliğini ortaya koymaktadır. Babasını, halkını ve kralı ALLAH yoluna çağırmış, sağlam ve mâkul delillerle onlara inançlarının ve amellerinin yanlış olduğunu göstermiştir. Yine mâkul delillerle, kendi yolunun doğruluğunu ve Hakikatini şüpheye meydan bırakmayacak şekilde ispatlamıştır. Böylece İbrahim halkının önünde vazifesini hakkıyla yerine getirmiş, halkı inanmamış olsa da, ALLAH'ın Birliğinin (tevhid akidesinin) doğruluğunu ispat etmiştir... Onları Müslüman yapmak onun vazifesi değildi. O sadece Dini halka apaçık, doğrudan bildirmek için gönderilmişti. Buna inanmak veya inkâr etmek artık onlara ait idi.
Hz. İbrahim'in hayatındaki çeşitli hâdiseler, Özellikle yıldız, ay ve güneşi gözlediğinde gösterdiği tepkiler inanmayanlara birer işarettir. Tabiat olayları ve ALLAH'ın ayetleri, İbrahim'ın olduğu gibi, onların da gözleri önünde hergün meydana gelmektedir. Hz. İbrahim bunların üzerinde derinliğine düşünüp ardındaki gerçeği görürken, onlar kör kişiler gibi bunlara kafalarını çevirip bakmamakta ve görmemektedir. Aynı güneş, aynı ay, aynı yıldızlar gözleri önünde doğup batıyordu. Fakat bunlar doğarken gerçekten ne kadar uzak-talarsa, batarken de aynı şekilde uzak görünüyorlardı. Fakat, aynı tabiat olaylarına İbrahim akıl gözüyle baktığı için bunlar üzerinde düşünmüş ve Hakikatin Bilgisine sahip olmuştur (6: 75-79).
İbrahim, kavmini Hakikatin bilgisine ve ALLAH'ın Birliğine İkna etmek için mümkün olan bütün vasıtaları kullandı. Fakat bütün akla uygun deliller sanki sağır kulaklara söylenmişti. Kavmi onu reddedip canlı canlı yakmaya kalkıştı. Ancak ALLAH, onu ateşten korudu. Nuh'dan sonra İbrahim'ın tevhid inancını somut ve yaşanan bir inanç olarak tesis etmek için sarfettiği çabalar boşa gitmemiş, meyvelerini vermiştir. Kavmi, İbrahim 'ı ve inancını reddetmiş olsa da, tev-hid inancının o vakitten sonra yeryüzünden hiç bir zaman kalkmadığını gösteren tarihî deliller mevcuttur. Şu veya bu şekilde devam ederek, ilerde anlatılacağı gibi, çeşitli zaman ve yerlerde mehtelif şekillerde, farklı toplumların düşünce, kültür ve değer yargılarını etkilemiştir. Bunun sebebi, İbrahim @'m akla dayanan delillerle, sözde tanrıların sahteliğini ve daha önce görülmemiş bir dehâ ve hünerle evhid İnancının hakikatini ortaya koymasıdır. Böylece medeniyet ve kültürlerde nesiller boyu sürecek bir iz bırakmıştır. Kur'ân bunu, ALLAH tarafından İbrahim @'a verilen kutsal bir hediye olarak belirtmektedir, "Hem siz, ALLAH'ın size (tanrı oldukları) hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri, O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da ben nasıl sizin (O'na) ortak koştuğunuz şeylerden korkarım? Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki topluluktan hangisi (tek ALLAH'a inananlar mı, yoksa ALLAH'a ortak koşanlar mı) güvende olmağa daha lâyıktır? İman edenler ve imanlarını bir haksızlıkla bulamayanlar... İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır. İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz hüc-cetlerimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir." (6: 81-83).
Bu âyetler Hz. İbrahim'in tevhid için halkına gösterdiği delillere işaret etmektedir. Bunlar sadece onun düşünerek fikretmesinin tedrici ilerleyişinin bir sonucu değil, aynı zamanda ALLAH'ın bir hüccetiydi. Eriâm sûresi 76-79. âyetlerde, ALLAH'ın kâfirlerin tertiplerini kendi dayanaklanyla boşa çıkardığını göstermek için, İbrahim'min, halkının yanlışları ve sapıklıklarının sebepleriyle ilgili zihnî tecrübesi anlatılmaktadır. Hiçbir makul dayanakları olmaksızın güneşe, aya ve yıldızlara tapıyor, onları tanrıları ve koruyucuları olarak görüyorlardı. İbrahim onları şu noktadan yakalamıştır; eğer bunların doğuşları ve ışık verişleri tapılmaları için gerekçe ise batışları ve ardından gelen karanlığın çöküşü ne olmaktadır? Düşünüşünüzün nereye vardığını görün! Yukardaki ayetin son sözleri; "Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğrusu Rabbin hikmet sahibidir, bilendir" ALLAH'ın yarattığı her-şeyin mâkul olduğunu, Kemâl ve kendine yakınlık derecelerini, gerekli vasıflara sahip bütün şartlan yerine getirerek bunlara hak kazananlara vereceğini apaçık ortaya koymaktadır. Bu âyetler aynı zamanda insanın aklını doğru ve uygun bir şekilde kullanmadığı takdirde kendi elleriyle yaptığı putların önünde eğilip, ihtiyaçlarını ve rızkını onlardan isteyerek küçük düşeceği anlamını da taşımaktadır. Fakat aklım kullanır, doğru şekilde düşünürse, güneş, ay, yıldızlar, tabiatın bütün güçleri yalnız onun hizmetine geçer ve İnsan, hayalinin çok ilerisine yükselir. (Emin Ahsen Islahî, Tedebbur-i Qur'an, c. II, sh. 475-476).
Hz. İbrahim, ALLAH'ın Dinini yaymak için muhtelif ülkeleri gezmiş, çeşitli yerlerde Davet merkezleri tesis etmeyi başarmıştı. Buralarda vefatından sonra nesiller boyu tevhid meşalesi yanar halde korunmuştur. Filistin'e gitmiş, Bethel, Hebron ve Bir-Şeb'a'da Dinin merkezlerini kurmuştur. Sonra, o vakitler kültür ve medeniyette Irak'tan sonra gelen Mısır'a gitmiştir. Orada Din merkezlen kurup kurmadığı tam olarak bilinmemektedir. Sonra Hicaz'a giderek, oğlu Hz. İsmail ile birlikte Kabe'yi inşa etmiş, İsmail'i Beytul-lah'a bakmakla vazifelendirmiştir. Daha sonra geri gelip, Hebron'u (Filistin'i) daimi merkez edinmiş, vefatından sonra da burada Hz. İshak'ı bırakmıştır. Din'i ondan sonra İshak, ondan sonra da oğlu Hz. Yakup devam ettirmiş, davet vazifesini başarıyla yerine getirmislerdir. Böylece İbrahim'ın, ALLAH'ın kelâmını insanlar arasında yayma ve tevhid inancını tesis etme vazifesi Hz. Muhammed 'e kadar devam etmiştir. Sânı Yüce ALLAH Dîn'mi Son Peygemberi Muhammed ile bütün insanlık için tamamlayıp mükemmel hâle getirmiştir.
Elimizde, İbrahim'ın ülkesinden hicret ettikten sonra öğretilerine milletinin davranışının ne olduğuna dair yazılı bir belge yoktur. "Ancak M.Ö. 1910 yıllarında Bâbil kralı Hammurabi'nİn (Amraphel of Gen. XIV) koyduğu kanunlar, doğrudan veya dolaylı olarak bir peygamberin yol göstericiliğinin etkisi altında kaldıklarına dair izler taşımaktadır. Bu kanunların tam metninin kazınmış olduğu bir sütün, bir Fransız arkeologu tarafından M.S. 1902 yılında bulunmuştur. Bu kanunların, çoğu esasları ve ayrıntılarıyla, Musa 'ın kanunları arasında, genelde bir benzerlik görülmektedir." (The Meaning of the Qur'an, c. III, s. 128). Gerçi yukarda belirtilen kitabenin ışığında kral Hammurabi'nİn kendisinin, Filistin'deki İbrahim'in öğretisinin mensuplarından kesin olarak etkilendiğini ve iman ettiğini söylemek güçtür. Ancak Tevhid inancına sahip olmayan bir kâfirin böyle bîr kanunlar manzumesini desteklemesi mantıklı görünmemektedir. Bu yüzden Kral Hammurabi'nİn, İbrahim'ın öğretisinden etkilenmiş ve onu kendi inancına uyarlamış ve bu kanunlar manzumesi böylesi bir niyetin adımlarından birisi olabilirdi. Fakat, ne yazık ki bu iddiayı destekleyici başka tarihi bir delil yoktur.