- Hz. Hüseyin´in Öldürülüşü

Adsense kodları


Hz. Hüseyin´in Öldürülüşü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Tue 30 November 2010, 03:28 pm GMT +0200
Hz. Hüseyin´in Öldürülüşü


Hz. Hüseyin´in Mezarı

Hz. Hüseyin´in Başı

Hz. Hüseyin´in Faziletleri

Hz. Hüseyin´e Ait Bazı Şiirler.


Hz. Hüseyin´in Öldürülüşü


Biz bu konuyu siyer imamlarının görüşlerinden istifade ederek an­latacağız. Yalancı Şiilerin iddialarına itibar etmeyeceğiz.

Ebu Mihnef, Abdullah b. Süleym ile Münir b. Müşmail el-Esedî´nin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Hüseyin yola çıktı. Şeref mıntıkası­na varıp konakladığında seher vakti azatlılarına (kendisiyle birlikte olan gençlere): "Bol miktarda su alıp saklayın." diye emir verdi. Sonra yoluna devam etti, günün ortasında arkadaşlarından birisi tekbir geti­rince ona: "Neden tekbir getirdin " diye sordu: Adam: "Hurma ağaçları­nı gördüm." diye karşılık verdi. Fakat Esedoğullarından iki kişi: "Bu bölgede kesinlikle hurma ağacı yok." dediler. Bu sefer Hüseyin onlara: "Peki sizce bu nedir" diye sorunca bu iki adam: "Gelen atlılardan başka birşey olduğunu sanmıyoruz. İşte atlılar geldi." diye cevap verdiler. Hz. Hüseyin kendilerine: "Ben de aynı şey olduğunu sanıyorum." dedikten sonra: "Kendisine sığınıp arkamıza alacağımız ve gelenlere karşı tek bir istikamette duracağımız bir sığınak yok mudur " diye sorduğunda o iki kişi: "Öyle bir yer vardır." dediler ve şöyle dediler: "İşte Zuhism denilen yer yan tarafmdadır. Sola doğru oraya gidersin. Eğer bunlardan önce oraya varacak olursan, orası tam istediğin gibi bir yerdir." Hz. Hüseyin oraya doğru gitti oraya varınca çadırların kurulmasını emretti. Karşı tarafın adamları da Hür b. Yezid et-Temimî komutasında geldiler. 1000 süvari idiler. Bunlar İbn Ziyad´m gönderdiği askeri birliğin Öncüleri idi­ler. Bunlar öğle vakti gelip Hüseyin´in karşısında durdular. Hüseyin ve arkadaşları sarıklarını sarmış, kılıçlarım kuşanmışlardı. Arkadaşları­na kana kana su içmelerini ve atlarına içirmelerini, aynı zamanda düşmanlarına da su vermelerini emretti. Kendisi de diğerleri de kana kana suyu içtiler.

Anlatıldığına göre öğle vakti girdiğinde Hz. Hüseyin, Haccac b. Mes-ruk el-Cûfî´ye emir verdi. Haccac ezan okudu. Sonra Hz. Hüseyin, bir izar ve ridaya bürünmüş, bir çift ayakkabı giymiş olarak ortaya çıktı, ar­kadaşlarına ve düşmanlarına konuşma yaptı. Irak´a geliş sebeplerini anlattı. Kûfelilerin imamları olmadığına, kendisinin oraya gelmesi ha­linde kendisine be/at edeceklerine ve onunla omuz omuza savaşacakla­rına dair mektuplar yazmış olduklarını söyledi. Sonra namaz kılındı. Hz. Hüseyin, Ubeydullah b. Ziyad tarafından gönderilen askerlerin ko­mutanı Hürr´e şöyle sordu:

- Arkadaşlarına namaz kıldırmak istiyor musun

- Hayır, sen kıldır. Biz de sana tabi oluruz.

Hz. Hüseyin, onlara namaz kıldırdı. Sonra kendi çadırına giderek arkadaşlarıyla toplantı yaptı. Hür de kendi askerlerinin başına gitti, iki taraf tetikte durmaktaydılar. İkindi vakti olunca Hz. Hüseyin, onlara namaz kıldırdı. Namazı tamamladıktan sonra onlara hutbe irad etti. Enirini dinlemeleri, kendisine itaat etmeleri ve kendilerine zulümle muamele eden yöneticileri başlarından kovmaları için teşvikte bulun­du. Hür, ona şöyle dedi: "Bu mektupların ne olduğunu, bunları kimlerin yazdığını bilmiyoruz." dedi. Hz. Hüseyin de mektup dolu iki çuvalı orta­ya koydu, mektupları Hür´ün önüne boşalttı. Bunlardan bir kısmını okudu. Hür, ona şöyle dedi:

- Biz bu mektupları sana yazanlardan değiliz. Yalnız bize emir ve­rildi; seninle karşılaştığımız takdirde seni Ubeydullah b. Ziyad´a götü-rünceye kadar senden ayrılmayacağız, peşini bırakmayacağız.

- Oraya gitmektense ölüm daha iyidir.

Böyle dedikten sonra Hüseyin, kendi arkadaşlarına: "Bineklerinize binin." diye emir verdi. Onlar ve kadınları bineklerine bindiler. Oradan ayrılmak istedikleri zaman Hür ve adamları, ayrılmalarına mani oldu­lar. Hz, Hüseyin Hür´re şöyle dedi:

- Anan seni kaybetsin, ne yapmak istiyorsun

- Vallahi bu sözü senin bu halinde iken başka bir Arap söylemiş ol­saydı ona misillemede bulunurdum, onun anasını da bırakmazdım. Ama senin anan hakkında yapabileceğimiz ve söyleyebileceğimiz bir-§ey yok. Elden geldiğince onu en güzel bir şekilde anmakla yükümlü­müz. Ba taraf karşılıklı söz düellosunda bulundular, nihayet Hür, Hüse-yi^´e şöyle dedi:

Ben seninle savaşmakla emroİunmadım, ancak seni Kûfe´ye ibn ´a götürünceye kadar peşini bırakmamakla emrolundum. Eğer e´ye gelmeye razı olmuyorsan başka bir yol tut, ancak o yol seni ne e´y getirsin, ne de Medine´ye götürsün. Sen Yezid´e bir mektup yaz.

Ben de Ibn Ziyad´a yazayım, istiyorsan böyle yapalım. Belki Cenâb-ı Al­lah, beni, senin belandan kurtaracak bir yol ortaya koyar.

Hz. Hüseyin, Azip ve Kadisiye yolunu tutarak sol tarafa yöneldi Hür b. Yezid de onun yanı sıra gitmekteydi. Ona şöyle diyordu:

- Ey Hüseyin! Allah aşkına kendine zarar verme. Eğer savaşırsan öldürüleceğine şahitlik ederim. Öldürülürsen bence helak olursun.

- Sen, beni ölümle mi korkutup tehdit ediyorsun Ama ben Evs´in kardeşinin amcası oğluna -Rasûlullah´a yardıma giderken karşılaşma­sı esnasında- söylediğini söylüyorum. Amcasıoğlu ona: "Nereye gidiyor­sun, sen öldürüleceksin." deyince, Evs´in kardeşi şöyle cevap vermişti: "Yoluma devam edeceğim. Yiğit kimseler hayır niyet edip Müslüman olarak cihad ederlerse, ölümden dolayı ayıplanamaz. Bunlar salih kim­selere iyi davranır ve bizzat iyilikte bulunurlar. Yaşadıkları sürece kor­kudan azade yaşar ve korkuyu yere fırlatırlar."

Bu şiir, başka bir şekilde de nakledilmiştir şöyle ki: "Yoluma devam edeceğim, yiğit kimseler, hayır niyet edip suçlular­la buluşmazlarsa ölüm onlar için ayıp olmaz. Yaşarsam kınanmam, ölürsem pişman olmam, ama zelil olmam ve burnumun yere sürülmesi için Ölüm sana yeter." Hür bu sözleri duyunca Hüseyin´den uzaklaştı. Arkadaşlarıyla birlikte ondan uzakta olarak yollarına devam etti. Ni­hayet Azıbulhecenat mevkiine vardılar. Orada binekleri üzerinde Kûfe´den gelmekte olan dört kişiyle karşılaştılar. Bunların yanında Na-fî b. Hilaî´in el-Kamil adındaki atı da vardı. Bunlar Hüseyin´le görüş­mek için Tarmah b. Adi´nin kılavuzluğunda Kûfe´den gelmişlerdi. Tar-mah bir ata binmiş olup, şu şiiri okumakta idi:

"Ey bineğim, ürkütmemden korkma,

Fecrin doğuşundan önce süvarilerin en hayırlıları ve yolculuğun en hayırlısı ile menzile varmak için paçaları sıva.

Ki güzel ahlaklı biri ile süslenesin. O şereflidir, hürdür. Göğsü ve kalbi geniştir. Allah, onu en hayırlı bir iş için getirmiştir.

Onun namı kıyamete kadar sürecektir."

Hür, gelen adamların Hüseyin´in yanma gitmelerine müsaade et­medi, ancak Hz. Hüseyin onu böyle yapmaktan men etti. Kûfe´den ge­lenler Hüseyin´in yanma vardıklarında Hz. Hüseyin onlara şöyle dedi: "Geride bıraktığınız adamların durumunu bana haber verin." Gelen dört Kûfeli´den Mücemma b. Abdullah el-Amirî, şöyle cevap verdi:

"Halkın eşrafı sana karşı birleşmiştir. Çünkü onlara rüşvet verildi. Heybeleri dolduruldu. Böylece onların muhabbetleri kazanıldı. İtaatle­ri sağlandı, hepsi sana karşı birleştiler. Diğer insanlara gelince onların gönülleri seninle beraber ama kılıçlan yarın sana karşı çekilecektir."

Hüseyin, onlara sordu:

- Size gönderdiğim elçim hakkında ne biliyor sunuz

- Gönderdiğin elçin kimdir

- Kays b. Mezher es-Seydavf dir.

- Evet Hüseyin b. Nümeyr, onu yakalayıp İbn Ziyad´a götürdü. îbn

Ziyad da ona, sana ve babana lanet okumasını emretti. Ama o sana ve babana dua etti. îbn Ziyad´a ve babasına ise lanet okudu. İnsanları sana yardıma davet etti. Senin Kûfe´ye gelmek üzere olduğunu haber verdi. Bunun üzerine sarayın damından yere atıldı ve can verdi.

Bu cevap karşısında Hz. Hüseyin´in gözleri yaşardı ve şu ayeti oku­du: "Kimi bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. "(ei-Ahzâb, 23.)

Sonra Hz. Hüseyin şöyle dua etti: "Allah´ım, bize ve onlara Cennet´i nasib et. Biz ve onları rahmetinin karargahında senin gizli olan ve mü´minlerin arzuladığı sevabında biraraya getir."

Tarmah b. Adi, Hz. Hüseyin´e şöyle dedi: "Beraberindeki adamlara bak. Yanında kaç kişi var Yanında şu küçücük gruptan başka kimse yok. Öyle sanıyorum ki, sana karşı şu karşıda gördüğüm birlikten baş­kası savaşmayacak olursa bunlar bile senin hakkından gelmeye yeter. Hal böyle iken Küfe dışında süvariler, piyadeler dolup taşıyor, hepsi se­ni yakalamayı amaç edinmişler. Hedefleri sensin. Allah aşkına Cenâb-ı Allah´ın seni Gassan ve Himyer meliklerinden, Numan b. Münzir´den, siyah ve kızıl renkli herkesten koruyacağı bir beldeye gidip yerleşmek istiyorsan bunu yap. Vallahi bu durumda bize zillet asla gelmeyecektir. Ben seninle beraber yürüyeceğim. İstediğin beldeye yerleşinceye kadar seninle beraber olacağım. Sonra Tay kabilesinin Ece ve Selma kollarına haber gönderip adam iste. istediğin kadar yanımızda kal. Ben, Tay ka­bilesinden 10 000 kişinin sana gelip destek olacaklarım tekeffül ediyo­rum. Bunlar, senin uğrunda kılıçlarıyla savaşacaklardır. Allah´a yemin ederim ki onların gözleri açılıp kapandığı sürece sana asla zarar dokun­mayacaktır."

Hz. Hüseyin ona: "Allah sana hayır mükafat versin." dedi ve yolun­dan geri dönmedi, kararından vazgeçmedi. Tarmah da onunla vedalaş-tı, Hz. Hüseyin yoluna devam etti. Geceleyin Hz. Hüseyin, hizmetçileri­ne, yeterince su alıp saklamalarını emretti. Su temin edildikten sonra yola devam etti. Yolda bineğinin üzerinde iken uykuya daldı. Başı önü­ne düştü. Sonra uyanıp şöyle dedi: "Doğrusu biz Allah´a aidiz ve O´na dö­nücüleriz. Âlemlerin Rabbi Allah´a hamdolsun. Rüyamda bir süvarinin ^üzerinde şöyle dediğini gördüm: "Bu millet yürüyüp gidiyor ama olüm de onlara doğru geliyor." Anladım ki ölüm haberimiz veriliyor."

Fecir doğduktan sonra arkadaşlarına sabah namazını kıldırdı, acele bineklerine bindiler. Sonra sol taraftan yola devam ettiler. Niha-

yet Nınova´ya vardılar, orada bineği üzerinde yayma yaslanmış bir suvarinin Kûfe´den gelmekte olduğunu gördüler. Gelen süvari, Hür b. Ye-zid´e selam verdi, ama Hz. Hüseyin´e selam vermedi. Hür´re, îbn 2i-yad´m mektubunu verdi, mektupta bir kasaba-köy veya kaleye uğran-maksızm Irak´a doğru gelmeleri emrediliyordu. İbn Ziyad´m elçileri ve askerleri gelinceye kadar yola devam etmeleri isteniyordu. Mektubun verildiği hicri altmışbirinci senenin Muharrem ayının ikinci pazartesi günü idi. Ertesi gün Ömer b. Sa´d b. Ebi Vekkas, 4000 askerle geldi. İbn Ziyad, onu bu askerlerle Deyleme doğru gitmekle görevlendirmişti. Bu, Küfe dışında ordugah kurmuştu. Hüseyin´in durumunu haber aldıkla­rında îbn Ziyad ona: "Hüseyin´in üzerine git, onun işini bitirdikten son­ra Deyleme git." diye emir verdi. Ömer b. Sa´d kendisini bu görevden af­fetmesini tbn Ziyad´dan istedi, ancak îbn Ziyad, ona şöyle dedi: "îster-sen seni bu görevden affederim, ama sana vermiş olduğum bu beldelerin valiliğini de senden alırım." İbn Ziyad´ın böyle demesi üzerine Ömer b. Sa´d: "Müsaade et de durumumu düşüneyim." dedi ve süre istedi. Bu sü­re zarfinda her kiminle istişare yaptıysa herkes ona, Hüseyin´in üzerine gitmemesini öğütledi. Öyle ki kızkardeşinin oğlu Hamza b. Muğire b. Şube, ona şöyle dedi:

"Sakın Hüseyin´in üzerine gitmeyesin. Aksi takdirde Rabbine asi ol­muş ve akrabalık bağlarım koparmış olursun. Allah´a yemin ederim ki, Hüseyin´in kam ile Allah´ın huzuruna çıkmaktansa, bütün yeryüzü ha­kimiyetinden mahrum kalmak senin için daha hayırlı ve daha iyidir." Bu tavsiye üzerine Ömer: "înşaallah böyle yaparım." dedi. Sonra Ubey-dullah b. Ziyad, onu korkutup tehdit etti. Görevden azledip öldürülece­ğini söyledi. Bunun üzerine Ömer b. Sa´d, Hüseyin´in üzerine gitti. Yu­karıda sözünü ettiğimiz yerde onunla karşılaştı. Sonra Hüseyin´e elçi göndererek elçi vasıtasıyla sordurdu:

- Buraya niçin geldin

- Kûfeliler yanlarına gelmem için bana mektup yazdılar. Eğer beni istemiyorlarsa, sizi bırakıp Mekke´ye dönerim. Hz. Hüseyin´in bu cevabı üzerine Ömer b. Sa´d: Umarım ki Allah, beni Hüseyin´le savaşmaktan kurtaracaktır." dedi ve bu durumu bir mektupla îbn Ziyad´a bildirdi, îbn Ziyad, ona şu karşılığı gönderdi:

"Mü´minlerin takvalı, temiz ve mazlum emin Osman b. Affan nasıl sudan yoksun bırakıldıysa sen de bunları sudan yoksun bırak. Kendileri ile suyun arasına engel koy. Hüseyin´e, beraberindeki adamlarıyla bir­likte mü´minlerin emin Muaviye oğlu Yezid´e be/at etmelerini teklif et. Eğer böyle yaparlarsa, biz de görüşümüzü ortaya koyanz."

Bunun üzerine Ömer b. Sa´d´m adamlan, Hüseyin´in adamlarım su­dan yoksun bıraktılar. Su basma gelmelerine engel oldular. Ömer b. Sa´d´m su başında duran engelleyici müfrezesinin başında Amr b. Hac-cac bulunuyordu. Hz. Hüseyin, bunlann susuzluktan ölmeleri için beddua etti. İşte Amr b. Haccac da aşın derecede susuzluktan öldü. Sonra Hz. Hüseyin, Ömer b. Sa´d´dan iki ordugah arasında kendisiyle bir gö­rüşme yapmasını talep etti. İki taraftan yirmi kadar süvari toplantı ye­rine geldiler. Uzun uzadıya konuştular. Nihayet gecenin bir kısmı geçti, ama birbirlerinin ne dediklerini anlayamadılar. Bazı kimseler, Hz. Hü­seyin´in, Ömer b. Sa´d´dan kendisini Şam´da bulunan Muaviye oğlu Ye­zid´e götürmesini ve buradaki askeri birliklerin oldukları yerde karşı karşıya bırakılmalannı talep etmişti. Ömer ise, ona şu cevabı vermişti:

- Eğer böyle yaparsam îbn Ziyad benim evimi yıkar.

- Ben senin evini eskisinden daha güzel yapanm.

- O zaman çiftliğimi elimden alır.

- Sana Hicaz´daki malımdan bir kısmını vererek daha iyi bir çiftlik

alınm.

Ömer b. Sa´d, bu teldin uygun görmedi.

Bazılan dediler ki: Hüseyin, Ömer b. Sa´d´dan, kendisiyle birlikte Yezid´in yanma gitmesini veya kendisini Hicaz´a dönmek üzere bırak­masını, yahut sınır boylanna gidip Türklerle savaşmasına müsaade et­mesini istemiş, Ömer de bu durumu Ubeydullah b. Ziyad´a yazmış, Ubeydullah: "Evet, kabul ettim." deyince orada bulunan Şimr b. Zücev-şen kalkıp şöyle diyerek müdahalede bulunmuştu:

- Hayır, vallahi Hüseyin ve adamları senin hükmüne boyun eğme­dikleri takdirde bu olmaz. Vallahi duyduğuma göre Hüseyin ile Ömer b. Sa´d, iki karargah arasında orta bir yerde oturup görüşüyor ve gece bo­yunca konuşuyorlarmış." İbn Ziyad da: "Ne güzel bir görüş ileri sürdün" dedi.

Ebu Mihnef, Ukbe b. Sem´a´nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mekke´den yola çıktığı andan öldürülüşüne kadar geçen sürede Hüseyin´in yanında bulundum. Vallahi o, her nerede ne söylediyse bü­tün sözlerini işittim. O, Yezid´e gitmek, ona bey´at etmek veya sınır boy­lanna gitmek gibi taleplerde bulunmadı. Onlardan sadece iki şeyden bi­rini yapmalanm istedi: Ya kendisini bırakıp geri dönmesine müsaade edeceklerdi veya kendisini bırakıp açık bir alana gitmesine izin vere­cekler, orada insanlann akibetini bekleyecekti."

Sonra Ubeydullah b. Ziyad, Şimr b. Zilcevşen´i Hüseyin´in üzerine gönderdi. Gönderirken de ona şu talimatı verdi: "Git. Eğer Hüseyin ve aaamlan, benim hükmüme boyun eğerlerse ne alâ, aksi takdirde Ömer D- Sa´d´a, onlarla savaşmasını emret. Eğer savaşmakta gecikirse boynu­nu vur ve sen askerlerin başına komutan olarak geç."

Ubeydullah b. Ziyad, Ömer b. Sa´d´a bir mektup göndererek Hüse­yin´le savaşmakta geciktiğinden ötürü onu tehdit etti ve eğer Hüseyin yanına gelmezse, onunla ve adamlanyla savaşmasını emretti. Onlann ası ol<*uklannı ifade etti.





Şimr mektubu aldığında, yanında Abdullah b. Ebu Muhil b. Hizam bulunuyordu. Onun halası olan Hizam´ın kızı Ümmü´l-Benin, Hz. Ali´nin hanımı idi. Ondan Abbas, Abdullah, Cafer ve Osman adındaki çocukları doğmuştu. Abdullah, İbn Ziyad´a şunları söyledi: "Eğer bizim kızkardeşinıizin çocuklarına bir eman yazmayı uygun görüyorsan yaz."

îbn Ziyad, onlara bir eman yazarak bu emanı kölesi Kirman´la bir­likte onlara gönderdi. Onlar bu eman mektubunu görünce: "Bizim sizin emanımza ihtiyacımız yok. Çünkü Allah´ın emanı, Sümeyye´nin oğlu­nun emanından daha hayırlıdır." dediler.

Şimr b. Zilcevşen, Ömer b. Sa´d´a, Ubeydullah b. Ziyad´m mektubu­nu getirdiğinde Ömer ona şöyle dedi:

"Allah senin diyarını uzaklaştırsm ve getirdiğin şeyi çirkinleştirsin. Hüseyin´in talep ettiği ve benim İbn Ziyad´a arz ettiğim üç teklifi îbn Zi-yad´m kabul etmesine engel olan kişinin sen olduğunu sanıyorum. Val­lahi doğrusu da budur."

Şimr, Ömer´e şöyle sordu:

- Ne yapacağını bana söyle. Bunlarla savaşacak mısın, yoksa beni bunlarla başbaşa mı bırakacaksın

Ömer, ona şu cevabı verdi:

- Hayır, şeref sana ait olmaycaktır. Bu işi bizzat ben yerine getire­ceğim." Böyle dedikten sonra Ömer, onu piyadelerin başına komutan yaptı. Muharrem ayının dokuzunda perşembe günü akşamında Hüse­yin´in tarafına saldırdı. Şimr b. Zilcevşen, kalkıp şöyle dedi:

- Kızkardeşimizin oğulları nerededirler

Onun böyle sorması üzerine Hz. Ali´nin oğulları Abdullah, Cafer, Abbas ve Osman ayağa kalktılar. Orada olduklarını gösterdiler. Şimr, onlara şöyle dedi:

- Size eman verilmiştir, siz güvendesiniz.

- Eğer Rasûlullah (s.a.v.)´m torunu Hüseyin´e ve bize birlikte eman veriyorsan kabul ederiz. Aksi takdirde senin emanına ihtiyacımız yok."

Sonra Ömer b. Sa´d, askerlere şöyle seslendi:

- Ey Allah´ın atlıları! Bineklerinize binin. Size müjdeler olsun.

Aynı gün ikindi namazından sonra bineklerine bindiler ve Hüse­yin´in tarafına doğru hücuma geçtiler. Hz. Hüseyin ise, çadırının önün­de kılıcına yaslanmış, uyuklamaktaydı. Başı önüne düştü. Kaz kardeşi gürültüyü duyunca Hz. Hüseyin´e yaklaştı ve onu uykudan uyandırdı. O da başım doğrulttu ve şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)´ı rüyada gördüm. Bana: "Sen bize geliyorsun." dedi. Hz. Hüseyin´in böyle demesi üzerine kızkardeşi kendi yüzünü tokatlayıp: "Vay başımıza gelenler!" diye ba­ğırdı. Hz. Hüseyin de ona şöyle cevap verdi: "Ey kardeşim, başımıza ge­len bir felaket yok, sakin ol, Rahman olan Allah sana merhamet etsin."

Kardeşi Abbas, Hüseyin´e dedi ki:

- Ey kardeşim, düşman sana doğru geliyor.

- Onlara git, niçin geldiklerini sor.

Abbas, onlara yirmi süvariyle birlikte gitti ve sordu:

- Neyiniz var, niçin geliyorsunuz

- Vali İbn Ziyad´m emri geldi. Ya onun hükmüne boyun eğeceksi­niz, yada sizinle savaşacağız.

- Yerinizde durun, gidip durumu Abdullah´ın babasına (Hüse­yin´e) bildireyim.

Abbas, Hüseyin´in yanına döndü, ama arkadaşları düşman karşı­sında beklemekteydiler. İki taraf birbirlerine laf attılar. Birbirlerini kı­nayıp azarladılar. Hüseyin´in adamları, îbn Ziyad´ın adamlarına şöyle dediler: "Siz ne kötü bir milletsiniz. Peygamberinizin zürriyetini ve bu zamandaki insanların en hayırlılarım öldürmek istiyorsunuz."

Bundan sonra Abbas, Hüseyin´in yanından gelip İbn Ziyad´ın asker­lerine şöyle dedi:

- Abdullah´ın babası (Hüseyin), bu gece geri dönmenizi, geceleyin kendi durumunu düşünmek istediğini söylüyor. Ömer b. Sa´d, Şimr b. Zilcevşen´e dedi ki:

- Sen ne diyorsun

- Komutan sensin, görüş, senin görüşündür.

Amr b. Haccac b. Seleme ez-Zübeydî dedi ki: "Sübhanallah, vallahi Hüseyin değil de Deylemlilerden bir adam dahi sizden böyle bir talepte bulunmuş olsaydı, onun bu talebini uygun karşılamanız gerekirdi."

Kays b. Eş´as da dedi ki: "Ey Ömer b. Sa´d! Hüseyin ve adamlarının isteklerini kabul et, hayatıma yemin ederim ki, sabahleyin savaşacak­sınız." Gerçekten de öyle oldu. Hz. Hüseyin, kardeşi Abbas yanına dön­düğünde ona şöyle dedi: "Geri dön, bu akşam onları geri çevir, belki bu gece Rabbimize namaz kılarız, kendisinden mağfiret dileyip dua ederiz. Allah da biliyor ki benim en çok bildiğim şey, O´nun için namaz kılmak, kitabını okumak, istiğfarda bulunmak ve dua etmektir."

Hz. Hüseyin, o gece kendi ailesine vasiyetini yaptı. Gecenin ilk kıs­mında arkadaşlarına bir konuşma yaptı. Allah´a hamdü senada bulun­duktan, Rasûlüne de salâtü selâm getirdikten sonra fasih ve tesirli bir ifadeyle arkadaşlarına şöyle hitap etti: "Bu gece, ailesinin yanma dön­mek isteyen varsa, ben ona izin vermiş oldum, çünkü şu karşıdaki düş­manın asıl ele geçirmek istediği kişi benim."

Malik b. Nadr dedi ki: "Benim borcum var, çoluk çocuğum var." Boy-Je deyip gitti. Hz. Hüseyin, onlara şöyle dedi: "İşte, gece sizi örtmüş bu­lunuyor, gece karanlığından istifade edip gidin. Sizden herbir erkek, be-ŞIm- ailemden birinin elini tutup şu gecenin karanlığında yola çıksın. Şehirlerinize gidin. Çünkü bu düşman sadece beni ele geçirmek istiyor, eger beni yakalarlarsa, benimle oyalanır ve sizi yakalamaktan vazge-

çerler. Kendi yolunuza gidin ki, Allah size genişlik versin."

Kardeşleri, çocukları ve yeğenleri Hz, Hüseyin´e: "Senden sonra biz hayatta kalamayız ve Allah´ın, hoşumuza gitmeyecek şeyi senin başına getirdiğini görmek istemiyoruz." dediler. Hz. Hüseyin de onlara: "Ey Akiloğullan! Kardeşiniz Müslim´in öldürülmesi fidye olarak size yeter. Haydi gidin, ben size izin verdim." dediyse de onlar şöyle karşılık verdi­ler:

"Şeyhimizi, büyüğümüzü, liderimizi, amcaların en hayırlısı olan amcamızın oğlunu bıraktığımız ve düşmana bir ok atmayıp bir mızrak fırlatmadığımız, onlarla -hayatta kalmak arzusu yüzünden- kılıç kılıca vuruşmadığımız takdirde insanlar bize ne derler Hayır, vallahi biz böyle yapmayacağız. Aksine mallarımızı, ailelerimizi ve canlarımızı fe­da edip seni gideceğin yere götürmedikçe ve senin uğruna savaşmadık-ça senden ayrılmayacağız. Allah, senden sonra yaşamayı bize çirkin göstermiştir." Müslim b. Avsece el-Esedî de böyle dedi. Said b. Abdullah el-Hanefî de şöyle dedi:

"Hayır, Allah´a yemin ederiz ki, Rasûlullah´tan sonra seni muhafa­za ettiğimizi Allah´a isbatlamadikça seni bırakmayacağız, Allah´a ye­min ederim ki, senin uğruna 1000 defa da olsa öleceğimi bilsem ve be­nim ölümüm sebebiyle Cenâb-ı Allah´ın seni ve aile efradından olan şu gençleri kurtaracağını bilsem, yine de ölmeyi arzularım. Çünkü benim ölümüm, bir tek adamın ölümüdür."

Hz. Hüseyin´in diğer arkadaşları da benzer sözler söylediler ve: "Al­lah´a yemin ederiz ki, senden asla ayrılmayacağız, canlarımız sana feda olsun. Boğazımızı, alnımızı, elimizi ve bedenlerimizi öne sürerek seni koruyacağız. Bu uğurda öldürülürsek, borcumuzu ödemiş ve vefakârlık göstermiş oluruz." dediler.

Kardeşi Abbas da Hüseyin´e şöyle dedi: "Allah, senin ölümünü bize göstermesin. Sen öldükten sonra biz yaşamayı ne yapalım."

Ebu Mihnef, Hz. Ali´nin torunu ve Hüseyin´in oğlu Zeynelabidin´in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Babamın sabahında öldürüleceği gece oturmaktaydım. Halam Zeyneb, yaralarımı tedavi ediyordu. Babam arkadaşlarıyla birlikte ça­dırına çekilmişti. Yanında Ebu Zerr el-Gifarfnin azatlısı Huvey de var­dı. Babam kılıcını düzeltiyor ve şöyle diyordu:

"Ey zaman, of senden! Ne biçim arkadaşsın.

Ne zamandır gün doğuyor, sabah oluyor.

Nasıl arkadaşsın, nasıl ölü istersin ´

Zaman birini başkasının yerine kabul etmiyor ki,

Emir ancak yüce Allah´ındır.

Her hayat sahibi bir yoldan gidiyor."

Bu beyitleri babam iki veya üç defa tekrarladı. Öyle ki ben bu beyit­leri ezberledim ve ne demek istediğini anladım. Gözlerime yaş doldu, ağlayacaktım ama kendimi tuttum, sustum. Başımıza bela indiğini an­ladım. Halam Zeynep, onun bu beyitleri okuduğunu işitince başı açık bir şekilde onun yanma kadar gitti ve şu şekilde bağırmaktan kendini alamadı:

"Vay başıma gelenlere! Keşke ölüm şu anda hayatımı tüketip bitir-se. Annem Fatıma öldü. Babam Ali öldü. Kardeşim Hasan öldü. Ey geç­mişlerin halifesi, bunların hepsi öldü." Hüseyin, ona bakıp şöyle dedi: "Canım kardeşim! Sakın şeytan senin dayanma gücünü alıp götürme­sin." Halam da ona şöyle karşılık verdi: "Anam babam sana feda olsun, sen âdeta ölümünü istiyor gibisin, canım sana feda olsun." Böyle dedik­ten sonra kendi yüzüne vurdu. Yakasını yırttı, bayılıp yere düştü. Ba­bam kalkıp onun yüzüne su serpti ve şöyle dedi: "Canım kardeşim, Al­lah´tan kork, sabret. Allah´ın tesellisi ile avun, şunu bil ki, yeryüzündeki herkes ölecektir. Semadakiler dahi hayatta kalmayacaktır. Herşey he­lak olacaktır. Sadece yüce Allah´ın zatı baki kalacaktır. O, yaratıkları kendi kudretiyle yaratmıştır. Onları kahır ve izzeti ile öldürecek, tekrar diriltecektir. Sadece O´na kulluk edeceklerdir. O, bir ve tektir. Bilesin ki, babam benden daha hayırlıydı. Annem de benden daha hayırlıydı. Kardeşim de benden daha hayırlıydı. Benim, onların ve her Müslüma-nın Rasûlullah´a uyması gerekir. Rasûlullah´da uyulacak güzel bir ör­nek vardır. Canım kardeşim! Allah adına sana yemin veriyorum, sakın ölümümden sonra elbiseni yırtmayasm ve benim için yüzünü tırmala-mayasın. Ölecek olursam "Vay başıma, eyvah bana!" demeyesin." Böyle diyerek halamı teselli ettikten sonra elinden tutup yanıma getirdi ve çı­kıp arkadaşlarının yanma gitti. Çadırlarını, ipleri birbirlerine girecek şekilde birbirlerine yaklaştırmalarını ve düşmanın bir yönden başka ci­hetlerden gelmesine imkan vermemelerini söyledi. Çadırlarını sağları­na sollarına ve arka taraflarına bırakmalarını emretti. Akşam olunca hep birlikte namaz kıldılar, geceyi namaz, istiğfar, dua ve niyazla geçir­diler. Düşman muhafızlarının atları onların arka taraflarında dolaşı­yorlardı. Bu muhafızların komutanı Uzre b. Kays el-Ahmesî idi. Babam Hüseyin, şu ayet-i kerimeyi okuyordu:

"İnkâr edenler, kendile