sidretül münteha
Thu 5 May 2011, 02:50 pm GMT +0200
Hz. Hubeyb Bin Adiy (R.Anh)
Hubeyb, Ensârdan yani Medîneli Müslümanlardan olup Evs kabilesindendir. Hicretten önce Müslüman oldu. Bedir ve Uhud savaşına katıldı. Bu savaşlarda büyük kahramanlıklar gösterdi.
Uhud savaşında bazı yakınları ölen müşrikler, Müslümanlardan bunların intikamını almak istediler. Alçakça bir plân hazırladılar. Hemen de planı tatbike koydular. Bu maksatla bir heyet Medine'ye giderek Resulullahın huzuruna çıkıp:
Yâ Rasûlallah! Bizim kabilelerimiz, İslâmiyet'i kabul ettiler. Yalnız Kur'ân-ı Kerîm öğretmenine ihtiyâcımız var. Lütfen bize; İslâmiyeti ve Kur'an-ı Kerimi öğretecek kimseler yollar mısınız? diye ricada bulundular.
Sevgili Peygamberimiz kendilerine, 10 kişilik bir öğretmenler heyeti yolladılar. Başlarında, Âsim bin Sabit hazretlerinin bulunduğu bu heyette, Mersed bin Ebî Mersed, Hâlid bin Ebî Bükeyr, Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne, Abdullah bin Târik, Muattib bin Ubeyd de bulunuyordu. Bu öğretmenler kafilesi, geceleri yürüyerek, gündüzleri gizlenerek Hüzeyl Kabilesi topraklarında, Reci' suyu başında, seher vakti konakladılar... Bu sırada yanlarında bulunan Adal ve Kare kabilesi heyetinden biri, bir .bahane ile yanlarından ayrıldı. Hemen Lihyanoğullarına gidip, haber verdi.
Çok geçmeden kafilenin etrafı sarıldı. 200'den fazla silâhlı eşkiyâ oradaydı.
"Bize öğretmen lâzım! diyenler, çekip gittiler. O güzide Müslümanları, eşkiya ile karşı karşıya bıraktılar."
Lıhyânoğulları mensupları, esir ticâreti ile geçinirlerdi. Bu sebeple:
"Teslim olun. Canınızı kurtarın," teklifinde bulunuyorlardı. Asıl niyetleri onları Mekke'de köle olarak satmaktı. Böylece çok para kazanacaklardı. Çünkü Mekke'li müşrikler kendilerine:
Yakaladığınız her Müslüman için, değerinden fazla para öderiz, demişlerdi.
Bunu Müslümanlar da duymuşlardı. Onun için, aralarında istişare ederek çarpışmaya karar verdiler. Arkalarını dağa dönüp, kılıçlarını çekip, Allah'ın dîni uğrunda vuruşmaya başladılar.
İkiyüz kişilik düşmana karşı görülmemiş bir kahramanlıkla çarpıştılar. Üzerlerine saldıran kuvvetten bir kısmını öldürdüler.
Nihayet çarpışa çarpışa on Sahâbe'den yedisi okla vurularak orada şehid düştü.
Sadece Hubeyb bin Adiy, Zeyd bin Desinne ve Abdullah bin Târik kalmış, müşriklerle çarpışıyorlardı.
Çok geçmeden müşrikler, onları sağ olarak yakaladılar.
Lıhyânoğulları üçünü de yayların kirişleri ile bağladılar. Mekke'ye götürmek üzere yola çıktılar.
Abdullah bin Târik Mekkeli müşriklere götürülmeye razı olmadı. Gitmemek için zorlandı.
Vallahi ben size arkadaş ve yoldaş olmam! Şehid olan arkadaşlarım bana örnek ve önderdir, deyip, bir zorlayışta ellerini kurtardı.
Lıhyânoğulları O'nu taşa tuttular, sonunda O'nu da şehid ettiler.
Lihyânoğulları, Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne'yi Mekke'ye götürüp müşriklere yüksek bir fiyatla sattılar.
Çünkü Hz. Hubeyb Bedr Gazasında müşriklerden Haris bin Âmir'i Cehenneme yollamıştı.
Onun oğulları şimdi kendisini almak için, büyük para ödediler.
Zeyd bin Desinne'yi de Safvân bin Ümeyye, Bedir savaşında öldürülen babası Ümeyye bin Halefin intikamını aimak üzere satın aldı.
Mekkeli Müşrikler, Hz. Hubeyb ve Zeyd'i satın aldıktan sonra, onlara ne ceza vereceklerini konuşuyorlardı:
"Hayır! Evvelâ işkence etmeliyiz."
"Ama Haram aylar içinde bulunuyoruz!"
"Evet! Bu sebeple, hemen öldüremeyiz! Haram ayların geçmesini beklememiz gerek."
"O hâlde, hapsedelim."
"Ellerini, ayaklarını zincire vuralım!" diyorlardı. Öyle yaptılar.
Harp meydanındaki yenilginin intikamını, müdafaasız bir insandan alacaklardı. Hem de o esîri; harpte değil, parayla pazardan almışlardı!..
Hârisoğulları, iftiharla Hubeyb bin Adiy'i kendi aile fertlerine gösteriyorlar:
İşte babamızı öldüren. Şimdi vereceğimiz cezayı beklemekte! diyorlardı.
Hz. Hubeyb bin Adiy, hapsedildiği evde tam bir tevekkül ile, Allahû Teâlâ'nın kendisi hakkındaki takdirini bekliyordu.
Hapsedildiği evde bulunan ve azatlı bir cariye olan Maviye şöyle anlatmıştır:
Hubeyb, benim bulunduğum evde bir hücreye hapsedilmişti. Ben ondan daha hayırlı bir esir görmedim.
Bir gün baktım elinde insan başı gibi kocaman bir üzüm salkımı vardi. Ondan yiyordu. Hergün böyle üzüm salkımı elinde görülürdü.
O mevsimde hem de Mekke'de üzüm bulmak asla mümkün değildi Allahû Teâlâ ona rızık veriyordu.
Hz. Hubeyb, hapsolunduğu hücrede namaz kılar, Kur'ân-ı Kerim okurdu. Onun okuduğu Kur'ân-ı Kerîmi dinleyen kadınlar ağlaşırlar, ona acırlardı.
Ona bir isteğin var mı? dediğimde,
"Bana tatlı su ver, putlar için kesilen hayvanların etinden getirme, bir de beni öldürecekleri zaman önceden haber ver, başka birşey istemem," dedi.
Öldürüleceği gün kararlaştırılmca gidip kendisine söyledim. Hayret ettim, öldüreceği zamanı öğrenince onda en ufak bir değişiklik ve zerre kadar üzüntü eseri görülmüyordu. Bana:
"Ne olur bana, bir ustura buluver. Temizlik yapacağım. Ben de sana duâ ederim," dedi.
Ben de çocuğumun eline bir ustura verip, gönderdim. Çocuk yanına gidince birden korktum.
Eyvah bu adam çocuğu ustura ile keser o nasıl olsa öldürülecek, dedim. Koşup çocuğa baktım.
Hubeyb, gönderdiğim usturayı çocuğun elinden alıp, çocuğu sevmek için dizine oturtmuştu. Ben bu durumu görünce çok korkup, feryad etmeye başladım. Durumu anlayınca,
"Bu çocuğu öldüreceğimi mi zannediyorsun? Bizim dinimizde böyle şey yok. Haksız yere cana kıymak bizim hâl ve sânımızdan değildir," dedi. Aslında eli usturalı bir esir çok şey yapabilirdi. Hattâ bu fırsat sayesinde, hürriyetine bile kavuşabilirdi.
Hz. Hubeyb böyle birşeyi, düşünmek bile istemedi. Küçük bir yavruyu âlet etmek küçüklüğünü aklına bile getirmedi.
Hubeyb bin Adiy ve Zeyd bin Desinne'yi öldürmek için müşriklerin kararlaştırdığı gün gelmişti. Fakat müşriklerin kin ve intikam hisleri geçmek bilmedi.
Herkese haber verildi. Bu yüzden şehrin zengin-fakîr, genç-ihtiyâr, kadın-erkek ve bütün çocuklar oradaydılar. Bu iki yüce Sahabenin başına gelecekleri merak ediyorlardı.
Bir sabah erkenden O büyük îmânlı Sahâbînin zincirlerini çözüp, zindandan çıkardılar. Mekke dışında Ten'im denilen yere götürdüler. Çünkü bütün mel'anetlerini, orada yapmayı adet edinmişlerdi.
Bu iki Allah ve Rasûlüllah dostu ise, heyacanlı değildiler.Yolda karşılaşıp görüşen bu iki Sahabe kucaklaşarak birbirlerine uğradıkları belâya sabretmelerini tavsiye ettiler.
Az sonra bir müşrik bağırdı:
"Ey Hubeyb! Sen bizim babamızı, Haris bin Amir'i öldürdün. Bugün onun intikamını senden alacağız. Ölmeden önce bir isteğin var mı? "
Hubeyb bin Adiy gayet sakin, şunları söyledi:
"Yaşatan ve öldüren ve öldükten sonra yine diriltecek olan, yalnız Cenâb-ı Allahtır.. O'na binlerce hamd olsun."
Müşrikler hayretle tekrar sordular:
"Ölmeden önce son bir arzun yok mudur?"
"Beni bırakınız iki rekât namaz kılayım..."
"Kıl orada. "
Elleri ve ayakları çözülen Hz. Hubeyb, hemen namaza durup, büyük bir sükûnet içinde huşu' ile iki rekât namaz kıldı. Cenabı Hakka son dualarını yaptı.
Toplanan müşrikler, kadınlar, çocuklar heyecanla onu seyrediyorlardı. Namazını bitirdikten sonra
"Vallahi eğer ölümden korkarak namazı uzattığımı zannetmeyecek olsaydınız, namazı uzatırdım ve daha çok kılardım," dedi.
Böylece idam edilirken iki rekât namazı ilk kılan, âdet ve sünnet olmasına sebep olan Hubeyb bin Adiy'dir Peygamber efendimiz, onun idam edilirken iki rekât namaz kıldığını işitince bu hareketini yerinde ve uygun bulmuştur.
Hârisoğulları hırsla yaklaştılar:
"Artık ölmeye hazır mısın?" diye sordular.
Aslında O'nun bağırıp çağırmasını istiyorlardı. Çünkü o zaman daha keyifle, işkence edeceklerdi.
Fakat aksine Hubeyb halâ sakindi:
Müslüman olarak öldükten sonra, ne şekilde can verirsem vereyim, önemli değil. Çünkü bütün çektiklerim, Allah ve Rasûlüllah sevgisi içindir. Cenâb-ı Hak dilerse, parça parça edeceğiniz vücudumun zerresini, lütuf ile Cennetine nail eyler, dedi.
Hz. Hubeyb, son namazını kıldıktan sonra, Mekkeii müşrikler, onu tutup darağacma kaldırarak bağladılar. Yüzünü kıbleden Medine'ye doğru çevirdiler. Sonra:
Vallahi dînimden asla dönmem! Bütün dünya benim olsa, bana verilse yine İslâmiyyetten dönem!..
Şimdi senin yerine Peygamberinin olmasını, onun öldürülmesini, sen de evinde rahat oturasın ister misin?
Ben Muhammed aleyhisselâmın değil benim yerimde olmasını, Medine'de yürürken ayağına bir diken bile batmasına asla razı olmam!
"Ey Hubeyb, İslâm dininden dön eğer dönmezsen seni muhakkak öldüreceğiz."
"Allah yolunda olduktan sonra benim için öldürülmenin hiç ehemmiyeti yoktur."
Hz. Zeyd bin Desinne'ye de bu şekilde söylediler. O da aynı cevabı vererek şehid oldu.
Bundan sonra Hubeyb:
"Allahım! Şuracıkta düşman yüzünden başka yüz görmüyorum. Allahım! Rasûlüne selâmımı ulaştır. Bize yapılan bu işi Rasûlüne bildir," diyerek duâ etti.
Hubeyb bu duayı yaptığı sırada sevgili Peygamberimiz, Ashâb-ı Kiramla oturuyordu. Zeyd bin Harise şöyle anlatmıştır:
Bir gün Rasûlüllah efendimiz Ashâbıyla otururken kendisine vahy geldiği sırada kaplayan hâl gibi bir hâl kapladı. Sonra,
"Ve aleyhisselâm," dedi.
"Yâ Rasûlallah bu selâmı kimin selâmına karşılık verdiniz?"
"Kardeşimiz Hubeyb'in selamına karşılık verdim. Cebrail aleyhisselâm, Hubeyb'in selâmını bana ulaştırdı."
Ve Hubeyb ile Zeyd'in şehid edildiğini Ashabına duyurdu. Hubeyb'in etrafında toplanan Kureyş müşrikleri:
"İşte babalarınızı öldüren bu adamdır," diyerek gençleri üzerine mızraklarıyla saldırttılar. Mızraklarını saplayarak vücudunu yaralamaya başladılar.
Bu sırada Hubeyb'in yüzü Kabe'ye doğru döndü. Müşrikler Medine'ye doğru döndürdüler.
Hz. Hubeyb:
"Allahım eğer ben senin katında hayırlı bir kul isem yüzümü Ka'be'ye çevir," diyerek duâ etti.
Yüzü yine kıbleye döndü. Müşriklerden hiçbiri onun yüzünü Kâ'be'den başka bir tarafa çeviremedi.
Bu esnada Hz. Hubeyb darağacı üzerinde düşman arasında garip bir halde şehit edilmekte olduğunu dile getiren bir şiir söyledi.
Mekkeli müşrikler darağacına çıkardıkları Hz. Hubeyb'e, ellerindeki mızraklarla işkence yapmaya başlayınca:
"Valahi ben Müslüman olarak öldürülecek olduktan sonra vurulup hangi yanım üstüne düşersem düşeyim gam yemem. Bunların hepsi Allah yolundadır," dedi. Hubeyb bundan sonra yüksek sesle şöyle beddua etti.
"Ey büyük ve herşeye kadir Aliahım. Sen de bu zâlimlerin tamâmını mahveyle! Onlardan hiç birini sağ bırakma! Hepsini ayrı ayrı öldür, Allahım!"
Hainler korkak olur. Bu hâinler de bedduayı işitince korkmaya başladılar. Hz. Hubeyb biraz daha konuşursa, vaziyet değişebilirdi. Oradakiler müşrik de olsalar tesir altında kalabilirlerdi! Hatta o mazlumu kurtarmak istiyen bile çıkabilirdi. Hârisoğulları:
"Konuşturmayın şunu!" diye bağırdılar.
Sonra da mızraklarını peşpeşe saplamaya başladılar, içlerinden biri göğsüne mızrağı sapladı, mızrak sırtından çıktı. Hubeyb, vücudundan kanlar fışkırırken ve darağacında sallanarak son nefesini verirken,
Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasûlüh diyerek şehid oldu. Hubeyb bin Adiy'in cenazesi kırk gün darağacında asılı kaldı. Bedeni çürüyüp kokmadı. Hep taze kan aktı.
Peygaber efendimiz onun cenazesini getirmek üzere Ashâb-ı Kiramdan Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved'i gönderdi. Gece gizlice Mekke'ye girip Hubeyb'i asılı bulunduğu darağacından indirip deveye yükleyerek Medine'ye doğru yola çıktılar. Durumu öğrenen müşrikler büyük bir kalabalık hâlinde üzerlerine hücum ettiler.
Hz. Zübeyr ve Mikdâd, kendilerini savunmak için cenazeyi yere koydular. Biraz sonra baktılar ki, Hubeyb'in cenazesini bıraktıkları yer yarılıp, cesedi içine aldı ve kapandı. Artık o, "Belîu'l Arz Toprağın yuttuğu kişi diye anılmaya başlandı. [130]
Müslümanın dirisi de ölüsü de hayırlıdır. Sahabe hayatıyla da ölümüyle de İslâm'a hizmet etmiştir. Çünkü sahabe nesli, Allah yolunda şehadeti arzularının zirvesine ve bu zirvenin de zirvesine Allah'ın rızasını koymuştur. Şehid olmadan şehidçe bir hayat yaşamak sahabe sünnetindendir.
[130] Sireti İbn-i Hişam:2/17i-174; Delailü'n Nübüvve: 3/326-331; Siyeru'n Alami'n Nübelâ: 1/246; El İsabe: 1/418-419; Hilyetü'l Evliya: 1/112-114