hafiza aise
Thu 5 May 2011, 11:00 am GMT +0200
Hz. Hatice'ye Veda
Ebü Talib'in vefatı üzerinden henüz üç gün geçmişti. En azından dünyaya veda ederken bir adres bırakması için çok uğraşmıştı, ama dudaklanndan bu adresi ifade eden bir cümle duyamamıştı Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern). Üstüne üstlük, onun yokluğunu fırsat bilen Kureyş, artık daha acımasızca yüklenecek ve bu yüklenmelerde onun yokluğunu acı acı hissedecekti. Çok üzüntülüydü; en büyük destekçi ve hamisi, amcası Ebü Talib'in imanına şahit olamadan, dünyadaki sıcaklığına mukabil ebedi huzuru kazanma yoluna girdiğini ifade edecek bir kelime duyamadan onu toprağa vermenin hüznü içindeydi.
Karanlığın koyulaştığı en zifiri demlerdi, Hasta yatağında bıraktığı kerim zevcesinin durumunu merak ediyordu ve çadınna yöneldi telaşla ... Çünkü, bir diğer destekçi Hz. Hatice de hastalıktan kıvranıyordu. Son yolculuk öncesinde Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), ateşler içinde kıvranan kerim zevcini ziyaret için yola koyuldu. Ebü Talib gibi bir dayanaktan mahrumiyetin yanında, can dostu ve en sadık yaranından da mahrum kalmak vardı işin ucunda ...
Yaklaştı ve çadınn perdesini araladı yavaşçal.. Hastalıkla inleyen Hz. Hatice'nin hali yürek yakıyordu; altında firak çığlıklan sezilen iniltilerdi bunlar ... Hatice, Mekke'nin en zengin kadınıyken bugün, açlık ve sıkıntı içinde iki büklüm; sürgün
397 Bkz. Buhari, Sahih, 3/1409 (3672) EbU Talib'le ilgili olarak Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'den şeref sudur olmuş, "Rabbimden onun için çok büyük hayır umuyorum." (İbn Sa'd, Tabakat. 1/124, 125), "Şayet Ben olmasaydım o, şimdi cehennemin en altında azap görüyor olacaktı", (Müslim, Sahih, 1/195 (209) ve "Onun cehennemdeki azabı, topuk kemiklerine kadar ulaşır." (Müslim, Sahih, 1/195 (210) gibi rivayetler de vardır.
hayatının tüketen şartlanyla boğuşarak gidiyor; geride kalanlara el sallayıp veda ediyordu.
Derinleşmiş hüznünde, Allah Resülü'nü, kızlanyla birlikte yalnız bırakacak olmanın endişeleri gizliydi. Gidiyordu; ama gönlü, himayesiz kalan Efendisi'nde mahpus, geride kalan Sultanlar Sultam ve Rabb-i Rahim'ine emanet ettiği yetimlerinde esir kalmıştı. Erken doğmuş, Hakk'a erken uyanmış ve şimdi de, kendi elleriyle emanet ettiği iki yavrusundan sonra, onlara kavuşmak için önden gidiyordu.
Yüzünde, gidişi öncesinde tatlı bir tebessüm belirdi; belli ki artık, Cibril'in muştusunu getirdiği cennet yamaçlan açılınıştı gözlerine ... Ancak bu tatlı tebessüm bile, şefkat ve merhamet yüklü bulutlar gibi çadınn kapısında kendisini gözleyen Efendisi'ni görünce acılaşmış ve derin bir hüzün şekline dönüşmüştü. Her ikisi de, birbirlerinin halini düşünerek hüzün yaşıyordu.
Şefkat ve Merhamet Sultanı'nı derinden yaralayacak bir manzaraydı bu!.. Göz pınarlan harekete geçmiş, yanaklanndan süzülen damlalar mübarek sakalım ıslatmıştı; ardı ardına hıçkınklar düğümlendi defalarca boğazında! ..
Bir minnet duygusuyla yanına yaklaştı Allah Resnlü ve ifadede kelimelerin kısır kaldığı mana yüklü şu cümleleri sıralamaya başladı, titreyen dudaklanndan tane tane:
- Benden dolayı, ey Hatice! Sen de, bu sıkıntılara katlanmak zorunda kaldın ve karnetine göre bir hayattan mahrum yaşadın.
Aslında sen bunlara layık bir kadın değildin. Keremine karşılık kerem le mukabele bulmak varken sen, çile üstüne çile ve mihnetle mukabele gördün, demek istiyordu ve ilave etti:
- Ancak unutma ki Allah, her sıkıntı ve zorluğun arkasından, mutlaka hayr-ı kesir murad etmiştir ... 398
398 Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, 9/218
Ve Ebu Talib'den sonra ikinci önemli dayanak da artık yaşamıyordu. Atmış beş yaşlanndayken dünya ve dünyadaki bütün sıkıntılara veda ederek, içinde ne bir gürültü ne de bir yorgunluk olan, incilerle örülmüş ebedi mekanına intikal etmişti Hz. Hatice (radıyallahü anha),
Böylelikle o, Hira' da doğan güneşin ardından bir Kadir Gecesi başladığı yeni hayatını, yine bir Kadir Gecesi'nde noktalamış oluyordu. Mezanna inip ebedi yurdun ilk kapısı olan Hacim Kabristanı'ndaki rnekanına onu, bizzat Allah Resülü yerleştirecek; yine toprakla üzerini de O kapatıp tesviye edecekti.399
Artık musibetler, sağanak olup yağmaya başlamıştı; çünkü yanında, yaşadığı her sıkıntıda semtine sığınıp da sükün bulduğu bir destek; musibet olup üzerine gelen meteorlann atmosferine çarparak parçalandığı bir dayanak ve yılların tecrübesiyle gelişmeleri sabırla karşılamada emin bir yardımcısı yoktu Allah Resülü'niin.
Allah Resülü için miişfik bir babadan, güvenli bir koruma ve gönlü zengin bir amcadan sonra; sadık bir yar, kerim bir zevce ve müşfik bir dayanak da artık yaşamıyordu. Bu sebeple Kureyş, daha bir cesaretlenmişti; Efendimiz'in üzerine daha çok geliyordu. Bir gün, sefahete kendini kaptırmışlardan biri, yolda yürüyen Efendiler Efendisi'nin üzerine toz-toprak atmış ve O da üst-başı bu halde iken, başını öne eğerek hane-i saadetlerine gelmişti. Kızlanndan birisi, babasını bu halde görünce çok üzülmüş ve bir taraftan Efendimiz'in üzerini temizlerken diğer yandan da bu üzüntüsünü ağlayarak gösteriyordu. Ufku süzen gözlerin ardından şöyle buyurdular:
- Ağlama kızım ve sakın üzülme! Allah, senin babanı zayi edecek değildirl-"?
399 İbn Sa'd, Tabakat, 8/18 400 İbn Hişam, Sire, 2/264
Ardı ardına yaşanan bu üzücü olaylarla dolu bu yıla, hüzün yılı denilecekti. Zira onda, bir yandan müşriklerin ortaya koyduklan haksız başkaldın ve tepkiler çığınndan çıkmış ve kontrol edilemez bir konuma gelmiş, diğer yandan da Efendimiz'in yanındaki iki temel dayanak da ebedi aleme göç etmişti. Mahzun Nebi'yi hüzne boğan gelişmelerdi bunlar ve bundan sonra bu isim, geride kalan bir yıla alem olacaktı.