- Hz. Ebubekir

Adsense kodları


Hz. Ebubekir

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sidretül münteha
Sun 8 May 2011, 03:14 pm GMT +0200
HZ. EBU BEKİR (R. ANH)


Babab Adı: Ebû Kuhafe Osman bin Amr.

Anne adı: Selma binti Sahr bin Amr bin Ka'b (Ümmü'l Hayr)

Doğum Tarihi ve Yeri: Fîl vakasından 2 yıl 4 ay sonra takriben Miladi 573. yıl. Mekke'de doğdu

Ölüm Tarihi ve Yeri: Hicrî 13. Miladî 634. Cemaziül ahir ayı Medine'de Kabri RasûîüUah (sav)'in bulunduğu yerdedir.

Fiziki Yapısı: Uzun boylu, beyaz tenli, zayıf bedenli arık yüzlü (uzun yüzlü), seyrek sakallı, çukur gözlü, çıkık alınlı, gür sakallı idi.

Eşi:

1. Katile binti Uzza,

2. Ümmü Ruman binti Amr,

3. Cüneybe binti Harice,

4. Habibe Fahita binti Haris,

5. Esma binti Ümeyse.

Oğulları : 

1. Abdullah,

2. Abdurrahman,

3. Muhammed.

Kızları:

1. Esma,

2. Ayşe,

3. Ümmü Gülsüm.

Gazveleri : Bedir, Uhud, Hendek ve sonraki birçok savaşlar

Hicreti: Mekke'den Medine'ye hicret eden muhacirdir.

Sahabeden Kiminle Kardeşti : Harice b. Zeyd, b. Ebi Züheyr.

Kabilesi: Abdullah bin Atik, b. Ebu Kuhafe, Osman b. Amr, b. Amr b. Ka’b, b. Sa’d, b. Teym, b. Mürre, b. Ka’b, b. Nadr, b. Kinane’dir.

Lakabı/Künyesi: Asıl adı Abdül Kabe, Atik: Rasulullah (sav) ona Abdullah adını verdi. En meşhur künyesi Ebu Bekir-i Sıddık.

Kiminle Akrabalığı: Rasulullah (sav)in kayınbabası, Hz. Aişe (R.anha)’nin babasıdır.

Hz. Ebû Bekir (R.a.), putperest bir toplumda dünyaya gelmiş olmasına rağmen putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan hanif bir tüc­cardır. İslam'la tanıştıktan sonra Rasûlüllah (sav) için sadık bir yârdır. Ebû Bekir (R.a.), Hz. Muhammed (sav)'in yetiştirdiği hidayet yıldız­larının ilkidir. Çünkü Hz. Muhammed (sav.)'in İslâm'ı tebliğe başlamasın­dan sonra iman eden hür erkeklerin; raşit halifelerin, aşere-i mübeşşerenin ilkidir. Câmiu'l Kur'an, es-Sıddîk, el-Atik lakaplarıyla bilinen büyük sahabidir. Sadakatin sembolü haline gelen bir inkılabçıdır. Kur'ân-ı Kerim'de hicret sırasında Rasûlüllah'la beraber olmasından dolayı, "...mağarada bulunan iki kişiden biri.”[171] şeklinde ondan bahsedilmektedir. Asıl adı Abdülkâbe olup, İslâm'dan sonra Rasûlüllah (sav)'in ona Abdullah adını verdiği kaydedilir. Azaptan azad edilmiş mânâsına "atik"; dürüst, sadık, emin ve iffetli olduğundan dolayı da "sıddık" lakabıyla anılmıştır. "Deve yavrusunun babası" manasına gelen Ebû Bekir adıyla meşhur olmuştur.

Teymoğulları kabilesinden olan Ebû Bekir'in nesebi Mürre b. Kâ'b'da Rasûlüllah'la birleşir. Anasının adı Ümmü'l-Hayr Selma, babasının ki Ebû Kuhafe Osman'dır. Künyesi Abdullah b. Osman b. Amir b. Amir... b. Murra ...et-Teymî'dir. Bedir savaşma kadar müşrik kalan oğlu Abdurrahman dışında bütün ailesi müslüman olmuştur. Babası Ebû Kuhafe, Ebû Bekir'in halifeliğini ve ölümünü görmüştür. Hz. Ebû Bekir'in Rasûlüllah (sav)'den bir veya üç yaş küçük olduğu zikredilmiştir. İslâm'­dan önce de saygın, dürüst, kişilikli, putlara tapmayan ve evinde put bulundurmayan hanif bir tacir olan Ebû Bekir, ölümüne kadar Hz. Peygamber'den hiç ayrılmamıştır. Bütün servetini, kazancını İslâm için harcamış, kendisi sade bir şekilde yaşamıştır. Ebû Bekir (R.a.)'a bunu yaptıran onun sahih imanıdır. Sahih iman, sahibine sadakat, samimiyet ve sehavet armağan eder. İman, sadakat, samimiyet ve sehavetten gelmez, aksine sadakat, samimiyet ve sehavet imandan gelir!

Hz. Ebû Bekir, Fil yılından iki sene birkaç ay sonra 571'de Mekke'de dünyaya gelmiş, güzel hasletlerle tanınmış ve iffetiyle şöhret bulmuştur. İçki içmek câhiliye döneminde çok yaygın bir âdet olduğu halde o hiç içmemiştir. O dönemde Mekke'nin ileri gelenlerinden olup Arapların nesep ve ahbâr ilimlerinde meşhur olmuştur. Kumaş ve elbise ticaretiyle meşgul olurdu; sermayesi kırk bin dirhemdi ki, bunun büyük bir kısmını İslâm için harcamıştır. Rasûlüllah (sav)'e iman eden Ebû Bekir (r.a.) İslâm dâvetçiliğine başlamış, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas ve Talha b. Ubeydullah gibi İslâm'ın yücelmesinde büyük emekleri olan ilk müslümanlarm bir çoğu İslâm'ı onun davetiyle kabul etmişlerdir. Hz. Ebû Bekir hayatı boyunca Rasûlüllah'm yanından ayrılmamış, çocukluğundan itibaren aralarında büyük bir dostluk kurulmuştur. Rasûlüllah birçok hususlarda onun görüşünü tercih ederdi. Umûmî ve husûsî olan önemli işlerde ashâbıyla müşavere eden Peygamber (sav) bazı hususlarda özellikle Ebû Bekir'e danışırdı. [172] Ebû Bekir (R.a.) emin bir müsteşar idi. Müslüman kendisine danışılan ve kendisi de başkasına danışan şura insanıdır. Hz. Ebû Bekir (R.a.)'ın kızı Hz. Aişe (R.anha) anlatıyor: " Ashâb bir mesele hakkında ihtilafa düştüğü zaman babam hemen imdada yetişir ve o mesele hakkında kesin hükmü verirdi.” [173]

Hz. Ebû Bekir (R.a.); problem adam değil, çözüm adamıdır. Mekke şirk devletinde Daru'l Erkam'da oluşturulan İslâm Cemaati'nin danış­manı Hz. Ebû Bekir (R.a.)'dir. Şunu bilelim ki; müslümanlarm cemaatı şura'sız olmaz. Şûra meclisi bulunmayan bir oluşum, İslâm cemaati sayıl­maz. Şûra'yı önemsemeyen kişi de İslâm cemaatinin üyesi olamaz. Araplar ona "Peygamber'in veziri" derlerdi. Teymoğulları kabilesi Mekke'de önemli bir yere sahipti. Ticaretle uğraşıyorlar, toplumsal temasları ve geniş kültürlülükleri ile tanınıyorlardı. Hz. Ebû Bekir'in babası Mekke eşrafmdandı. Hz. Ebû Bekir, câhiliye döneminde de güzel ahlâkı ile tanınan, sevilen bir kişi idi. Mekke'de "eşnak" diye bilinen kan diyeti ve kefalet ödenmesi işlerinin yürütülmesiyle görevliydi. Muhammed (sav.) ile büyük bir dostlukları vardı. Sık sık buluşur, Allah'ın birliği, Mekke müşriklerinin durumu ve ticaret gibi konularda müşavere ederlerdi. İkisi de câhiliye kültürüne karşıydılar, şiir yazmaz ve şiiri sevmezlerdi, daha ziyade tefekkür ederlerdi.

İslâm'ı benimsemesi: Hz. Ebû Bekir, Hira dağından dönen Hz. Muhammed (sav) ile karşılaştığında, Rasülüllah (sav) ona, "Allah'ın elçisi" olduğunu söyleyip "Yaratan Rabbinin adıyla oku” [174] diye başlayan âyetleri bildirdiği zaman hemen ona: "Allah'ın birliğine ve senin O'nun rasûlü olduğuna iman ettim" demiştir. Hz. Hatice'den sonra Rasûlüllah'a ilk iman eden odur. Hz. Peygamber (sav) İslâm'ı tebliğinin ilk zamanlarında kiminle konuştuysa en azından bir tereddüt görmüş, ancak Ebû Bekir seksiz ve tereddütsüz bir şekilde kabul etmiştir. Hatta

"Hz. Peygamber (sav) zamanında halk, bilmedikleri dinî meseleleri kim­lere sorarlardı?" diye sorulunca, Abdullah b. Ömer (R.a.):

"Ebû Bekir'e ve Ömer'e sorarlardı. Ben, onlardan başkasını bilmiyorum!” [175] demiştir. Süyûtî (R.ha.)'in delillerle tesbitine göre:

"Ebû Bekir, Kitab ve Sünnete Ashabın en vâkıf olanı idi.” [176]

Mü'min Ebû Bekir, hayatının sonuna kadar tüm varlığını İslâm'a adamış, bütün hayırlı işlerde en başta gelmiştir. Ebû Bekir (R.a.), Mekke döneminde güçlü kabilelere mensup kişileri İslâm'a kazandırmaya çalıştı, öte yandan müşriklerin işkencelerine maruz kalan güçsüzleri, köleleri korudu; servetini eziyet edilen köleleri satın alıp azad etmekte kullandı. Bilâl, Habbab, Lübeyne, Ebû Fukayhe, Amir, Zinnire, Nahdiye, Ümmü Ubeys bunlardandır.

Kendisi de Mescid-i Haram'da müşriklerin saldırısına uğramıştı. Ebû Bekir, iman ettikten sonra İslâm'ı tebliğe gizli gizli devam ediyordu. Annesi, karısı Ümmü Ruman ve kızı Esma da iman etmiş, fakat oğullan Abdullah, Abdurrahman ve babası Ebû Kuhafe henüz iman etmemişlerdi. Osman b. Affan, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zübeyr b. .Avvâm, Talha b. Ubeydullah gibi ilk müslümanları İslâm'a davet eden odur. Ebû Bekir (R.a.), tebliğiyle ve servetiyle İslam'a insan kazandıran iman adamıdır.

Müşriklerin eziyetleri çoğalıp müslümanlara yapılan baskılar arttıktan sonra Hz. Peyganıber (sav), Hz. Ebû Bekir'e de Habeşistan'a göç etmesini söylemiş ve Ebû Bekir yola çıkmış; ancak Berkü'l Gımâd'da Mekke'nin ileri gelen kabilelerinden İbn Dugunne ile karşılaştığında İbn Dugunne onu himayesine aldığım ve Mekke'ye dönmesi gerektiğini belirterek, ikisi birlikte Mekke'ye dönmüşlerdir. İbn-i Dugunne, akşam üzeri Kureyş ileri gelenlerini dolaşarak onlara:

“Ebû Bekir gibi insanlar memleketinden çıkmaz ve çıkarılmazlar. Yoksullara yardım eden, akrabasını ihmal etmeyen, yetimleri gözeten, misafiri en iyi şekilde ağırlayan, afetlere duçar olanlara yardım elini uzatan bir insanı mı memleketinden çıkarıyorsunuz?" dedi. Bunun üzeri­ne Kureyşliler İbn-i Dugunne'nin Ebû Bekir'i himayesine reddedeme­diler. Ona:

"Peki Ebû Bekir'i bırak Rabbine evinde ibadet etsin. Namazını orada kılsın, dilediğini okusun ama bizi rahatsız etmesin ve yaptıklarını açıkla­masın. Çocuklarımızı ve kadınlarımızı dinlerinden döndereceğinden korkuyoruz." dediler. İbn-i Dugunne de bunları Ebû Bekir'e anlattı. Ebû Bekir bir müddet böylece Rabbine ibadet etti. Namaz kıldığını hiç kim­seye göstermiyor evinin dışında Kur'an okumuyordu. Fakat daha sonra Ebû Bekir, evinin avlusuna bir mescid yaptı ve orada namaz kılmaya, Kur'an okumaya başladı. Müşrik kadınları ve çocukları onun başına toplanarak Kur'an okurken gözyaşlarını tutamayan bu duygulu insanı hayretle seyrediyorlardı. Bu durum Kureyş ileri gelenlerini endişe­lendirdiğinden İbn-i Dugunne'ye bir adam göndererek onu çağırttılar. İbn-i Dugunne gelince ona:

“Biz Ebû Bekir'e senin himayen dolayısıyla evinde rabbine ibadet etmesine müsaade etmiştik. Fakat o hududu aşarak evinin avlusunda bir mescid/cami yaptı ve orada açıktan açığa namaz kılmaya ve Kur'an oku­maya başladı. Çocuklarımızı ve kadınlarımızı dinimizden döndereceğin­den korkuyoruz. Ona mani ol! Eğer evinde Rabbine ibadet etmek isterse etsin ve eğer inat eder de ibadetini açıktan açığa yapmak isterse ondan, himayenden çıkmasını iste! Seninle olan anlaşmamızı ihlal etmek iste­meyiz. Ebû Bekir'in ibadetini açıktan yapmasını kabul edemeyiz," şeklinde konuştular, İbn-i Dugunne de Ebû Bekir (R.a.)'a gelerek:

“Senin için yaptığım anlaşmanın şartlarını biliyorsun. Ya anlaşmanın şartlarına riayet ederek sesizee evinde ibadet edersin yahutta himayemden çıkarsın. Bir adamla ilgili yapmış olduğum anlaşmanın ihlal edildiğini arapiarm duymasını istemem" dedi. Ebû Bekir (R.a.) da ona:

“Senin himayene muhtaç değilim. Senin himayeni sana iade ediyo­rum. Allah'ın himayesi bana yeter," karşılığını verdi. Bunun üzerine İbn-i Dugunne kalkarak:

“Kureyşliler! İbn-i Ebû Kühâfe himayemden çıkmıştır. Arkadaşınızla ne haliniz varsa görün." şeklinde konuştu.[177]

Dikkat edilirse, Ebû Bekir (R.a.), ahkâm-i şirkin/şirk hükümlerinin egemen olduğu Mekke Şirk Devleti'nde müşriklerin icazetlerine ve iradelerine bağlı bir müslümanlığı reddetmiştir. Müşrik düzenlerin, küfrî kadroların müsaade ettiği kadar müsîüman olmayı kabul edenlerin iman­ları sahih değildir. Kâfirlerin iradesiyle ve. müsaadesiyle mukayyed olan bir din,. Allah'ın dini değildir. Olsa olsa Allah'ın dini adına uydurulmuş bir dindir. Ebû Bekir (R.a.) İbn-i Dugunne'ye;

"Senin himayene muhtaç değilim. Senin himayeni sana iade ediyorum. Allah'ın himayesi bana yeter," demekle böyle uyduruk bir dine sahip olmadığını ortaya koymuş­tur.

Ebû Bekir (R.a.), şirk kanunlarının uygulandığı, fiilen ve hükmen Daru'ş Şirk olan Mekke'de bir mescid inşâ ederek orada İslamî faaliyeti­ni devam ettirmiştir. Ebû Bekir (R.a.)'m yapmış olduğu mescid, bir mescid-i takva'dır. Çünkü Ebû Bekir (R.a.)'m bu mescidi bir Dar'uş Şirk olan Mekke'de yapılmış olmasına rağmen, müşriklerin icazetine; irade­sine ve müsaadesine bağlanmamıştır. Bundan açıkça anlıyoruz ki; Daru'ş Şirk olan beldelerde mescid-i takvalar olabilir. Daru'ş Şirk'te mü'minler tarafından hizmete açılan mescid-i takva'lar, salih amellerin merkez­leridir. Bazıları tarafından ileri sürülen; ''Daru'ş Şirk'teki/Daru'l Harb'deki bütün mescidler, birer mescid-i dirar'dırlar" iddiası gerçekler­le bağdaşmamaktadır. Daru'l Harb haline gelmiş beldelerde müşrik düzenlerin ve küfrî kadroların icazetini, iradesini hiçe sayarak Ebû Bekir (R.a.)'m  bu  misyonunu  devam  ettiren  mü'minierin açmış oldukları mescid-i takvaları, mescid-i dırar hükmünde kabul etmek, ashâb-ı kiram'ı ve ashâb-ı kiram'm Rasûlüllah (sav)'den öğrenmiş olduğu İslamî anlayış ve yaşayışı anlamamaktır.

Ebû Bekir (R.a.) Daru'ş Şirk olan Mekke'de yapmış olduğu Mescid-i Takva'da Allah'ın himayesine sığınarak Allahû Teâla'nın emrettiği ve müsaade ettiği şekilde müsîüman olmaya gayret ediyordu. Ancak müşrik­ler, Ebû Bekir (R.a.)'ı eziyet ettiler. Ebû Bekir (R.a.), imanı uğrunda çilelere katlanmış model İslamî bir şahsiyettir. Hz. Aişe (R.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (sav)'ın ashabı toplandıklarında otuzsekiz kişi idiler Ebû Bekir dinlerini açıktan açığa yaymak hususunda Rasûlüllah (sav)'e ısrar etti. Rasûlüllah (sav):

"Ebû Bekir! Henüz çok azız" buyurdu. Fakat Ebû Bekir (R.a.) ısrarın­da devam etti. Nihayet Rasûlüllah (sav) İslâm'ı açıktan açığa yaymaya karar verdi. Herkes kendi aşiretine İslâm'ı tebliğ etmek üzere Kabe'nin etrafına dağıldılar. Ebû Bekir (R.a.) ayağa kalkarak oradakilere bir konuş­ma yaptı. O sırada Rasûlüllah (sav) oturuyordu. Böylece Ebû Bekir (R.a.), insanları Allah'a ve Rasûlullah'a davet eden ilk hatip olmuştur. Müşrikler, Ebû Bekir'in ve diğer müslümanların üzerine yürüdüler. Müşrikler tarafından Ebû Bekir (R.a.) ayaklar altına alındı. Ve çok fena dövüldü. Fasık Utbe b. Rebia yaklaşarak altına sert şeyler dikilmiş çarıklarıyla ona vurmaya, yüzüne sürtmeye başladı. Ve onun karnına çıktı. O kadar dövdü ki, Ebû Bekir tanınmaz hale geldi. Teymoğulları koşarak geldiler. Müşrikleri Ebû Bekir'den uzaklaştırdılar ve Ebû Bekir'i bir kilim üzerine koyarak evine getirdiler. Öldüğünde kanaat getirmişlerdi Onu eve getirdikten sonra Teymoğulları dönerek kâbeye girdiler ve:

“Allah'a yemin olsun! Eğer Ebû Bekir ölürse Utbe b. Rebia'yı da mutlaka öldüreceğiz" dediler. Tekrar Ebû Bekir'in yanma döndüler. Benû Teymoğullar, Ebû Bekir ayılmcaya kadar başında beklediler. Ebû Bekir ancak akşam üstü konuşmaya başladı. Ve etrafındakilere:

“Muhammed ve Ashâbı'na ne oldu?" dedi. Bu sözü üzerine Teymoğulları onu azarladıktan ve kınadıktan sonra kalkarak annesine:

“Ona birşeyler yedirip içirmeye bak," dediler. Annesi onunla başbaşa kalınca birşeyler yedirmeye zorladı. Fakat

“Rasûlüllah ve Ashabı nasıl?" diye soruyordu. Annesi:

“Allah'a yemin ederim! Arkadaşın hakkında hiçbir bilgim yok," diye cevap verince, Ebû Bekir (R.a.):

“Ümmü Cemile gidip Rasûlüllah hakkında ondan bilgi al," dedi. Bunun üzerine annesi Ümmü Cemil'e gelerek:

“Ebû Bekir, senden Muhammed b. Abdullah hakkında bilgi istiyor." dedi. Ümmü Cemil:

“Ben ne Ebû Bekir'i ne de Muhammed b. Abdullah'ı tanıyorum. İstersen seninle beraber oğlunun yanına giderim" deyince Ebû Bekir'in annesi Ümmülhayr:

“Peki" dedi ve beraberce Ebû Bekir'in yanına geldiler. Ebû Bekir baygın ve durumu ağırdı. Ümmü Cemil, Ebû Bekir'in yanına yaklaşarak yüksek sesle:

“Allah'a yemin olsun! Sana şu kötülükleri yapan bir kavim fasık ve kâfirdir. Dilerim Allah'dan senin intikamını onlardan alsın," dedi. Ebû Bekir (R.a.):

“Rasûlüllah nasıl?" diye sordu. Ümmü Cemil:

“Burada annen var nasıl söyliyeyim?" dedi. Ebû Bekir:

“Ondan sana hiçbir kötülük gelmez" deyince, Ümmü Cemil:

“Rasûlüllah sağ selimdir" dedi. Ebû Bekir (R.a.):

“Şimdi nerede?" diye sordu. Ümmü Cemil:

“İbn-i Erkam'ın evinde," dedi. Ebû Bekir (R.a.):

“Yemin ederim! Rasûlüllah (sav)'in yanma gitmedikçe hiçbir şey yiyip içmeyeceğim," dedi. Bir müddet beklediler. Ebû Bekir iyice kendine geldikten ve insanlar dağıltdıktan sonra Ebû Bekir'i alıp evden çıkardılar. Yürürken onlara dayanıyordu. Onu böylece Rasûlüllah (sav)'in yanına getirdiler. Ebû Bekir (R.a.)'ı görünce Rasûlüllah (sav) koştu ve onu öptü. Diğer müslümanlar da ona sarıldılar. Rasûlüllah ona son derece acımıştı. Ebû Bekir (R.a.):

“Ya Rasûlüllah! Anam babam sana feda olsun. Bana hiçbir şey olmadı. Sadece o fasık yüzüme vurdu o kadar. Bu kadın, çocuğuna karşı son derece şefkatli annemdir. Sen çok hayırlı ve mübarek bir insansın. Onu Allah'a davet et ve onun için Allah'a dua et. Belki Allah senin hatırın için onu ateşten kurtarır," dedi. Ebû Bekir (R.a.)'in bu teklifi üzerine Rasûlüllah onun annesi için dua etti ve onu Allah dinine davet etti. O da İslâm'ı kabul etti. Rasûlüllah (sav) ile birlikte o evde bir ay kaldılar. Otuz dokuz kişiydiler. Hamza b. Abdulmuttalib (R.a.), Ebû Bekir (R.a.)'in dövüldüğü gün müslüman olmuştu. [178]

Mekke'de müslüman olmanın bedeli, Medine'de müslüman olmanın bedelinden farklıdır. Kişi Mekke'de müslüman olmuşsa, hastahaneyi, hapishaneyi ve mezarhaneyi göze almalıdır. Mekkî toplumlarda işkence­ye, baskıya, hakaretlere, tehditlere rağmen, Müslüman İslâm'a tes­limiyetini, müslümanlara ise mensubiyetini devam ettirmekle mükelleftir. Mekkî toplumlarda müslüman ne kadar işkence görürse görsün, Cemaatü'l Müslimin'i terkedemez. Müslüman Allah yolunda başına gelen musibetlerden ötürü başkalarına fatura kesemez. Ebû Bekir (R.a.), müşriklerin işkencelerinden sonra ilk cümle olarak "Muhammed ve Ashabına ne oldu?" diyorsa ve Mekke'deki İslâm cemaatinin karargahı olan "Daru'l Erkam"a gitmediği müddetçe hiçbir şey yemeden, içmeden rahat etmiyorsa, bu bize Mekkî toplumlarda müslüman insan için Cemaatü'l Müslimin dediğimiz Daru'l Erkam'ların su gibi, ekmek gibi, hava gibi birer ihtiyaç olduklarını hatırlatır. Müslüman aç kalabilir ama cemaatsız kalamaz. Çünkü Mekkî toplumlarda cemaatsızlık, dinsizlik kadar tehlikelidir!

Mekke'de onüç yıl devletsiz kalmasına rağmen, onüç gün cemaatsız kalmayan Rasûlüllah (sav)'in yanında yeraîan Hz. Ebû Bekir (R.a.), Hz. Aişe'nin rivayetine göre, Rasûlüllah hicret emrini alıp Ebû Bekir'e gelerek ona beraberce hicret edeceklerini söyleyince Ebû Bekir sevinçten ağla­maya başlamıştı.[179]

Mekkî toplumlarda yaşayan her müslüman bir Medine yolcusudur. Medine yolculuğunun adı hicrettir. Hicret, İslâm devletinin arefesidir. Başka bir ifadeyle hicret, cemaatten devlete giden yoldur. Bu yolda yürümeyi hakedenler, Mekke'de cemaat olabilenlerdir. Mekkî toplumlar­da cemaatsız ve imamsız yaşayanların hicret diye bir yolculukları olamaz. Medine yolculuğu şerefine nail olanlar, Hz. Ebû Bekir (R.a.) gibi, şirk cephesinin bütün tehditlerine rağmen, İslâm cemaatını terketmeyen ve İslâm cemaatının imamına olan bağlılıklarını devam ettirenlerdir.

Bakınız Hz. Peygamber'in bir gecede Mekke'den Kudüs'e oradan Sidretü'l Münteha'ya gittiği İsra ve Mirâc hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir'e yetiştirdikleri zaman;

"Bunu kim söylüyor" dedi. Müşrikler;

“Bunu Muhammed söylüyor" dediler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (R.a.);

"Muhammed (sav) söylüyorsa doğrudur." demiştir. Bu sözünden sonra Ebu Bekir'e; ihlâslı, asla yalan söylemeyen, özü doğru, itikadında şüphe olmayan anlamında, "Sıddîk" lâkabı verildi. Kur'an tabiriyle,

"O, ne iyi arkadaştı” [180] denilebilir.

Tirmizî'nin İbn-i Abbas (R.a.)'dan rivayetine göre: Peygamber efendimiz (sav)'e hicret emri, İsrâ Suresinin 80 nci âyetiyle verilmiştir:

“(Ey Muhammed!) De ki: "Rabbim! Beni, takdir ettiğin yere gönül rahatlığı ve huzur içinde koy ve çıkacağım yerden de dürüstlükle ve selametle çıkmamı sağla. Bana katından yardım edici bir kuvvet ver.” [181]



[170] Hilyetü'l Evliya /Ebû Nuaym el- İsfehanî, C:2, Sh:134, Kahire/1375.

[171] et-Tevbe: 9/40.

[172] İbn Haldun, Mukaddime, 206.

[173] Begavi; İbn-i Asakir; Müntehab:4/346.

[174] el-Alâk: 96/l.

[175] Tabakatü't Kübra/ İbn-i Sa'd, C:2, Sh: 334-335.

[176] Tarihu'l Hulefa: 41-44.

[177] El- Bidaye: 3/94-95.

[178] El- İsabe Fi Ma'rifeti Sahabe: 4/447 ; El-Bidaye: 3/30.

[179] İbn Hişâm, es-Sire, II, 485.

[180] en-Nisâ: 4/69.

[181] İsrâ: 17/80.
 

ceren
Thu 27 December 2018, 10:46 am GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim bizleri hz.ebubekir gibi sıddık imanli ihlasli ve peygamber efendimize bağlı hayirli kullardan eylesin inşallah. ..