saniyenur
Thu 23 August 2012, 12:31 pm GMT +0200
2- Hz. Ebu Bekir Döneminde Kur'ân'ın Cem'i
Rasulullah döneminde Kur'ân'ın tamamı yazılmış, ancak âyet ve sûreler dağınık durumdaydı. Rasûlullah'dan rivayet edildiği şekliyle, âyetleri tertib edilmiş olarak Kur'ân'ı sahifelerde ilk cem' eden zât, Ebu Bekir'dir.
Ebû Abdillah el-Muhasibî Fehmu's-Sünen kitabında şöyle demektedir: "Kur'ân'ın yazılması sonradan çıkmış bir durum değildir. Çünkü bizzat Rasülullah yazılmasını emretmiştir. Ancak işlenmiş deri, kürek kemikleri ve hurma dalları üzerinde dağınık haldeydi. Ebû Bekir bir yerden başka bir yere nakledilip toplanmasını emretmiştir. Bu, Rasülullah'in evinde dağınık halde bulunan yapraklardan bir şeyin kaybolmaması için bir araya getirilerek bir iple tutturulması şeklindedir" (el-Burhan, c. I, sh. 238).
Hz. Ebu Bekir'in Kur'ân'ı cem'i hicretin onikinci yılı Yemame vak'asından sonra olmuştur. Müslümanlarla yalancı peygamber Mü-seyleme'nin bağlıları olan Ridde ehli arasında cereyan eden bu vak'ada sahabeden Kur'ân hafızı yetmiş kişi şehid düşmüştür. Bu durum Ömer b. Hattâb'ı endişeye düşürmüş ve Ömer, Ebû Bekir'e gelerek Kur'ân'ı cem'et-mesinİ teklif etmiştir.
Bu hususta Buharı Sahihinde Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ebû Bekir Yemame ehli öldürüldüklerinde beni çağırttı, Ömer b. Hattâb da yanındaydı. Bana: "Ömer bana geldi ve Yemame günü Kur'ân'ı hıfzedenlerden birçok kişinin şehid düştüğünü ve çeşitli yerlerde daha birçoğunun şehid düşüp Kur'ân'dan bir kısmının kaybolmasından korktuğunu belirtti. Onun için de Kur'ân'ı cem'etmemi teklif etti. Ona Rasûlullah'ın yapmadığı bir şeyi biz nasıl yapabiliriz? dedim. Ömer, Allah'a yemin ederim ki, bu hayırlı bir iştir, dedi ve teklifinde ısrar etti. Nihayet benim de gönlüm bu işe yattı. Ömer'in görüşünü ben de uygun görüyorum." Zeyd devam ediyor: Ebû Bekir bana: Sen genç ve akıllı bir kişisin. Seni itham edecek bir durum da yoktur. Ayrıca Rasülullah'in vahiy kâtiplerindendin, araştır ve Kur'ân'ı topla dedi. Allah'a yemin ederim ki, dağlardan birini taşımamı teklif etmiş olsalardı Kur'ân'ı cem'etmemden daha ağır olmazdı. Ebu Bekir ve Ömer'e "Rasülullah'in yapmadığı bir işi nasıl yapıyorsunuz?" dedim. Bunun üzerine Ebu Bekir, "vallahi bu bir hayırdır" diye cevap verdi. Allah Ebû Bekir ve Ömer'in kalblerini nasıl ferahlattı ise, benimkini de açtı ve onların görüşüne uydum. Ben Kur'ân'ı yazılı bulunduğu hurma dallarından, beyaz ince taşlardan ve hafızların hıfzından tertip ettim. Tevbe sûresinin sonundaki 'Andolsun, içinizden size öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir...' ayetini, sonuna kadar Ebû Huzeyme'de buldum ve olduğu gibi aldım. Topladığım bu sahifeler hayatı müddetince Ebû Bekir'de kaldı sonra da Ömer'e, Ömer de vefat edince kızı Hafsa'ya intikal etti. (Buharı ve Müsned-i Ahmed).
Bu rivayeti okuyan, Zeyd'in Tevbe suresinin sonunu sadece Ebû Huzeyme el-Ensarî'de bulmuş olması hususunda şüpheye kapılabilir. Ancak okuyucunun bu şüphesi, Zeyd'in yazılı olarak onu sadece Ebu Huzeyme'de bulduğunu, öğrenmekle hemen zail olacaktır (el'ltkan). Bulduğu bu yazılı belge onun için yeterliydi. Çünkü sahabeden pekçok kimse onu ezberlemişti. Zeyd'in kendisi de onu ezbere biliyordu. Ancak vera' ve ihtiyatından ezberi, yazılı bir belge ile desteklemek istedi. Zeyd, Kur'ân'ın sair kısımlarının toplanmasında aynı metodu takip ederek Ebu Bekir'in emriyle tamamını topladı. Bir âyet veya âyetlerin kabulü için ezber ve yazılı belge olan iki şahit şart koşulmuştu. İbni Hacer, Hz. Ebû Bekir'in Ömer ve Zeyd'e: "Mescidin kapısında oturun. Her kim Allah'ın kitabından getirdiğini iki şahitle desteklerse, onu yazın" sözündeki iki şahitten maksadın bu olduğunu ifade etmektedir. Bu hadisi Ebû Dâvud, Hişam b. Urve ve o da babasından tahric etmiş olup senedi munkatı'dır. Fakat senetteki ravilerin hepsi sikadır. İbni Hacer'in sözünden, yazılı bir şahit ile bir hıfz şahidinin yeterli olabileceği anlaşılmaktadır. Ancak cumhurun bu sözü anlayışı, yazı hususunda âdil iki şâhİt ile hıfz hususunda iki âdil şahit şeklindedir. Her iki hususta da tek şahit ile yetinilmiyordu. Ebû Davud'un Yahya b. Abdur-rahnıan b. Hatib tarikıyla tahric ettiği rivayet buna delildir. Bu rivayette şöyle denilmektedir: "Ömer gelip, her kim Kur'ân'dan, Rasûlullah'dan birşey duymuşsa onu getirsin, dedi. Kur'ân'dan duyduklarını sahife, levha ve hurma dallarına yazıyorlardı. İki şahit gösterinceye kadar da hiç kimsenin getirdiğini kabul etmiyordu." (el-Itkan). Sahavî Cema-lu'l-Kurrâ'ya şöyle demektedir: "Gaye onların, o yazılı belgenin Rasûlullah'in huzurunda yazılmış olduğuna şehadet etmeleridir." Tevbe sûresinin son bölümünün sadece Ebû Huzeyme'nin yanında bulunmakla bu kaidenin dışına çıkılırken birçok sahabe tarafından ezberlenerek tevatür derecesine ulaşmış olması gözetilmiştir. Tevatür derecesine ulaşan bu ezber, o surenin son kısmının Rasûlullah'in yanında yazılmış ve iki şahitle desteklenmiş makamına geçmiştir.
Zeyd b. Sâbit'in: "Onu sadece Huzeyme'de buldum" sözünde, Kur'ân'ın âhad haberle ispatı diye birşey sözkonusu değildir. Çünkü Zeyd'in kendisi onu daha önce duymuştu ve yerini biliyordu... Onun başka kimselere başvurması, te'kid içindi, yeni bir malûmat elde etmek için değildi (el-Burhan).
Kur'ân'ı toplama işini Ebû Bekir bir seneye yakın müddet içerisinde bitirdi. Çünkü Yemame vakasından sonra Zeyd'e bu görevi vermiş ve vefatından Önce toplama işi bitmişti. Bez parçalarına, hurma dallarına, inpe taşlara ve işlenmiş derilere yazılmış olan Kur'ân âyetlerinin bu kısa müddet içerisinde nasıl bitirilebildiğini düşündüğümüz zaman, bunu ancak kendilerini Allah yolunda feda eden sahabe azmine bağlar ve şu sözü Hz. Ali ile birlikte tekrar ederiz: "Allah Ebû Bekir'e rahmet etsin, Kur'ân'ı kapak araşma ilk toplayan odur." (Ebû Dâvud). Ömer'e gelince, tarih bu düşüncenin kaynağının kendisi olduğunu ve düşünceyi tatbik edenin Zeyd olduğunu tescil etmiştir.
Buharî'nin Zeyd'den yaptığı rivayetin sonunda, Kur'ân'ın toplandığı sahİfelerin, vefatına kadar Hz. Ebu Bekir'de kaldığı, sonra Hz. Ömer'de ve onun vefatından sonra yeni halife Hz. Osman'da değil, Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nın yanında muhafaza edildiği belirtilmektedir. Encyclopedie de L'islam yazarları bununla ilgili şüphe yayarak şu soruyu sormaya çabalıyor: "Acaba bu sayfaların Osman'ın yanında kalması daha uygun düşmez miydi?"
Buna cevap olarak deriz ki: Aksine, Hz. Haf-sa'ya bırakılmış olması daha uygundu. Çünkü Hz. Ömer onda kalmasını tavsiye etmişti. Ayrıca Hz. Hafsa'nın, Kur'ân'ın tamamını hıfzetmiş olması ve okuma-yazmayı bilmesi bir tarafa, o, Rasûlullah'in zevcesi ve ümmül müminin'dır. Hem Hz. Ömer, halifenin seçimini şûraya bırakmıştı. Hz. Osman henüz halife seçilmemişken sayfalar ona nasıl teslim edilirdi?
Kur'ân'ın Mushaf olarak isimlendirilmesi Hz. Ebu Bekir zamanında olmuştur. el-Masahif kitabında İbni Eşte, Musa b. Ukbe'den İbni Şihab'ın şöyle dediğini nakletmektedir: Kur'ân'ı topladıkları zaman onu sayfalara yazdılar. Hz. Ebu Bekir: Ona bir isim bulun, dedi. Bazıları "es-Sifr" ismini verelim, dedi. Ebû Bekir: Bu, Yahudilerin verdiği bir isimdir, karşılığını verdi. Onun İçin bu isim hoşlarına gitmedi. Bazıları el-Mushaf ismini verelim, Habeşliler de el-Mushaf ismini verirler," dedi. Böylece ona Mushaf ismini vermeye karar verdiler (el-Itkari).
Ebu Bekir'in Mushafı, ümmetin icmama ve tevatür derecesine mazhar oldu. Âlimlerin çoğunluğuna göre de, yazılış şeklinin, Kur'ân'ın onlarla indiği yedi harfe şâmildir. Ayrıca bu son yönüyle, Rasûlullah zamanındaki ilk cem'ine benzemiş oldu.