saniyenur
Fri 10 August 2012, 11:49 am GMT +0200
Hukukun Üstünlüğünün Terkedilmesi
Saltanat döneminde yükselen en büyük ve en ciddi musibet hukukun üstünlüğünün ortadan kalkmasıdır. Halbuki bu prensip, İslâm devletinin temelini teşkil etmektedir.
İslâm, dünya nizamı olarak vazedildiği zaman, şeriatın herşeyden üstün olduğu fikrini de beraber getirmişti. Bu temel prensibe göre devlet reisi, yöneticiler, kanun uygulayıcıları, muhafızlar ve muhafaza edilenler, ileri gelenler, sıradan kimseler eşit şartlarda bu hukuka tâbi idi. Hiç kimse ona uyup-uymamakta serbest veya muaf değildir. Dost veya düşman, harbî kâfir veya anlaşmalı gayri müslim, müslüman veya zimmî, mûtî veya âsi, kısaca herkes. Hayatın her safhasını kuşatan karar ve hükümlere tâbi idiler. O hükümler ki, zerre kadar ihlâl edilemezler.
Hulefa-i Raşidîn devrinde hem devlet reisleri, hem de halk bu genel kaideye son derece bağlılık gösterdi. Hatta Hz. Osman ve Hz. Ali, son derece nazik durumlarda ve en şiddetli provakasyonlarda bile şeriatın sınırlan dışına bir tek adım bile atmamışlardı. Doğru yolda yürüyen halifelerin mümtaz vasıflarından birisi başıboş, gayesiz ve baskıcı değil şeriatı bilen ve hükümlerine riayet eden idareci oluşlarıydı.
Fakat saltanat dönemi başladığında, sultanlar kendi şahsî veya siyasî meseleleri ve özellikle hükümetlerinin kurulması ve devamı için şeriatın koyduğu yasaklan aşmakta ve hudutları çiğnemekte hiç tereddüt etmediler. Devirlerinde, şeriat devletin hukuku olarak kalmaya devam etti. Onlann hiçbiri Allah'ın kitabının ve Elçisinin sünnetinin statüsünü asla reddetmediler. Mahkemelerde aynı kanunlara göre hüküm verilirdi. Bütün meseleler genel olarak Allah'ın emirlerine ve şeriata uygun şekilde hükme bağlanıyordu. Fakat bu sultanlar, siyaset bakımından dine ve hukuka tâbi değillerdi. Arzu ettikleri, istedikleri her gayri meşru şey, meşru; hoşlarına gitmeyen meşru şeyler de hemen gayri meşru oluyordu. Hatta helal ve haram sınırlarına dikkat etmiyorlardı.
Şeriata karşı bu çıkışlar Benî Ümeyye devrinin ilk zamanlarında başladı ve yavaş yavaş kanuna aldırış etmeksizin her istediğini yapma saltanat mensuplarının imtiyazı haline geldi. Muaviye, valilerinin kanundan üstün olduğunu ilan etti ve şeriat kanunlarına uymayan adaletsizliklerine ve çıkışlarına karşı her türlü hareketi reddetti. Bir olayda diyeti ödeyeceğini, fakat valilerine kısas uygulamasının sözkonusu olamayacağım söyledi (İb-ni'l-Esir, c. III; el-Bidaye, c. VIII). Ziyâd'm şeriata aykırı fiilleri hiçbir karşılık bulmuyordu (Taberi, c. IV; İbni'l-Esir, c. HI). Valisi ve kumandanı Busr b. Ertat'm zulüm ve baskılarının sonu yoktu. İbnİ Ertat Yemen'de iken kendinden önceki vali Abdullah b. Abbas'ın iki küçük çocuğunu yakalatarak öldürdü. Çocukların annesi bu muameleye dayanamayarak çıldırdı. Bu zulme şahit olan Benî Kinâne'ye mensup bir kadın kendini tutuma-yarak: "Erkekleri öldürmeniz yetmiyormuş gibi, şimdi sıra çocuklara mı geldi? Cahiliyye devrinde bile onlara dokunulmuyordu. Ey ib-ni Ertat! Çocukları ve yaşlıları öldüren merhametsiz bir hükümet, kardeş kanı dökmeksi-zin yaşayamaz. Böyle bir iktidardan daha zâlim kim olabilir?" diye bağırdı. (Taberî, c.IV; İbnİ'l'Esir, c. III; el-Bidaye c. VIII). O zamanlar Hz. Ali'nin elinde bulunan Heme-dan'ı istilâ etmek üzere görevlendirilen İbni Ertat orada yapmadığını bırakmadı. Muharebede yakalanan müslüman kadınları alıp götürdü ve cariye olarak kullandı.
Bütün bu olup biten zulümler, valilerin ve kumandanların her türlü tecavüz, baskı ve adaletsizliği yapabilecekleri ve şeriatın hudutlarını çiğneyebileceklerini, siyasî meselelerde herhangi bir kanunla, şeriatla veya başka bir şeyle bağlı olmadıklarını ilan ediyordu. Bu baskılar daha sonraki dönemlerde yavaş yavaş sultanların, şehzadelerin ve valilerin tabîi adaletleri hâline geldi. Hukukun üstünlüğü bu kimseler tarafından kendi şahsî ve siyasî ihtirasları için tamamıyle parçalandı. Saltanat mensupları ve memurları kendilerini hukukun üstünde kabul ederken, şeriatın hükümleri halka karşı kullanıldı. İslâm ümmeti dejenere oldu ve İslâm'ın ruhu gözden silindi. İnsanlar İslâm nizamının hürriyet, insan haklan, hukukun üstünlüğü ve şûraya dayalı yönetim gibi ebedî cevherlerini yitirdiler. İnsanlığın bu faziletleri ve cevherleri diğer milletler tarafından toplandı ve onların kültürlerini ve müesseselerini zenginleştirdi. Fakat müslümanlar bir kez kaybettikten sonra tekrar kavuşma şansı elde edemediler. Zamanla büyüyen siyasî sistemleri bu meselelerde en büyük engel olmuştur.