- Hukukun Üstünlüğü

Adsense kodları


Hukukun Üstünlüğü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Tue 31 July 2012, 11:34 am GMT +0200
Hukukun Üstünlüğü

Yukarıda zikredilen âyetler müslümanlara yeryüzünde hukukun üstünlüğünü oluşturma­larını emreder. Aralarında ayrım yapmadan insanların meselelerini adaletle çözmeyi müs-lümanların bir görevi kılar. Rasûlullah teb­ligat ve uygulamalarıyla davalarını karara bağlarken insanlar arasında fark gözetilme­mesi gerektiğini açıklıkla ortaya koymuştur. Herkesin aynı ana-babadan hâsıl olması ve dolayısıyla bir diğerine üstünlük iddiasında bulunamamalan sebebiyle anlaşmazlığa dü­şen tarafların renk, inanç ve kavmiyetlerini gözönünde tutmadan her dâva hakkaniyete uygun şekilde karara bağlanmalıdır. Rasûlul­lah her vesile ile adaletin insanlar arasında Allah'ın rızası için uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Bu, yeryüzünde barış ve güvenli­ğin devam etmesi için de vazgeçilmez derece­de önemlidir; zira haksızlık kısa zamanda baskı ve zulme yol açar. Kadim bütün kavim­ler, yönetici sınıfın yaptığı haksızlık ve ada­letsizliklerin sebep olduğu ihtilaf ve şiddetli anlaşmazlıklar yüzünden helak edilmişlerdir.

İslâm, insanlar arasında adaleti yaygınlaştıra­rak yeryüzünde barış ve huzuru tesis etmek için gönderilmiştir. Dost, akraba, düşman de­meden bütün insanlar arasında hakkaniyeti ve tarafsızlığı öğretir. Müslümanlara kendileriy­le olan ilişkilerine, onların toplumdaki statü ve mevkilerine bakmadan tam bir tarafsızlıkla insanlar arasında hüküm vermelerini emreder. Tarafların ilişkileri, düşmanlıktan, mevkileri bir davayı başka türlü karara bağlamak için ne müessir olmalı, ne de zorlamalıdır. Adalet yalnızca kendi hatın için -insanların hak ve taleplerini korumak için- değil, aynı zamanda bizi her an gözeten Allah'a karşı sorumlulu­ğumuzu yerine getirmek için de gereklidir. Allah, mü'minlere adaleti dürüst ve tarafsız­ca uygulamalannı, yeryüzünde diğer insanlar için adaleti ayakta tutanlar olmalanm emret­mektedir. Bu yüzden insanlann meselelerini bütünüyle adalet ve eşitlik ile hükme bağla­mak mutlaka gereklidir.

"Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi em­reder; fahşâ(edepsizlik)dan, münker(fenâhk)-den ve bağy(azgınlık)dan meneder..." (16: 90). Adalet iki farklı yöne sahiptir: İlki, "her­kesin sahip olduğu haklan sınırlamadan elde etmesi için gerekli düzenlemeleri yapmaktır. Adalet, bununla birlikte, haklann eşit olarak dağıtılması anlamına gelmez. Çünkü bu, ke­sinlikle gayri tabii olurdu. Gerçekte adalet, haklann insaflı, bazı durumlarda eşit denebi­lecek şekilde dağıtılmasıdır. Mesela, bütün tebâ eşit vatandaşlık hakkına sahip olmalıdır; ancak çocuklar ve ebeveyn (ana-baba) arasında sosyal mevki ve haklar bakımından eşitlik olması tabii ki yanlıştır. Benzer şekilde, üst veya alt düzeyde hizmet verenler maaş ve ge­lirde eşit olamazlar. Allah'ın emrettiği şey, is­ter ahlâkî isterse sosyal, iktisadî, hukukî veya siyasî olsun âdil olarak ne hak edilmişse, işte bunların eksiksiz verilmesidir." (The Mea-ning ofthe Qur'an, c. VI).

Adalet, kendisini meydana getiren fertlerin haklarını muhafaza ederek ve halk arasında acıya sebep olacak ve toplumu yıkıma götüre­cek tecavüzlere karşı bunları himaye altına alarak toplumu korur. Adalet, toplumun üye­leri arasındaki bağların pekiştirilmesine yar­dımcı olarak sağlam ve yekvücut bir cemiyet oluşturur. İşte bu yüzden adalet İslâm'ın en Önemli ilkelerinden biridir ve bu yüzden müs-lümanlar her kayıt ve şart altında, insanlar arasında adaleti uygulamakla emrolunurlar.

Kadîm kavimler de adaletli davranmakla yü­kümlü kılınmışlarken, çoğu, helâklarına yol açacak olan haksız yolları benimsemişlerdir. Bununla birlikte, âdil olanlar varlıklarını sür­dürmüşlerdir.

"Yarattıklarımızdan (Öyle) bir ümmet var ki, Hakk'a iletirler ve hak ile adalet yaparlar. Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecek­leri yerden yavaş yavaş helake yaklaştıraca­ğız." (7:181-182).

Musa aleyhisselâm ve kavmine de aynı emir verilmiş, fakat onlardan sadece bazıları bu hükme itaat edip yurtlarında adaleti ikame et­mişlerdir. "Mûsâ kavminden bir topluluk da var ki, gerçeğe götürürler ve onunla adalet yaparlar." (7:159).

Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed şu ifade­lerle de adaleti uygulamakla emrolunur: "...Ve de ki: 'Ben Allah'ın indirdiği her Kitâb'a inandım ve aranızda adalet yapmakla emrolundum..." (42:15). Bu kapsamlı âyet şu anlamlara gelir:

a- Ben insanlar arasındaki her tür bölünmeyi reddetmek ve tarafsız olarak adaleti ikame etmek üzere gönderildim. İçinizden herhangi bir taraf lehine adaleti yalanlamak veya bir tarafı kayırmak benim İçin mümkün değildir. Bütün insanlarla saf-mutlak adalet ve eşitlik üzerine kurulu eşit ilişkim vardır. Kim hak­lıysa, düşmanlarımdan biri dahi olsa onunla birlikteyim; ve kim haksızsa, en yakınım bile olsa onun hasmıyım.    .

b- Benim size getirdiğim haklar herkes için­dir. Bu yüzden yakın-yabancı, eşraftan-halk-tan, zengin-fakir, güçlü-güçsüz, büyük-küçük demeden hepsi de benim yanımda aynı ölçü­de haklarını alırlar. Her ne günahsa, herkes için günahtır; her ne gayri meşru ise, herkes için suçtur. Ve ben de dahil hiçbir istisnası yoktur.

c- Yeryüzünde adaleti ikame etmekle, ada­letsizliği ve haksızlığı toplumumuzdan kaldır­makla emrolundum.

d- Ben, Allah tarafından tayin edilmiş kadı ve hâkimim; aranızda adaletle hükmetmek benim görevimdir. (Ebu'1-A'la Mevdûdî, The Meaning ofthe Qur'an, c. IV).

Genel olarak müslümanlar da hevâ ve heves­lerine uymamak ve adaletli davranmakla em­rolunurlar: "... Öyle ise adaletten dönüp nevanıza uymayın..." (4: 135). "(Ey iman edenler!) Allah, size emânetleri ehline ver­menizi, insanlar arasında hükmettiğiniz za­man adaletle hükmetmenizi emreder..." (4:58). Onlara, yakınlarını kayırmamaları (4: 152) ve düşmanlarına haksızca davranmama­ları emredilir (5: 8). Ailevî meselelerinde bile adaleti gözetmeleri, şayet adaleti yerine geti­rememekten korkarlarsa, yalnızca bir hanımla evlenmeleri gerektiği hatırlatılır (4: 3). Kısaca şartlar ve olay ne olursa olsun, insanlar ara­sında âdil olup şikâyete fırsat vermemelidir­ler.

Yeryüzünde O'nun kelâm1 ve hükmünü adalet­le ikame etmek, Allah'ın hükmü ve kanunu­dur. "Allah, size Kitabı açıklanmış olarak in­dirmiş iken ben O'ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitâb verdiklerimiz, O (Kur'ân)m, gerçekten Rabbin tarafından in­dirilmiş olduğunu bilirler, onun için hiç kuş­kulananlardan olma. Rabb'inin sözü doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tasta-mamdır. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O işitendir, bilendir." (6: 114-115).

Rasûlullah'in ve dolayısıyla ümmetinin adaletli davranmakla emrolunduğu, Kur'ân-ı Kerîm'in şu ifadeleriyle beyan edilir: "De ki: 'Rabbim bana adaleti emretti..." (7:29).

Adalet ve eşitliğin tesisi, gerçekte, Allah tara­fından gönderilen bütün peygamber ve elçile­rin gayesidir: "Andolsun, biz rasûl(elçi)leri-mizi apaçık delillerle gönderdik ve onlarla beraber Kitâb'ı ve (adalet) ölçü(sün)ü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler..." (57: 25).

Hakkı ve bâtılı, doğru ve yanlışı ayırdedebil-meleri için rasûller 'doğru hüküm' ve 'doğru öğüt'le donatılmışlardır. Öyle ki, Allah'ın ahkâmı altında insanların barış ve güven içe­risinde yaşayabilecekleri adalet ve eşitlik sis­temi yeryüzünde ikame edilebilsin. RasûUerin aslî gayesi, insan hayatının her alanında ada­leti sağlamaktır. Bir taraftan, kişi, yaratıcısı­nın, kendisinin ve hayatı boyunca zaman za­man temasa geçeceği diğer insanların hakları­nı tam bir sorumluluk anlayışıyla yerine geti­rir. Diğer taraftan da sosyal sistem toplumda baski ve zulümden eser bırakmayacak pren­sipler üzerine kurulur. Böylece her cephesiyle kültür ve medeniyet ifratın sakıncalarından bütünüyle korunur; toplumun her kesiminin haklarını âdil olarak alabileceği ve mesuliyet­lerini rahatça yerine getirebileceği tarzda sos­yal hayatın bölümleri arasında âdil denge (mizan) kurulur. Diğer bir ifadeyle, rasullerin gönderiliş amaçları hem fert hem de toplum düzeyinde adaleti gerçekleştirmektir. Zihinle­rinde, karakterlerinde, hayatlarında ve davra­nışlarında doğru denge (mizan) yaklaşımını yerleştirmek ve geliştirmek için insanların ferdî hayatlarında adaleti hakim kılmak ister­ler, Öyle ki diğer insanlarla olan ilişkilerinde adalet gözetilsin. Diğer bir istekleri ise insan­ların sosyal hayatım adalet etrafında topla­maktır, ta ki ruhî, ahlâkî ve maddî refahları için yardımlaşsinlar, çekişmesinler. (The Meaning ofthe Qur'an, c. V).

Rasûller "adalet yolu"nu gösterdiler ve insan­ları gerek ferden gerekse topluca bu "adalet yolu"na uymaya çağırdılar. Ayırım ve taraf­girlik yapmadan insanlar arasında adaletin nasıl yerine getirileceğini de, kendi uygula­malarıyla gösterdiler.

Hz. Muhammed de diğer rasûller gibi, her tür kayıt ve şart altında şahsî sevgi veya nef­retlerine, ilişkilerine, dostluklarına ve ekono­mik, sosyal yahut siyasî mevkilerine bakma­dan insanların içtimaî ve iktisadî meselelerine adaletle bakmanın lüzumunu ısrarla belirtmiş­tir. Adaletin uygulanmasında, havas-avam, asil-sıradan, zengin-fakir ayırımı yapmadan bütün fertlere aynı şekilde muamele eden bir kanun hâkimiyetinin toplum içinde kurulma­sının önemini dile getirmiştir. Her fert aynı kanunla aynı şekilde muhatap olur, imtiyaza müsaade edilmez. Rasûl-ü Ekrem, yeryü­zünde hukukun hâkimiyetini sağlamanın her müslümamn görevi olduğu gerçeğini sık sık dile getirmiştir. Müslümanlar, kendilerini adaletten uzaklaştırmaya çalışan günahkârlara karşı mükellefiyetlerini yerine getirmek zo­rundadırlar. (4:135).

Adaletin uygulanmasında, Rasûlullah hu­kukun üstünlüğü prensibine büyük bir önemle riayet etmiş; dost-düşman, zengin-fakir, müslim-gayri müslim arasında ayıran yapmamış­tır. Hz. Muhammed, Taif Seferindeki yar­dımları dolayısıyla minnet duyduğu bir kabile şefine karşı Muğire ve Benî Salim tarafından getirilen iki dâvaya bakmak zorunda kalmış ve her ikisinde de onu suçlu bulup zararı taz­min etmesi gerektiğine hükmetmiştir. (Ebu Davud ve İbni Mâce).

Abdullah b. Ömer, Rasûlullah'in şöyle bu­yurduğunu rivayet eder: "Kim Allah'ın hadle­rinden birine engel olmak için şefaatte bulu­nursa, gerçekte o, muhakkak ki Allah'a karşı çıkmaktadır. Kim yanlışlığını bildiği halde kasden münakaşa ederse, vazgeçene kadar Allah'ın hışmına uğrar," (Ahmed b. Hanbel ve Ebû Davud).

Abdullah b. Sehl ile yeğeni Muhayyısa b. Mes'ûd, Hayber Yahudilerinin yetiştirdikleri mahsüllerdeki hisselerini almak üzere Hayber'e gitmişler, ancak Abdullah b. Sehl pusu­ya düşürülüp öldürülmüş ve bir kuyuya atıl­mıştı. Muhayyısa b. Mes'ûd, kardeşi Huveyyısa ve Abdurrahman b. Sehl Rasûl-ü Ekrem'in huzuruna gelerek olayı aktarmak iste­mişler, ancak Hatem'ün Nebi içlerinden en yaşlı olanının önce konuşmasını istemiş ve meseleyi dinledikten sonra aralarında şu ko­nuşmalar geçmiştir. Rasûlullah "Katile karşı beyyine getirebilir misiniz?" diye sordu. "Hayır, delilimiz yoktur" cevabını alınca "O halde bu cinayetin Hayber Yahudileri tarafın­dan işlendiğine yemin eder misiniz?" sorusu­nu yöneltti, onlar da "Yanında bulunmadığı­mız ve görmediğimiz bir cinayet hakkında nasıl yemin ederiz?"diyerek imtina ettiler. Rasûlullah "Öyleyse, Yahudiler kasâme suretiyle size yemin etsinler" buyurdu, dava­cılar ise, "Yâ Rasûlullah! Kâfirler güruhunun yeminlerine nasıl itibar ederiz?" diyerek buna da razı olmadılar. Bunun üzerine Rasûlullah cinayetin diyetini Beytü'l-mâl'den vererek dâvayı sona erdirdi (Buharı).

Rasûlullah vefatından önce, aralarında kendisinden alacaklı olan varsa onu talep et­mesini, zira kendisi sağken bunu ödeyebilece­ğini, yine aralarında kendisinden zarar gör­müş biri varsa onu bildirmesini, çünkü hayat^ tayken bunları tazmin edebileceğini insanlara beyan etmiş ve birkaç dirhem alacaklı oldu­ğunu söyleyen şahsa bunu hemen ödemiştir. Yahudiler onun adalet anlayışından o derece etkilenmişlerdir ki, besledikleri büyük düş­manlığa rağmen anlaşmazlıklarını karara bağ­laması için ona getirirlerdi.

Şüphesiz, Hz. Muhammed adaletin uygu­lanması hususunda bütün hâkimler için ebedî bir örnek oluşturur. Sosyal, siyasî ve inanç farklılıklarına bakmaksızın taraflara eşit mu­amele edilmesi; her iki tarafın delillerini dik­katle inceledikten sonra kararın verilmesi; isbat yükümlülüğünün davacıya ait olması; yalnızca getirilen delillere bakarak davanın hük­me bağlanması; Kur'ân-ı Kerim'de bildirildi­ği üzere suçlunun kasdı ve suçun niteliğine uygun cezanın verilmesi ve kısaca herşeye rağmen herkese adalet ilkesi O'nun muhake­me sistemine kazandırdıklarından birkaçıdır.