saniyenur
Sat 19 May 2012, 02:34 pm GMT +0200
2- Hücum
Çoğunlukla, bir savaşı kazanmak için hücumun zorunlu olduğunu bütün askerî uzmanlar kabul eder. Hakikaten, hücum başarının bir garantisidir. Bunun zarurî olması yalnızca savaşın taktik bir manevra olması dolayısıyla değil, fakat hücum eden tarafın ne istediğini ve gayesinin ne olduğunu bilmesi, savunmada kalan tarafın ise gayesinin ne olduğunu belirleyememesi dolaylıyladır. Hücum eden tarafın komutanı planlarını hazırlayabilir, kendi muhakemesini yürüterek hedeflerini, gayelerini ve neyi arzulayacaklarını seçebilir, her cephede düşmana bir sürpriz yapabilir. Hücum politikasının avantajı, taktik insiyatifinin hücum eden tarafta bulunmasıdır; hücum eden taraf dilediği zaman ya da askerî harekâtın lehlerinde seyretmediğini gördükleri zaman en az can ve mal kaybıyla geri çekilebilir. Bu nedenle, hücum eden tarafın büyük bir psikolojik avantajı vardır, bu onların cesaretlerini ve güvenlerini artırır. Aynı zamanda savaşçılara kuvvet verici bir ilaç rolü oynar.
Hücum kullanışlı bir savaş vasıtasıdır ve imkân bulunur bulunmaz kullanılmalıdır. Bununla beraber, hücumun bütün detaylarını dikkatle planlamak, hatta işler kötü gittiğinde uygulanacak alternatif planlar dahi hazırlamak açık bir zarurettir. Ayrıca, harekete geçmeden evvel tam bir hazırlığın yapılmış olması esastır. Bir hücum harekâtının başarılı ve zayiatın da az olması için sürat ve gizlilik çok önemlidir. Ve eğer, düşman plandan haberdar olursa veya yaptıkları hücum püskürtülürse o zaman vazgeçmeksizin harekâtın devam ettirilmesi için alternatif bir plan olmalıdır.
Şunu da vurgulayalım ki hücum planı, hazırlığı ve icra edilmesiyle İlgili bütün meselelerde karar vermek komutanın görevidir.
Muharebenin nasıl yapılacağına, hücum ve savunma savaşının hangi prensiplerinin uygulanacağına, harekâtta hangi savaş stratejilerinin ve askerî taktiklerin kullanılabileceğine, planın tamamlanması için hangi hazırlıkların yapılacağına ve ne kadar süreye ihtiyaç duyulacağına komutan karar verir. Komutan, herhangi bir hücum veya müdafaa planı yaparken bu tip bütün meseleleri düşünmelidir.
Bir hücum sırasında, düşman sürpriz halinde yakalandığında, dengesini kaybetmeye meyleder, adam ve silah gücünü değerlendi-remeyerek askerî operasyonlarında hataya düşer. Başarılı bir komutan böyle hatalardan tam bir avantaj elde eder ve düşmanın askerî gücüyle birlikte savaşma ruhunu da yıkarak, onu bütün gücüyle cezalandırır.
Rasulullah ve sahabeleri Kureyş'in elinde uzun bir süre sıkıntı çektiler ve doğdukları şehri, evlerini ve mallarını bırakarak Medine'ye sığındılar. Askerî veya daha başka bir ihtirasları yoktu. Sadece müdahaleden uzak olarak dinlerini gereği gibi yaşamak istiyorlardı; fakat Kureyş onlara ne bir düşünce Özgürlüğü, ne de din özgürlüğü tamdı. Müslümanlar Medine'ye gelince, Kureyş muhalefetini sürdürdü ve düşmanlıklarını, tecavüzlerini durdurmadı, aksine artık suikast, yağmalama, baskın şeklinde askerî saldırılar düzenlediler. Müslümanların sahip oldukları bir tek şeyleri vardı ve o da her şart altında korumak ve sürdürmek istedikleri dinleriydi. Bu korku ve rahatsızlık halinin belirsiz bir şekilde sürüp gitmesine izin veremezlerdi. Savaş arzu edilir bir şey değildi, fakat zulüm, zorbalık ve baskı çok daha kötü bir şeydi. Çünkü bunlar normal yoldan iyilik, hak ve adaletin gelişmesine imkân vermezdi. (2: 191). Kan dökülmesi kötü bir şeydir, fakat insanlara, dinlerini, inançlarını ter-ketmeleri için baskı ve zulüm yapılması ve onların dinlerinden vazgeçip istemedikleri başka şeylere tapmaya zorlanması, bunları durdurmak için bazı insanların öldürülmesinden çok daha beterdir.
Peygamber ve ashabı Medine'ye hicret ettiklerinde işler işte bu vaziyetteydi. Müslümanların gayesi yalnızca inançlarını sürdürmek ve hiç kimseyi İslâm'ı kabul etmeye zorlamadan, rahatsız etmeden ve kimse tarafından da zorlanmadan kendi şehirlerinde İslâm'ı yaşamaktı. 10 yıl boyunca Kureyş.'in elinde zulüm altında yaşamışlardı; fakat artık bu zulme, baskıya ve taciz edilmeye katlanamazlardı ve her zulmü, karşılarına çıkan bütün engellemeleri durdurmak için iyice hazırlanmışlardı. Gayeleri dinlerim Medine şehrinde tesis ve müdafaa etmekti ve bVneden-le şunlara gerek gördüler: Birincisi, şehrin müdafaa sistemini muhtemel bütün tehlike ve riskleri karşılayacak şekilde düzenlemek; ikincisi, müslümanların yolunda duran bütün engelleyici güçleri durdurmak; üçüncüsü, dinlerini güçlenmeden, daha tomuruk halindeyken yok etmeye karar vermiş bütün düşman güçleri yok etmek; dördüncüsü, İslâm'a karşı dünmanca faaliyetlerde aktif olarak rol alan ve insanları Medine'ye saldırılar ve baskınlar düzenlemeye kışkırtan liderleri yok etmek; ve beşincisi İslâm'a meyleden toplulukları tehdit edip taciz eden güçlere darbe indirmek.
Amaç insanları öldürmek veya gereksiz yere kan dökmek değildi. Amaç, zorbalığa kalkışanları gerektiğinde dirençlerini en etkili bir şekilde zayıflatarak tam bir güvenlik sağlamaktı. Bu, Hakk'ın. kuvvetleriyle, bâtılın kuvvetleri arasında ideolojik bir mücadeleydi ve bu amaçla da yerinde oturup müdafaada kalmak da kâfi değildi. Medine'de oturup, düşmanların saldırmasını beklemek ve ondan sonra kendilerini savunmak ne şartlara uygun düşerdi, ne müdafaa anlayışıyla bağdaşır, ne de askerî olarak akıllıca bir davranış olurdu. Rasulullah , dışardan Kureyş ve müttefikleri tarafından ve içerden de Yahudi kabileleri tarafından tehdit altında bulunurken böyle bir politikanın tehlikelerinin farkındaydı. Rasulullah düşmanların üzerine cüretle ve cesaretle yürümenin hayatî bir gereklilik olduğunu düşündü; aksi halde ta-ğutun ve zulmün güçleri birleşerek Hakkı ebediyyen yıkıp yok etmeye kalkışacaklardı. İnsanlar düşmanlardan korkuya kapılıp, kafalarındaki Allah korkusu yok olabilirdi. Bâtılın güçlerine İslâm'ı anlamaları İçin yeterince zaman tanınmıştı; fakat onlar bunu hiç dikkate almamışlardı. Artık Hakk'ın kuvvetlerinin teşkilatlanıp tüm güçleriyle ve kararlılıkla ortaya çıkmaları ve bâtılı yok edip, güç kaynaklarını kurutmanın zamanı gelmişti.
Bu amaç, etkili ve başarılı bir şekilde ancak hücum yoluyla gerçekleştirilebilirdi; çünkü bu politika müslümanlara azamî güvenlik avantajı sağlamakla kalmıyor, fakat aynı zamanda can kaybının asgarî olmasına yarıyordu. Bu sebeple, Rasulullah hücumu, böyle bir işi becerip aynı zamanda da savunmasını güçlü tutabileceği bütün savaşlarda askerî stratejisinin ana silahı olarak benimsedi. Düşman savunmada veya saldırıda ne zaman bir yanlış yapsa ya da taktik bir hataya düşse, Peygamber asla etkili bir avantaj olarak kullanmadan fırsatın elinden kaçmasına müsaade etmedi. Büyük muharebelerde çoğunlukla düşmanı kendi askerî planı doğrultusunda hareket etmeye zorlamada başarılı oldu.
İlk üç büyük savaşta hücum hareketinin mahiyeti değişikti; çünkü, müslümanlar zayıf bir pozisyondaydılar. Sayıca ve silahça düşmanlarından çok azdılar. Bu nedenle Peygamber hücum hareketini düzenledi, ama tümüyle yeni prensipler üzerinde. Her muharebe için herkesten gizli savunma planlarını yaptı. Aynı zamanda gizli servisi sayesinde düşmanın planları ve hareketleri hakkında bilgi elde etmeyi başardı. Peygamber her zaman düşmanın vaziyeti ve planlarından haberdardı; oysa diğer taraftan düşman onun niyetlerinden tamamen habersizdi. Bu sebeple, çoğunlukla her seferinde yaptığı sürpriz hareketlerle düşmanın savaş stratejisini ve askerî taktiklerini boşa çıkarmaya muvaffak olurdu.
Bedir Savaşı'nda müslüman kuvvetlerinin gücü çok küçük olduğu halde Peygamber düşman topraklarına girmeyi başaramadan onunla karşılaşmak için Medine dışına çıktı. Güvenlik meselesi nedeniyle kasdî olarak Medine civarında savaşmaktan kaçındı; kısmen hareketlerinin hedefi konusunda düşmanı şüphede bırakmak, kısmen de onlarla karşılaştığında sürpriz unsurunu elinde bulundurmak için. Bu sayede düşman ne müslüman kuvvetlerinin hareketlerinden haberdar oldu, ne de niyetlerinden. Rasulullah @ Bedir kuyularına erişinceye kadar niyetinin ne olduğunu tahmin etmeye çalışıp durdular. Bazıları onun, Ebu Süfyan'ın Suriye'den dönen kervanının peşinde olduğunu düşündü; bazıları da Kureyş'in esas kuvvetleriyle çarpışmak için gelmekte olduğu izlenimine kapıldılar. Peygamber 'ın hareketleri veya hedefi konusunda kimse emin değildi; bu nedenle belirli hiçbir askerî strateji ya da hiçbir askerî taktik tesbit edemediler. Rasulullah kervan ve asıl kuvvet konusundaki niyeti hakkında onları şüphede bıraktı. Bu belirsizlikten dolayı ne hücum planlarını müşahhas bir temele oturtabildiler, ne de savunma planlarını hazırlayabildiler. Diğer taraftan, Rasulullah çok iyi biliyordu ki, onların başarısı Halid b. Velid komutası altındaki süvarilere ve Ebu Cehil'in komutası altındaki piyadelere bağımlıydı. Rasulullah Bedir vadisinde dilediği yerde savunma hattını yerleştirmekte serbestti. Bu sebeple, kendi planlarına göre düşmanın süvarilerini etkisiz ve işe yaramaz bırakacak bir şekilde savunma hattını düzenledi.
Çarpışmadan bir önceki gece, vadiyi çamur deryasına döndüren ve yapışkan, kaygan bir hale getiren yağmur yağdı. Vadinin aşağı ucunda bulunan Kureyş hareket güçlüğü içine düştü. Diğer taraftan Rasulullah savaş alanına düşmandan evvel ulaştı ve en iyi pozisyonu alarak vadideki su kaynaklarını kontrolü altına aldı. Kureyş vadinin çamurlu yerinden kurtulunca kuru görünen kumlu bir yerde savaş düzeni aldılar; fakat burası yumuşak kumla kaplıydı ve üzerine konan ağır şeyler kuma gömülüyordu. Kureyş bundan habersizdi. Savaş başlayınca süvariler çarpışmada tamamen etkisiz kaldılar. Müslüman kuvvetlerinin üzerine genel bir saldırı başlatmak için piyadelerini savaş alanına sürmeliydiler, fakat piyadelerin ilerlemesi müs-lüman okçuların ani ok yağmuruyla kontrol edildi. Kureyş ordusu yumuşak kum üzerinde yavaş hareket etmeleri nedeniyle büyük kayıp verdi. Müslüman saflarına yaklaşınca-ya kadar yorgunluktan ve susuzluktan takatsiz kalmışlardı ve Peygamber @'m askerlerinin hücumuna dayanamadılar. Böylece bozguna uğradılar.
Bu savaşta Rasulullah 'ın dikkate değer bir başka başarısı, düşmanı bölünmüş bir halde tutmasıdır. Rasulullah 'ın hesabına bu çok büyük bir stratejik hareketti. Dağlar arasında alışılmadık ve engebeli bir rota izleyerek hareketlerini düşmandan iyice gizledi. Düşman planının ne olduğunu anlayamadı ve bu nedenle de kervanı korumaya göndermiş oldukları kuvvetleri geri çağırmaya kalkışamadılar. Kervan güvenlik içinde geçip gittiğinde, savaştan evvel kervanın yanındaki birliğin esas orduya katılması için çok geç olmuştu. Böylece Kureyş'in ek kuvveti, Rasulullah 'ın Medine'den ayrıldıktan sonraki çarpıcı hareketlerine bağlı olarak savaşta yer alamadı ve ana kuvvet tek başına çarpışmak zorunda kaldı. Bu stratejinin bir başka faydası da şu oldu: Kervanı korumak için Ku-reyş'e katılmış olan bazı Arap aşiretleri kervanın güvenlik içinde Mekke'ye döndüğünü öğrenince savaşmaktan vazgeçtiler.
O zaman Utbe b. Rabia, Hakim b. Hizam ve Mervan b. Hakem dahil bazı Kureyş İleri gelenleri de kervanın sağ salim Mekke'ye döndüğünü görünce müslümanlarla savaşmaya karşı oldular. Açıkça Ebu Cehil'e muhalefet ettiler ve Muhammed 'la savaşmanın aleyhine propaganda yaptılar. Böylece aslında savaş başlamadan manevî olarak yenilmişlerdi. Sonra da Rasulullah @ üstün askerî taktikleri sayesinde çok kötü bir durumda bulundukları halde onları saldırmaya zorladı. Düşman tuzağa düştüğünü görünce de üzerlerine hücum ederek savaşma yeteneklerini ve askerî güçlerini yok etti.
Şuna da işaret edelim ki, bir askeri operasyonun başarısı için savaşta gizlilik çok önemlidir. Rasulullah @ hemen her savaşta bu stratejik silah sayesinde, düşmanın sayısının çok olmasına rağmen onu oyuna getirdi ve üstün geldi. Rasulullah @, Bedir'e gitmek üzere Medine'den ayrıldığında, kervan ve Kureyş ordusu konusunda farklı teklifler vardı. Bazı sahabeler Peygamber @'a kervana saldırmasını tavsiye ettiler. Peygamber @ bütün teklifleri dinledi; fakat kendi planından bahsetmedi ve Bedir yönüne doğru yola çıktı. Bununla beraber, daha sonraki stratejik hareketlerinin de gösterdiği gibi Rasulullah @'ın hedefinin kervan olmadığı belli oluyordu; çünkü, Özellikle onu koruyan büyük bir Kureyş kuvveti varken kenvana saldırmak askerî noktadan pek akıllıca bir davranış değildi. Rasulullah bu gerçeğin tamamen farkında görünüyordu ve herkesin izleyeceğini zannettiği, bilinen yolu izlemedi. Diğerleri farketmeseler de böyle bir'askeri hareketin taşıdığı potansiyel tehlikeleri iyiden iyiye düşünmüş olmalıydı. Bu hareket pratik olarak müslüman kuvvetleri çökertebileceği gibi Medine'nin güvenliğini de tehlikeye sokardı.
Askerî açıdan düşmanın esas kuvvetlerinin muhakkak yok edilmesi gerekiyordu. Aynı zamanda düşmanın askeri üstünlüğü gözö-nünde bulundurularak askerî görüş noktasından onun yer ve zaman olarak en uygunsuz bir durumda sürpriz halinde yakalanması gerekiyordu. Bu görüş, Kur'an-ı Kerim'de şu sözlerle teyid edilir: "Nitekim hak uğruna (savaşa gitmek için) Rabbin seni evinden çıkardığı zaman, müminlerden bir takımı bundan hoşlanmıyorlardı. Hak ortaya çıkmış iken sanki gözleri göre göre ölüme sü-rülüyorlarmış gibi (cihad hususunda) seninle tartışıyorlardı." (8: 5-6). Bu ayetler, Rasulullah 'ın Medine'den kervanı yağmalamak amacıyla yola çıktığı, fakat yolda kervanın kaçtığını öğrenince Kureyş ordusuna saldırmaya karar verdiği iddiasını açakça yalanlamaktadır. Kur'an-ı Kerim bu fikre karşı çıkar ve Rasulullah 'ı Allah'ın, ta baştan beri Kureyş ordusuyla kesin olarak savaşmak üzere Hak ile şehrinden yola çıkardığını söyler. Kur'an-ı Kerim'in bunlardan sonraki ayetleri bu savaşın gayesini açıkça özetler:
"Allah size, iki takımdan birinin sizin olduğunu vaat ediyordu; siz ise kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyor (ona galip gelmek diliyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (kuvvetli olan takımı yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu. Ki suçlular istemese de hakkı gerçekleştirsin, bâtılı da ortadan kaldırsın." (8: 7-8).
Bu ayetler, Rasulullah 'ın küçük ordusuyla Medine'den Bedir vadisine doğru yola çikar-kenki gayesi hakkında hiçbir şüpheye yer bırakmazlar. Rasulullah hedefini açıklamadığı için düşmanları gibi bazı sahabeleri de onun kervana saldırmak içiri yola çıktığını zannettiler. Fakat, bu ayetlerin gösterdiği gibi onun planı Kureyş'in askerî kudretini yok etmek ve Hak davasını tesis etmekti. Eğer o zamanki durumda Kureyş ordusuyla karşılaşmak için Medine dışına yürümemiş olsaydı, müslümanlar varlıklarını sürdürmek için bütün şanslarını yitirebilirlerdi. Aslında, müslümanların cüretkâr yürüyüşleri düşmanın maneviyatını yıktı ve Bedir'dekİ galibiyetleri düşmanın savaşma kabiliyetini ve askerî gücünü tahrip etti. Rasulullah 'ın bu stratejik hareketi onun askerî lider olarak büyük dehasını gösterir. O, hedefini biliyordu ve bütün hazırlıklarını buna göre yaptı, halbuki bu esnada düşman son ana kadar savaşmak ya da geri dönmek hususunda kararsızdı; bu nedenle, savaş için'uygun bir plan hazırlayamadı. Askerî taktik yönünden, Rasulullah 'ın yaptığı, bir hücum hareketiydi ve düşmanın taktik insiyatifi elinden almasına hiç imkân tanımadı. Rasulullah 'ın bu politikası düşmana cezasını verdi ve zaten maneviyatı yıkılmış, şaşkına dönmüş düşman, müslümanların yüksek maneviyatı ve cesaretleri karşısında, ölüler, esirler ve ganimetler bırakarak bozguna uğradı.
Uhud Savaşı'nda düşman Uhud dağı yakınında kamp kurmuştu. Halid b. Velİd'in komutası altında 200 kişilik güçlü bir süvari birlikleri ve İkrime b. Ebu Cehil'in komutası altında 3000 kişilik bir piyade birlikleri vardı. Planları, müslümanlar engebeli araziden önlerine çıkınca, süvarilerle üzerlerine hücum ederek Abdullah b. Übey'in de İha-netiyle onları yok etmekti. Rasulullah düşmanın hareketleri ve planları hakkında bütün bilgileri elde etti ve buna göre büyük planım hazırladı. Düşmanın arasına karışarak onların niyetleri hakkında düzenli ve güvenilir bilgiler sağlayacak casuslar gönderdi. Rasulullah sahabeleriyle birlikte şehirden çıkarak yola koyuldu, fakat bir süre ilerledikten sonra yönünü Benî Harise'nin kayalık arazisine doğru çevirdi ve gizlice düşman hattının gerisindeki Uhud geçidine ulaştı. Bu garip hareketi gören Abdullah b. Übey 300 adamını alarak Medine'ye geri döndü. Ne Rasulullah 'ın hareketlerini Kureyş'e bildirebilirdi, ne de müslüman kuvvetlerine katılabilirdi. Bu nedenle adamlarını Medine-ye geri götürmeye karar verdi.
Düşman, Rasulullah @'ı arkalarında güçlü bir savunma düzeni içinde görünce tamamen sürprize uğradı. Süvarilerine dayanan planları Rasulullah @'ın taktik hareketleriyle işe yaramaz hale geldi. Rasulullah @ Uhud'a varınca adamlarını savaş düzenine soktu. Zü-beyr'i küçük süvari birliğinin başına geçirdi; kendi savunması için de birkaç okçu görevlendirdi. Ve Abdullah b. Câbir komutası aitında 50 kişilik bir okçu birliğini, ordunun arkasından gelecek saldırılara karşı geçidi korumak için görevlendirdi. Sonra piyade birliklerini İki gruba ayırdı ve bir gruba Ey-neyn (Rubat) dağına doğru ilerlemelerini emretti. Düşman bu hareketin ehemmiyetini anlamadı. Halid b. Velid, İkrime b. Ebu Cehil'i beklemeksizin süvarileriyle ilerledi ve müslüman kuvvetlerine saldırdı, fakat okçuların iki noktadan yaptıkları karşı atakla geri püskürtüldü. Aynı anda Zubeyr'e, Halid'in süvarilerinin bir kanadına hücum etmesi, diğer birliğe de öbür kanada hücum etmesi emredildi. Halid, bozgun halinde geri çekildi ve ordusunun geri kalanlarının da maneviyatının çökmesine sebep oldu. Tam bu sırada müslüman ordusu İkrime'nin birliklerine hücum ettiler, onlar da bozgun halinde kaçmaya başladılar; fakat okçuların yaptıkları bir hata savaşın gidişatını değiştirdi. Okçulara tepeler arasındaki geçidi tutmaları ve ne olursa olsun yerlerinden ayrılmamaları emredilmişti. Bu tehlikeli ve kritik anda bile Ra-sulullah @ ana politikası olan hücum taktiğini elden bırakmadı. Yürüttüğü güçlü savunma planının okçuların hatasıyla yıkıldığını görünce, düşmanın saldırısını karşılamak için hemen alternatif planını uygulamaya koyuldu. Etrafında bir kısım kuvvet toplayarak kahramanca çarpışmaya başladı ve ağır ağır Uhud dağı eteklerindeki yüksekçe bölgede yeni savunma hattına çekildi. Ali arka tarafa yönelip çarpışarak geçidi ele geçirdi ve bu yönden gelen şiddetli düşman saldırısını kontrol altına aldı. Hamza da diğer taraftan karşı hücuma geçti. Düşman, müslü-manları bulundukları savunma hattından çıkarmak için dağın tepesine tırmanınca, kötü bir şekilde yaralanmış olan Rasulullah @ onları gördü ve: "Ey Rabbim, onların o tepede bulunmaları hiç uygun değil." dedi. Bunun üzerine Osman ve bazı diğer sahabeler yukarı tırmanarak düşmanı aşağı sürünceye kadar çarpıştılar." (İbn İshak). Böylece, Rasulullah @, dağın eteklerinde yüksek bir savunma hattı kurarak düşmanın planlarını boşa çıkardı ve düşman, okçuların hatasına borçlu olarak kazandığı avantajını kaybetti. Düşman, müslümanların direncini, karşı saldırılarının büyük tehlikesini ve yenilgiye uğ-ratılmalarınm zorluğunu görünce zaferlerini nihayete erdiremeden sessizce geri çekildi.
Müslüman ordusu büyük kayıp verdi, fakat liderlerinin cesareti ve kararlılığı sayesinde kahramanca mücadelesine devam etti. Hatalarını süratle telâfi ettiler ve çabucak yeniden toparlandılar. Yeni planlarım uygulamaya koyuldular ve hızla yeni bir savunma hattı tesis ettiler. Bu, Peygamber @'ın askerî bir lider olarak kabiliyeti, şahsiyeti ve zekâsının müstesna bir denemesiydi. Düşman zaferini tamamlayarak tereddüt içinde kaldığında, Rasulullah @ tekrar düşmana karşı stratejik hareket insiyatifini eline aldı ve düşmanı takibe başladı. Düşman Medine'den ayrıldıktan sonra hatasını anladı, fakat çok geç kalmıştı; çünkü Rasulullah @ tehlikeyi önceden görerek onları takip etmeye karar vermişti bile.
Ahzab Savaşı'nda, sayıca ve maddî güççe çok üstün olan bir düşmanla karşılaşmanın tek etkili ve pratik yolu, Rasulullah @'ın Medine'nin açık ve korumasız yerlerine hendek kazarak teşkil ettiği bir savunma stratejisiy-di. Bu savunma metodu Araplar arasında bilinmezdi ve düşman, müslümanlarla aralarını ayıran bir hendekle karşılaşınca şaşkına döndü. Hendek sayesinde savaşın İnsiyatİfi müslümanların elinde kaldı, çünkü Kureyş ve müttefikleri hendeği geçip müslümanlarla çarpışmak için bir yol bulamadılar. Zaten hendeğin amacı düşmanın şehrin sınırlarından içeri girmesini önlemekti.Hendek Savaşı, Rasulullah @'ın askeri dehasının bir başka örneğidir. Düşman büyük bir kuvvetle, müslümanlardandört kat daha fazla sayıyla gelmişti. Şehrin güvenliğini tehlikeye atmadan böyle büyük bir kuvvete karşı çarpışmanın en etkili yolu buydu. Rasulullah @, korunmasız bölgelere kuzeyden batıya kadar 3,5 millik bir hendek kazarak başarılı bir şekilde savunma sistemini teşkil etti. Hendek üzerinde geçitler bıraktı ve her geçit bir grup asker tarafından kontrol edildi. Bu askerlerin komutanı Câbir'di. Hendek arazisindeki her yüksek kaya üzerine hendeği korumak üzere okçular yerleştirildi. Rasulullah @, Ebu Bekir, Ömer, Ebe Zerr ve Selman'ı komutan yardımcıları olarak görevlendirdi. Bütün araziyi gözden geçirmek üzere küçük keşif birlikleri gönderildi. Bölüm komutanları komutası altında küçük birlikler hendeği düşmandan korumak üzere değişik noktalarda görevlendirildi, fakat asıl kuvvet Rasulullah @'ın komutası altındaydı. Rasulullah @ ayrıca kadın ve çocuklara nöbetleşe gözkulak olmaları için iki birlik görevlendirdi. Sayıca üstün olması sebebiyle düşman şehri kuşatmış olmasına rağmen insiyatif her zaman Rasulullah @'ın tarafında kaldı. Düşman kuvvetleri hendek boyunca yayıldılar ve ne yapacaklarını bilmez halde beklediler. Ne zaman çeşitli noktalardan hendeği geçmeye kalkışsalar, hemen anında okçular tarafından durduruldular.
Aynı zamanda, Rasulullah @ stratejik hareketleriyle de düşmanı sarstı ve müttefikler arasında ayrılık yerleştirdi, aralarında şüphe ve güvensizlik peydah etti. Zaten uzun süren kuşatma esnasında hüsrana uğramış, şevkleri kaçmış olan düşman bir gece soğuk bir kış fırtınasıyla perişan oldu ve sessizce çekip gitti. Ertesi sabah, Rasulullah @ savaş alanım boş görünce Kureyş'in artık onlara asla saldıramayacağım bildirdi. Bu, müs-lümanların liderinin ve ashabının maneviyatını ve itimadını göstermektedir.
Bedir, Uhud ve Ahzab savaşlarının kısa bir incelemesi, Peygamber @'ın savaş stratejisinin, askerî taktiklerini ve savunma planlarının düşmanlarınınkine göre üstünlüğünü göstermektedir. Daima askerî taktik ve stratejik hareket hususlarında düşmanlarından öndeydi. Rasulullah @ daima düşmanlarının planlarını Öğrenmeye muvaffak oldu. Onları, en uygunsuz pozisyonda ve zamanda, hatalar yaparak, zayıf ve korumasız noktalarını göstererek saldırmaya zorladı. Ondan sonradır ki üzerlerine kararlılıkla ve bütün gücüyle hücum etti; bütün planlarını boşa çıkardı. Yine, aynı savunma planını ve askerî taktikleri aynı düşmana asla bir defadan fazla uygulamadı. Planını daima yer ve zaman şartlarının gereklerine göre ayarladı. Uhud'da savaşın gidişatı, okçuların hatası yüzünden müslümanların aleyhine dönünce hemen adamlarına alternatif savunma planını uygulamalarını emretti ve sonra düşmanın ilerleyen birliklerine karşı iki yönden bir karşı hücum başlattı. Böylece daima insiya-tifi elinde bulundurdu ve düşmanını onun planı doğrultusunda hareket etmeye mecbur bıraktı.
Bu mevzuda hatırlanması gereken bir başka nokta da Rasulullah @'ın büyük orduları, yenmesindeki büyük ustalık, zekâ ve ileri görüşlülüğüdür. Kendinden dört kat daha fazla güçlü bir orduya karşı savaşmak çok zor, hatta imkânsız denecek kadar zor bir görevdi. Bu nedenle, Rasulullah @, düşmanın sayı ve maddî üstünlük avantajını bertaraf etmek için çeşitli stratejik ve taktik planlar geliştirdi. Askerî planlarını gizli tuttu ve niyetleri hakkında düşmanı şüphede bıraktı ve sonra ani ve beklenmedik bir şekilde, Bedir ve Uhud'da olduğu gibi düşman süvarilerini etkisiz bırakarak karşılarına dikildi. Ahzab Sa-vaşı'nda ise düşmanın büyük kuvvetini hendek açarak oluşturduğu savunma hattıyla bloke ederken kendi küçük kuvvetini ve etkili bir biçimde kullandı. Bütün savaşlarda Rasulullah @'ın dikkatle düşünülmüş askerî taktiklerinin başarısı ve etkinliği gizlilik, süpriz, sürat ve planlarının sade ve yalınlığına dayanıyordu.
Ahzab Savaşı'ndan sonra Rasulullah @ hiçbir düşmanın asla Medine'ye yaklaşmasına müsaade etmedi. Düşmanı daima onların toprakları üzerinde yakaladı. Kendisini mevcut ve potansiyel düşmanlarının hareketlerinden haberdar kılan çok başarılı bir devriye sistemi örgütledi. Değişik yahudi kabilelerine, farklı zamanlarda hücumlar yaptı ve onlara, kendisine karşı güçlü bir savaş başlatmak için teşkilâtlanma fırsatı vermedi. Benî Kaynuka'yı kuşattı ve onları savaşmaksızın teslim olmaya zorladı. Sonra, Uhud Savaşı'm müteakip Benî Nadir'e sıra geldi. Kuşatılarak savaşmaksızın teslim olmaya zorlandılar. Bütün silahları ve savaş araçları ele geçirildi. Ahzab Savaşı'ndan sonra, Rasulullah @, Benî Kureyza'ya hücum etti; 15 günlük bir kuşatmadan sonra savaşmaksızın teslim oldular. Hayber yahudileri, Rasulullah @'ın ani bir hücumuyla süpriz halinde yakalandılar ve büyük bir direnç gösterdiler, fakat bir süre savaştıktan sonra onlar da teslim oldular. Rasulullah @'ın yahudi kabilelerine karşı attığı adımlar onun politikasının bir başka önemli ilkesini göstermektedir. Düşmanlarına karşı çok yumuşak, nazik ve merhametliydi. Onlara karşı kararlılıkla ve cesaretle çarpışır, fakat onları yendiğinde de çok iyi muamele eder ve önceki bütün suçlarını affederdi. Eğer herhangi bir düşmanı barış yapmaya meylederse hemen barış yapmaya çalışırdı. (8: 61). Fakat düşmanla barış antlaşması veya dostluk ve karşılıklı savunma işbirliği antlaşması yapıldıktan sonra, onun iyi niyetini suistimal ettiklerinde ve onun iyilik, dostluk yaklaşımına ihanet, hile ve istismarla karşılık verdiklerinde onlara vakit geçirmeksizin ağır cezalar verirdi. Bununla beraber, böyle olaylarda bile cezalandırma ve intikam konusunda adalet sınırlarını aşmazdı. (5: 8)
Rasulullah @'ın Hudeybiye Umre Seferi onun açısından çok başarılı bir hareketti. Müslümanlarla Kureyş arasında savaş halinin sürdüğünü ve her halükârda Kureyş'in müslümanlara Umre izni vermeyeceğini çok iyi biliyordu. Daha kısa bir süre önce Kureyş, Ahzab savaşında yenilmiş, zelil olmuştu ve Ölülerinin acısı zihinlerinde halâ tazeydi. Bununla beraber bu eşsiz ve şaşırtıcı bir stratejik hareketti ve hatta sahabelerinin bir çoğu bile bu Umre yolculuğuna şaşıp kalmışlardı. Münafıklar ve kâfirler, 'Rasulullah @ eşek arısı kovanına çomak sokuyor' diye bayram etmeye başladılar. Müslümanların akıbetinin yıkım olduğunu zannediyorlardı. Kur'an-ı Kerim, onların bu hâllerini şu sözlerle tarif ediyor: "Allah hakkında kötü zan-da bulunan münafık erkeklere ve münafık kadınlara, (Allah'a) ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara Allah azabetsin. (Onların, müslümanlar için istedikleri) kötü olaylar, kendi başlarına gelsin... Herhalde siz sandınız ki Rasul ve müminler, bir daha ailelerine dönmeyecekler. Bu (düşünce) gönüllerinizde süslendirildi, (size güzel gösterildi), kötü zanda bulundunuz ve helaki hak etmiş bir topluluk oldunuz." (48: 6, 12) Bu ayetler, İslâm düşmanlarının, Rasulullah @'ın bu hareketine nasıl sevindiklerini, onun ve ashabının Kureyş tarafından yok edileceklerinden ve Medine'ye bir daha asla geri dönmeyeceklerinden nasıl emin olduklarını anlatıyor. Rasulullah @ ve ashabı ihramhydı-lar. Beraberlerinde kurbanlık hayvanları vardı ve silahsızdılar, kılıçlarını kınlarında taşıyorlardı yalnızca. Rasulullah @ biliyordu ki eğer Kureyş onun Umre için Mekke'ye girmesini reddeder ve ihramlıyken ve Umrenin açık işaretlerini taşıyorlarken üzerlerine saldırırsa Arap halkının öfke ve kızgınlığını üzerlerine çekerler ve saygılıklarını yitirirlerdi. Kabe'nin koruyucuları oldukları ve böyle saygı gördükleri için Kureyş'in Allah'ın şe-airinin şerefini düşürmesi ve yok etmesi hiç de kolay değildi. Bu, Arap müşrikleri tarafından bile çok büyük bîr günah kabul edilir ve her halükârda buna müsaade etmezlerdi. Kur'an-ı Kerim, kurbanlık hayvanların kutsiyetinden şu sözlerle bahsediyor: "Ey inananlar, ne Allah'ın işaretlerine, ne haram aya, ne kurbana, ne gerdanlık(lı kurbanlara ve ne de Rablerinin lütuf ve rızasını arzu ederek Beyt-i Haram'a gelenlere saygısızlık etmeyin. (5: 2).
Rasulullah @, bu sebeple, korkmaksızın ve tereddüt etmeksizin umre için Mekke'ye doğru yürüdü, fakat Zül-Haleyfe'ye vardığında Kureyş'in savaş hazırlıklarını haber aldı. Bunun üzerine, yolunu değiştirdi, dağlar arasından engebeli bir rota izledi ve hem kendisi, hem de ashabı için büyük zorluk ve sıkıntılarla dolu bir yolculuk sonunda Hudeybiye1 ye vardı. Onun hareketlerinden Kureyş, tamamen habersizdi ve onun Mekke'ye gelişini önlemek için süvari birliklerini Halid b. Velid komutası altında gönderdi. Arkasından da süvarileri desteklemek için bir piyade birliği gönderdiler. Büdeyl b. Verka el-Huzâa Hudeybiye'de Rasulullah @'a gelerek onu selâmladı ve Kureyş'in kötü niyetlerini haber verdi. Rasulullah @ şöyle dedi: "Biz savaşmak için gelmedik; biz Kabe'yi tavaf etmeye geldik." Büdeyl, Kureyş'e gitti ve Rasulullah @'ın niyetinin savaş değil Umre olduğunu haber verdi. Fakat ona karşı gereksiz yere savaşacaklarsa da, onun buna da hazırlıklı olduğunu söyledi. Bununla birlikte Ku-reyş'e Muhammed @'la barış yapmalarını tavsiye etti. (Kitab el-Tabakat el-Kebir).
Böylece Rasulullah @ hem stratejik hareket yönünden, hem de askerî taktikler yönünden düşmanlarından üstün olduğunu İspatladı.
Yalnızca Umre yapmak istiyordu ve savaşmak gibi bir arzusu yoktu, fakat eğer düşman onu savaşa mecbur ederse, savaşa da hazırlıklıydı. Kureyş'in hem askerî yönden, hem de manevî yönden tamamen yenik düştüğünü ve savaşma şevklerinin bütünüyle çöktüğünü; özellikle de müslümanlar ihramlı ve silahsızken savaşmayacaklarını biliyoçdu. Fakat onlar Kabe'nin koruyucuları olduklarından itibar ve şöhrete düşkündüler, kibirliydiler ve barışa teşebbüsü başlatmayı kendileri için küçüklük sayarlardı. Rasulullah @ onların durumunu ve kibirini bildiğinden kendisi barış teklifinde bulundu. Antlaşma maddeleri tartışılırken bir süre alıştırılmamış deve gibi huysuzluk yapmalarına rağmen hemencecik antlaşmaya razı oldular. İlk bakışta bu antlaşma Rasulullah @'m aleyhine gibi görünse de, zaman, bu antlaşmanın Rasulullah @'ın kâfirlere karşı en büyük zaferi olduğunu gösterdi, çünkü bu olay İslâm tarihinin dönüm noktası oldu.
Bu meselede bahsedilmeye değer bir başka nokta da Peygamber @'ın hem arkadaşlarını, hem de düşmanlarını şaşkına çeviren, bu insiyatifi ele alışında, askerî bir lider olarak ortaya koyduğu büyük dahilik örneğidir. Zaman Umre için hiç uygun değildi ve böyle bir hareket, sonunda, nihaî yenilgi ve yok oluşa mahkûmdu. Fakat, Peygamber @'ın askerî taktikleri semeresini verdi ve Hudeybiye'ye varıncaya kadar düşman onu yolundan çeviremedi. Sonra da zekice Kureyş'e antlaşma teklif etti, savaş seçeneğini de onların isteğine bıraktı. Bu davranışla Kureyş zor durumda kaldı. Barıştan başka bir şeye karar veremezlerdi, çünkü savaş alanında Rasulullah @'m üstünlüğüne içten içe İkna olmuşlardı.
Kureyş, Hudeybiye antlaşmasını bozunca, Rasulullah @ vakit geçirmeksizin 10.000 kişilik güçlü bir orduyla üzerlerine hücum etti ve onlara hiçbir hazırlık yapma fırsatı bırakmadı. Kureyş, ansızın Rasulullah @'ı Mekke önlerinde gördü, etrafları kuşatıldı ve Rasulullah @ doğduğu şehre muzaffer olarak kan dökmeksizin girdi. Onun zaferinin kolay ve kansız gerçekleşmesini sağlayan iyi planlanmış, etkin bir şekilde uygulanmış ve Kureyş'e savunmalarını hazırlama fırsatı vermeyen askerî taktiklerle donanmış hücum harekâtıdır. Bu fetih Rasulullah @'ın, Kureyş'e karşı, en iyi organize edilmiş, çok iyi planlanmış ve oaşarıyla uygulanmış ve tatmin edici sonuç vermiş stratejik harekâtlarından bir tanesidir.
Bu fetihten sonra, Peygamber @, güçlü kuvvetli düşman Benî Hevazin ve Benî Sakif kabilelerine hücum etti ve onlara karşı kesin bir zafer kazandı. Daha sonra da Taife yöneldi, fakat fazla can kaybına mal olacağını anlayarak, onlara hücum etmekten vazgeçti. Taİf halkının vaziyetlerinin idrakına varacak Medine yönetimine katılacaklarını ve müs-lümanların güç, kuvvet kaynağı olacaklarını umuyordu. Peygamber @'ın durumu incelemesi çok gerçekçiydi, çünkü Taif'in çökertilmesi ya da halkının öldürülmesi onun amacı değildi. Dahası, mâlolacağı can kaybı Peygamber @ için kabul edilebilecek gibi değildi. Kısa bir süre sonra Taif'in ileri gelenleri bir barış antlaşması için bir heyet gönderdi ve daha sonraki askerî seferlerde merkezi yönetimin belkemiği ve güçlü kolu haline geldiler.
Peygamber @'ın son büyük hücumu Medine'ye saldırmayı planlamakta olan Romalılara karşıydı. 30.000 kişilik bir orduyla yola çıktı ve Tebük'te konakladı, fakat Romalılar geri kaçtılar. Bu Rasulullah @'ın hem etraftaki Hıristiyan devletler üzerine, hem de genel olarak Arap kabileleri üzerine askerî ve politik etkileri bakımından çok büyük bir stratejik harekâttı. Rasulullah @ ayrıca etraf bölgelerdeki düşman Arap kabileleri üzerlerine de çeşitli hücumlar yaptı ve bu kabilelerin hiç birine müslümanlara karşı kuvvet toplama ya da savunmalarını organize etme fırsatı vermedi. Ansızın üzerlerine yürüdü; onlar da ya kaçtılar ya da barışa boyun eğdiler. Bu seferlerin çoğunluğunda görev çarpışma olmaksızın yerine getirildi.
Hicret'in üçüncü yılında, Rasulullah @ Sü-leym ve Sa'lebe kabilelerine hücum etti; sonra Dumetu'l-Cendel, Benî Lihyan, Benî Mus-talik ve Gatafan kabilelerine hücum etti. Rasulullah @, 11 büyük savaş hariç yer aldığı 13 seferde tamamen insiyatîfi elinde bulunduruyordu ve düşman savaş için hazırlana-madan yakalandı. Bu politikanın bir sonucu olarak, pratikte doğru dürüst bir çarpışma cereyan etmedi ve Arap kabilelerinin bir çoğu kan dökülmeden boyun eğdi.
Rasulullah @ ayrıca Arap Yarımadası'nın birçok bölgesine askerî meseleleri halletmek üzere sahabeden çeşitli kişilerin komutası altında benzeri seferler düzenledi ve tatminkâr sonuçlar elde edildi: Seriyye denilen bu seferlerin çoğunda düşman çarpışmaksızın kaçtı veya kuşatıldı. Rasulullah @ ülkenin çeşitli bölgelerine toplam 50 seriyye gönderdi. Bunların 39'u belirli kabilelere karşı ya boyun eğdirmek ya da merkezî yönetimin otoritesini hissettirmek için yapılan hücumlardı.
Böylece, genelde, Rasulullah @'ın hücum politikası tatminkâr askerî sonuçlar vermesi bakımından çok başarılıydı: birçok savaş ona başarıyı getirdi; yahudilerin ve İslâm devletine komşu bölgelerdeki potansiyel İslâm düşmanlarının askerî ve politik faaliyetlerini yok edici bir rol oynadı. Bu politika, aynı zamanda, liderleri Medine yönetimine karşı olan düşman ve isyankâr Arap kabilelerinin yüreklerinde ürküntü ve korku uyandırdı, caydırıcı rol oynadı.